Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
İslami metinler olarak sunduğu nass'lar hem tarihen hem
içtutarlılık olarak %100 kesinlikte, çelişkisizlikte ve sağlamlıkta
olmalı.
İslam çelişkisiz, tutarlı bir bütünselliğe sahip olduğundan
diğerlerinden farklı bir konuma sahip. Eğer İslam adına ortaya konan
söylemler İslamın kendi öz tutarlılığının aksine bu bütünsellikten
kopuk bir dizi doğruları savunuyorlarsa çelişik ve parçalanmış bir
düşünceyi İslam adına ifade ediyorlar demektir ki bu durum İslamın
kendisini değil bu söylemlerin İslamliğini sorgulamamıza sebep olur.
Tevhid ve Adalet tasavvurları problemli olanların delil
tasavvurlarının da sağlıklı olması beklenemez. O halde Tevhid ve
Adalette mutlak tenzihi savunmayan, Allah ile yarattıkları arasındaki
mutlak zıtlığı/ontolojik ayrışmayı çiğneyen her türlü iddia Allahtan
bize sunulan hucciyet (delillendirme) konusunda da çelişkiye düşer.
Hatırlanacak olursa Mesihiler ve Yahudiler de sadece Allaha iman etme
iddiasındaydılar bu anlamda müslümandılar ilah anlayışları deforme
olduğundan kulların yorumları ve anlayışlarıyla Allahın sözleri
arasında �mutlak bir tenzih� gerçekleştiremediler. Birbirini besleyen
bir döngü olarak bu karışımla oluşturdukları �kitap/kaynak�lar da
onların sorunlu tasavvurlarını yaşatır oldu. Böylece yola müslüman
olarak başlayanlar bu kimliklerine o kadar yabancılaştılar ki Musacı ya
da İsacı oldular ama bu durumlarıyla Musa ve İsanın yolundan ayrılmış,
kraldan çok kralcı olmuş oldular. Bugün onları başkalaşımlarının sonucu
olarak Yahudi ve Mesihi olarak adlandırıyoruz.
Aynı süreci onlardan sonra gelen müslümanlar da yaşadılar, çünkü
sünnetullah kimseye has muamele yapmaz, kim onu olumlu yönde işletirse
aynı sonucu alır, durum olumsuz sonuçlar için de geçerli... İslamoğlu
hocanın �Yahudileşme ve Hristiyanlaşma temayülleri� olarak tanımladığı
zaaf noktası İslam�ın kriteri, ölçüsü olarak insanlara Allah�ın
kitabıyla birlikte kulların yorumlarının sunulmasına yol açtı. Allah�ın
dini ile kulların bu dinden anladıklarını eşit seviyede değerlendirme
yanılgısı bununla durmadı iş netlikten bulanıklığa sürüklenen bir
kaynak kargaşasına, ölçülerin çatışmasından ölçüsüzlüğe yol açtı.
Ölçü dediğimiz şey ekseni oluşturur, siz bu eksen sayesinde
kıblenizi bulur, doğruyla yanlışı ayırt edebilirsiniz. Eğer ölçünüzü
karıştırırsanız hakka batıl, batıla hakk deme karmaşasına düşersiniz.
Bu anlamda ölçünün kesinlik taşıması gerekir. Bir bilginin ölçüt,
belirleyen olması için onun sağlıklı kanallardan %100 kesinlikte bize
ulaşması gerekir. Buna ulema �Subut-i Katilik demektedir. İkinci
husus ise �Delalet-i Kat�i�lik olarak tanımlanan anlamın iç
tutarlılığıdır. Bu şartlar objektif tarihçilerin şahitliğiyle ve
mütevatir biçimde aktarımıyla Subut-i Kat�ilik şartlarını taşıyan tek
ölçüt Kurandır. Bununla birlikte içtutarlılık yani Delalet-i
Katilik şartlarını da yine Kuran taşımaktadır. Bu sebeple İslam
düşüncesindeki tek ölçüt/furkan Kurandır. Bu tespitimiz Kuran
dışındaki diğer kaynakları toptan reddetmemizi gerektirmez. Aksine
diğer tüm kaynakları bu tek ölçüt dairesinde değerlendirmemizi, ölçüye
uyanlardan faydalanmamızı uymayanlardan uzaklaşmamızı gerektirir.
· Kaynağı İlahi olan Dinin ölçütü de ilahi olmalıdır.
· İlahi olan bu bilgi tarihsel olarak kesin bir biçimde bize
ulaşmalıdır ki biz onun gerçekten ilahi olduğunu bilebilelim.
· İçtutarlılığa sahip olmalı, çelişkiden beri olmalıdır ki ilahi bir metin böyle olmak zorundadır.
Bu ilkeleri dünyadaki tüm kutsal metinlere uygulayabiliriz.
Hangisi bu sınavdan gerçek anlamda geçebiliyorsa o metin iman edilecek,
furkan yapılacak metindir. Bugün itibariyle bu sınavdan sadece Kuran
geçebilmektedir. Kuranın Eski Ahid ( Hz. Musaya verilen 5 Kitap ve
İsrailoğulları nebilerine verilen vahiyler) ve Yeni Ahid (İnciller ve
Havarilere atfedilen metinler)i nesh etmesindeki mantık ta burada
yatmaktadır. Çünkü içlerinde Tanrısal mesajdan izler taşısalar da
güvenilirlikleri hem tarihsel hem de içmetin tutarlılığı açısından
sağlıksızlaştığından furkan/kriter olma özelliğini kaybettiklerinden
%100 kesinlikte bir İlahi mesajla nesh edilmişlerdir.
Neshin varoluş
amacı, çelişkili iki metinden daha sağlamının zayıf olanı ortadan
kaldırmasıdır. Dinde netliğin ve kesinliğin olması için net ve kesin
olanın bulanık olanın belirleyiciliğini iptal etmesi anlamına gelen Nesh bu sebeple Kuranın içinde değil dışında anlamlıdır. Aslında
Kuranın nesh edici bu özelliği �koruma� devam etmektedir (ki bizler
onun Kıyamete kadar süreceğine aklen ve naklen inanıyoruz.) Çünkü
korunmamış bir metin furkan olamaz ve bu yeni bir mesajı gerekli kılar.
EHL-İ KİTAPLAŞMAYA KARŞI NESH DEVAM EDİYOR
Aslında Kuranın nesh edici bu özelliği �koruma� devam ettiği sürece
(ki bizler onun Kıyamete kadar süreceğine inanıyoruz.) kendisinden
sonra ilahi/kutsal olduğu iddia edilen metinleri de tıpkı geçmiştekiler
gibi nesh etmeye devam etmektedir. Bu anlamda nesh �tarihsel bir durum�
değil aktif, işlevsel bir Kuran özelliğidir. Bu özelliği biraz açalım;
Örneğin Bahaullah isimli şahıs �Kitab�ul Akdes� isminde bir eseri
insanlığa Kitabullah olarak takdim etti. Ancak onun bu takdimi
yukarıdaki iki akli ilkeyle çeliştiğinden aklı başında olan, taassub
sahibi olmayan bir muhatap bu kitabın otomatik olarak Kuranın
nitelikleriyle (tarihsel kesinlik ve içtutarlılık çelişmezliği ile)
çeliştiğini görür. İşte bu çelişme Kuranın o metni nesh (iptal)
etmesidir. Kuşkusuz Bahaullahın sözlerinde, eserlerinde İslama, akla
uygun şeyler de vardır ama bu onu kutsal kıl(a)maz.
Kuranın güncel nesh işlevini benzeri diğerleri için de
uygulayabiliriz: Kadıyaninin vahiyleri için de geçerli. Onlarınkiler
çok açıktan ifade edildikleri için Müslümanların geneli tarafından
kolaylıkla reddedilmişlerdir. Müslümanlar hem kriter hem de bilgi
kaynağı olarak bahsini ettiğimiz iki şahsın mesajlarını
reddetmişlerdir. Ama asıl sorun alttan alta Müslümanların bilinçlerine
yerleştirilen sağlıksız ilahilik iddiasındaki metinlerdir.
Kuranın neshi başka hangi bilgi kaynakları için geçerlidir? Örneğin
bugün itibariyle �gayri metluv vahiy� olarak adlandırlan bir bilgi türü
hem Sünni hem de Şii ekollerde Kuran gibi ilahi bir kriter/kaynak
olarak kabul edilmekte/iman edilmektedir. Bu bilgi türünün varlığı
başka bir tartışma alanı olmakla birlikte Allahtan Kuran dışında
başka vahiylerin(?) bize Kuran gibi hem isnad hem de anlam açısından
%100 kesinlikte ulaşmamış olması bu bilgi türünün bağlayıclığını ve
ilahiliğini de tartışmalı kılar. Sünni külliyatımızda önce �kudsi
hadis� olarak tanımlanan bu ilahi(?) metinlerin yanı sıra daha sonra
tüm hadis rivayetlerinin Kuranın yanında bir misli olarak
Resulullaha verildiği iddia edilir olmuştur.
Bu bir iddiadır çünkü
yazının başında belirttiğimiz ilkelerin sınavından geçememektedir.
Kuran gibi hem ulaşma yolları açısından hem de çelişkisizlik açısından
%100 değildir. Ki bu gerçeği hadis ulemasının da ekseriyeti ifade
etmektedir. Başkalaşmış müslümanlar olan Yahudiler ve Mesihilerin kendi
ilahi metinlerine yaptıkları gibi Muhammed ümmetinin geneli de
kendi metinlerini ilahi metinleriyle eşit seviyeye çıkartmış İlahi
olanla beşeri olan birbirine karıştırılmıştır. Eğer bu kapıyı açarsak
ne olur? Şii müslümanlar da çıkarlar kendi gayri metluv vahiyleriyle
başka kutsal metinlere iman ederler. Sonuçta korunmamış, %100
kesinlikte olmayan bir rivayeti vahiy kabul ettiğinizde bir başkasının
da aynı şeyi yapmasına itiraz edemezsiniz. Bu da İslam düşüncesinin
tutarlılığına yapılan en önemli sabotajdır.
Bu bağlamda hadisin vahiy olduğu iddiası başka kapıların
aralanmasına zemin hazırlamıştır. Buharinin kendisi iddia
etmese de kitabı hakkında bakın neler iddia edilir olmuştur:
�Buhârî'nin Sahîh'i; darlık, korku, düşman istilâsı, hastalık, aşın
kıtlık vb. vakıalarda okunmasının faydalı ve bunun tecrübe ile sabit
olduğu rivayet edilir.[1] Pek çok sâlih kişi rüyasında görmüş,
Rasûlullah (as.) onu "Kendi kitabı" olarak tanıtmıştı, Sâlih bir zat,
h. 1037 receb ayının 27 sinde rüyada Rasûlullah'ı (as.) görmüş,
Hacûn'da deve üzerinde Kâbeye doğru gidiyordu. Kendisine "İnsanlar
zât-ı şerifinizi ziyarete geliyorlar, siz niye burdasınız?" diye
sorunca, "Sahîhu'l-Buhârî'nin hatmi için" cevabını verir. Ertesi gün
sâlih insanların meclisinde bu olay gerçekleşir ve yerle gök arasında
yüksekte görülen yeşil bir çadırın Hz. Peygamber olduğu ve Buhârî'nin
hatmi için teşrif ettiği söylenir. İbnu Dakik de Moğol istilâsı
karşısında camilerde indirilen Buhârî hatminin tamamlanması ile Moğol
ordusunda bozgunun başladığını rivayet eder. (Tecrid-i Sarih Buhari
Mukaddimesi C.1 sf.96 )
Örneğin Celaleddin Rumi Mesnevisinin girişinde şöyle diyor: �Bu
kitap, Mesnevi kitabıdır. Mesnevi, hakikata ulaşma ve yakın sırlarını
açma hususunda din asıllarının asıllarıdır. Allah'ın en büyük fıkhı,
Allah'ın en aydın yolu, Allah'ın en açık burhanıdır. Mesnevi, içinde
kandil bulunan kandilliğe benzer, sabahlardan daha aydın bir surette
parlar., kalblere cennettir; pınarları var, dalları var, budakları var.
O pınarlardan bir tanesine bu yol oğulları Selsebil derler. Makam ve
keramet sahiplerince en hayırlı duraktır, en güzel dinlenme yeri.
Hayırlı ve iyi kişiler orada yerler, İçerler... Hür kişiler ferahlanır,
çalıp çağırırlar. Mesnevi, Mısır'daki Nil'e benzer: Sabırlılara
İçilecek sudur, Firavun'un soyuna sopuna ve kafirlere hasret. Nitekim
Tanrı da 'Hak onunla çoğunun yolunu azıtır, çoğunun da yolunu
doğrultur" demiştir. Şüphe yok ki Mesnevi gönüllere şifadır, hüzünleri
giderir, Kur'an'ı apaçık bir hale koyar, rızıkların bolluğuna sebeb
olur, huyları güzelleştirir. Şanları yüce, özleri hayırlı katiplerin
elleriyle yazılmıştır, teiniz kişilerden başkalarının dokunmasına
müsaade etmezler. Mesnevi Alemlerin Rabbinden inmedir: Batıl ne önünden
gelebilir, ne ardından. Allah onu korur, gözetir; Allah en iyi
koruyandır, merhametlilerin en merhametlisidir. Mesnevi'nin bunlardan
başka lakapları da var, o lakapları veren de Allah�dır. Fakat biz bu az
lakapları anarak sözü kısa kestik. Az çoğa, bir yudum su göle, bir avuç
tane büyük bir harmana delalet eder.� (Mesnevi: Mevlana Celâleddin Rumi
DÜNYA EDEBİYATINDAN TERCÜMELER ŞARK İSLAM KLASİKLERİ: 1, MAARİF
Vekaleti YAYINLARI, İSTANBUL, (956, MAARİF Basımevi İKİNCİ BASIM, I.
CİLT (İLK SAYFALARDAKİ DİBACE)
Mevlananın ya da bugün itibariyle Mevlevilerin böyle bir iddiası var.
Ancak yukarıdaki ilkelerimizle Mesnevi metnine yaklaştığımızda
Kuranın Mesnevi�yi nesh ettiğini görüyoruz. Ne gariptir ki Kur�an�da
Allah�ın kitabı olduğu söylenen İncil sırf içine kul yorumu karıştı
diye tahrif edildi artık okunmaz diyerek onu okumayan pek çok Müslüman,
bugün Mesneviyi harıl harıl okumaktadırlar. Aynı Mesnevinin
4.Cildinde Celaleddin Rumi şöyle demektedir:
1851 - Çünkü onun önünde giden Levhimahfuz'dur.. Neden mahfuzdur o levh? Hatadan!
1852 - Bu, ne yıldız bilgisidir, ne remil, nede rüya... Allah, doğrusunu daha iyi bilir ya, Allah vahyidir!
1853 - Sofiler bunu halktan gizlemek için gönül vahyi demişlerdir.
1854 - Sen İstersen onu gönül vahyi farzet... gönül, zaten onun
nazargâ-hıdır.. gönül, ona agah olunca, nasıl hata eder? (Mesnevi
4.Cild 1851-1854.Beyitler)
Bu kapı açıldı mı Matta, Markos, Luka Yuhanna�nın yazdığı Siyer-i İsa
İncile ya da Pavlusun şahsi mektupları İncil�den bir parçaya dönüşür.
Aynı şekilde ravilerin sadece mana ile rivayet ettikleri içinde zayıfı
haseni merfusu olan Hadis-i şerifleri Ayet gibi ilahi bir bilgi olarak
görüldüğünde açılan bu epistemolojik delikten Mesneviler girmeye
başlar. İbn-i Arabide Fususul Hikeminde şöyle diyor:
�Ümmetler arasındaki ayrılıklar dolayısiyle din ve mezheplerin
çeşitli olmasına rağmen, tek ve değişmez olan doğru yoldan ve zât
âleminin kudsî kaynağından gelen hikmetleri kelimelerin kalblerine
indiren Allah'a hamd olsun. Allah'ın salât ve selâmı da cömertlik ve
kerem hazinelerinden gelen himmetlerini, en sağlam vaitlerle
ümmetlerine yetiştiren Hazret-i Muhammed'e ve onun yakınlarına erişsin.
627 hicret yılı Muharrem ayının son günlerinde, Şam'da (bulunduğum
sıralarda) Allah�ın Resulü Hazret-i Muhammed'i gerçek bir rüya
âleminde gördüm. Elinde bir kitap tutuyordu. Bana buyurdular ki, bu
Fususu'I Hikem (Hikmetlerin özü) kitabıdır. Bunu al ve halka açıkça
anlat da bu hikmetlerden herkes faydalansın. Ben, bana Allah ve
Resulüne boyun eğmek ve aramızdan emir vermek mevkiinde olanların
emirlerini dinlemek yaraşır dedim. Yüce Peygamber'in bana tarif ettiği
veçhile hiçbir eksiklik ve fazlalığa meydan vermeden, bu kitabın halka
açıklanması hususundaki ümidimi gerçekleştirdim. Halis niyetle hareket
ettim. Temiz bir maksat ve himmet güttüm.�
Evet. Şimdi Siz Kur�an gibi %100 olmayan bir kitabı hatta kaynağı
gerçekten Allah�tan olup olmadığını bile kanıtlayamayacağınız rüyadan
hareketle(!) Allah�ın vahyi olarak takdim ettiğiniz bir kitabı
okuyucuya takdim ettiğinizde onun bu eseri eleştirme imkanı kalır mı?
Esere iman edip içindekilere teslim olma dışında başka bir seçeneği
kalır mı? Epistemolojik delik heva ve zannın Allah adına(!)
Dinleştirilmesini ve ölçüsüzlüğün din edinilmesini doğurmaktadır. Bakın
adına cemaatler kurulan, sempozyumlar düzenlenen bir kitapyazarı
tarafından nasıl tanıtılıyor: "Risale-i Nur, kalbi, ruhu, duygulan
aydınlatan ve insanların her derdine ilâç olan bir kitaptır. (
Lem'alar, Sinan Mat. İst. s. 6.)
"Risale-i Nur, Said-i Nursi'ye Allah tarafından verilmiştir.
(Emirdağ Lahikası, s. 79) Allah�tan geldiğine inanılan, mucize olduğu
ifade edilen bir kitap zaten işe diğer kitaplara karşı hükmen galip
olarak başlamıştır. O kitap doğal olarak eleştirilmez ve kutsanır. Oysa
bu Muhammed Ümmeti�nin İsa Ümmeti�nin adımlarını takip etmesinden başka
bir şey değildir. Kur�an�ın ölçütünde Buhariyi, El-Kafiyi,
Mesneviyi, Fususul Hikemi, Risale-i Nuru değerlendirmesi gerekenler
bu eserlerin doğrularından faydalanıp yazarlarının beşer olmalarından
kaynaklanan hatalara ortak olmaması gerekenler maalesef bu ve benzeri
bir çok eseri �Kuran gibi� değerlendirmeye ve Kuranı bu kitapların
bakış açısıyla değerlendirmeye, yorumlamaya başlamışlardır ki
ölçülerin, kriterlerin karmaşıklaştığı nokta da burasıdır.
Bu sebeple Kuran kendi %100lük niteliğiyle hem isnad, hem de anlam
açısından barındırdığı kesinliğiyle örnek verdiğimiz ve veremediğimiz
tüm ilahi vahiy/rehber kitap iddilarını nesh etmektedir, etmeye devam
edecektir. Eğer bu nesh gerçekliği olmasaydı Hakikatin ölçüsü
olmayacaktı. Bunun için de Allah adına konuşan, kendisine çağıran,
kendi kitabının kutsal ve rehber olduğunu söyleyen hiçbir grubun hakk
ya da batıl olduğu bilinemeyecekti. Bugün dünya üzerinde binlerce
mezhebiyle Hristiyanlardan, Yahudilere, Budistler�den, Hindular�a,
Spritüalistler�den Bahailer�e kadar herkes kutsal metin iddiasında.
Buna bir de kendilerini İslam�a nispet eden İsmaililer�i,
Ahmedi/Kadıyaniler�i, Nusayriler�i ekleyebilirsiniz. Biraz daha yakına
gelip Allah�ın ahirzamandaki son mucizesi olduğuna iman ettikleri,
yazdırılmış Risale-i Nur�un ehli olanları, kendi imamlarına özel
vahiyler geldiğini ifade eden İmami Şiileri, Rüyasında Resul�den tefsir
aldığını söyleyen sünni şeyhleri de ekleyebilirsiniz. Kur�an hepsinin
iddiasını nesh etmeye devam edecek. Çünkü Rehber olarak söz onun:
"Kesinlikle bu Kuran, en doğru yolu gösterir."
"Salih ameli yaşamına hakim kılan müminlere, büyük bir karşılık olduğunu müjdeler." (İsra 17/9)
"Öyle ise sana vahyedilen Kurana sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen dosdoğru
bir yol üzeresin. Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride
ondan sorumlu tutulacaksınız." (Zuhruf 43/43-44)
Haksöz Dergisi
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Katılma Tarihi: 17 ekim 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 506
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
adalet Yazdı:
Doğru Kitap Hangisi?
01 Aralık 2007 - 09:13:01 ü İslami metinler olarak sunduğu “nass”lar hem tarihen hem içtutarlılık olarak %100 kesinlikte, çelişkisizlikte ve sağlamlıkta olmalı.
İslam çelişkisiz, tutarlı bir bütünselliğe sahip olduğundan diğerlerinden farklı bir konuma sahip. Eğer İslam adına ortaya konan söylemler İslam’ın kendi öz tutarlılığının aksine bu bütünsellikten kopuk bir dizi doğruları savunuyorlarsa çelişik ve parçalanmış bir düşünceyi İslam adına ifade ediyorlar demektir ki bu durum İslam’ın kendisini değil bu söylemlerin İslamliğini sorgulamamıza sebep olur. Tevhid ve Adalet tasavvurları problemli olanların “delil” tasavvurlarının da sağlıklı olması beklenemez. O halde Tevhid ve Adalet’te mutlak tenzihi savunmayan, Allah ile yarattıkları arasındaki mutlak zıtlığı/ontolojik ayrışmayı çiğneyen her türlü iddia Allah’tan bize sunulan “hucciyet” (delillendirme) konusunda da çelişkiye düşer. Hatırlanacak olursa Mesihiler ve Yahudiler de sadece Allaha iman etme iddiasındaydılar bu anlamda müslümandılar ilah anlayışları deforme olduğundan kulların yorumları ve anlayışlarıyla Allah’ın sözleri arasında “mutlak bir tenzih” gerçekleştiremediler. Birbirini besleyen bir döngü olarak bu karışımla oluşturdukları “kitap/kaynak”lar da onların sorunlu tasavvurlarını yaşatır oldu. Böylece yola müslüman olarak başlayanlar bu kimliklerine o kadar yabancılaştılar ki Musacı ya da İsacı oldular ama bu durumlarıyla Musa ve İsa’nın yolundan ayrılmış, kraldan çok kralcı olmuş oldular. Bugün onları başkalaşımlarının sonucu olarak Yahudi ve Mesihi olarak adlandırıyoruz.
Aynı süreci onlardan sonra gelen müslümanlar da yaşadılar, çünkü sünnetullah kimseye has muamele yapmaz, kim onu olumlu yönde işletirse aynı sonucu alır, durum olumsuz sonuçlar için de geçerli... İslamoğlu hoca’nın “Yahudileşme ve Hristiyanlaşma temayülleri” olarak tanımladığı zaaf noktası İslam’ın kriteri, ölçüsü olarak insanlara Allah’ın kitabıyla birlikte kulların yorumlarının sunulmasına yol açtı. Allah’ın dini ile kulların bu dinden anladıklarını eşit seviyede değerlendirme yanılgısı bununla durmadı iş netlikten bulanıklığa sürüklenen bir kaynak kargaşasına, ölçülerin çatışmasından ölçüsüzlüğe yol açtı.
Ölçü dediğimiz şey ekseni oluşturur, siz bu eksen sayesinde kıblenizi bulur, doğruyla yanlışı ayırt edebilirsiniz. Eğer ölçünüzü karıştırırsanız hakka batıl, batıla hakk deme karmaşasına düşersiniz. Bu anlamda ölçünün kesinlik taşıması gerekir. Bir bilginin ölçüt, belirleyen olması için onun sağlıklı kanallardan %100 kesinlikte bize ulaşması gerekir. Buna ulema “Subut-i Kat’i”lik demektedir. İkinci husus ise “Delalet-i Kat’i”lik olarak tanımlanan anlamın iç tutarlılığıdır. Bu şartlar objektif tarihçilerin şahitliğiyle ve mütevatir biçimde aktarımıyla Subut-i Kat’ilik şartlarını taşıyan tek ölçüt “Kur’an”dır. Bununla birlikte içtutarlılık yani Delalet-i Kat’ilik şartlarını da yine Kur’an taşımaktadır. Bu sebeple İslam düşüncesindeki tek ölçüt/furkan Kur’an’dır. Bu tespitimiz Kur’an dışındaki diğer kaynakları toptan reddetmemizi gerektirmez. Aksine diğer tüm kaynakları bu tek ölçüt dairesinde değerlendirmemizi, ölçüye uyanlardan faydalanmamızı uymayanlardan uzaklaşmamızı gerektirir.
• Kaynağı İlahi olan Din’in ölçütü de ilahi olmalıdır. • İlahi olan bu bilgi tarihsel olarak kesin bir biçimde bize ulaşmalıdır ki biz onun gerçekten ilahi olduğunu bilebilelim. • İçtutarlılığa sahip olmalı, çelişkiden beri olmalıdır ki ilahi bir metin böyle olmak zorundadır. Bu ilkeleri dünyadaki tüm kutsal metinlere uygulayabiliriz. Hangisi bu sınavdan gerçek anlamda geçebiliyorsa o metin iman edilecek, furkan yapılacak metindir. Bugün itibariyle bu sınavdan sadece Kur’an geçebilmektedir. Kur’an’ın Eski Ahid ( Hz. Musa’ya verilen 5 Kitap ve İsrailoğulları nebilerine verilen vahiyler) ve Yeni Ahid (İnciller ve Havarilere atfedilen metinler)’i nesh etmesindeki mantık ta burada yatmaktadır. Çünkü içlerinde Tanrısal mesajdan izler taşısalar da güvenilirlikleri hem tarihsel hem de içmetin tutarlılığı açısından sağlıksızlaştığından furkan/kriter olma özelliğini kaybettiklerinden %100 kesinlikte bir İlahi mesajla nesh edilmişlerdir. Nesh’in varoluş amacı, çelişkili iki metinden daha sağlamının zayıf olanı ortadan kaldırmasıdır. “Dinde netliğin ve kesinliğin olması için net ve kesin olanın bulanık olanın belirleyiciliğini iptal etmesi” anlamına gelen “Nesh” bu sebeple Kur’an’ın içinde değil dışında anlamlıdır. Aslında Kur’an’ın nesh edici bu özelliği “koruma” devam etmektedir (ki bizler onun Kıyamete kadar süreceğine aklen ve naklen inanıyoruz.) Çünkü korunmamış bir metin furkan olamaz ve bu yeni bir mesajı gerekli kılar.
EHL-İ KİTAPLAŞMA’YA KARŞI NESH DEVAM EDİYOR
Aslında Kur’an’ın nesh edici bu özelliği “koruma” devam ettiği sürece (ki bizler onun Kıyamete kadar süreceğine inanıyoruz.) kendisinden sonra ilahi/kutsal olduğu iddia edilen metinleri de tıpkı geçmiştekiler gibi nesh etmeye devam etmektedir. Bu anlamda nesh “tarihsel bir durum” değil aktif, işlevsel bir Kur’an özelliğidir. Bu özelliği biraz açalım; Örneğin Bahaullah isimli şahıs “Kitab‘ul Akdes” isminde bir eseri insanlığa Kitabullah olarak takdim etti. Ancak onun bu takdimi yukarıdaki iki akli ilkeyle çeliştiğinden aklı başında olan, taassub sahibi olmayan bir muhatap bu kitabın otomatik olarak Kur’an’ın nitelikleriyle (tarihsel kesinlik ve içtutarlılık çelişmezliği ile) çeliştiğini görür. İşte bu çelişme Kur’an’ın o metni nesh (iptal) etmesidir. Kuşkusuz Bahaullah’ın sözlerinde, eserlerinde İslam’a, akla uygun şeyler de vardır ama bu onu kutsal kıl(a)maz.
Kur’an’ın güncel nesh işlevini benzeri diğerleri için de uygulayabiliriz: Kadıyani’nin vahiyleri için de geçerli. Onlarınkiler çok açıktan ifade edildikleri için Müslümanlar’ın geneli tarafından kolaylıkla reddedilmişlerdir. Müslümanlar hem kriter hem de bilgi kaynağı olarak bahsini ettiğimiz iki şahsın mesajlarını reddetmişlerdir. Ama asıl sorun alttan alta Müslümanların bilinçlerine yerleştirilen sağlıksız ilahilik iddiasındaki metinlerdir.
Kur’an’ın neshi başka hangi bilgi kaynakları için geçerlidir? Örneğin bugün itibariyle “gayri metluv vahiy” olarak adlandırlan bir bilgi türü hem Sünni hem de Şii ekollerde “Kur’an gibi” ilahi bir kriter/kaynak olarak kabul edilmekte/iman edilmektedir. Bu bilgi türünün varlığı başka bir tartışma alanı olmakla birlikte Allah’tan Kur’an dışında başka vahiylerin(?) bize Kur’an gibi hem isnad hem de anlam açısından %100 kesinlikte ulaşmamış olması bu bilgi türünün bağlayıclığını ve ilahiliğini de tartışmalı kılar. Sünni külliyatımızda önce “kudsi hadis” olarak tanımlanan bu ilahi(?) metinlerin yanı sıra daha sonra tüm hadis rivayetlerinin Kur’an’ın yanında bir misli olarak Resulullah’a “verildiği” iddia edilir olmuştur. Bu bir iddiadır çünkü yazının başında belirttiğimiz ilkelerin sınavından geçememektedir. Kur’an gibi hem ulaşma yolları açısından hem de çelişkisizlik açısından %100 değildir. Ki bu gerçeği hadis ulemasının da ekseriyeti ifade etmektedir. Başkalaşmış müslümanlar olan Yahudiler ve Mesihilerin kendi ilahi metinlerine yaptıkları gibi Muhammed (sav) ümmetinin geneli de kendi metinlerini ilahi metinleriyle eşit seviyeye çıkartmış İlahi olanla beşeri olan birbirine karıştırılmıştır. Eğer bu kapıyı açarsak ne olur? Şii müslümanlar da çıkarlar kendi gayri metluv vahiyleriyle başka kutsal metinlere “iman” ederler. Sonuçta korunmamış, %100 kesinlikte olmayan bir rivayeti vahiy kabul ettiğinizde bir başkasının da aynı şeyi yapmasına itiraz edemezsiniz. Bu da İslam düşüncesinin tutarlılığına yapılan en önemli sabotajdır.
Bu bağlamda hadis’in vahiy olduğu iddiası başka kapıların aralanmasına zemin hazırlamıştır. Merhum Buhari’nin kendisi iddia etmese de kitabı hakkında bakın neler iddia edilir olmuştur: “Buhârî'nin Sahîh'i; darlık, korku, düşman istilâsı, hastalık, aşın kıtlık vb. vakıalarda okunmasının faydalı ve bunun tecrübe ile sabit olduğu rivayet edi¬lir. Pek çok sâlih kişi rüyasında görmüş, Rasûlullah (as.) onu "Kendi ki¬tabı" olarak tanıtmıştı, Sâlih bir zat, h. 1037 receb ayının 27 sinde rüyada Rasûlullah'ı (as.) görmüş, Hacûn'da deve üzerinde Kâbeye doğru gidiyordu. Kendisine "İnsanlar zât-ı şerifinizi ziyarete geliyorlar, siz niye burdasınız?" diye sorunca, "Sahîhu'l-Buhârî'nin hatmi için" cevabını verir. Ertesi gün sâlih insanların meclisinde bu olay gerçekleşir ve yerle gök arasında yüksekte görülen yeşil bir çadırın Hz. Peygamber olduğu ve Buhârî'nin hatmi için teşrif ettiği söylenir. İbnu Dakik de Moğol istilâsı karşısında camilerde indirilen Buhârî hat¬minin tamamlanması ile Moğol ordusunda bozgunun başladığını rivayet eder. (Tecrid-i Sarih Buhari Mukaddimesi C.1 sf.96 )
Örneğin Celaleddin Rumi Mesnevi’sinin girişinde şöyle diyor: “Bu kitap, Mesnevi kitabıdır. Mesnevi, hakikata ulaşma ve yakın sırlarını açma hususunda din asıllarının asıllarıdır. Allah'ın en büyük fıkhı, Allah'ın en aydın yolu, Allah'ın en açık burhanıdır. Mesnevi, içinde kandil bulunan kandilliğe benzer, sabahlardan daha aydın bir surette parlar., kalblere cennettir; pınarları var, dalları var, budakları var. O pınarlardan bir tanesine bu yol oğulları Selsebil derler. Makam ve keramet sahiplerince en hayırlı duraktır, en güzel dinlenme yeri. Hayırlı ve iyi kişiler orada yerler, İçerler... Hür kişiler ferahlanır, çalıp çağırırlar. Mesnevi, Mısır'daki Nil'e benzer: Sabırlılara İçilecek sudur, Firavun'un soyuna sopuna ve kafirlere hasret. Nitekim Tanrı da 'Hak onunla çoğunun yolunu azıtır, çoğunun da yolunu doğrultur" demiştir. Şüphe yok ki Mesnevi gönüllere şifadır, hüzünleri giderir, Kur'an'ı apaçık bir hale koyar, rızıkların bolluğuna sebeb olur, huyları güzelleştirir. Şanları yüce, özleri hayırlı katiplerin elleriyle yazılmıştır, teiniz kişilerden başkalarının dokunmasına müsaade etmezler. Mesnevi Alemlerin Rabbinden inmedir: Batıl ne önünden gelebilir, ne ardından. Allah onu korur, gözetir; Allah en iyi koruyandır, merhametlilerin en merhametlisidir. Mesnevi'nin bunlardan başka lakapları da var, o lakapları veren de Allah’dır. Fakat biz bu az lakapları anarak sözü kısa kestik. Az çoğa, bir yudum su göle, bir avuç tane büyük bir harmana delalet eder.” (Mesnevi: Mevlana Celâleddin Rumi DÜNYA EDEBİYATINDAN TERCÜMELER ŞARK İSLAM KLASİKLERİ: 1, MAARİF Vekaleti YAYINLARI, İSTANBUL, (956, MAARİF Basımevi İKİNCİ BASIM, I. CİLT (İLK SAYFALARDAKİ DİBACE)
Mevlana’nın ya da bugün itibariyle Mevleviler’in böyle bir iddiası var. Ancak yukarıdaki ilkelerimizle Mesnevi metnine yaklaştığımızda Kur’an’ın Mesnevi’yi nesh ettiğini görüyoruz. Ne gariptir ki Kur’an’da Allah’ın kitabı olduğu söylenen İncil sırf içine kul yorumu karıştı diye tahrif edildi artık okunmaz diyerek onu okumayan pek çok Müslüman, bugün Mesnevi’yi harıl harıl okumaktadırlar. Aynı Mesnevi’nin 4.Cildin’de Celaleddin Rumi şöyle demektedir:
1851 - Çünkü onun önünde giden Levhimahfuz'dur.. Neden mahfuzdur o levh? Hatadan! 1852 - Bu, ne yıldız bilgisidir, ne remil, nede rüya... Allah, doğrusunu daha iyi bilir ya, Allah vahyidir! 1853 - Sofiler bunu halktan gizlemek için gönül vahyi demişlerdir.
1854 - Sen İstersen onu gönül vahyi farzet... gönül, zaten onun nazargâ-hıdır.. gönül, ona agah olunca, nasıl hata eder? (Mesnevi 4.Cild 1851-1854.Beyitler)
Bu kapı açıldı mı Matta, Markos, Luka Yuhanna’nın yazdığı Siyer-i İsa İncil’e ya da Pavlus’un şahsi mektupları İncil’den bir parçaya dönüşür. Aynı şekilde raviler’in sadece mana ile rivayet ettikleri içinde zayıfı haseni merfusu olan Hadis-i şerifleri Ayet gibi ilahi bir bilgi olarak görüldüğünde açılan bu epistemolojik delikten Mesneviler girmeye başlar. İbn-i Arabi’de Fusus’ul Hikem’inde şöyle diyor:
“Ümmetler arasındaki ayrılıklar dolayısiyle din ve mezheplerin çeşitli ol¬masına rağmen, tek ve değişmez olan doğru yoldan ve zât âleminin kudsî kaynağından gelen hikmetleri kelimelerin kalblerine indiren Allah'a hamd olsun. Allah'ın salât ve selâmı da cömertlik ve kerem hazinelerinden gelen himmetlerini, en sağlam vaitlerle ümmetlerine yetiştiren Hazret-i Muhammed'e ve onun yakınlarına erişsin. 627 hicret yılı Muharrem ayının son günlerinde, Şam'da (bulunduğum sıralarda) Allah’ın Resulü Hazret-i Muhammed'i gerçek bir rüya âlemin¬de gördüm. Elinde bir kitap tutuyordu. Bana buyurdular ki, bu Fususu'I Hi¬kem (Hikmetlerin özü) kitabıdır. Bunu al ve halka açıkça anlat da bu hik¬metlerden herkes faydalansın. Ben, bana Allah ve Resulüne boyun eğmek ve aramızdan emir vermek mevkiinde olanların emirlerini dinlemek yaraşır dedim. Yüce Peygamber'in bana tarif ettiği veçhile hiçbir eksiklik ve fazlalığa meydan vermeden, bu ki¬tabın halka açıklanması hususundaki ümidimi gerçekleştirdim. Halis niyetle hareket ettim. Temiz bir maksat ve himmet güttüm.”
Evet. Şimdi Siz Kur’an gibi %100 olmayan bir kitabı hatta kaynağı gerçekten Allah’tan olup olmadığını bile kanıtlayamayacağınız rüyadan hareketle(!) Allah’ın vahyi olarak takdim ettiğiniz bir kitabı okuyucuya takdim ettiğinizde onun bu eseri eleştirme imkanı kalır mı? Esere iman edip içindekilere teslim olma dışında başka bir seçeneği kalır mı? Epistemolojik delik heva ve zannın Allah adına(!) Dinleştirilmesini ve ölçüsüzlüğün din edinilmesini doğurmaktadır. Bakın adına cemaatler kurulan, sempozyumlar düzenlenen bir kitapyazarı tarafından nasıl tanıtılıyor: "Risale-i Nur, kalbi, ruhu, duygulan aydınlatan ve insanların her derdi¬ne ilâç olan bir kitaptır. ( Lem'alar, Sinan Mat. İst. s. 6.) "Risale-i Nur, Said-i Nursi'ye Allah tarafından verilmiştir. (Emirdağ Lahikası, s. 79) &nb sp;
Allah’tan geldiğine inanılan, mucize olduğu ifade edilen bir kitap zaten işe diğer kitaplara karşı hükmen galip olarak başlamıştır. O kitap doğal olarak eleştirilmez ve kutsanır. Oysa bu Muhammed Ümmeti’nin İsa Ümmeti’nin adımlarını takip etmesinden başka bir şey değildir. Kur’an’ın ölçütün’de Buhari’yi, El-Kafi’yi, Mesnevi’yi, Fusus’ul Hikem’i, Risale-i Nur’u değerlendirmesi gerekenler bu eserlerin doğrularından faydalanıp yazarlarının beşer olmalarından kaynaklanan hatalara ortak olmaması gerekenler maalesef bu ve benzeri bir çok eseri “Kur’an gibi” değerlendirmeye ve Kur’an’ı bu kitapların bakış açısıyla değerlendirmeye, yorumlamaya başlamışlardır ki ölçülerin, kriterlerin karmaşıklaştığı nokta da burasıdır.
Bu sebeple Kur’an kendi %100’lük niteliğiyle hem isnad, hem de anlam açısından barındırdığı kesinliğiyle örnek verdiğimiz ve veremediğimiz tüm ilahi vahiy/rehber kitap iddilarını nesh etmektedir, etmeye devam edecektir. Eğer bu nesh gerçekliği olmasaydı Hakikatin ölçüsü olmayacaktı. Bunun için de Allah adına konuşan, kendisine çağıran, kendi kitabının kutsal ve rehber olduğunu söyleyen hiçbir grubun hakk ya da batıl olduğu bilinemeyecekti. Bugün dünya üzerinde binlerce mezhebiyle Hristiyanlardan, Yahudilere, Budistler’den, Hindular’a, Spritüalistler’den Bahailer’e kadar herkes kutsal metin iddiasında. Buna bir de kendilerini İslam’a nispet eden İsmaililer’i, Ahmedi/Kadıyaniler’i, Nusayriler’i ekleyebilirsiniz. Biraz daha yakına gelip Allah’ın ahirzamandaki son mucizesi olduğuna iman ettikleri, yazdırılmış Risale-i Nur’un ehli olanları, kendi imamlarına özel vahiyler geldiğini ifade eden İmami Şiileri, Rüyasında Resul’den tefsir aldığını söyleyen sünni şeyhleri de ekleyebilirsiniz. Kur’an hepsinin iddiasını nesh etmeye devam edecek. Çünkü Rehber olarak söz onun:
Öyle ise sana vahyedilen Kur’an’a sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen dosdoğru bir yol üzeresin. Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. (Zuhruf 43/43-44)
Bülent Şahin Erdeğer / Haksöz
Allah razı olsun adalet kardeş!
Güzel bir insan, güzel hazırlanmış bir çalışmayı, bizlerle paylaşıyor!
Eksik olma.
Allah'a emanet ol.
__________________ Ey inananlar, Allah'tan korkarsanız O size iyi ile kötüyü ayırdedici bir anlayış verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allâh büyük lutuf sâhibidir
Verilen kaynaktan baktım. Çok güzel bir yazı dizisi.. Tabuları yıkacak türden..
İbrahimim kardeşimizin senin adına duası aynen benden de senin için..
Allah ilminden ayırmasın bizi...
__________________ İsrâ 89
Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkarcılıktan başkasını kabullenmediler.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma