Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
“Şefaat” kavramı:
“ شفع Şef`ı” kökünden türemiş olan “ شفاعة şefaat” sözcüğünün sözlük
anlamı; “Bir şeyi benzeri olan başka bir şeye eklemek, onu desteklemek,
bir şeyi çiftlemek ve esirgemek” demektir. Sözcük, zaman içerisinde;
“Yüksek mevkide bulunan birinin, düşkün birine yardım etmesi, onu
koruması, onun korunmasına aracılık etmesi, onu yalnız bırakmayıp ona
destek olması” anlamında kullanılır olmuştur.
Sözcüğün terim anlamı ise; “Bir kimsenin bağışlanmasını istemek, bir
kimseden, başka bir kimse için iyilik yapmasını, onun zararına olan
davranışlardan vazgeçmesini rica etmek, başkası hesabına yalvarmak,
rica etmek, birinin önüne düşüp işinin görülmesi için dua ve niyazda
bulunmak” demektir. Kısaca şefaat; “aracı olmak, yardım etmek ve öncülük etmek” anlamlarına gelir. Arapça`da başkası lehine talepte bulunana, yani şefaat edene “الشّافع eş-şafi” veya “ الشّفيع eş-şefi” denir. “Şefaat” kavramının doğru anlaşılabilmesi için konunun aşağıdaki başlıklar altında incelenmesinde yarar görmekteyiz.
- Allah`tan başka şefaatçi yoktur: Şefaat sadece Allah`a aittir. Bu
konuda ilk öğrenilmesi gereken husus, şefaat yetkisinin sadece Allah`a
ait olduğudur. Zümer; 44: De ki: “Tüm şefaat Allah`a aittir. …” Secde; 4: … Sizin için O`nun astlarından bir veli ve şefaatçi yoktur. Hâlâ düşünüp öğüt almaz mısınız?
- Yüce Allah, kendilerinden razı olduğu kulları için, dilediğine
şefaat/ yardım izni verebilir: Allah`ın izni ve emri olmadan kimsenin
kimseye şefaat/ yardım etmesi söz konusu değildir. Allah`ın izni ile
şefaat/ yardım edecekler de, ancak Allah`ın kendilerinden razı olduğu
kulları için şefaat (yardım) edebilirler. Yunus; 3: … O`nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez….. Enbiya; 26-28: Onlar “Rahman çocuk edindi” dediler. Hâşâ, bundan münezzehtir O. Onlar lütuflandırılmış kullardır. Onlar O`nun sözünün önüne geçemezler; onlar yalnız O`nun emriyle iş yaparlar. O, onların önündekini de arkalarındakini de bilir. O`nun hoşnutluk verdiklerinden başkasına da şefaat (yardım) etmezler. Ve onlar O`nun haşyetinden titrerler.
Bu konuda dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Allah`ın kendilerinden
razı oldukları, şefaat (yardım) edemezler, ancak şefaat (yardım)
edilirler. - Yüce Allah, güzel bir şefaatle şefaat edene izin verdiği gibi, kötü bir şefaatle şefaat edene de izin verebilir: Nisa; 85: Kim güzel bir şefaatle (hayır ve iyiliklere aracı, vasıta olmakla) şefaat ederse, bundan kendisine bir sevap (hisse) vardır. Kim de kötü bir şefaatle (kötülüğe delil olmak ve yardım etmekle veya kötülük çığırını açmakla) şefaatte bulunursa, ondan kendisine bir günah payı vardır. Allah her şeye kadirdir.
Ayette geçen “شفاعة حسنة şefaat-ı hasene (iyi ve güzele aracılık ve
yardım)”; iman edip Allah`ın ve kullarının haklarına riayetle beraber,
müminlerin iyiliği ve yararı için uğraşmak, onları kötülüklerden ve
zararlardan korumaya çalışmak demektir. “ شفاعة سيّئة Şefaat-ı seyyie
(kötü ve zararlıya aracılık ve öncülük etmek)” ise; müminlerin ve
insanların zarara uğramaları ve kötülüklere düşmeleri için çalışmak ve
kötülük çığırları açmak demektir. Kur`an, hem “şeffat-ı hasane”de
bulunanların hem de “şeffat-ı seyyie”de bulunanların, dünyada ve
ahirette bu davranışlarının sonuçlarından pay alacaklarını
bildirmektedir. - O gün şefaat yoktur, kimseden şefaat kabul edilmeyecektir: Bakara; 48: Ve, hiçbir kimsenin başka bir kimseye herhangi bir şey için karşılık ödemediği, hiçbir kimseden şefaatin kabul edilmediği, kimseden fidyenin alınmadığı ve onların yardım olunmadığı günden sakının. Bakara; 123: Kimsenin kimse yerine bir şey ödemeyeceği, kimseden fidye kabul edilmeyeceği, şefaatin hiç kimseye yarar sağlamayacağı ve onların yardım olunmadığı günden sakının.
Görüldüğü gibi ahirette kimseye şefaat ettirilmeyecektir. O gün sadece
Allah`ın izin verdikleri, bildikleri gerçeğe tanıklık edebilirler: Zühruf; 86: O`nun astlarından yakardıkları şefaate sahip olamaz! Hakka tanık olanlar müstesna. Onlar biliyorlar da.
Yukarıdaki Kur`an ayetleri ışığında anlıyoruz ki, konumuz olan 26.
ayette geçen “meleklerin şefaati”, bu dünyaya yönelik şefaattir ve bu
şefaat, müşriklerin, şans tanrısı, bereket tanrısı, yağmur ve rahmet
tanrısı, onların melek şefaatçisi, insanların Allah`a yaklaştırıcısı
gibi inançları ile asla bağdaşmaz. Ayette sözü edilen şefaat, Yüce
Allah`ın, kendilerinden razı olduğu ve haklarında yardım takdir ettiği
kulları için, doğadaki melekleri/ güçleri harekete geçirerek bu kullara
yardım ettirmesidir. Bunun örnekleri, bir kısmını “Melek kavramı”
başlığı altında da verdiğimiz, şu ayetlerde görmek mümkündür: Âl-i
Imran; 123-126, Enfal; 9-12, 50, Tövbe; 25, 26, Ahzab; 9, 26, Şûra;
5, Zümer; 43, 44, Müddessir; 48, Bakara; 255, En`âm; 51, Yunus; 3,
18, Secde; 4, Sebe; 23.
Bu konuda son olarak, halk arasında yaygınlaşmış olan, “ümmetinden
günahkâr olanların günahlarının affedilmesi için, peygamberimizin Allah
katında aracılık etmesi” şeklindeki şefaat tarifinin Kur`an`a ters bir
anlayış olduğunu belirtmekte yarar vardır. Peygamberimizin günahkârlara
destek olup, hatırını kullanarak günahkârların kurtuluşunu sağlamak
üzere, tabir yerinde ise “Allah nezdinde torpil yapması” anlamına gelen
bu anlayış, “… Sen ateştekini kurtarabilir misin?” diyen Zümer
suresinin 19. ayetine terstir. Bu anlayış sahipleri bilmelidirler ki,
anlayışlarını değiştirmezlerse, peygamberimizin şefaat değil, şikâyet
ettiği ümmetine dahil olacaklardır:
En’âm
116 (Mekkî 55)
|
Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tabi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler. |
|