Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Gerçek bu, Abdurrahman Bey. Aynı şeyleri tekrar edip duruyoruz sizinle. Keşke kendinizi benimle tartışmaya mecbur hissetmeseniz; "Hasan Akçay'dan bana ne!" deseniz de aynı şeyleri benimle tekrar edip durmanın cezasına kendinizi mahkum etmeseniz.
Bakın, mevkûta hakkındaki iddianızı aynen tekrar ediyorsunuz. Ve sanıyorsunuz ki bir tek sizin dediğiniz doğrudur. Oysa yanılan pek âlâ siz olabilirsiniz; bunu niçin akletmiyorsunuz?
Aşağıdaki açıklamayı* yapanın anadili Arapça:
mevkûtan (tenvîn-fetha, indefinite) sabitlenmiş, tayin edilmiş vakit, düzenlenmiş
Kök kelime Vakata: sabitlemek, bir işin vaktini tayin etmek,
Kutsal Kuran Sözlüğü, sayfa 616 (ketebe)
Nisa 103’te “belirli vakitler” diye çevirilen “mevqût” kelimesi çoğul değildir bir kere.
Çevirilere değil Arapça metne bakar mısınız lütfen. Orada mevkûtan - موقوتا zarftır. Arapçada zarflar çoğul olur mu? Türkçe ve İngilizcede zarflar çoğul olmaz da onun için soruyorum.
Tarafey nehâr’a da, etrâfe nehâr’a da, zulufen mine-lleyl’e de, ânâe-lleyl’e de, hatta güneş doğmadan önce ve batmadan önceye de siz, sabah ile akşam namazlarının vakti diyorsunuz. Bu da sizin yorumunuz, başka ne diye bilirim.
Hayır, öyle bir şey demiyorum.Tam aksine,güneş doğmadan önce ve güneş batmadan önce diye bir namaz vakti yok, dedim. Çünkü BELİRLİ değil, MEVKÛTAN değil. Artı, tek başına hiç biri olmaz. Örneğin "güneş batmadan"ın sonu bellidir: gün batımı. Peki, başı ne zaman?
Değerli hocam, bir gerçek de; her şeye rağmen size katlanmak güzeldir, katlanmaya da devam edeceğim Allah izin verirse. :))
Gerçek bu, Abdurrahman Bey. Aynı şeyleri tekrar edip duruyoruz sizinle. Keşke kendinizi benimle tartışmaya mecbur hissetmeseniz; "Hasan Akçay'dan bana ne!" deseniz de aynı şeyleri benimle tekrar edip durmanın cezasına kendinizi mahkum etmeseniz.
Bakın, mevkûta hakkındaki iddianızı aynen tekrar ediyorsunuz. Ve sanıyorsunuz ki bir tek sizin dediğiniz doğrudur. Oysa yanılan pek âlâ siz olabilirsiniz; bunu niçin akletmiyorsunuz?
Aşağıdaki açıklamayı* yapanın anadili Arapça:
mevkûtan (tenvîn-fetha, indefinite) sabitlenmiş, tayin edilmiş vakit, düzenlenmiş
Kök kelime Vakata: sabitlemek, bir işin vaktini tayin etmek,
Kutsal Kuran Sözlüğü, sayfa 616 (ketebe)
Tefsirin biri; “KİTÂBEN MEVQÛTEN”i : FARDAN MEFRÛDAN, bir diğeri; (FARDAN VÂCİBEN) şeklinde vermiş. Tabii ki, (FARDAN MAHDÛDEN Lİ EVQÂT..) diye de tefsir etmişler. Hatta bu sözünü ettiğim tefsirler bu son yorumu esas, benim savunduğum görüşü ise bir qîl/görüş olarak nakletmişler.
Nisa 103’te “belirli vakitler” diye çevirilen “mevqût” kelimesi çoğul değildir bir kere.
Çevirilere değil Arapça metne bakar mısınız lütfen. Orada mevkûtan - موقوتا zarftır. Arapçada zarflar çoğul olur mu? Türkçe ve İngilizcede zarflar çoğul olmaz da onun için soruyorum.
Mevqûten, i’rapta kitében’e uymuştur. Mevqût, mektûb ve maqtûl gibi ism-i mef’ûldur. İsmi mefullerin de her ismin olduğu gibi tensiye ve cemileri vardır. ÇoğuluMEVQÛTUÛN’dir. MEQÛTEN mansub olması hasebiyle ona uygun çoğulu da MEVQÛTÎN olur.
Tarafey nehâr’a da, etrâfe nehâr’a da, zulufen mine-lleyl’e de, ânâe-lleyl’e de, hatta güneş doğmadan önce ve batmadan önceye de siz, sabah ile akşam namazlarının vakti diyorsunuz. Bu da sizin yorumunuz, başka ne diye bilirim.
Hayır, demiyorum.Tam aksine, "güneş doğmadan önce ve güneş batmadan önce diye bir namaz vakti olamaz," dedim. Çünkü VAKTEN belirli değil.
Aşağıdaki yazı size ait. Zamanla kayıtlı tesbih eşittir namaz diyen M. İslamoğlu doğru söylüyor, diyorsunuz. O zat Taha 130 ile Kaf 39’daki tesbihe namaz diyor. O ayetlerdeki “güneş doğmadan önce ve batmadan önce”ki zamana kayıtlı zaman diyor. Siz de bu yazınızda onu doğruluyor ve ona katılıyorsunuz. Ama size göre ikinci “fe sbbih” namaz kıl oluyor, 1. “ve sebbih” namaz kıl olmuyor. Size göre “Ve min énéelleyli ve etrafennehar” kayıtlı zaman oluyor, ve bunlar da gündüzün iki ucu ve gecenin iki ucu yani sabah ve akşam oluyor, çünkü iki namaz emredilmiş ve bunlar ancak günün iki ucunda kılınabiliyor, ama “Güneş doğmadan ve batmadan önce” kayıtsız zaman oluyor! Ne diyelim!
Hud Suresi 114. Ayette ve İsra Suresi 78. Ayette, Hz. Peygambere (selam ona ) kendisine indirilen Vahyi iman edenlere öğreteceği Salât’ın hangi vakitlerde yapılacağı düzenlenmektedir.
SALÂT eşittir ÖĞRETİM iddiasını çok müzakere ettik. Ben bu iddianın gerçeği yansıtmadığını, can pazarında öğetim olamıyacağı için, Nisâ 101-104'e atfen anlatmaya çalıştım.
Öte yandan, mealen, "zaman ile kayıtlı olmak şartıyla TESBİH eşittir NAMAZ" diyen M İslamoğlu doğru söylüyor. Çünkü ZAMAN İLE KAYITLI ifadesi mevkûta ile eş anlamlıdır ve namaz ibadetinin farz olmasının ön şartıdır. O zat Allah'ın Nisâ 103'te söylediğini söylüyor, neden haksız olsun?
Tâ Hâ 130 buna güzel bir örnek. Orda tesbih anlamında iki tane kelime var. İlki ZAMAN İLE KAYITLI değil. O yüzden namaza delalet etmiyor:
Güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini övgüyle yücele - ve sebbih bihamdi rabbike kable tulûiş şemsi ve kable gurûb.
İkincisi ise gündüzün uçları anlamındaki ETRAFEN NEHAR ile birlikte kullanılmış. GÜNDÜZÜN UÇLARI, Hûd 114 ile birlikte okunduğunda "belirli vakitler"dir. O halde ayetin bu bölümündeki fesebbih namaza delalet eder:
“Gündüzün uçlarında da yücele ki Allah senden hoşnut olsun” - fesebbih ve etrafen nehari lealleke terda.
Af edersiniz sormak zorundayım; tırnak içine aldığım çeviri sizin mi?
Zamanla kayıtlı tesbih eşittir namaz diyen M. İslamoğlu doğru söylüyor.
Evet bu söz bana ait. Açık ve net. Ancak bir şartla onayladığımı belirtmişim. Namaz olduğu iddia edilen tesbih zamanla kayıtlı olacak.
O zat Taha 130 ile Kaf 39’daki tesbihe namaz diyor.
Ne derse desin. Benim o söyleneni onaylamam için anılan tesbihin zamanla kayıtlı olması gerekir. Abdurrahman Bey, bu sözümü lütfen aklınızda tutun ki benim ne dediğimi doğru anlayın.
O, ayetlerdeki “güneş doğmadan önce ve batmadan önce”ki zamana kayıtlızaman diyor.
O desin, ben demiyorum. Bakın, Kaf 39'daki güneş doğmadan ve batmadan önce ifadesi tesbihin namaz sayılması için zamanla kayıtlı olması şartına uymuyor. Bundan önceki iletimde* açıkladım. Eğer siz benim hâlâ onu onayladığımı kurgulayıp müzakereye getirirseniz böyle... yanlış anladınız demektir. Özür dilerim, benim elim kolum bağlı. Aklınıza kendiniz sahip çıkacaksınız.
Tâ Hâ 130'da ise tesbihle ilgili iki zaman ifadesi var:
(1)Rabbini güneş doğmadan ve batmadan önce övgüyle yücele. Burası zamanla kayıtlı olma şartına uymuyor. Benim naçiz onayımı alamaz.
(2)Rabbini gece saatlerinde ve gündüzün uçlarında yücele ki mutlu olasın. Buradaki gece saatleri de belirsiz. O yüzden zamanla kayıtlı olma şartına uymuyor. Benden zırnık onay almaz.
Rabbini gündüzün uçlarında övgüyle yücele... İşte burası tamam. Neden onayladığımı da o iletimde açıkladım. Rica etsem o bölümü de alıntılar mısınız. Lütfen. Artı, "20:130'daki gündüzün uçları belirsizdir, zamanla kayıtlı olmak şartını taşımıyor," desek te bir şey değişmez çünkü 11:114'teki TARAFEYİN NEHAR da gündüzün uçları hakkında.
“Gündüzün uçlarında da yücele ki Allah senden hoşnut olsun” - fesebbih ve etrafen nehari lealleke terda.
Evet bu çeviri de bana ait ve ne yazık ki"terda"yı yanlış okumuşum ya da "olasın"ı sehven "olsun" yazmışım. Ayrıca, "etrafen nehari"nin altını siz mi çizdiniz, ben mi çizmişim?
Sevgiile,
Hasan Akçay
_______________________________
*Hayır, öyle bir şey demiyorum.Tam aksine,güneş doğmadan önce ve güneş batmadan önce diye bir namaz vakti yok, dedim. Çünkü BELİRLİ değil, MEVKÛTAN değil. Artı, tek başına hiç biri olmaz. Örneğin "güneş batmadan"ın sonu bellidir: gün batımı. Peki, başı ne zaman?
Bakın hocam, kabul edesiniz diye değil, bilginiz olsun diye "EL-MUNCİD FÎL'EDEB VEL'ULÛM" adlı Arapça sözlükten aktarıyorum:
EL-ENÎ c: ÂNÂ' ve UNNÎ : KULLUN-NEHÂR EV CUZUN MİNHU. YUQÂLU: "ÂNÂUL-LEYLİ VE ATRÂFUN-NEHÂRİ" EY ELLEYLU VEN-NEHÂR.
Anlamı: ENÂ ç: ÂNÂ': Bütün gün yada günün bir bölümü. Denilirki:"Gece anları ve gündüz etrafı" yani, gece gündüz.
Serdar Mutçalı'nın (ki, "Bu çalışma, bir kısmı iki lisanlı ve bir kısmı tek lisanlı, ikincil kaynaklara da başvurmakla birlikte, H. Wehr'in A dictionaryof Modern Written Arabic (1961) isimli çalışmasını temel almıştır." dediği "ARAPÇA-TÜRKÇE SÖZLÜK"ten:
ENNÎ ç. ÂNÂ' : Süre, zaman. FÎ ÂNÂİL-LEYLİ VEN-NEHÂRİ: Gece gündüz, gündüzün aydınlığında ve gecenin karanlığında.
Tahâ 130'daki MİN ÂNÂİLLEYL VE ETRÂFENNEHÂR da gece ve gündüz demektir. Ne aradaki "FE SEBBİH" emir tekrarı nede "MİN" cer edatı aldatmasın. Bu iki zaman ard arda zikredilmiştir, aradaki "fe sebbih" ard arda oluşlarına mani teşkil etmiyor ve MİN" de burada (bana göre) "BÜTÜN" ü ifade ediyor. MİN cümlede kimi zaman ""BAZI", kimi zaman da "bütün" ifade ediyor.
*
Bakın hocam, kabul edesiniz diye değil, bilginiz olsun diye…
Teşekkür ederim, efendim. Ama "etrafen nehar"ı gündüzün aydınlığı sayamam. Yorum olarak katılmasam da saygı duyarım ama ASLI GİBİDİR iddiasını taşıyan bir çeviri olarak hayır. TARAFgündüzün aydınlığı yani bütün gün değil UÇ* anlamına geliyor.
Aksi halde 20:130 çelişir 11:114 ve 13:41 ile. Kuran’da çelişki var mı; var olduğunu kabul edelim mi?
TARAF genel anlamda basitçe "son"dur, uç. Kuran bu kelimeyi gündüze ait iki uçanlamına gelen tarafeyin nehâr (11:114) ve gündüze ait uçlar anlamına gelen etrafen nehâr (20:130) ifadelerinde kullanır.
UÇ, çok anlamlı bir kelimedir. Örneğin 13:41 ve 21:44’te yerkürenin "uçlar"ından söz edilir.
İlkokulda gördüğüm biyoloji derslerini anımsıyorum. (O derslerde bize öğrettiler ki) insan vücudu üç bölümden oluşur:
(1)elRe's (baş)
(2)elCiz’ (gövde)
(3)elEtraf (kollar ve bacaklar)
Kollar ve bacaklar (eller ve ayaklar, H A) vücudumuzun "uçlar"ıdır.
Evet Hasan hocam, aynen size katılıyorum; baş, ayaklar/bacaklar, eller/kollar uçturlar. Bunların iki tanesi yada hepsi sayıldığında/zikredildiğinde bütün vucut kastediliyor. Baş ve ayak deyince nasıl baştan ayağa anlaşılıyorsa, el ve ayak/kol ve bacak, el ve yüz deyince de bütün gövde, kişinin bizzzat kendisi anlaşılır. Başın dert görmesin, ayakların dert görmesin/Başın ayağın dert görmesin. Elin ayağın dert görmesin. Örneklerinde görüldüğü gibi nasıl vucudun iki ucu yada uçları bütün gövde ise, günün iki ucu yada uçları ve gecenin zülüfleri, anları da bütün gündür.
TARAF genel anlamda basitçe "son"dur, uç. Kuran bu kelimeyi gündüze ait iki uçanlamına gelen tarafeyin nehâr (11:114) ve gündüze ait ikiden çok uç anlamına gelen etrafen nehâr (20:130) ifadelerinde kullanır.
UÇ, çok anlamlı bir kelimedir. Örneğin 13:41 ve 21:44’te yerkürenin "uçlar"ından söz edilir.
İlkokulda gördüğüm biyoloji derslerini anımsıyorum. (O derslerde bize öğrettiler ki) insan vücudu üç bölümden oluşur:
(1)elRe's (baş)
(2)elCiz’ (gövde)
(3)elEtraf (kollar ve bacaklar)
Kollar ve bacaklar (eller ve ayaklar, H A) vücudumuzun "uçlar"ıdır.
Gündüzün iki ucu gün doğumu ve "gün batımı"dır; çizimdeki sunrisevesunset. Yerkürenin İstanbul gibi belli bir noktasında gündüzün uçları yalnızca iki tanedir çünkü güneş orda yalnızca bir kere doğar ve bir kere batar.
1 + 1 = 2.
Allah'ın değişmeyen yasası bu. O halde 20:130'da sözü edilen gündüzün ikiden çok uçları gündüzün birden çok yerdeki ikişer ucunun toplamıdır.
Örneğin gündüzün Ankara'daki 2 ucu + İstanbul'daki 2 ucu.
GECENİN ZÜLÜFLERİ bütün gece değil, gecenin her birinin başı sonu belli iki bölümüdür. Örneğin AKŞAMKİ ZÜLÜF dulûkiş şems ile gasakil leyl arasındaki zaman dilimidir.
Bütün gün GÜN BATIMI da değildir GÜN DOĞUMU da. BÜTÜN GÜN bir "süre"dir. Oysa GÜN DOĞUMU ve GÜN BATIMI ufuk çizgisinde birer noktadır.
Ve nokta boyutsuz olduğu için 11:114'te sözü edilen GÜNDÜZÜN İKİ UCU namazla ilgili olarak süre belirtmez, yalnızca sayı belirtir. Bir günde İKİ tane farz namazı var.
SÜRE "gecenin zülüfleri"dir. Her birinin başı ve sonu belli iki zaman dilimi. Allah'ın inananlar üzerine vakten belirleyip te yazdığı -kitaben mevkûta- namaz, işte o İKİ vakitte kılınır.
Evet Hasan hocam, aynen size katılıyorum; baş, ayaklar/bacaklar, eller/kollar uçturlar. Bunların iki tanesi yada hesi sayıldığında/zikredildiğinde bütün vucut kastediliyor. Baş ve ayak deyince nasıl baştan ayağa anlaşılıyorsa, el ve ayak/kol ve bacak, el ve yüz deyince de bütün gövde, kişinin bizzzat kendisi anlaşılır. Başın dert görmesin, ayakların dert görmesin/Başın ayağın dert görmesin. Elin ayağın dert görmesin. Örneklerinde görüldüğü gibi nasıl vucudun iki ucu yada uçları bütün gövde ise, günün iki ucu yada uçları ve gecenin zülüfleri, anları da bütün gündür.
Özür dilerim, kelimelerle oynanarak üretilen bu iddiayı ciddiye alamıyorum.
Bakın, insan vücudunun uçları tırnaktır. O halde eğer "vücudun iki ucu ya da uçları bütün gövde" ise insanın bütün vücudu tırnaktır. Öyle mi?
Güneş gündüzün sabahki ucunda doğup akşamki ucunda batar. Eğer gündüzün iki ucu bütün gün ise güneş bütün gün doğup batar, doğup batar. Öyle mi yapıyor?
Şekilsel salâtı reddeden bir kardeşimiz de "GÜNDÜZÜN İKİ UCUNDA SALÂT ET!" = "O iki ucun arasında salât et!" demektir, diye tutturmuştu. Forumlarda ediliyor böyle laflar ama ciddiyet diye de bir şey var.
Bu minval üzere sürecek bir müzakereden beni lütfen bağışlayın. Umarım uygun ortam geri gelir. O zaman yine katılırım, Allah isterse.
Kelimelerle mi oynuyorum? Hayır, "Elin ayağın temiz değil" derken, siz de biliyorsunuz ki, elini ayağını değil, "sen"i kast ediyorum. Etrafennehar/günün uçları da tekrarlayıp durduğunuz iki ucu değil, aksine dört tarafı yani bütün uçları/saatleridir. Başı, kol ve bacakları siz örnek getirdiniz, ben de bunların vucudun etrafı/uçları olduğunu tastik ettim ve bunlarla bütün vucut da kast edildiğini örneklerle göstermeye çalıştım. Kelimelerle ben değil siz oynuyorsunuz.
Savunuzu ispat babından örnek verdiğiniz "yer kürenin uçları"nı sordum, lütfen, o sorularıma cevap verir misiniz?
Görürülen o ki ciddiyet isteğim yerindedir. Çünkü bakın, insan vücudunun "etraf"ından söz ederken "etraf"ın mecazıyla lafzını karıştırıveriyoruz. Ciddiyet lütfen.
El ayak mecazî bir anlatıdır. Tekildir; hiçbir zaman çoğul olmaz. Örneğin "EL AYAK ÇEKİLİNCE" hiçbir zaman "eller ayaklar çekilince" olmaz. "ELİN AYAĞIN temiz değil"deki ELİN AYAĞIN o yüzden ELLERİN AYAKALARIN şeklinde çoğul yapıldığı anda amlam lafzîleşir. Virgül koymak zorundasınız: "Saçına, yüzüne diyeceğim yok ama ELLERİN, AYAKLARIN temiz değil."
Kelimelerle oynamanızın örneklerinden biri bu. Ama ilk değil. Siz bunu hep yapıyorsunuz; gerekçeniz ise "Mealler ASLI GİBİ olmazlar; her mealin sahibi biraz mecaz üretir" demeniz.
Bu da keyfîlik minaresine uydurulan kılıflardan biri.
Örneğin GASAK iki andaki karanlıktır: (1)akşamın geceye dönüştüğü andaki karanlık, (2)gecenin sehere dönüştüğü andaki karanlık. Siz kendi iddianıza yarayan bir açıklama yapıp işinize gelmeyen birinci anlamı dışladınız. Oysa o, 11:114'teki "ve zülefen minel leyl" ile uyumlu olan anlamdır. Artı, açıklamayı yapanın anadili Arapçadır ve anılan bilgi "vikipedi"de de var. Alıntıladım.
MEVKÛTA kelimesiyle de oynayıp onun VAKTEN BELİRLENMİŞ anlamına gelmediğini öne sürdünüz. "Aşağıdaki açıklamayı yapanın anadili Arapçadır" deyip kelimemizin vakten belirlenmiş anlamına geldiğine dair şu kanıtı getirdim:
mawqootan (tanween-fatha, indefinite) fixed, stated time or period, ordained;
Root word Waqata: to fix, appoint the time of an action Dictionary of the Holy Quran page 616 (kataba)
"Açıklamayı yapanın anadili Arapçadır" dememin nedeni şu idi:
Siz ve ben Arapça bir anlatıdaki grameri müzakere ederken ben o garmerle ilgili kavramın her dilde bulunduğunu hatırlatarak ve, söylemekten utansam da, gramer alanında birikim sahibi olduğumu mecburen söyleyerek o konudaki görüşümü açıklamaya çalıştım. Sizin tepkiniz: "Ben sizin İngilizcenize karışmıyorum, siz de Arapçaya karışmayın! Haddinizi bilin!"
Şimdi Abdurrahman Bey... Anadili Arapça olan o kişiler, sizin gibi davranıp, "Kardeş! Ben sizin Türkçenize karışmıyorum; siz de Arapçaya karışmayın, haddinizi bilin!" deseler doğru söylemiş olurlar. Öyleyse neden haddinizi aşıyorsunuz?
Kaldı ki, yalnızca anadili Arapça olanlardan değil bazan Allah'tan bile daha iyi biliyorsunuz siz. Örneğin Allah'ın meyvaları ve içecekleri andıktan sonra Sâd 54'te "İnne hézé lerızkuna - انهذالرزقنا" dediği KÂSİRÂTUT TARF size göre şehvetli "huriler"dir. Nedenmiş? Çünkü RIZK nimet anlamına geldiğine ve huriler mecazen nimet olduğuna göre o rızıklar aslında hurilermiş. Daha neler.
"yer kürenin uçları"nı sordum, lütfen, o sorularıma cevap verir misiniz?
Kusura bakmayın güzel hocam, bu meydan okuyuşunuz bana ilkokulda öğretmenim tarafından "Söyle bakayım Hasaaan!" diye sınava çekilişimi hatırlatıyor. Korkudan dilim tutulmuş. Nasıl cevap vereyim ki.
El ayak mecazî bir anlatıdır. Tekildir; hiçbir zaman çoğul olmaz.” mış! Olur olur, neden olmasın? Eller için Kuran’daki örneklerine bir daha bakar mısın:
5/64: …bel yedéhu mebsûtatâni – Hayır O’nun iki eli de açık.Allah’ın iki el mi var?
Tebbet yedé ebî leheb… Ebu lehebin iki eli mi kast edildi, yalnız elleri mi kurudu?
Önce bir açıklama. Benim Türkçe deyimlere dair bilgim okulda ne kadar öğrendiysem en çok o kadardır. Örneğin, orada öğrendim ki bir deyim yapısal değişime uğrarsa deyim olmaktan çıkar.
"Elden ayaktan düştü; işe gidemiyor," olur.
"Ellerden ayaklardan düştü" olmaz.
"El ayak çekildi; ortada kimse yok," olur.
"Eller ayaklar çekildi," olmaz.
Yapısal değişime uğradığı halde deyim olmayı sürdüren bir söz kalıbı aslında mecazî değil lafzî bir anlama sahiptir. Örneğin "Eli kolu bağlı" da olur "elleri kolları bağlı" da. Ama burada asıl anlam lafzîdir. Mecazî anlama oradan geçilir. Yani elleri kolları fiilen bağlı olan bir insan ne yapamazsa mecazen bağlı olan insan da onu yapamaz.
İkincisi, Türkçe deyimlere Türkçeden örnek vermemiz gerekir. Yoksa Amasya elması isteyen müşterinin eline Medine hurmalarını tutuşturan ciddiyetsiz bir manav olur çıkarız.
Allah'ın elleri yok, o halde gündüzün iki ucu ve gecenin zülüfleri de olmaz diyen bir insanın bu iddiasını ciddiye alamam. 11:114’teki gündüzün iki ucu ve gecenin zülüfleri mecazî değil lafzî bir anlatıdır. Bunu daha önce şöyle açıklamaya çalıştım.
GECENİN ZÜLÜFLERİ bütün gece değil, gecenin her birinin başı sonu belli olan iki bölümüdür.
Bütün gün GÜN BATIMI da değildir GÜN DOĞUMU da. BÜTÜN GÜN bir "süre"dir. Oysa GÜN DOĞUMU ve GÜN BATIMI ufuk çizgisinde birer "nokta"dır.
Ve nokta boyutsuz olduğu için 11:114'te sözü edilen GÜNDÜZÜN İKİ UCU, farz namazlarının yalnızca sayısını belirtir: İKİ.
Bir günde İKİ farz namazı var.
Namazların vakitleri ise gecenin zülüfleridir. Yani İKİ vakit ki her birnin BAŞI VE SONU bellidir ve her birini gündüzün ucu ile gecenin zülfü birlikte oluşturur.
İnananların üzerine VAKTEN BELİRLENEREK yazılmış olan namaz işte o İKİ vakitte kılınır.
Cümle yapısı bakımından Ahzâb 40 ve Yâ Sîn 20-21 ne ise Hûd 114 odur. Üçünde de ve bağlacı var ve o bağlaç farklı unsurları değil aynı unsura ait nitelik 1 ve nitelik 2'yi bir birine bağlıyor.
1.Allah'ın elçisi ve 2.nebilerin sonuncusudur Muhammed. (33:40)
1.Sizden ücret istemeyen ve 2.doğru yolda olan bu elçilere uyun! (36:20-21)
1.Gündüzün iki ucunda ve 2.gecenin zülüflerinde namaz kıl! (11:114)
Allah'ın elçisi de nebilerin sonuncusu da Muhammed'dir yani aynı kişi.
Ücret istemeyenler de doğru yolda olanlar da aynı iki elçi.
Gündüzün ucu da gecenin zülfü de aynı namazın vakti.
Akşam namazının vaktigündüzün akşamki ucunda başlayıp gecenin ilk "gasak"ında sona eriyor. Gecenin akşamki zülfüdür bu.
Sabah namazının vakti ise gecenin son "gasak"ında başlayıp gündüzün sabahki ucunda sona eriyor. Bu da gecenin sabahki zülfü.
Sözü uzatmanın lüzumu yok. Kelimelerle oynamak suretiyle ha Kuran'dan o iki namazı silmişiz, ha Muhammed'i ve Allah'ın o iki elçisini silmişiz.
Evelem yerav enné ne'tiye-l-erda nenqisuhé min etrâfihé, vellâhu yahkumu lé mu'aqqibe li hukmihî... (13/41)
Allah yerküreye geliyor ve onun uçlarından eksiltiyor!
Uçlar ve eksiltmekten ne anladığınız önemli.
Günün uçlarını, okuyucuyu bıktıracak sayıda, ama bıkmadan usanmadan izah ettiniz, hala da ediyorsunuz. Şekil üzerinde de gösterdiniz.
Peki neden savınızı ispat babından örnek verdiğiniz bu ayette geçen yerkürenin uçlarının nereler olduğu yada neleri kastettiği ve uçlarından Allah'ın neyi/neleri nasıl eksilttiğini bir kere de olsa açıklamıyorsunuz, açıklamaktan imtina ediyorsunuz?
Bekliyorum saygı değer hocam, sizden bir açıklama bekliyorum.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma