Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Peygamberimiz bir Müslüman için “anı” olabilir mi?
Anılar “geçmişte kalanı”, “geçip gitmiş olanı” temsil ederler.
Peygamberimiz bir Müslüman için “anılarda kalan”, “geçip gitmiş olan”,
dolayısıyla “anılan” mıdır?
Hemen belirtelim ki, tüm “anmalar”, unutmanın zımni bir itirafıdır.
Unutulmayanın, hele hayatın ta merkezinde olanın, “anılmasından” söz
edilemez. Birini anmak, hatırlamaktır. Hatırlamak, iyidir. Ama bu
Peygamberimiz ise, onu hatırlamakla teselli olmak, bir o kadar
düşündürücüdür.
Allah onu “izlememizi” emretti. Çünkü o yeryüzünde iz bırakan, yerde
yürüyen bir “insan” idi. Allah zatnı izlememizi bunun için emretmedi.
Zatına olan sevgimizi, Elçi’sini izleyerek isbat etmemizi emretti: “De ki,
eğer Allah’ı seviyorsanız, beni izleyin ki Allah da sizi sevsin; günahlarınızı
mağfiret etsin.”
Kur’an’ın helak kıssasını anlattığı tüm inkarcı kavimler, kendilerine
gönderilen “insan peygamberi” inkar hususunda ortak tavır gösterirler.
Kur’an hepsinin de gönderilen elçiyi reddederken “Bize bir melek
gönderilmeli değil miydi?” dediğini nakleder.
Bu iki şeyin göstergesidir:
1) İnkarcı kavimlerin iman etmeye gönüllü olmadıklarının. Zira bu bir
sahte mazerettir. Bununla, “Biz hayat tarzımıza müdahale ettirmeyiz”
demeye getirirler. Zira bir meleğin davranışları bir insan tarafından
“örnek” alınıp üretilemez. Mahiyetleri farklıdır. Eğer elçi gönderilen bir
melek olsaydı, bu kez de “O melek, biz insanız; biz nasıl onu örnek
alalım?” diyeceklerdi.
2) İnkarcı kavimlerin insan soyuna olan güvenlerini tamamen
yitirdiklerinin. Baksanıza “Bize bir melek gönderilmeli değil miydi?”
diyorlar. Bu “herkesi kendi gibi görmek” deyiminde ifadesini bulan ruh
halidir. Kendileri o kadar sapmışlardır ki, bu sapma onların insan türüne
olan güvenlerini kökten yok etmiştir.
Peygamberimiz bir Müslüman için sadece bir “anı” değilse, Kutlu Doğum
münasebetiyle içinden geçilen şu günlerdeki etkinlikler de, “Dostlar beni
hatırlasın” türünden bir “anı”ya dönüştürülmemelidir.
Diyanet’in yuvarladığı küçük kar topu, büyüdü büyüdü kocaman bir dağ
oldu. Günlere, haftalara sığmadı. Kutlu Doğum Haftası olarak başlatılan
merasimler, Nisan’ın tamamına yayıldı, Nisan neredeyse kutlu doğum ayı
haline geldi. Camilere sığmadı. Salonlara, hatta statlara taştı.
Bu yıl kutlamalar isim değiştirdi. Anlamlı bir jestle “Kutlu Doğum Haftası”
artık “Peygamberler Haftası” olarak kutlanacak. Geçen yıl Danimarka’da
ortaya çıkıp bir çok Batı başkentinde yayımlanan çirkin karikatürler,
insanlığın son adası olan Hz. Peygamber’i dünyanın gündemine oturttu.
Bu iş âdetâ, cüzi şerle murad olunan külli hayra dönüştü. Müslümanların
alemlere rahmet Hz. Muhammed’le olan irtibatları tazelendi.
Batı, Müslümanların verdiği tepkiyi anlamadı. Biz de Batı’nın anlamayışını
anlamadık. Bunun temelinde, Hıristiyan Batı’yı peygamberli saymamız
yatar. Oysa, Hıristiyan Batı (ateist Batı’dan söz etmiyorum) bizim
inandığımız anlamda bir “peygamber tasavvurundan” yoksundu. Yani
peygambersizdi. Onlar Hz. İsa’yı tanrılaştırdıkları günden beri
peygambersizler. Teslise inanan birinin inancında peygambere yer
kalmamıştır. Onun için de, peygamberli bir dini, toplumu ve ferdi
anlayamıyorlar.
Biz Müslümanların peygamber sevgisini de anlayamadılar. Hatta geçmişte
Hz. Meryem’e yönelik Batı’da ortaya çıkan çirkin davranışlara
Müslümanların tepki göstermesini de anlayamadılar. Zaten bu, karikatür
terbiyesizliği münasebetiyle girdikleri “Siz de İsa için aynısını yapın,
ödeşelim” tavrından anlaşılıyordu.
Bu arada, her zaman olduğu gibi bizde de işin istismarını yapanlar
çıkmıyor değil. Peygamberimizle ilgili yayıncılık alanında yaşanan şu
enflasyona bir bakın. Nasreddin Hoca’nın kazanı gibi, eski kitaplar yeni
yavrular doğuruyor. Ciddi bir siyer okuru bile olmadan siyer yazmaya
kalkanların haddi hesabı yok. Kaş yapayım derken göz çıkarılıyor. Vahyin
inşa ettiği bir peygamber tasavvurundan mahrum olarak yazılmış,
hakikate ve kaynağa sadakat kaygısı taşımayan harcıalem ve çala kalem
eserler.
En tehlikelisi de, bu işin Cahiliyye şirininin ana damarlarından biri olan
“medhiye” yarışına dönmüş olması. “Kim daha çok övecek?” yarışı
çığırından çıkınca, iş Hz. Peygamber’i “tanıtma” değil, “tezgahlama”
yarışına dönüşüyor. Olan, vahyin inşa etmeye çalıştığı sahih “peygamber
tasavvuruna” oluyor. Efendimizi tanıtma iddiasıyla çıkılan yolda, efendimiz
tanınmaz hale getiriliyor. Allah’ın “örnek” göstererek hayatımızda
üretmemizi istediği bir değeri, bizler acımasızca ve arsızca “tüketmeye”
koyuluyoruz.
Şimdi cevaplanması gereken sualler şunlar: Peygamberimizin bizim
methiyemize mi ihtiyacı var, yoksa bizim onu örnek alıp hayata
taşımamıza mı ihtiyacımız var? Bu ikincisi gerçekleşmiyorsa, birincisi ona
ödenmiş bir “manevi rüşvet” olmaz mı? Dahası, o adıyla sanıyla zaten
“övülmüş”tür. Onu Allah övmüştür. Onun bizim övgümüze ihtiyacı yok,
ama bizim onun modelliğine ihtiyacımız hadsiz. Hal bu iken, neden böyle
yaparız?
“Güzel örnek”i kendi hayatlarımıza taşımanın nasılını konuşmaya devam.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma