savasen Uzman Uye
Katılma Tarihi: 24 eylul 2005 Yer: Turkiye Gönderilenler: 331
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Sahte Tarihselcilik Yani Kabus
İndiği zaman ve şartları ihmal ederek, sadece evrensel (tümel) ilkeler yığını halinde gelseydi; “Bir defada indirilmeli değil miydi” diyen müptezellerin inkârcı kurnazlığıyla, bir süre sonra hayattan kopuk, anlaşılmaz ve kompradorları elinde her türden sübjektif yorumlara gebe bir seranomi metni olurdu Kur’an. Oldu da. Aksine evrensel mesajı es geçerek, yalnız tarihsel (tikel) esasları gözetseydi; ya, asla ulaşılamayan bir asr-ı saadet hayaline, ya da bu hayale benzer şartların oluşması için bitip tükenmez bir bekleyişin kâbusuna dönüşürdü. Dönüştü de. Dahası, böylesi hülyalarla geçen bunca yılın başarısızlığı, mensuplarının yetersizliğinde değil de, belki ideolojiyle dayatılan resmi din anlayışlarının geleneksel yapısında aranmalıydı. Ama aranmadı, aranamadı.
Siz, ideali kutsamakla, ertelemenin aynı şey olduğunu, yani mükemmelliğin, sahte tarihselcilikle bu kadar yakın durduğunu hiç düşünmüş müydünüz? Veya idealle gerçek arasındaki derin uçurumun umursamazlık yarattığını biliyorsunuzdur da, olması gerekeni olası uygun şartlara ertelemenin şahsiyeti bozduğunu fark etmiş miydiniz? Bir başka açıdan; yapmak zorunda olduğun şeyleri sevmeye mecbur olmanın ya da alın yazısı diyerek kabullenmenin, sanal bir mutluluk oyununa dönüştüğünü görüyor, ayrıca bir toplumun omurgasını kuyumcular ve bankacılar oluşturacaksa, bu kadar ithal psikolojik ve sosyolojik genellemelere neden ihtiyaç duyulduğunu veya üçüncü yüzyıldan buyana geviş getiren tefsir/hadis yorumlarının, bugününüze dair ne türden çözümler önerdiğini merak ediyor olmalısınız!
Daha ilk yıllarında, bunca saygı duruşu ve and içmelerle şartlandırılmış, bizzat ana-babaları eliyle kutsal devlet erkine adanmış ve makineler çağında, az üretip-tüketmenin toplumsal bir suç olduğu, beynine iyice kazınmış “bir tüketici”, “bir ekonomik meta”, “bir ahlaki yobaz” rolüyle kendi evinde bile, hiçbir zaman başrol oynayamamanın ezikliği, şahsiyetinizi tırmalamıyor mu? Nihayet, teknolojinin çocuğunuzu kapması ya da başörtüsüyle kamu alanına giremeyen hanımınızın, kendisiyle ve sizinle dalaşması da cabası. Olur ya, sizin öneminizi keşfetse ve pastadan payınızı arttırıp size sahiplense, sistemin çarpıklığı, sizi ne kadar ilgilendirirdi acaba? Peki, ihtirasları sönüp, hayal gücü ve duyguları köreldiğinden olsa gerek, yirmisinde görmediği Allah’ı ellisinde fark eden aklın; bilgeliğinden mi, acziyetinden mi kaynaklandığı meçhul bir saygıyı hak edip etmediğinden nasıl şüphe etmeyeceksiniz?
Kandildi, türbeydi, mevliddi ama içkiden, kumardan alıkoyuyorsa katlanın gitsin şu kokteyl din anlayışına. Nasıl olsa dilenciye, dilenci kalması için para vermenin nasıl bir ayıbı olur ki sizden sorulacak. Aslında işçi ya da memur kalmaya mahkûm bir vatan evladını, milli piyango, futbol veya pembe dizilerle biraz olsun ümitlendirerek, sanal hayat balosunun maskeli birer kahramanı yapmanın ne zararı olabilir ki? Nitekim tek tip, tek vücut ve paraları tek tek basarak felekten bir gecenin yıldızı olabilmenin veya tek vatan, tek toprak, asgari ücretle teker teker ölmenin onurunu ailesiyle paylaşmak dururken, bölücü, nankör ya da anarşist olarak damgalanıp, boşu boşuna gebermenin şu kısaltılmış dünya hayatına değmeyeceği de malumken.
Bana Mekke’nin müşrikleri lazım, Kabe’yi el şaklatıp, ıslık çalarak tavaf den. O zaman gidip inadına yanlarında namaz kılayım. Bana Ebu Leheb gibi delikanlı kâfir bulun, göstereyim size Ebu Bekir olmayı. Üstüne kaya yüklendiğini göreyim bir Bilal’in, varımı yoğumu harcayıp, onu kurtarmazsam namerdim. Hele bir Mehdi gelsin ya da alnında kâfir yazan tek gözlü deccal, cihat nasıl olurmuş göstereyim en asıllısından.
Bir zaman tüneli olmalıydı, beni o güne götüren. Peygamberi rüyamda görüp, bir emir alacağım diye anam ağlamaz, dahası bütün gücümü hayat standardımı yükseltmekte harcamaz, ‘keler’ yer, savaşırdım durmadan. Benim tilki gibi yürüdüğüme bakmayın, gerçekte aslan kadrosundayım. Sevdim mi tam severim, sildim mi bir kalemde. Neyin put olduğunu bir anlasam, İbrahim olmama ramak kaldı kalmasına da, şu soru aklıma takılıyor: “Bizim kâfirlerimiz, onlarınkinden daha mı hayırlı? Yoksa bizim eleğimiz kevgire dönmüş, duvarda mı asılı?”
O kadar çok kutsal var ki o kadar olur; köyümdü, vatanımdı, tapulu arsamdı derken, hakkını veremediğim. Ve o kadar saygıdeğer insan var ki o kadar olur; patronumdu, hocamdı, babamdı derken, saygı göstereceğim. Ne kadar emeğim var; şeyhimde, ağamda, beyimde ve beynimde onları dokunulmaz, beni uslu ve itaatkâr kılan. Acaba “Halk böcekler gibidir, bin yıl yaşasa da” diyenlere nispet; namustan tutkuya, tutkudan gerginliğe, gerginlikten istikrarsızlığa bir medeniyetin sonunu mu getirsem, yoksa bolca günah işleyip, ihtirasımla arz ve talep dengesini yükseltip, kalıcı bir yozlaşmaya kapı mı aralasam?
Ben duygulansam, toplum yalpalar mı? Üzülsem, acaba kaç kişiyi ilgilendirir? Farklı olsam, yalnız kalırım. Ait olsam yuvarlanıp, gideceğim, taş gibi. Kalabalığa uysam rahat edeceğim, üstelik muhalefet etsem meşhur olabilirim de. Sürekli genç kalabilsem, varsın maskara desinler. Yoksa ölüm korkusundan, kendimi papaz mı edeyim? Velhasıl kimsenin beni görmediği bir yeri terk edeceğim etmesine de, kendimi kovdursam daha mı iyi olacak dersiniz?
Musa ŞİMŞEKÇAKAN
__________________ En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir.
Birbirini anlamayan...
Can Yücel
|