Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
AKP VE İSLAMCILIK?
ABDULVEHHAB EL EFENDİ (Radikal) 22
Temmuz seçimlerinin sarsıcı sonuçları, Türkiye'nin modernleşmesi ve
Kemalist geçmişinden kopması yönünde bir adım olarak açıklanabilir.
Fakat, seçimlerde ezici bir başarı elde eden AKP birçok önemli değişime
önderlik etmek istese bile, parti Türkiye'nin geçmişinden kopmak
niyetinde olduğunu açıklamadı...
Laik akımların başarısız olduğu bir zamanda Türk deneyiminden,
ılımlı İslam'ın İslam toplumlarında demokrasiyi geliştirme ve destekleme konusundaki rolüne dair önemli dersler alınabilir.
İslam toplumlarında istikrarın, laik-İslamcı çatışmasının bitirilmesine
ve halk ittifakının sağlam temellere dayanmasına bağlı olduğu şüphesiz.
Fakat 22 Temmuz, bölgenin önde gelen ulus-devletlerinden birindeki
önemli etnik çatlağı da ortaya çıkardı. Türk siyasi çevrelerinin
arasındaki en büyük çekişme, Kemalist rejimin siyasi ve kültürel olarak
anayasa, kanunlar ve siyasi uygulamalarıyla bastırdığı Kürt azınlıkla
yaşanıyor.
Baskı karşı milliyetçilik yaratıyor
Kürtlere yönelik baskı, siyasi temsili de kapsıyor. Bu durum
Kürtleri mecliste temsil etmeye çalışanları, tıpkı Mısır'daki Müslüman
Kardeşler hareketi gibi bağımsız aday olmaya zorladı. Öte yandan,
bağımsız Kürt adayların meclise girmesi ve çok sayıda Kürt'ün de AKP
listesinden seçilmesi olumlu karşılanabilir. Fakat Kürtlerin başarısı,
meclise giren üçüncü partinin temsil ettiği aşırı Türk
milliyetçilerinin büyük başarısıyla önemli oranda sınırlandı. Bu
milliyetçiler, başka ülkelerdeki aşırı sağcı gruplara -örneğin eski
Yugoslavya'daki Sırp aşırılık yanlılarına- benziyor; Ermeni, Kürt ve
diğer azınlıklara karşı köktenci bir yöntem izliyorlar. Bu akımdan bazı
kişiler, Türk değerlerini ve kimliğini tehdit etmekle suçlanan
siyasilere düzenlenen suikastlara karışmakla suçlandı.
Bu kamplaşma, bölge ülkelerinin yaşadığı benzer çekişmelerin
gölgesinde daha da önem kazanıyor. Irak mezhepsel ve etnik kavgalar
açısından sıkıntı yaşarken, İran, Filistin, Suriye, Mısır ve Mağrip
ülkeleri de artan çekişmelere sahne oluyor.
Ulus-devlet modelini bölgeye Türkiye getirdi; İttihatçıların
ulus-devlet anlayışı, tek dil ve tek kimliğe dayanıyordu. Bu anlayışı
Türkleştirme dayatmasıyla hayata geçirmeye çalışmaları, Osmanlı
Devleti'nin sonunu getiren isyanlara yol açtı. O sıralarda, Batılı
modernleşme modelini ithal etme düşüncesini savunan Atatürk ortaya
çıktı. Mustafa Kemal ve müttefikleri azınlıklara karşı zorla
Türkleştirme politikası izledi; Ermeni tehcirinde -soykırım demiyoruz-,
Ermeni, Rum ve Kürt azınlıklara baskı yapmakta tereddüt etmedi.
Türk milliyetçileri, dini temellere dayanan ancak Müslüman olmayan
azınlıkların da yaşadığı birçok Avrupa bölgesini de içine alan Osmanlı
Devleti'ni kurtarmaya çalışırken, İslamcılığı milliyetçilikle
değiştirmenin devleti çökmekten kurtaracağını tahayyül etti. Halkların
bilincini oluşturan kültürel ve tarihi etkenler göz ardı edilerek
'belirlenen' yapay Türk oluşumu, Balkan halklarının da milliyetçi
bilincinin derinleştiğini dikkate almadı. Bu gaflete Araplara ve diğer
gruplara Türkleştirmeyi dayatma hatası eklenince, Osmanlı Devleti'nden
artakalan toprakların kaybedilmesine yol açan karşıt bir milliyetçi
bilinç yaratıldı.
Türk siyasiler bu hatadan ders almak yerine, yeni devletin
sınırları içinde kalan azınlıklara da tek bir bakış açısı dayatmayı
sürdürdü. Araplar da benzer sorunlarla karşılaştı. Devletin dini değil
de milliyetçi temele dayandırılması, görülmemiş çatlaklar yarattı.
Örneğin, modern devletin Arap milliyetçiliğiyle 'boyanması', diğer
grupları da milliyetçiliğe sürükledi. Türk, İran ve Arap devletleri
dil, kültür ve siyaset çeşitliliğini güvence altına alan demokratik bir
iklim içinde gelişseydi, bu sorun ortadan kalkabilirdi. Fakat
siyasilerin kapalı ve tek bir görüş dayatmakta ısrar etmesi, farklı
kimlikleri birlikte yaşama ortamından uzak tuttu. Etnisite ve mezhep
temelli yeni kimlikler resmi baskıya doğrudan tepki olarak gelişmeye
başladı. Bu şartların ulus-devlet yapısında yol açtığı tehlikeli
gerginlikler, birçok Arap ülkesinde gördüğümüz gibi iç savaşların
çıkmasına ve devlet oluşumlarının tehdit edilmesine kadar vardı.
Dolayısıyla, bu duruma yol açan dar görüşlü ulus-devlet formülünün
gözden geçirilme vaktinin geldiği kuşkusuz. Daha da önemlisi diyalog,
kültürel ve sosyal gelişme kanallarının kapatılması yönünde despot
eğilimlere sahip siyasilerin rolü, ümmeti birleştiren bir üstkimliğin
ortaya çıkmasını engelledi.
'Türkiye'deki seçim depremi' bu soruna son verecek bir yöntemi
ortaya çıkarıyor. Zira bu deprem, Türkiye devletinin geleceğine yarım
asırdan uzun süredir hükmeden siyasileri siyasi haritadan bir kalemde
silerek haritayı yeniden çizdi. İşlerin idaresini eline alan yeni
siyasilerse, Türkiye'nin dini, kültürel ve siyasi kültürüne açılımcı
bir anlayışla yaklaşıyor. Onlar, ülkenin gerçek kimliğinden ödün
vermeden İslam, Avrupa ve uluslararası coğrafyayla uzlaşma gücüne sahip
olmanın yanı sıra, devleti idare edebileceklerini de kanıtladı.
Fakat bu siyasiler de yapıcı rollerini engelleyecek türden
'kalıtsal' sorunlarla iç içe. Türk İslamcılar da, aşırılı milliyetçi
eğilimi İslamcı düşünceye karıştıran İslamcı hareketlere çok benziyor.
Örneğin İslamcılar, Türk milletinin asker kültürüne büyük ölçüde
sevgi duyuyor ve Türk kimliğiyle Kemalist tanımlamaları baz alarak
övünüyor.
İslamcılar daha açılımcı olmalı
Ordunun siyasetteki yerini derinlemesine sorgulayamıyorlar. Ayrıca
aşırı Türk milliyetçiliğine karşı koymak ve birleştirici İslam kimliği
çerçevesinde Kürtlerle yakınlaşmak istemiyorlar. Bazı Türk İslamcı
liderlerle, ordunun hegemonyasına ve İsrail ordusuyla yapılan
anlaşmalara harcanan milyarlarca dolara karşı çıkan halkçı bir akımın
ortaya konulması gereği hakkında konuşmuştum. Biri, orduyu takdir eden
Türk halkının askerin eleştirilmesini kabullenmeyeceğini söyledi. İslamcı yetkili aslında, İslamcı akımın Türk milliyetçilinin askeri eğilimine sevgi beslediğini ifade ediyordu.
İslamcılar, Kürtler ve orduya dair konularda milliyetçilerle yeni
bir çekişme cephesi açmak istemiyor. Fakat bu tür tutumlar, ılımlı
İslamcıların ulus-devlet krizinin çözümüne etkin katkı yapmasını
engeller. Örneğin Sudan, Mısır ve Irak'ta İslamcılar, azınlıklara
laiklerden daha sert yaklaşıyor. İslamcıların eğilimlerini gözden
geçirmesi, milliyetçi yöntemden uzaklaşması ve çeşitliliğe karşı daha
açılımcı yöntemler üretmesi gerek.
İslamcıların ümmetin içinde bulunduğu felaketlere yol açan
uygulamaları ve zihniyeti sürdürerek çağdaş ulus-devletin İslam
dünyasındaki başarısızlığını tekrarlaması büyük bir trajedi olur.
(Londra'da Arapça yayımlanan Kuds ül Arabi gazetesi, 24 Temmuz 2007)
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
|