Yazanlarda |
|
hasanoktem Admin Group
Katılma Tarihi: 10 eylul 2006 Gönderilenler: 2837
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
__________________ Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? ENBİYA 10
|
Yukarı dön |
|
|
el_turki Uzman Uye
Katılma Tarihi: 15 mayis 2008 Gönderilenler: 425
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
http://www.dailymotion.com/video/xemsgl_1001-ycat-bilim-ve-t eknolojinin-100_tech
__________________ De ki: «Ey ehl-i kitap! Tevrat'ı ve İncil'i ve size Rabbiniz tarafından indirilmiş olanı ikame edinceye kadar hiçbir şey üzerinde değilsinizdir.» ALLAH HERŞEYİN EN DOĞRUSUNU BİLİR.
|
Yukarı dön |
|
|
el_turki Uzman Uye
Katılma Tarihi: 15 mayis 2008 Gönderilenler: 425
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
bni Sina’nın “Kitab-ül Şifa” adlı eserinin yüzlerce yıl Aristo’nun eseri olarak Avrupa’da okutulduğunu, Biruni’nin Yerçekimi Yasası’nı Newton’dan önce bulduğunu, Cabir Hayyan’ın 8. yüzyılda akıl yoluyla insanın kopyalanabileceğini ortaya attığını, Harezmi’nin 9. yüzyılda “0” rakamını bularak matematik biliminin bugünkü düzeyine ulaşmasını sağladığını kaçımız biliyor?
Batılı bilim adamlarını icat ettiğini sandığımız bazı buluşların Türk ve İslam bilginleri tarafından ortaya konduğunu, bugün hayretle ve hayranlıkla öğreniyoruz. Türk ve İslam bilginleri, yüzyıllar önce çok sayıda buluş ile günlük hayatta kullanılan alet ve cihazları icat ettiler. Dünya bilim tarihine adını altın harflerle yazdıran Türk – İslam bilim adamları ve onların icat ve keşifleri, “Dünyaya Doğan Güneş – İslam Bilim Tarihi” adlı 10 bölümlük belgeselle ele alınıyor. Astronomi, coğrafya, harita, matematik, fizik, kimya, tıp alanlarında adından söz ettiren tarihi simaların evrensel olana hizmetleri çarpıcı görüntülerle veriliyor.
Ankara Televizyonu Belgesel Programlar Müdürlüğü tarafından hazırlanan “Dünyaya Doğan Güneş” adlı belgesel, kamuoyu tarafından az bilinen bu konulara ışık tutuyor. Aslında iki bölüm yapmak üzere yola çıkılan ama 10 bölüm olarak tamamlanan programda yüzyıllar öncesinden dünyaya ışık olan Türk-İslam alimlerinin insanlığa bıraktıkları değerli miras anlatılıyor. Bu alandaki buluş ve icatları ele alarak Türk ve dünya kamuoyuna sunmak ve özellikle gençlerimizi bilimsel araştırmalara teşvik etmek amacıyla hazırlanan programın çekimleri başta Türkiye olmak üzere Almanya, İran, Mısır ve Özbekistan’da gerçekleştirildi.
İslam bilim tarihinin konu edildiği “Dünyaya Doğan Güneş”, bilim tarihçisi Prof. Dr. Fuat Sezgin’in anlatımıyla renkleniyor. Sezgin’in Türk ve İslam bilginlerinin icat ve buluşları onların yazdığı, kitap risale ve belgelerden yola çıkarak yapmış olduğu modeller, bugün Almanya’da Goethe Üniversitesi’ne bağlı İslam Bilim Tarihi Enstitüsü Müzesi’nde sergileniyor. Bilginlerimizin icat ve buluşları, yazdıkları eserler astronomi, coğrafya, matematik, fizik, kimya, müzik, mimari gibi bölümlerde müzenin salonlarını süslüyor. Biruni, El Cezeri, Takuyiddin, İbni Sina, Ali Kuşçu, Ömer Hayyam, Harezmi, İbnül Heysem, Cabir el Hayyan, Ebu Bekir Razi, Uluğbey ve onlar gibi pek çok bilim adamının şimdiye kadar birçoğumuzun bilmediği icat ve keşifleri, belgelerin ışığında TRT ekranlarına yansıyor.
On asırlık yanlış
Örneğin Türk bilgini İbni Sina’nın “Kitab-ül Şifa” adlı eseri, yüzlerce yıl Aristo’nun eseri olarak Avrupa’da okutuldu. Bu yanlışlık İngiliz bilim adamı Eric Holmyard tarafından ancak 1928 yılında düzeltildi. İbni Sina’nın 10. yüzyılda yaşayan bir bilgin olduğu göz önüne alınınca bu hatanın 10 asır boyunca devam ettiği ortaya çıkıyor.
Dünya bilim tarihine “Altın çağ” olarak damgasını vuran Türk İslam bilginleri, 8. yüzyıldan itibaren bilim dünyasının ebedi aydınlığı oldular. Cabir el Hayyan, Fergani, Biruni, Harezmi, Razi, İbni Sina, Sabit Bin Kusra, Heysem, Ebul Vefa, Battani ve nice Türk İslam bilginleri matematik, fizik, kimya ve tıp ilminin temellerini oluşturdular.
Batılı bilim adamlarından Bergson’un “Daha 14. asırda İslam ülkeleri birer ilim ve irfan fuarı. Hükümdar saraylarının her taşı inci gibi işlenmiş birer sanat abidesi, birer ilim ve marifet merkezi olarak gözleri kamaştırırken Avrupa yoğun bir cehalet ve karanlık içindeydi.” sözleriyle özetlediği tespitleri ne kadar dikkat çekici değil mi?
Medeniyet bütün milletlerin ortak malı. Bugünkü medeniyet çizgisinde her milletin az çok payı var. Tarihi süreç içinde Mısırlı, Yunanlı, Çinli, Hindu, İranlı, Arap ve Türk bilginler medeniyet yarışında ilmin bayrağını yükseltmeye çalıştılar. Ortaçağ’da ise Türk - İslam bilginleri hep öncü rolü oynadı. Akla ve bilgiye dayalı bugünkü uygarlığın sahip olduğu bir çok değere kaynaklık ettiler.
Ortaçağ’da Avrupa hurafelerle uğraşırken İslam dünyası “Aydınlanma Çağını” yaşıyordu. Ünlü Türk bilgini Harezmi 9. yüzyılda “0” rakamını bularak matematik biliminin bugünkü düzeyine ulaşmasını sağladı. Logaritmayı ortaya koyan ilk kişi oldu. “El Cebir” adlı kitabı Chesterli Robert ve Cremonalı Gerard tarafından 12. yüzyılda Latince’ye çevrildi. Bu kitapta Harezmi ikinci dereceden bir polinomu katsayılarının işaretine göre 6 sınıfa ayırarak sistematik olarak köklerin nasıl bulunacağını gösterdi. “Hesap” adlı kitabında ise dört işlemin nasıl yapıldığını anlattı. Harezmi açıların trigonometrik fonksiyonlarla ifade edildiğini gösteren tablolar ve kitaplarıyla matematikte çığır açan bir bilgin oldu.
Cabir Hayyan kimyasal maddeleri uçucu, uçucu olmayan, yanan ve yanmayan maddeler olarak dört grupta topladı. Akıl yoluyla insanın kopyalanabileceğini 8. yüzyılda ortaya attı. Bu çalışmalarıyla modern kimyanın kurucusu Lavosier’e öncülük etti.
Biruni “Yerçekimi Nazariyesini” Newton’dan önce buldu. “Rasati İnhitat-il Ufuk” adlı kitabında yer kürenin yarı çapını 6 bin 324.66 km olarak bugünkü geçeğe en yakın şekilde verdi.
__________________ De ki: «Ey ehl-i kitap! Tevrat'ı ve İncil'i ve size Rabbiniz tarafından indirilmiş olanı ikame edinceye kadar hiçbir şey üzerinde değilsinizdir.» ALLAH HERŞEYİN EN DOĞRUSUNU BİLİR.
|
Yukarı dön |
|
|
el_turki Uzman Uye
Katılma Tarihi: 15 mayis 2008 Gönderilenler: 425
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Yunanlılar, MÖ 6.yy'da mesajları şifrelemek için basit olduğu kadar dahice olan bir cihaz geliştirdi.Skaytale adı verilen sabit genişlikte bir sopa kullanan Yunanlılar, bu sopanın üzerine uzun bir kağıt parçası sarıyor, bu şekilde ortaya çıkan kağıt yüzeye yatay olarak yazı yazılıyordu.Daha sonra açılarak alıcıya gönderilen bu kağıt, alıcının elinde aynı genişlikte bir skaytale varsa tekrar sarılarak okunabilmekteydi.Sopa daha geniş yada daha darsa yazı okunamıyordu.
Kripto analiz konusunda asıl kilometre taşını ''Şifreli Mesajların Kırılması Üzerine'' adlı eseri ile bu alanda devrim yapan Kindi koydu.Bu eserin bir bölümünde sıklık analizi yöntemi açıklanır.Kindi, bir harfin yerine başka bir harf ya da sembol kullanılması durumunda yeni harfin eski harfin tüm özelliklerini devralacağını fark etmişti.İngilizce diline baktığımızda ''e'' harfinin en çok kullanılan harf olduğunu ve tüm harflerin yüzde on üçünü oluşturduğunu görüyoruz.Bu durumda ''e'' harfinin yerine ''#''sembolünü koyarsak ''#''sembolü en çok kullanılan sembol olacak,yani ''yeni''sembollerin yüzde on üçünü oluşturacaktır.Kripto analistler bu yöntemden yola çıkarak ''#'' harfinin ''e'' harfini temsil ettiğini anlayabilmektedir.Kindi bu konudan ''Şifreli Mesajların Kırılması Hakkında'' eserinde şöyle bahsetmiştir;''Hangi dilde yazıldığı bilinen şifreli mesajları çözebilmek için, aynı dilde yazılmış bir sayfaya dolduracak uzunlukta farklı bir düz yazı bulmak ve bu yazıda her harfin kaçkere geçtiğini saymak gerekir.En çok geçen harfe ''birinci'', en çok geçen ikinci harfe''ikinci'' ve en çok geçen üçüncü harfe ''üçüncü'' diyerek örnek metindeki bütün harfler tanımlanana kadar devam edilir.Daha sonra çözmek istediğimiz şifrelenmiş metne bakarak bundaki sembolleride aynı şekilde sınıflandırırız.En çok geçen sembolü bulup bunun yerine örnek metinde belirlediğimiz ''birinci''harfi koyarız;en çok geçen ikinci sembolün yerinde örnek metinde belirlediğimiz ''ikinci'' harfi koyarızöve çözmek istediğimiz metindeki tüm harfler tamamlanana kadar böylece devam ederiz.''Kod Kitabı adlı eserin sahibi olan Dr.Simon Singh Kriptoloji bilimi hakkında eseri olan Kindi için şöyle demiştir''Bir toplumda kripto analizin doğabilmesi için üç farklı alanda yüksek standartların yakalanması şarttır.Dilbilim,istatistik ve matematik.Bu şartların oluştuğu bir dönemde yaşayan Kindi,bu üç alanda ve daha nice alanlarda uzmanlaşmıştır.''
__________________ De ki: «Ey ehl-i kitap! Tevrat'ı ve İncil'i ve size Rabbiniz tarafından indirilmiş olanı ikame edinceye kadar hiçbir şey üzerinde değilsinizdir.» ALLAH HERŞEYİN EN DOĞRUSUNU BİLİR.
|
Yukarı dön |
|
|
el_turki Uzman Uye
Katılma Tarihi: 15 mayis 2008 Gönderilenler: 425
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Tam adı Muvaffakuddîn Abdüllatîf b. Yusuf b. Muhammed b. Ali el Bağdadi'dir. 1162'de Bağdat'ta doğdu. Kısa boylu, zayıf, nahif bir bünyeye sahip olduğundan, "İbn Nokta ve Keçecizâde" anlamına gelen İbn Lebbâd künyeleriyle de anılır. Aslen Musullu, kültürlü bir aileye mensuptur. Babası Yusuf ve amcası Süleyman'ın dinî ve aklî ilimlerde otorite oldukları bilinmektedir.
Çağdaşı olan İbn Ebû Usaybia'nın "Uyûnü'l-enbâ" adlı eserinde yer alan otobiyografisine göre, Çok küçük yaşta, "oyun zevkini dahi tatmadan" tahsile başladı. Kur'an-ı Kerim'i ezberledikten sonra, başta hadis ve fıkıh olmak üzere, dil ve edebiyat alanlarında temel sayılan metinleri okuyarak icazet aldı. Daha sonra bilgi ve görgüsünü artırmak gayesiyle o devrin belli başlı ilim ve kültür merkezlerini dolaştı; gittiği her yerde ilimle meşgul oldu. İlmî sohbetlere ve münazaralara katıldı.
Mağrib'den Bağdat'a gelen İbn Tatlı (İbn Naili) adlı bir bilginden aklî ve felsefi ilimleri tahsil ettikten sonra bir süre İbn Sina, Behmenyar ve Gazzali'nin eserlerini okudu. Bağdat'ta artık kendisinden faydalanacağı bir kimsenin kalmadığına kanaat getirince, 1189 yılında Musul'a geçti ve orada devrin ünlü alimi Kemaleddin b. Yunus'la tanışarak ondan faydalandı. Musul'da bulunduğu sırada İbn Muhacir Medresesi'nde ve Darülhadis'te müderrislik yapan Abdüllatif el-Bağdadi, fırsat buldukça Sühreverdi'nin eserlerini inceledi; sonra da bu işraki filizofunu çok ağır ve sert bir dille tenkit etti. 1190 yılında Şam'a giderek Taceddin el-Kindi ile münazaralarda bulundu; orada da ilmî üstünlüğünü kısa zamanda çevresine kabul ettirdi. Bir yıl sonra, Kudüs ve Mısır'ı ziyaret etti: Mısır'da iken Ebü'l Kasım eş-Şarii, Yasin es-Simyai ve meşhur Yahudi filozofu İbn Meymum gibi devrin ünlü ilim adamlarını tanıma fırsatını buldu. Tanıştığı bu kişiler arasında Ebü'l Kasım eş-Şarii'ye ayrı bir değer veren Bağdadi, ondan Farabi, İskender Afrodisi Alexander of Aphrodisias ve Themistius gibi Yeni Eflâtuncu Aristo şarihlerinin eserlerini okudu.
Bu seyahatleri sırasında, o yıllarda bu bölgeye hakim olan Eyûbî hanedanından büyük ilgi gördü; özellikle Selâhaddin ve ahfadının iltifatlarına mazhar oldu ve Mısır'dan tekrar Kudüs'e, oradan da Şam'a döndü. 1199-1201 yılları arasında Mısır'da bulunan Abdüllatîf el-Bağdâdî, o yıllarda Mısır'da meydana gelen büyük kıtlığı, Mısır halkının yaşadığı maddi ve mânevi perişanlığı görmüş, bu iktisadi ve sosyal krizi, ünlü el-İfade ve'l-i'tibar adlı eserinde ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır.
1206'da Kudüs'te Mescid-i Aksa'da, 1207'de de Şam'ın Aziziyye Medresesi'nde müderrislik yaptı. Şam'da verdiği dersler daha çok tıp alanında idi. Nitekim onun tıp ilmi ile ilgili önemli eserlerini burada kaleme aldığı bilinmektedir.Kaynaklar, 1220-1229 yılları arasındaki seyahatleri esnasında Erzurum, Erzincan, Kemah, Malatya, Divriği ve Besni gibi, Anadolu'nun o dönemdeki önemli merkezlerine kadar uzandığını kaydeder. Bu sırada Mengücükoğulları'ndan Alâeddin Davud b. Behram tarafından himaye edilmiş ve bundan dolayı birçok eserini bu hükümdara ithaf etmiştir. Hayatı hummalı bir ilmî faaliyet içinde geçen Abdüllatif, 1230 yılında hac vazifesini yerine getirmek üzere çıktığı yolculukta doğum yeri olan Bağdat'a vardı ve kısa bir süre sonra 12 Muharrem 629'da (9 Kasım 1231) burada vefat etti.
Klâsik kaynaklarda, ona ait eserlerin geniş bir listesi yer almaktadır. Tıp, felsefe ve mantık alanları başta olmak üzere, 160'tan fazla eseri vardır, bunların elli üçü tıp ve farmakoloji, dördü zoolloji, dördü botanik, yirmisi mantık, on sekizi felsefe, on üçü nahiv, sekizi hadis, ikisi tefsir, ikisi fıkıh, ikisi kelâm, onu metodoloji ve tarih, dördü de ahlak ve siyaset konularında kaleme alınmıştır. Geri kalanlar ise dil, edebî tenkit, matematik, seyahat hatıraları, mineraloji gibi çok değişik ve farklı konulardadır. Kaynakların verdiği bu listeden günümüze kadar ulaşanların sayısı ise ancak birkaç eserden ibarettir.
Bunların içinde onun Batı'da ve İslâm aleminde bilinen en meşhur eseri, el-ifâde ve'l-i 'tibar'dır. Mısır'da bulunduğu sırada kaleme aldığı hacim bakımından küçük, fakat muhteva açısından çok zengin olan bu eser, o dönemdeki Mısır'ın coğrafi, topoğrafik, sosyal ve iktisadi durumu hakkında oldukça değerli bilgiler vermektedir. Eser, XVIII. yüzyıl başlarından itibaren Batı dünyasında da tanınmış, Lâtince, Almanca ve Fransızca'ya tercüme edilmiştir. Müellifin beş duyuyu tıp açısından inceleyen iki makalesi, Makaletan Fi'l-havas ile şeker hastalığı hakkındaki eseri, Risale fı'l-maraz-el-müsemma diyabitis adıyla neşredilmiştir.
Şeker hastalığı konusunda her ne kadar Çinli hekim Li Hsuan VII. Yüzyılda ilk araştırmayı yapmışsa da, bu hastalığın karaciğere bağlı bir rahatsızlık olduğunu ilk olarak tesbit eden Abdüllatîf el Bağdadi'dir.Tam adı Muvaffakuddîn Abdüllatîf b. Yusuf b. Muhammed b. Ali el Bağdadi'dir. 1162'de Bağdat'ta doğdu. Kısa boylu, zayıf, nahif bir bünyeye sahip olduğundan, "İbn Nokta ve Keçecizâde" anlamına gelen İbn Lebbâd künyeleriyle de anılır. Aslen Musullu, kültürlü bir aileye mensuptur. Babası Yusuf ve amcası Süleyman'ın dinî ve aklî ilimlerde otorite oldukları bilinmektedir. Çağdaşı olan İbn Ebû Usaybia'nın "Uyûnü'l-enbâ" adlı eserinde yer alan otobiyografisine göre, Çok küçük yaşta, "oyun zevkini dahi tatmadan" tahsile başladı. Kur'an-ı Kerim'i ezberledikten sonra, başta hadis ve fıkıh olmak üzere, dil ve edebiyat alanlarında temel sayılan metinleri okuyarak icazet aldı. Daha sonra bilgi ve görgüsünü artırmak gayesiyle o devrin belli başlı ilim ve kültür merkezlerini dolaştı; gittiği her yerde ilimle meşgul oldu. İlmî sohbetlere ve münazaralara katıldı.
Mağrib'den Bağdat'a gelen İbn Tatlı (İbn Naili) adlı bir bilginden aklî ve felsefi ilimleri tahsil ettikten sonra bir süre İbn Sina, Behmenyar ve Gazzali'nin eserlerini okudu. Bağdat'ta artık kendisinden faydalanacağı bir kimsenin kalmadığına kanaat getirince, 1189 yılında Musul'a geçti ve orada devrin ünlü alimi Kemaleddin b. Yunus'la tanışarak ondan faydalandı. Musul'da bulunduğu sırada İbn Muhacir Medresesi'nde ve Darülhadis'te müderrislik yapan Abdüllatif el-Bağdadi, fırsat buldukça Sühreverdi'nin eserlerini inceledi; sonra da bu işraki filizofunu çok ağır ve sert bir dille tenkit etti. 1190 yılında Şam'a giderek Taceddin el-Kindi ile münazaralarda bulundu; orada da ilmî üstünlüğünü kısa zamanda çevresine kabul ettirdi. Bir yıl sonra, Kudüs ve Mısır'ı ziyaret etti: Mısır'da iken Ebü'l Kasım eş-Şarii, Yasin es-Simyai ve meşhur Yahudi filozofu İbn Meymum gibi devrin ünlü ilim adamlarını tanıma fırsatını buldu.
Tanıştığı bu kişiler arasında Ebü'l Kasım eş-Şarii'ye ayrı bir değer veren Bağdadi, ondan Farabi, İskender Afrodisi Alexander of Aphrodisias ve Themistius gibi Yeni Eflâtuncu Aristo şarihlerinin eserlerini okudu. Bu seyahatleri sırasında, o yıllarda bu bölgeye hakim olan Eyûbî hanedanından büyük ilgi gördü; özellikle Selâhaddin ve ahfadının iltifatlarına mazhar oldu ve Mısır'dan tekrar Kudüs'e, oradan da Şam'a döndü.
1199-1201 yılları arasında Mısır'da bulunan Abdüllatîf el-Bağdâdî, o yıllarda Mısır'da meydana gelen büyük kıtlığı, Mısır halkının yaşadığı maddi ve mânevi perişanlığı görmüş, bu iktisadi ve sosyal krizi, ünlü el-İfade ve'l-i'tibar adlı eserinde ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır. 1206'da Kudüs'te Mescid-i Aksa'da, 1207'de de Şam'ın Aziziyye Medresesi'nde müderrislik yaptı. Şam'da verdiği dersler daha çok tıp alanında idi. Nitekim onun tıp ilmi ile ilgili önemli eserlerini burada kaleme aldığı bilinmektedir.Kaynaklar, 1220-1229 yılları arasındaki seyahatleri esnasında Erzurum, Erzincan, Kemah, Malatya, Divriği ve Besni gibi, Anadolu'nun o dönemdeki önemli merkezlerine kadar uzandığını kaydeder. Bu sırada Mengücükoğulları'ndan Alâeddin Davud b. Behram tarafından himaye edilmiş ve bundan dolayı birçok eserini bu hükümdara ithaf etmiştir. Hayatı hummalı bir ilmî faaliyet içinde geçen Abdüllatif, 1230 yılında hac vazifesini yerine getirmek üzere çıktığı yolculukta doğum yeri olan Bağdat'a vardı ve kısa bir süre sonra 12 Muharrem 629'da (9 Kasım 1231) burada vefat etti.Klâsik kaynaklarda, ona ait eserlerin geniş bir listesi yer almaktadır. Tıp, felsefe ve mantık alanları başta olmak üzere, 160'tan fazla eseri vardır, bunların elli üçü tıp ve farmakoloji, dördü zoolloji, dördü botanik, yirmisi mantık, on sekizi felsefe, on üçü nahiv, sekizi hadis, ikisi tefsir, ikisi fıkıh, ikisi kelâm, onu metodoloji ve tarih, dördü de ahlak ve siyaset konularında kaleme alınmıştır. Geri kalanlar ise dil, edebî tenkit, matematik, seyahat hatıraları, mineraloji gibi çok değişik ve farklı konulardadır. Kaynakların verdiği bu listeden günümüze kadar ulaşanların sayısı ise ancak birkaç eserden ibarettir.Bunların içinde onun Batı'da ve İslâm aleminde bilinen en meşhur eseri, el-ifâde ve'l-i 'tibar'dır. Mısır'da bulunduğu sırada kaleme aldığı hacim bakımından küçük, fakat muhteva açısından çok zengin olan bu eser, o dönemdeki Mısır'ın coğrafi, topoğrafik, sosyal ve iktisadi durumu hakkında oldukça değerli bilgiler vermektedir. Eser, XVIII. yüzyıl başlarından itibaren Batı dünyasında da tanınmış, Lâtince, Almanca ve Fransızca'ya tercüme edilmiştir. Müellifin beş duyuyu tıp açısından inceleyen iki makalesi, Makaletan Fi'l-havas ile şeker hastalığı hakkındaki eseri, Risale fı'l-maraz-el-müsemma diyabitis adıyla neşredilmiştir.
Şeker hastalığı konusunda her ne kadar Çinli hekim Li Hsuan VII. Yüzyılda ilk araştırmayı yapmışsa da, bu hastalığın karaciğere bağlı bir rahatsızlık olduğunu ilk olarak tesbit eden Abdüllatîf el Bağdadi'dir.
Kaynak: İslam Alimleri Ülkü Kumral
İslam Tarihi Ansiklepodisi
__________________ De ki: «Ey ehl-i kitap! Tevrat'ı ve İncil'i ve size Rabbiniz tarafından indirilmiş olanı ikame edinceye kadar hiçbir şey üzerinde değilsinizdir.» ALLAH HERŞEYİN EN DOĞRUSUNU BİLİR.
|
Yukarı dön |
|
|
el_turki Uzman Uye
Katılma Tarihi: 15 mayis 2008 Gönderilenler: 425
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İslâm aleminin yetiştirdiği 9. yüzyıl astronomi ve fen alimi. İsmi, Sabit bin Kurra bin İrfan-el-Harrani olup, künyesi Ebü'l-Hasan'dır. Harran bölgesinde doğmuştur. Doğum tarihi belli değildir.
Önceleri Sabii inancındayken hidayete kavuşup Müslüman oldu. Beni Musa Kardeşlerle beraber Bağdat'ta çalıştı. Arapça'nın yanında Yunan, Süryani ve İbrani dillerini de biliyordu. Batlamyus'un (Po-telmy) meşhur eseri Almagest'i Arapça'ya tercüme etti. Harran Üniversitesi'nin kurucularından ve mütercimlerindendi. Eski devirlerden gününe ulaşan birçok eseri Arapça'ya tercüme etti. Tercümeleri, matematik, mantık, astronomi ve tıp ilimleriyle ilgiliydi. Aynı zamanda iyi bir Arap dili alimiydi. Abbasi halifesi El-Mu'te-did zamanında şöhrete ulaştı. Halifenin j akınları arasında yer aldı. Altmış yedi yaşlarındayken 901 senesinde Bağdat civarında vefat etti.
Çağında yaptığı keşif ve buluşlarla ün salan bilgin, Halife Me'mun tarafından dünyanın yarıçapını ölçmekle görevlendirilmiştir. Dünyanın çevresini 360 meridyene bölerek ekvatorun uzunluğunu hesaplamıştır. Buna dayanarak da dünyanın yarıçapını bulmuştur. Bu ölçmeyi İskenderiye ekolünden olan Eratoshenes'ten sonra ilmi hesaplara dayanarak ilk defa yapan Sabit bin Kurra'dır. Onun ve diğer Müslüman bilginlerin ortaya koyduğu ölçümler, sonraki senelerde Endülüs yoluyla Avrupa'ya geçmiştir. Kristof Kolomb gibi kâşifler bunlardan faydalanarak yollarını bulmuşlardır. Dünyanın küre siciminde olduğunu, belli boyutları bulunduğunu anlamışlardır. Böylece aynı yönde gidildiği takdirde dünyanın öbür ucunda yine aynı yere varılacağı sonucunu çıkarmışlardır.
Sabit bin Kurra, dünyanın yuvarlaklığını hiç şüphesiz Kur'an-ı Ke-rim'den çıkarmıştır. Çünkü yeni küre biçiminde olduğunu gösteren ayetler vardır. Sabit bin Kurra, bir ara Bağdat'ta bilginlerden kurulu bir hey'ete başkanlık etti. Burada iki engel arasındaki mesafeyi hesapladı. Bunu hesaplarken kutup yıldızından faydalandı.
Sabit bin Kurra, Bağdat'taki ilmi çalışmalarını son derece geniş bir fikir hürriyeti içerisinde yürütüyordu. Sadece astronomide değil, tıpta ve felsefede de ilerlemeler kaydetti. Halife Mu'tasım, bu başarılarından dolayı ona "Ebu'l Hasan" lâkabım verdi. Üstelik çok güzel bir arazi de bağışlayarak onu yakınları arasına aldı.
Kamusu'l A'lam'da belirtildiğine göre, matematiğin bir kolu olan calculusun keşfi ona aittir. O, defadul denilen calculusu keşfetmekle birçok buluşlara yol açmıştır. Calculus olmasaydı, birçok karışık problemlerin içinden çıkılamayacak, kanunların bazısından insanlığın hayrına faydalanmak mümkün olmayacaktı.
Dr. M.Cemaleddin Fendi, Allah ve Kâinat adlı eserinde (s.57) diferansiyel hesabını Newton'dan daha önce Sabit bin Kurra'nın keşfettiğini söylemektedir. Görülüyor ki birçok ilmi buluşu olduğu gibi bunu da Avrupalılar kendilerine maletmişlerdir. Kaynaklar cebiri geometriye ilk uygulayan bilginin de Sabit bin Kurra olduğunu kaydetmektedirler. Sigrid Hunke, Sabit bin Kurra için, "Türk Öklid"i. Batı'ya öğretmenlik yapan, Batı'nın kendisine ayrı bir şeref mevkii ayırdığı kişi" diye yazar. Will Durant onu, "İslâm dünyasının en büyük alimi" olarak ilan eder. J.Rusko, "İslâm dünyasının en seçkin, ilmi simalarından birinin Sabit bin Kurra" olduğunu yazar. Güneş ve ay tutulmaları, rasat (gözlem) yöntemlerini ve koniklerle ilgili olarak önemini yüzyıllarca koruyan eserler vermiştir. Cebir problemlerini geometrik yoldan çözme ve ispatlama konularını doruğa çıkarmıştır.
Düzlem geometrisi için önemli olan sinüs teoremini ilk olarak Sabit bin Kurra'mn çözdüğü sanılmaktadır. Mekaniğin stratik konusunda ve terazi bahsinde önemli çalışmalar yapmıştır. Günümüz liselerinde okutulmakta olan ve büyük çoğunluğu Öklid geometrisi bilgilerini kapsayan geometri ile ilgili düzeltme, yorum ve onu anlaşılır hale getirme çalışmaları da Sabit bin Kurra tarafından yapılmıştır.
Sabit bin Kurra, taklitçi bir alim değildi. Yunanca ve İbranice'den, Arapça'ya yaptığı tercümeler ustaca yapılmış olup, gerekli gördüğü yerlerde kendi ilmi tahlil ve tenkitlerini yorum ve izahlarını ortaya koymuştur. İlk defa diferansiyel ve integral hesaplarını o kullanmıştır. Bu sahadaki çalışmalarını yine İslâm aleminde yetişen meşhur alim Ebü'l Vefa Buzcani geliştirmiştir. Sabit bin Kurre'nin önemli bir çalışması da cebiri geometriye uygulamasıdır. Böylece o, analitik geometrinin babası kabul edilmektedir. Ayrıca Pisagor teoremi üzerinde de derinlemesine çalışarak genelleştirmeye çalışmıştır. İrrasyonel sayılar üzerinde çok çalışmış ve yeni pustulatlar geliştirmiştir. Üçüncü dereceden denklerr çözümünde geometrik metod denen bir metod bulmuştur.
Sabit bin Kurra, astronomi ve tıp alanında da çalışmalar yapmıştır. Astronomi sahasındaki çalışma ve başarılarını tetkik eden Francis Cormody The Astronomical Woorks of Shabit bin Quarra adlı eserinde Sabit bin Kurra'mn güneş ve ayın faaliyetleri üzerindeki derin tetkiklerini ve vardığı dakik hesaplamaları değerlendirerek bunların sırf mantıki veya nazari çalışmalar olmayıp, gözlem ve deneye dayanan, tecrübi metodlarla elde edilen bilgiler olduğunu ifade etmektedir.
Ayrıca güneşin dünyaya uzaklığını hesaplamış ve bir güneş yılı uzunluğunu bulmuştur.
İlim tarihçisi S.B. Boyer; History of Mathematics adlı eserinde Sabit bin Kurra hakkında; "Eğer onun çalışmaları olmasaydı, eski Yunan'dan intikal eden matematik bilgileri uzun asırlar boyunca hiç gelişmeden kapalı kalacaktı" demektedir.
Sabit bin Kurra, matematik, tıp, astronomi ve felsefe alanında birçok eser yazmış ve tercümeler yapmıştır.
l- Kitab-ül Amel bil-Kurre, 2- Kitab-u Tercemeti ve İhtisar-il-Macisti lil-Batlemyüs, 3- Kitabu Tercemeti Coğrafiyat-il-Ma'mure li-Arşimet, 4-Kitabu Şerh-il-Mu'tiyyati Oklidis, 5- Kitabun fi Kat'il-Ustuvane, 6- Kita-bun fil-Mahrut-il-Mukafi, 7- Kitabun fi-Meşahat-il-Eşkal, 8- Kitabun fil-Mesail-il-Hendisiyeti, 9- Ris-aletun fil-Murabba'i ve Kutrihi, 10- Kitabun fi İbta-il-Hareketi fil-Felek-il-Büruc, 11- Kitab-ı Hisab-il-Hey'eti, 12- Ki-tab-ul-Muhtasar fil-Hendese, 13- Risaletun fi Hareket-il-Felek, 14- Kitab-ul-Medhal alel-Mantık, 15) Kitabun fin-Nabz, 16- Rizale fil-Cebr, 17- Kitabun fi Sebebi Kevn-il-Cibal eserlerinden bazılarıdır.
Sayısı yüzü bulan eserlerinin çoğu kayıptır. Onun eserleri İslâm ve Avrupa ilim aleminde birçok alime doğrudan veya dolaylı olarak tesir etmiştir. Galileo, Gamass, Nevton, Euler, Faraday ve daha birçok Batılı matematikçinin başarılarının temelinde muhakkak surette Sabit bin Kurra'nın direkt veya dolaylı yoldan tesiri mevcuttur. İslâm aleminde ise İbn-i Heysem ve El-Kindi onun çalışmalarından etkilenmişlerdir. Matematiği bütün fen ilimlerinde temel kabul eden Sabit bin Kurra, ortaçağlardan günümüze ışık tutan bir matematik üstadı ve dehasıdır. Asrımızda yeni ulaşılabilen bu keskin görüş, bu büyük alimin ilmi dehasını hâlâ yansıtmaktadır.
Onun eserleri Lâtince'ye çevrilinceye kadar Öklid geometrisi yeterince kavranamadığı için, Sabit bin Kurra'ya, tıpkı Sigrid Hunke'nin dediği gibi, Batılı öteki bazı ilim adamları da "Türk Öklid"i lâkabını uygun görmüşlerdir.
Bu konuda yazdığı eserler Lâtince'ye çevrildikten sonra, Batı bilim dünyasında Öklid geometrisi ile ilgili yayınlar başlamıştır. 12. yüzyılda başlayan yayınlar, yakın tarihlere kadar birbirini takip etmiştir.
__________________ De ki: «Ey ehl-i kitap! Tevrat'ı ve İncil'i ve size Rabbiniz tarafından indirilmiş olanı ikame edinceye kadar hiçbir şey üzerinde değilsinizdir.» ALLAH HERŞEYİN EN DOĞRUSUNU BİLİR.
|
Yukarı dön |
|
|
el_turki Uzman Uye
Katılma Tarihi: 15 mayis 2008 Gönderilenler: 425
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
MÜSLÜMAN KİMYAGERLERİN 1100 yılı aşkın süre önceki sistematik çalışmaları sayesinde,bugün tüm bireyleri ve ülkeleri etkileyen bir işlem keşfedildi.Bu işlemle elde edilebilenlerden birtanesi,Su'dan sonra hayatın en büyük vazgeçilmezlerinden biri haline gelecekti.Arapçada neft olarak bilinen bu siyah balçığın 4 binden fazla kullanım alanı olabileceğini kim düşünebilirdi derseniz burada Müslüman Bilim Adamlarının zekasını kavrayabilirsiniz..Bugün ham petrolü işleyerek petrol,gaz yağı,asvalt ve plastik üretebilmemiz DAMITMA işleminin keşfedilmesi ile başlamıştır..
Sıvıları kaynamak noktalarındaki farklılıklara dayalı olarak ayırmaya yarayan damıtmaişlemi,Müslüman kimyagerler tarafından 8.yüzyılda biliniyordu.İlk ve en çok bilinen damıtma uygulaması gül suyu ve esans üretimindedir.Cabir bin Hayyan alkolün damıtılmasına uygulanabilen bir soğutma tekniğini açıklamaktadır.Bu şekilde damıtılan alkol ve alkollü lapalar,İslamiyet te alkol ve diğer toksit içeceklerin tüketimi yasak olduğundan,o dönemde asit,ilaç,parfüm ve mürekkep üretmek amacıyla kimyasal işlemlerde kullanılıyordu..
Günümüzde damıtma labaratuarlarnda hala kullanılan Damıtıcı İmbiği 8.yüzyılda ilk kez geliştiren Cabir bin Hayyan dır.
Damıtma sürecinde ihtiyaç duyulan sıvıları soğutmak suretiyle yoğunlaştırılan imbiğin adı,kimya terminolojisinin çoğunda olduğu gibi,Arapça ''damıtıcının başlığı''anlamına gelen el-imbik kelimesinden gelir..
Bugünkü damıtıcılarda dahi bir boruyla bağlı iki adet imbik bulunur.Cabir imbikte gözlemlediği kaynayan şarap ve tuzdan yanıcı buhar çıkması fenomenini kimya kitabında şu şekilde anlatır:''Şarap,tuz ve faydasız sanılan güzel özelliklere sahip olan benzer maddeler kaynadığında şişelerin ağzından ateş çıkar;bunlar bu bilimlerde büyük öneme sahiptir.''
Orta Çağda ticari kimya ve ağır kimyasallar alanında yapılan en büyük atılımlar arasında,kayalardaki şap içeriğinin ayrıştırılması yer alır.ŞAP TAŞININ YAPAY YOLDAN AYRIŞTIRILMASIYLA ELDE EDİLEN ŞAP KAĞIT,BOYA VE SULFÜRİK ASİT ÜRETİMİNDE KULLANILIYORDU..SULFÜRİK VE HİDROKLORİK GİBİ ASİTLERİ KEŞFEDEN Cabir Bin Hayyan oldu.
Ayrıca Müslüman Bilim adamları ''amonyak şapı'' ya da amonyak alüminyum şapını kristalize etme işleminide yapabiliyorlardı..
__________________ De ki: «Ey ehl-i kitap! Tevrat'ı ve İncil'i ve size Rabbiniz tarafından indirilmiş olanı ikame edinceye kadar hiçbir şey üzerinde değilsinizdir.» ALLAH HERŞEYİN EN DOĞRUSUNU BİLİR.
|
Yukarı dön |
|
|
hasanoktem Admin Group
Katılma Tarihi: 10 eylul 2006 Gönderilenler: 2837
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
teşekkürler Sevgili El-Turki kardeşim, bu önemli bilgiler için.
muhabbetle
__________________ Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? ENBİYA 10
|
Yukarı dön |
|
|
el_turki Uzman Uye
Katılma Tarihi: 15 mayis 2008 Gönderilenler: 425
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Basınç ve Ağırlık Merkezlerinin Geometrik Metodları ile Hesaplanması''Newton'' Değil.Müslüman Bilim Adamı[Ebu Selh Kuhi]
İsmi, Veycan bin Rüstem el-Kuhi olup, künyesi Ebû Selhi'dir. Hazar De-nizi'nin güneyindeki Taberistan'ın dağ köylerinden olan Kuh'da doğdu. Doğum tarihi bilinmemektedir. 1014 yılında vefat etti. Kuhi, astronomide kullanılan rasat aletlerini imal etmekle ve çok hassas astronomik hesaplamalar ortaya koymakla meşhur oldu. Eski Yunanlıların astronomiye ait bazı faraziyelerini ilmî tenkide tabi tutarak, yanıldıkları noktaları ortaya çıkardı. Mes'elelerin gerçek çözümünü sağladı. Büveyhi-lerden Şerefüddevle ve Adudüddevle zamanında, Bağdat'ta rasatlar yaptı. Bu rasatlarında bizzat kendi yaptığı aletleri kullandı. Astronomik gözlemlerinde, o zaman bilinen yedi gezegenin incelenmesine ağırlık verdi. Bunların hareketlerinin sınır ve prensiplerini tespite çalıştı. Gün dönümü hakkında gerçek bir yorum getirdi. Ebû Sehl Kuhi, astronomik rasatları ile ilgili ulaştığı neticeleri, bir alimler topluluğu huzurunda ilim alemine takdim etti. Kuhi, Bağdat'ta, 12.5 metre yarıçapında, küre şeklinde olan özel bir bina inşa ettirdi. Bu kürenin ortasında küçük bir delik vardı. Bu delikten giren güneş ışıklarının günlük yolu takip edilirdi. Kuhi, Batlamyus'un Almagest'ini, Euclides'in Ele-ments'ini ve Usulünü, Arşimet'in Lemma ve diğer eserleri ile Apollonius'un Section'larını, Galen ve Aristo'nun bazı eserlerini tetkik ederek, ilimde yeni merhalelere ulaştı. Ayrıca zamanında yaşamış İbrahim bin sinan, Ebû Sa'd el-Ala bin Sehl ve Sabit bin Kurra'nın eserlerini de inceleyerek, bunlardaki bilgilerin esaslarını tam anlamıyla öğrendi. Kuhi aynı zamanda, devrinin önde gelen cebir alimlerinden sayılıyordu. Arşimet prensipleri üzerinde çalıştı ve derin tetkiklerde bulundu. Muhtelif ağırlıkların ölçümünü inceledi. Basınç ve ağırlık merkezi tayinlerini ilk defa ele aldı. Bu konu, daha sonraki asırlarda Barycentris Theorems adıyla ele alınıp, geliştirildi. Kuhi, çağdaşlarından olan Ebû İshak es-Sabiî ile ilmi mektuplaşmalarında özellikle, "Basınç ve ağırlık merkezlerinin hesaplanması" konusunu ele aldı. Bu mektuplardan biri Ayasofya Kütüphanesi. 4832 numarada kayıtlıdır. Ebu Sehl Kuhi, basınç ve ağırlık merkezlerinin hesaplanmasında geometrik metodları kullandı. Eserlerinde bu izah ve ispatlamalara girişmeden önce, bu gibi ilim çalışmaların, Cenab-ı Hakk'ın yarattığı eşsiz sistem ve nizamı biraz da olsa, anlamaya yaradığını ifade ederek şöyle demektedir: "Bütün bu araştırmalar, Allahu Teala'nın, kâinatı yaratıp, kurduğu nizam ve sistemin, aklı ve anlayışları hayrette bıraktığım göstermektedir." Ku hi, basınç ve ağırlık merkezlerinin hesaplanması hakkında eski Yunanlıların çalışmalarının gülünç denilecek kadar basit ve ilmi olmaktan uzak olduğunu belirterek, kendi orijinal metod ve keşiflerini çok net bir de-lillendirme ile isbat etti. Bu konuda ortaya koyduğu nazariyeler o güne kadar bilinmiyordu. Matematikte, analiz ve terkib (sentez) terimlerini ilk defa kullanan ve uygulayan alim yine odur. Böylece, Kuhi, matematik analiz metodunun ilk kurucusu oldu. Fen ve tabiat ilimlerinde, yani tecrübi ilimlerde nihai hakikate matematik metodlarıyla ulaşılabileceğine inanıyordu. Onun bu ileri seviyedeki anlayışı, yüzyıllar sonra Newton ve diğer bilim adamları tarafından benimsendi. Gayretl i bir ilim adamı olan Kuhi, aynı zamanda devrinin önde gelen bir ilim teşvikçisiydi. Onun çalışma ve gayretleri, ünlü iki Müslüman astronomu Ebü'1-Vefa Buzcanî ve Ebu Hamid Sağani'yi gayrete getirmiş, onları ilmî çalışmalara teşvik etmiştir. Böylece Kuhi, o devirde fevkalâde yüksek seviyede bir ilmi atmosferde akademik çalışmaların teşekkülüne yol açmıştır. Ebu Sehl'in basınç ve ağırlık merkezi konusu üzerindeki çalışmaları, onlardan asırlar sonra 19. yüzyılda, A.F. Mabius tarafından ele alınmıştır. Bütün bunlar, İslâm alimlerinin asırlar önce, değerli birer ilim hazinesi olan pek çok eser ortaya koyduklarını göstermektedir. Zam anın geometri üstadı diye değerlendirilen Kuhi'nin yaptığı çalışmalar hakkında araştırmalar devam etmektedir. ESERLER İ l- Es-Saire fil-emtar alâ Temad-il E'sar, 2) Kitabu Merakiz-il-Ekr, 3) Ki-tab-ul-Usul âlâ Tahrikat'ı Oklides, 4) Kitab-ül-Berkan-it-Tâm, 5) Kitabu Merakiz-udDevair alel Hutut min Tarik-it-Tahlil Dun et-Terkib, 6) Kitabu San'at-il-Usturlab bil-Berâhin, 7) Kitabu ihrac-İl-Hatteyn alâ Nisbetin, 8) Kitab-ud-Devair-il-Mütemase min Tarik-it-Tahlil, 9) Kitab-uz-Ziyadat alâ Arşimedes fil-Makalet-is-Sâniye, 10) Kitabu İstihracı Dil-il-Misba fid-Daire, 11) Kitab-ül-Muraselât Beynel Kuhi ves-Sabi, 12) Risaletün fi Amel-i Muhammesin: Eserde muayyen bir kare içinde, eşkenar bir beşgenin nasıl tesis edilebileceği incelenmektedir. Kuhi, bir eserini, Büveyhi hükümdarı Şerefüddevle adına telif etmiştir. Eser, S.P. Hogendijk tarafından tahkik edilip, İngilizce'ye tercüme edilmiştir. Kuhi, bu risalesinde şunu isbatlamaktadır: Bilindiği gibi, belli bir kare içinde, eşkenar bir beşgenin çizilmesi pergel veya diğer geometrik aletlerle mümkün olmamaktadır. Kuhi, bu eşkenar beşgenin iki katı zaid (Hiperbol) kullanmak suretiyle orijinal bir metodla nasıl çizileceğini izah etmiştir. Onun bu buluşu, ortaçağ bilim adamlarının hiçbirinde görülmemiştir.
Bir dünya düşünün ki, temizlik yapmak şöyle dursun, onu yapmaya bile günah diyor. Doktorluğu en şerefsiz bir meslek, adeta cellatlık sayıyor. O kadar ki, tıp fakültelerini dahi kapattırıyor. Böyle bir şey olabilir mi diyeceksiniz? Evet, ne yazık ki, tarih bu çirkin gerçeği yaşamıştır. Ortaçağın Avrupa'sı, bu akıl ve insanlık dışı yaşayışın içindeydi. Avrupalı papazlar, 1163 tarihinde "Papazlar Meclisi"nde aldıkları bir kararla, tıpla ilgili bütün okulları kapattırmışlardır. Onlara göre doktorluk, cellatlığa yakın şerefsiz bir meslekti. Doktorlar birer sihirbaz ve yalancıydı. Doktorluk suçtu. Papazlara göre banyo yapmak büyük bir günah, hatta suçtu. Ortaçağın Avrupa'sı bu utanç verici, yüz karası hayatı yaşarken, 7. yüzyılda İslâm Peygamberi, "Her derdin devası vardır, araştırınız, bulunuz" diyor, maddi ve manevi temizliğin en güzel prensiplerini koyuyordu. İslâm dünyası, Peygamberinden, dininden aldığı azim ve şevkle, her il- j me olduğu gibi, tıp ilmine de dört elle sarılmış, bu alanda yeni yeni keşif ve buluşlar yapmıştı. Ortaçağ Avrupa'sında doktorluk yasaklanırken, Avrupa'nın İslâm dünyası aynı çağda dev adımlar atıyor, büyük doktorlar yetiştiriyordu. Bu doktorlardan biri de Ebu'l-Kasım Zehravi idi. İsmi Halef bin Abbas ez-Zehravi olup, künyesi Ebû'l-Kasım'dır. Kurtu-ba yakınlarındaki Ez-Zehra'da doğduğu için Zehravi ismiyle meşhur oldu. Batı ilim aleminde Ebü'l-Kasis, Bukasis ve Al-Zahravis olarak bilinir. 930 (H.318)-1013 (H.404) seneleri arasında yaşamıştır. Zamanında ilim ve kültür seviyesi en yüksek olan Kurtuba Üniversite-si'nde öğrenim gördü. Özellikle tıp ilminin nazari ve tatbiki sahalarında derinleşerek söz sahibi oldu. Zehravi'nin yaşadığı devirlerde ilim ve teknikte çok ilkel bir seviyede bulunan Avrupa ülkeleri, Endülüs İslâm Üniversite-si'nden aldıkları temel bilgilerle aydınlanma yolunu tutmuşlardı. İçlerinden zeki olanlar ilim lisanı olan Arapça'yı öğrenmek suretiyle bazı mühim ilmi eserleri kendi dillerine tercüme ediyorlardı. Bu dönemde yetişen Zehravi, önce Endülüs Emevi halifelerinden Üçüncü Abdurrahman ile, sonra yerine geçen İkinci Hakem devrinde saray doktoru olarak çalıştı ve hükümdarların özel tabibi oldu. Müslüman cerrahların babası olarak kabul edilen Zehravi, daha çok cerrahi sahasında başarılı ve meşhurdur. Modern cerrahinin öncülüğünü yapan Zehravi'nin devrinde, Avrupa'da bu ihtisas, hekimler tarafından üstün görülmediği için, uygulama sahası açılmamıştı. Avrupa'nın aksine, İslâm aleminde; makbul, yaygın ve revaçta bir ilim olduğundan, tatbiki başarılı neticeler veriyordu. Cerrahiye ilk önem veren alim, meşhur Razi idi. Ali bin Abbas onun yolunu takip etmiş, sonra da İbn-i Sina yetişmiştir. Endülüs'te de İbn-i Zühr bu sahada temayüz etti. Tıp ve cerrahiyi birleştirerek, tıb ilminde hamle yaptı. Fakat cerrahinin başlı başına bir ilim haline gelmesi, Zehravi sayesinde olmuştur. Zira o, sadece nazariyelerle uğraşmadı. Bizzat ameliyatlar yaparak, metodlar ve aletler keşfetmeyi ve bunları maharetle kullanmayı başardı. Avrupa'da İslâm alimleri ve ilimlerinin ışığı sayesinde teşekkül eden rönesans hareketinde Zehravi'nin de büyük tesiri ve rolü oldu. O devirde Avrupa'da Zehravi'nin eserleri ve bunlarda ortaya koyduğu tıbbi ve cerrahi usuller de temel müracaat kaynağı idi. J.AE. Condel, tıpta mahir olan Ebu'l-Kasım'ın, İsa Bin İshak'la birlikte vezirin evinde fizik, matematik ve astronomi sohbetleri yaptıklarını, üçüncü Abdurrahman'ın özel doktoru olduklarını, gece-gündüz demeden hastaların evlerine müracaat ettiklerini, avlularını doldurduklarını, onları tedavi etme faziletini gösterdiklerini anlatır. İbn-i Hazm (994-1064)'in ifadelerinden anlaşıldığına göre, o zamanın en verimli ve en ciddi şekilde tıpla uğraşan doktoruydu. Ebu'l-Kasım'ı daha çok şöhrete kavuşturan "et-Tasrif" adındaki eseridir. O, bu eseriyle Ortaçağ'ın Batı tıp dünyasına hakim oldu. Doğulu ilim adamlarından çok Batılı ilim adamlarından takdir topladı. Meşhur fizyolojist Haler'in ifadesiyle; "onun eserleri 14. asırdan önce yaşamış bütün cerrahlar için yegâne kaynak"tı. Avrupa asırlarca onun eserlerini inceleyip, yazdıklarından faydalandı ve ona dayanarak çeşitli buluşlar yaptı. Ebu'l-Kasım, kendi devrinde yapılması imkânsız sayılan birçok ameliyat yaptı. Ameliyatlarda kullanılmak üzere çeşitli aletler keşfetti ve resirnlerini çizip kitabına koydu. Bunu yapan ilk doktor Ebu'l-Kasım Zeh-ravi'dir. Zehravi, daha o devirlerde birçok günlük acil hallerde cerrahi usullerini başarı ile tatbik etmiş, burun ameliyatları yapmış, gümüş nitratı kullanmıştır. Dağlama yoluyla da önceleri hiç yapılmamış birçok cerrahi tedaviyi başarmıştır. Hayatının büyük bir kısmını doğduğu yer olan Medinet-üz-Zeh-ra'da tıp ve eczacılık araştırmaları ile geçiren Zehravi, ayrıca din ve zamanın diğer fen ilimlerini de tahsil etmiştir. O, cerrahi uygulamalarda çok hassastı. Ameliyatlarda kullandığı aletleri kendisine has bir metodla mikroplardan temizledikten sonra kullanıyordu. Bu işte, bilinen ve madde'üs-safra denilen bir maddeden faydalandı. Günümüzde yapılan araştırmalar, bu maddenin bakterileri imha edici özelliğe sahip olduğunu ispatlamıştır. Cerrahiyi bağımsız bir ihtisas dalı haline getiren Ebu'l-Kasım'dır. O, tıbba emsalsiz bir yükseliş kazandırmış, kendi patentini basmıştır. Batı'da, cerrahi onun sayesinde anatomi ile kader birliği yapmış, daha sonraki büyük keşifler için modern tıpta rehberlik eden nihai yolu hazırlamıştır. Cerrahide kullanılan 200 kadar aletin resmini çizmiştir. Bu, o zaman için oldukça harika bir buluştu. Çünkü Ebu'l-Kasım'ın çizdiği bu aletler, bizzat cerrahide kullandığı aletlerdir. Böbrek taşlarının nasıl çıkarılacağını ilk defa o tesbit etti. Bu ameliyatı ilk defa o gerçekleştirdi. Yaptığı ameliyat, çağımızın en ileri gelen operatörlerinin yaptıkları ameliyatla aynı idi. Ayrıca, Ebul'l-Kasım öyle bir soba gerçekleştirdi ki, damıtmada yakıtını otomatik olarak tamamlıyordu. Yaraların dağlanması, idrar torbası içindeki taşları parçalayarak çıkarmak, canlı hayvanlara tecrübe maksadıyla ameliyatlar yapmak, kadavrayı kesip parçalamak gibi, yeni fikir ve metodlar denedi. O, bir ailede müşahade ettiği birçok vak'alar sonunda hemefoliye dair izahlarda bulundu. Bu açıklamalar bu mevzuya zenginlik kazandırdı. Ebu'l-Kasım, Percival Pott (1713-1789)'dan 7 asır önce artrit ve fıkra tü-berkülozlanyla meşgul oldu. Yaraların kotarizasyonu ile mesanede taşların giderilmesinden başka, seksiyon ve viviseksiyontodlarla da yetinmedi. Yunanlıların geri bir seviyede bıraktıkları tıbbın kadın hastalıkları dalında yeni usûl ve aletlerle büyük gelişmeler kaydetti. El veya diz vak'alarmda ayak durumu ile çapraşık durum veya ilk defa kendisinin müdahalede bulunduğu çocuğun çeşhe durumunda doğuma yardımcı yeni metod ve müdahaleler buldu. Kadın hastalıkları dalında yeni usul ve aletlerle büyük gelişmeler kaydetti. "Ceninin ters doğumuna müdaheyi" yine ilk defa o tavsiye etti. Bu metod doğumu oldukça yardımcıydı. Halbuki Soranus ve selefleri buna cesaret edememişlerdi. Ancak, asırlar sonra Stuttgartlı jinekolog Walcher (1856-1935) buna teşebbüs etti ve bu usül "Valcher Durumu" adıyla şöhret buldu. Böylece müslüman bir bilginin buluşu yine bir Avrupalı doktora mal ediliyordu. Vaginal taş ameliyatını tıp dünyasına o kazandırdı. Ayrıca Ebu'l-Kasım, özel bir vaginal aynadan başka "Collum"un sûn'i şekilde genişlemesine yarayan, doğumda büyük bir yardımcı olan kolpeurynter aletini de icad etti. Poliplerin çıkarılmasında çengel uyguladı. Hizmetçisine başarılı bir tra-keotomi ameliyatı yaptı. Büyük Fransız cerahı Pare, 1552 yılında yaptığı bir ameliyatla şöhrete kavuştu. Bu ameliyatta Pare, büyük damarları bağlamıştı. Herkes bunun, dünya tıp tarihinde bu konuda yapılmış ilk ameliyat olduğunu sanıyordu. Oysa aynı ameliyatı Ebu'l-Kasım, Fransız cerrah Pare'den 550 yıl kadar önce gerçekleştirmişti. Avrupalılar bunu da kendilerine mal ettiler. Pratisyen cerrahlarına sûn'i dikişi, kürk dikişi, karın yaralarında sekiz dikişi, bir ipliğe geçirilen iki iğneli dikişi, bu münasebetle kendi bağırsakları ile yapılan dikişi, bağırsak ameliyatında catcut (katkötü) o öğretti. Bütün ameliyat dikişlerinde, bilhassa karın çukuru altındaki cerrahi müdahalelerde, havsalayı yatakta ilk defa yüksek tutan o oldu. Avrupa bu usulü ondan öğrendi. Trendelenberg durumunu ilk defa tavsiye eden Ebu'l-Kasım'dır. Ancak, 20. yüzyıl başlarında Alman cerrahı Friedrich Trendelenberg (1844-1924), bunu ortaya koyabilmiş, daha doğrusu Ebu'l-Kasım'ın buluşuna sahip çıkıp, kendine mal etmiş, Ebu'l-Kasım'ın ismi unuttu-rulmuştur. Zehravi'nin en çok meşgul olduğu ve çağdaşlarını da en fazla yoran hastalıklardan biri kanserdi. Onun, bu hastalık için ortaya koyduğu tedavi usulleri günümüze kadar uygulana gelmiştir. O, akciğer iltihaplanmaları üzerinde çalışmış ve ameliyatla göğsü yarıp dağlama yoluyla bunu tedavi etmeyi başarmıştır. Ameliyatla böbrek taşlarını düşürmeyi ilk defa gerçekleştiren yine odur. Yaptığı ameliyat günümüz operatörlerininkiyle aynı idi. Göz, kulak, burun, boğaz ve diş cerrahisine önderlik etti ve ilk defa fıtık ameliyatını gerçekleştirdi. Ebu'l-Kasım Zehravi, ameliyatlarda kendine has anestezi metodlarını tatbik etti ve bunun için banc otundan faydalandı. Mafsal iltihaplarını tetkik ederek, tedavisi üzerinde durdu, varis, yani damar genişlemesi hastalığı üzerine çalışmalarda bulundu. Ameliyat sırasında mum ve alkol kullanarak kanamayı durdurmayı başardı. Açık kırıklarda, yaranın bakımı için alçı sargısından bir pencere kesip açma metodu da ona dayanır. Alçı sargısını yumuşak şeylerle doldurma da Ebu'l-Kasım'ın keşfidir. Ebu'l-Kasım Zehravi, cerrahlar için anatomi bilgisinin son derece gerekli olduğunu savunmuş, ameliyat yapılacak kısım iyi bilinmedikçe ameliyata girişilmemesini tavsiye etmiş, anatomi bilmeden yapılan ameliyatların çok vahim neticeler doğuracağını anlatmıştır. Ayrıca onun, ok yaraları ve diğer bir kısım yaraların tedavisinde oldukça orijinal buluşları bulunmaktadır. Zehravi, ayrıca birçok diş operasyonlarını tarif etmiştir. Bunlar arasında diş çekme, tesbit etme, kökünü besleme ve takma dişle ilgili bilgiler vermiştir. Zehravi, çürük dişlerin kırılmadan çekilebilmesi için kurşunla doldurulup çekilmesi fikrini ortaya atan ilk doktordur. Diğer metallerin ağız içinde kimyasal reaksiyona gireceğini düşünerek altın tel kullandı. Demir, bakır ve altından yapılmış cerrahi aletlerini esaslı bir şekilde geliştirdi. Cerrahi ameliyatlarda dikişler için kullanılacak ipek ipliği imal etti. Burun içindeki fazlalık et parçalarını temizleyip almak için ilk defa senanın denilen orijinal bir alet yaptı. Yine ilaçları mesaneye vermek için madeni şırıngayı ilk defa o yapıp kullandı. Dişler, kırık çıkıklar, bağırsak dikişleri, diz masfallarındaki kangrenler, damarların anevrismanlarının tedavisi gibi daha birçok konuda Ortaçağ'ın en büyük cerrahlarından biri sayılan Fransız cerrah guy de Chauliac, onun fikirlerinden faydalanmıştır. "Magna Chirurgua" adını verdiği eserinde en az iki yüz defa Ebu'l-Kasım'dan söz eder. Ebu'l-Kasım ez-Zehravi'nin Lâtince'deki ismi Albucasis idi. Bu, Arapça Şekli kadar, Batı'da ünlüydü. Zehravi, Müslüman cerrahların en büyüklerindendi. Nitekim Kitab et-Tasrif veya Concessio adlı bir tıp ansiklopedisi olan kitabının otuzuncu bölümü yüzyıllar boyu cerrahlar için kılavuz kitap olmuştur. Cerrahinin İslâm tıbbında o döneme kadar verilmiş en sistematik bir değerlendirmesi bu bölümde yer almaktadır; metne ayrıca Zehravi tarafından kullanılan aletlerin tasvirleri eşlik etmektedir. Ebu'l-Kasım Zehravi'yi meşhur eden, Avrupa'da cerrahinin temili olan Tasrif adlı eseridir. İlk ciltten meydana gelen eser, dokuz yüz sayfadır. Eserin asıl adı Et-Tasrif Limen Acize an'it Te'lif tir. Otuz bölümden meydana gelen eserin birinci ve ikinci bölümlerinde hastalıkların genel değerlendirmesi yapılarak tedavileriyle ilgili bilgiler verilmektedir. Üçüncü bölümden yirmi beşinci bölüme kadar olan kısımda, ilaçların terkibi anlatılmaktadır. Yirmi altıncı bölümde hastalık, sağlık ve yiyecek rejiminden bahsedilmektedir. Yirmi sekizinci bölümde ise basit ilaçlarla yiyeceklere ayrılmıştır. Kitabın en önemli kısmını otuzuncu bölüm meydana getirmektedir. Burada, cerrahlıkla ilgili bilgiler anlatılmaktan. Te'lif in seksenden fazla yazma ve basılı kopyası vardır. Birçok defa Lâtince'ye ve İbranice'ye tercüme edildi. Eserin birinci ve ikinci kısımları 1519 senesinde Ausburg'da Lâtince olarak basıldı. Cerrahi ile ilgili cüz'ü meşhur Gerard de Cremona tarafından Lâtince'ye tercüme edilmiştir. Bu bölümü Fatih Sultan Mehmed Han zamanında, Amasya Hastanesi Başhekimi Sabuncuzade Şerefeddin tarafından bazı ufak tefek ilavelerle Cerrahiye-i İlhaniye adıyla Türkçe'ye tercüme edilmiştir. Avrupa'da cerrahinin temelinin atılmasına sebep olan bu eser, Salerno, montrepelleier ve diğer Avrupa tıp fakültelerinde asırlarca ders kitabı olarak okutulmuştur. Ebu'l-Kasım Zehravi'yi, Müslümanlardan çok, asırlarca eserlerinden istifade eden Avrupalılar tanımışlar, buluşlarını ve tedavi şekillerini kendilerine mal etmişlerdir. Zehravi'nin eseri, Cremona'lı Gerard'ın Lâtince tercümesi sayesinde Ba-tı'da geniş ölçüde tanında ve İtalyan ve Fransız cerrahları üzerinde hayli etkili oldu; kendisine gösterilen ilgi, eserin modern döneme kadar yaşamasını sağladı. Tasrif'te sünnet bahsi: "Sünnet, diğer yaralarda olduğu gibi dokunun devamlılığını sağlamadan ibarettir. Fakat özellikle erkek çocuklara belirli bir amaçla yapıldığı için, en emin ve kolay yolu düşünmeliyiz. Eskiler, dinlerinde uygulanmaması sebe-biyle sünnetten bahsetmemişlerdir. Bizim tecrübe ile elde ettiğimiz bazı bilgilerimiz vardır. Ben, hekim ve berberlerin yaygın olarak sünneti ustura ve makasla yaptıklarını, halka, iplikle bağlayarak tırnakla inzisyon yaptıklarını gördüm. Bütün bu metodları denedim ve iplik bağlanarak makasla yapılan sünnetten daha iyi metod bulamadım. Sünnet ustura ile yapıldığında, prepusyumun iki katlı olması sebebiyle deri kaydığından üstteki deri kesilir, alta kesilemez. Bu da yeniden, ağrılı ikinci bir insizyonu gerektirir. Sünnet bir halka (faika) ile yapıldığında, genellikle ucunun halkanın deliğine girmesi sebebiyle glans penisin kesilme tehlikesi vardır. Tırnakla yapılan sünnette, tırnak çoğu zaman deriyi sıyırır ve ameliyat boşa gider. Çocuğun derisi doğuştan sünnetli olabilir. Böyle bir vak'ayı ben gördüm. Tecrübelerim, iplik ligatürü ve makas kullanılarak yapılan sünnetin üstünlüğünü göstermiştir. Makasın deriyi tam olarak kesmesi için alt ve üst ağızlarının aynı olması gerekir. Makası elinizle sıktığınızda, iki kesici kenarın birbirine uygunluğu sayesinde, aynı anda aynı miktar kesilir. Penisin ucuna da iplikle bir ligatür yapılırsa, muhtemel hatalar önlenmiş olur. Ameliyatta takip edilecek yol, önce, özellikle her şeyi anlayabilecek yaştaki çocuklara, bütün yapacağımız işin, penisin ucuna iplikle bir düğüm atıp ertesi günü çözüp çıkarmak olduğuna inandırmaktadır. Sonra çocuğu anla-göre mümkün olduğu kadar eğlendirip cesaretlendirin. Ameliyat sırasında, ayakta dik olarak durmasını temin edin. Ameliyatta kullanılacak aletleri çocuğun görmemesi için saklayın. Bilâhare glans görününce-ye kadar prepusyumu geriye itin. Ortaya çıkan kirli maddeleri temizleyin. Daha sonra (glansı arkada hapsetmek amacıyla) prepusyum ilgili yerden bağlanır. İkinci bir iple de ilk ligatüre yakın bir yerden bağlanır. Baş ve işaret parmağınızla ikinci ligatürü çekin ve iki ligatur arasını kesin. Bu işlemden sonra hemen deriyi geriye itin, glans ortaya çıkarılır. Glansın şişmesini önlemek amacıyla biraz kanın akmasına müsaade edin. Kesilen sahayı yumuşak bir bez parçasıyla silin ve üzerine su kabağı tozu (bu denediklerimin en iyisidir) veya un serpin. Tozun üzerine iyi kalitede taze gül yağından imal edilmiş gül suyunda pişirilmiş yumurta sarısına batırılmış keten sarılır. Bir gün sonra çıkarılır ve yara iyi oluncaya kadar aynı uygulamaya devam edilir. Sünnet için uygun makas tipi: Makas düz ve keskin burunlu, kıvrımsız ve ekseni düz olmalıdır. Sap uzunluğu bıçak ağzı uzunluğuna eşit olmalıdır. Sünnette sık meydana gelen bir komplikasyon, prepusyum derisinin alt tabakasının kesim sırasında, kısmen veya tamamen içe dönmesidir. Bu durumda hemen, sünnetli bölge şişmeden tırnakla dönen deri çekilir ve bir in-zisyon yapılır. Eğer, deri kıvrımını tırnakla tutamıyorsanız, bir kanca ile tutup inzisyon yapılır. Eğer üç gün sonra hâlâ glansta şişlik ve ödem varsa, effüzyon gerçekleşinceye kadar bekleyin. Sonra ihtimamla deri kıvrımını kesin. Glansa dikkat edin. Ucundan dikkat edin. Ucundan biraz kesilmesi ona zarar vermez. Bu durumda yaraya pudralarla ilgili çalışmada tarif ettiklerimiz içinden birini tatbik edin. Gereğinden fazla derinin kesilmesi veya derinin büzüşmesi de zararlı olamaz. İyileşinceye kadar bahsettiğimiz tedaviler uygulanır." Tamamını vermediğimiz metinden de anlaşılacağı gibi, Zahravi kendi devrinde yapılagelen sünnet çeşitlerini incelemiş ve kendi deneyleri sonucu en ideal ameliyat şeklini ortaya koymuştur. Bunun yanında çocuğu ürkütmemenin yollarını, sünnet pozisyonunu, kullanılan makasın şeklini bize detaylarıyla...
__________________ De ki: «Ey ehl-i kitap! Tevrat'ı ve İncil'i ve size Rabbiniz tarafından indirilmiş olanı ikame edinceye kadar hiçbir şey üzerinde değilsinizdir.» ALLAH HERŞEYİN EN DOĞRUSUNU BİLİR.
|
Yukarı dön |
|
|
el_turki Uzman Uye
Katılma Tarihi: 15 mayis 2008 Gönderilenler: 425
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İsmi, İbrahim bin Yahya el-Tecibi en-Nekkaş olup, künyesi Ebu İs-hak'tır. Zerkali diye meşhur oldu. 1029 senesinde Tuleytula şehrinde doğdu. Küçük yaşta ilim öğrenmeye başladı.
Kısa zamanda din ve fen ilimlerini öğrenen Zerkali, astronomi ilminde söz sahibi oldu. Astronomi çalışmalarını ve rasatlarının çoğunu Tuleytula'da yaptı. Ömrünün sonuna doğru Kurtuba'ya yerleşti ve 1087 senesinde burada vefat etti. Astronomi aletlerini ıslah etmekle, devrinde büyük isim yaptı. Copernicu onun usturlap hakkındaki ilmi eserini iktibas etti.
Astronomi, Zerkali zamanında çağının en parlak devrini yaşadı. Çalışmaları ve eserleri Ortaçağ Avrupa ilim adamlarının dikkatini çekti. Alet icat etmekle meşhur oldu. Usturlabın yanında bir de "Safiha" (Gökyüzünü inceleyen) denen bir alet icat etti. Bu konuda da bir eser yazdı. Eserini Montpeiller'li bir Yahudi, Lâtince'ye tercüme etti.
Kastilya Kralı Alfonso da iki tercümesini İspanyolca'ya çevirdi.
Batı'da "Azrachel" adıyla şöhret bulan Zerkali'nin "Safiha"sı Regi-omontanus'un kıymetli keşfine kaynak oldu. Balet, "Zerkali Usturlabı" adıyla tanındı ve uzay araştırmalarına kaynak oldu.
15. asırda Regiomontanus, Safiha için hususi bir ders külliyatı yayınladı. 1504'te Bavyeralı Jacop Ziegler, bu kitapçığa bir şerh yazdı. 1534 yılında da yeni bir Lâtince tercümesi Nürnberg'de Johann Schoner tarafından "Safihanın Babası Yüce Astronom Alrysakh Arzachel"in Kısaca Yayınlanan Nazariyesine Dair başlığıyla basıldı.
Daha sonra Regiomontanus 15. asırda mükemmel bir alet Safihaya dair bir problemler koleksiyonu neşretti.
Copermicus (Kopernik) De Revolitionibus Orbium Coelestium adlı kitabında, El Bitruci'nin yanında Zerkali'nin sözlerini de tekrarladı.
Zerkali, Toledo adıyla meşhur olan ilk astronomi cetvellerini yaptı. Güneş, gezegenler ve diğer yıldızların harektlerine dair olan bu cetveller kısa zamanda Avrupa'nın her tarafında kullanılmaya başladı. Hatta Avrupa, Kopernik devrine kadar diğer bir kısım Müslüman alimlerin cetvelleri gibi Toledo cetvellerini de kullandı.
Çünkü o zamanlarda Avrupa, astronomi cetvelerini hesaplamak şöyle dursun, Müslümanların yaptığı rasatlara eş rasatlar yapmaktan daha acizdi. Bu bakımdan Müslümanların hazırladığı cetvellerden faydalanıyordu. Sonra bazı Avrupalı bilginler bunları kendilerine mal ettiler. Her yeni buluşun Avrupa'da yapıldığına bizi inandırdılar.
Aslında Alfons cetvelleri diye anılan cetveller de Müslümanların eseridir. Alfons'tan tam 200 yıl önce, Toledo'da ün yapan Zerkali'nin eseri Alfons'un doktoru Abraham tarafından Kastilya diline çevrilmiş ve Alfons Cetvelleri ismiyle daha iyi bir şekilde yayınlanmıştı. Bundan sonra bütün Avrupa astronomları bu cetvelleri kullandılar.
Zerkali'nin astronomiye kazandırdığı önemli gelişmeye gelince: O ilk defa Batlamyus'un aksine medar-şemsin evc noktasının (dünyanın gerçek yörünge noktası) hareketini ve Güneş'in adil merkezinin (değişim merkezinin) asırlık değişikliğe bağlı olduğunu keşfetti ve bunu bir kanuna bağladı. Halbuki Batlamyus, Güneş sisteminin evc noktasını sabit ve tadil merkezini de değişmez kabul ediyordu. Sabit ve tadil merkezindeki intizamsızlığı rasatlardaki noksanlığa verdiler.
Yalnız Sabit bin Kurra bu intizamsızlığı sezdi. Bunun rasatların kabalığından değil, kanuni bir değişikliğe bağlı olduğunu anladı, fakat buna bir şekil veremedi.
İşte Zerkali, Güneş'in evc noktasına 12" kadar (bugünkü kabul edilen miktar 11" 8"dir) doğru bir yön, yani doğudan batıya doğru bir değişiklik vererek Güneş için yeni bir teori ortaya attı ve tadil merkezindeki intizamsızlığı da bertaraf etti.
Bu teorisini medar-ı şems merkezini küçük bir daire üzerinde hareket ettirmek suretiyle açıkladı. Fakat bu izah Batlamyus heyetinin mihanikiyeti ile birleşiyordu. Yırtılma ve bitişme kabul etmeyen billur felekler dahilinde yırtılmayı kabul etmek gerekiyordu. İşte Zerkali, bu eski heyete bir darbe indirmiş oluyordu.
Daha bir asır bile geçmeden Batlamyus heyetinin aleyhinde bir mektep kurulmuştu. İbn Bace, İbn Tufeyl, Kurtubalı Ebu Ca'fer el-Bitruci ve meşhur İbn Rüşd, bu mektebin ilk kurucuları idiler. İbn Rüşd'ün ders arkadaşı Bitruci yeni bir heyet esası kurdu. Bu heyetin görüşünü benimseyenler ile Batlamyus'un heyeti taraftarları arasında münakaşalar ta Kopernik'e, hatta Thycho'ya kadar devam etti.
Bu keşfin astronomi kıymeti üzerinde daha fazla izaha lüzum yok. Yalnız iki asır önce Paris Rasathanesi Müdürü ve zamanının en tarafsız astronomi üstadlarından birisi olan Laland'ın l'Astronime adındaki büyük eserinin birinci cildindeki tarih kısmında şu parçayı nakletmekle yetinelim:
"Zerkali'nin astronomide çok önemli bir gelişme temin etmiş olan bu teorisi, Copernicus tarafından alınmış ve Horacius tarafından Ay'a uygulanmış ve daha sonra bu nazariyeye Newton ve Haley tarafından astronominin yeni esaslarına göre şekil verilmiştir. İşte bu nazariye Zerkali'yi asrın en yüksek astronomi kürsüsüne çıkarmıştır."
Son asrın astronomi tarihçileri de Laland'ın bu kanaatine iştirak etmişlerdir. Zerkali'nin astronomide mektep (doktrin) açan bir alim ve yalnız zamanının astronomi kürsüsünün değil, Sabit'ten Copernicus'a kadar geçen 6-7 asır zarfında bu kürsünün sahibi olduğunda şüphe yoktur.
Zerkali, sabır ve dikkatle incelemeler yaptı. Dünyanın Güneş'e olan uzaklığını hesapladı. Bununla da kalmadı, bu mesafeyi Güneş yörüngesine dayanan gün dönümleri ile gece ve gündüz eşitliğinin presesyonuna intibak ettirebilmek için Toledo'da 402'den fazla rasat yaptı ve sonunda presesyonun vüs'atini de aynı tarzda doğru olarak hesapladı.
Zerkali, rasathanesini kurdu ve astronomik cetvelini Toledo meridyenine göre düzenledi. Eldeki rasat tarihlerinden ve o zamanlardan kalma hey'et (astronomi) eserlerinden anlaşıldığına göre, Toledo'daki rasatlarına 1061'de başladı ve 1080'e kadar devam ettirdi.
Zerkali, Toledo, Cas-tille Kralo Alphonsa 6 tarafından istilâ edilince, Kurtuba'ya gitti ve rasatlarına orada devam etti. Kurtuba'daki bu rasatları vefatına kadar devam etti. (1087) Zerkali devrinde Endülüs Emevi Devleti, medeniyetin en parlak devirlerini yaşadı. Endülüs'ü istilâ eden Avrupalılar, o zamanlar, cehaletin koyu karanlığına gömülüydü. Bunun için de ilim merkezlerindeki medeniyet eserlerini ve ilmi birikim ve potansiyeli de imha ettiler. Yakıp yıktılar. Geriye kalan bir kısım eserler de oraya buraya dağıtıldı. İşte bu kalıntılar arasında en talihsiz eserlerden birisi de Zerkali'nin "Ziyc"i (astronomik cetveli)dir.
1450'de bir çok eksikliklerle Lâtince'ye tercüme edilen bu eserin bir nüshası Paris Bibl. Nat.'de bulunmaktadır. Tercümenin önsözünde, trigonometri cetvellerinin nasıl çıkarıldığı konusunda bilgi verilmekte ve buna bir de sinüs cetveli ilave edilmektedir. Eserde ayrıca, 35 sabit yıldızın katalogu ile beraber meyil (eğim) cetvelleri bulunmakta ve Safiha Usturlabı hakkında açıklamalara yer verilmektedir. Bu ziyc kendisinden sonra yapılan bütün ziyclere esas olduğu halde, maalesef Doğu İslâm eserlerinde buna pek rastlanmamıştır.
Çünkü astronomi ve matematiğe ait Endülüs eserleri, Doğu'ya az intikal etmiştir. İbn Kıfti, Zerkali'nin rasatlarından bahsederse de ziycinden söz etmez. İbn Hammad Endülüsi'nin bu rasatları alarak üç ziyc meydana getirdiğini anlatır. Kâtip Çelebi de, 1250 yıllarında tertip edilen bu ziyclerden Keşf-üz-Zünun'unda söz eder. Yazdığına bakılırsa eserleri bizzat görmüştür.
Zerkali'yi Batı'da şöhrete kavuşturan Alphone del Sabio X.'un çoğunluğu Müslüman astronomlardan meydana gelen komisyona düzelttirdiği ziyc olmuştur. Çünkü bu ziycde Zerkali'nin usulü esas alınmış ve evc-i şemsin hareketi kabul edilmiştir.
Toledo Cetvelinin tercümesinde usturlabtan da bahsedilir. Bu alet Batı'da "Zerkali Safihası" adıyla meşhur olan bir astronomi aletidir. İbn Kıfti bundan bahsederken, astronomi bilginlerini hayrete düşürdüğünü söyler. Keşf-üz Zunun ise bunu "Zarkala" olarak alır ve hakkında çeşitli risaleler (kitapçıklar) yazıldığını belirtir.
Afaki olan alet her yerin ufkunu temsil edecek surette ufuk dairesi hareketli yapılmış, menazıri usul ile vaziyet-i husufiye (ayın tutuluş durumu) resimlenmiş, udadeli, dairevi ve safihadan ibarettir. Paris, Bibi. Nat.'de bir örneği mevcuttur.
Bu aletin özelliklerinden bahseden Zerkali'nin risalesi (Kitab-ül amal bil-Safiha el-Ziciya) Lâtince, İbranice ve diğer dillere tercüme edilmiştir. Bu alet hakkında Mirim Çalebi de 2. Bayezid'in emriyle Farsça mükemmel bir eser telif etmiştir.
Zerkali, Battani gibi Arz'ın yalnız dörtte birinin değil, diğer bölgelerinin yerleşmeye uygun olduğunu söylemektedir. Zerkali'nin, yıldızların durumları hakkında eserleri vardır.
Bugün Arapça nüshası kaybolan sabit yıldızların hareketleri hakkında olan bir eserinin İbrahi tek tercümesi Paris'te Bibl. Nat. (1036.3)'te bulunmaktadır.
Ayrıca, F.Bouquet, tarihinde yüksek bir fen sanatkârı olan Zerkali'nin "Toleda Acibesi" diye meşhur olan bir saatin yapıcısı olduğundan da söz etmektedir. Fakat eser hakkında günümüze kadar gelen bir izahın bulunmadığını da kaydetmektedir. Zerkali ayrıca:
l- El-Amel-bis-Safihat-iz-Ziciyye, 2- Et-Tedbir, 3- El-Medhal ilâ İlm-in-Nücum, 4- Risaletin fi Tarikati İstikdam-is-Safihat-il-Müştereke li Ce-mi-ul Urud adlı eserleri de yazmıştır.
__________________ De ki: «Ey ehl-i kitap! Tevrat'ı ve İncil'i ve size Rabbiniz tarafından indirilmiş olanı ikame edinceye kadar hiçbir şey üzerinde değilsinizdir.» ALLAH HERŞEYİN EN DOĞRUSUNU BİLİR.
|
Yukarı dön |
|
|
|
|