Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Risalet kavramı İslâm'ın en temel esaslarından birini teşkil eder. Risalete iman, dinin özündedir. Bu temel gerçekten hareketle diyoruz ki, Rîsaletin doğru bir şekilde tanımlanması, Rasullerin görev ve yetkilerinin bilinmesi İslâmi inanç ve pratiğimiz için şarttır.
Herşeyden önce şunu ifade etmemiz gerekir ki, Risalet bir gerekliliktir; 'hakikatin bilinmesinde Rîsalet kurumunun 'olmazsa olmaz' bir yeri vardır.
Bilinmelidir ki, akıl, 'gerçeği' tek başına bulamaz; çünkü aklın sınırları vardır. Mutlak doğru akılla bilinemez. Üstelik gaybi konuların aklın terazisini bozacağı, bu gücün böylesi bir ağırlığı kaldıramayacağı açıktır.
Akıl, fizik ötesi alemi, yani 'gaybı' bilemeyeceği için, gaybın bilgisini bilen bir varlığın o alem için bizi bilgilendirmemesi durumunda, sorunu çözmek için elimizden gelecek hiç birşey yoktur. Aklın hakikatin bilgisine tam anlamıyla vakıf olmamasının bir diğer önemli nedeni de heva ve hevesin / nefsin arzularının aklın kabullerini tersyüz etmesidir. Nitekim, Yahudiler 'kendi oğullarını tanır gibi peygamberi tanıdıkları halde' bu gerçeği yok sayarak kimi akılların bu konuda şüpheye düşmelerine neden olmuşlardır, işte bu nedenlerden dolayı akıl Risalete muhtaçtır.
Risalet kurumu incelendiğinde görülür ki, peygamberler dînin pratize edilmesi için elzem olmuşlardır. Peygambersiz dinin yaşanması mümkün olmamıştır. Peygambersiz din anlaşılmaz. Peygambersiz iman da olmaz.
Zira herşeyden önce peygamberin getirdiği dinin şeriatı, takip edilen bir yolu vardır ve Peygamber ilk Müslüman olandır. Yani bu şeriata ilk teslim olan ve insanlara açıklayan O'dur. Onsuz 'emir ve nehiy'lerin somut olarak anlaşılması mümkün olmaz.
Getirdikleri dinin ilk Müslümanları olan Rasüllerin hayatı, Allah'ın denetimi altındadır. Yanlışları düzeltilir ki, ümmetleri yanlış üzerinde olmasınlar, insan olarak bizden farklı değildirler. Bizim gibi yer, içer, uyur, çalışır, sevinir, üzülür, acıkır, unutur, hastalanır...
'De ki: ben de sizin gibi bir insanım; ancak bana ilahınızın tek bîr ilah olduğu vahyediliyor. Kim Rabb'ine kavuşmayı umuyorsa, salih amel işlesin ve kulluğunda Rabb'ine hiç kimseyi ortak koşmasın'(Kehf 110) Ancak en yüksek makam onlarındır. Takvaca herkesten üstündürler, iman edilmesi gereken şeyler ise onlar için de bizim için aynıdır.
Peygamber Allah'ın vahyini kullarına sunmak için kulları içinden seçtiği elçidir.
'Peygambere itaat eden Allah'a itaat etmiş olur'(Nisa 80)
Çünkü peygamber Allah'ın hükmünü tebliğ etmektedir.
Allah'ın hükümlerine hevasından hiçbir şey katmamaktadır
'Kur'an Alemlerin Rabb'inden indirilmedir. Eğer Muhammed, Bize karşı ona bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra şah damarını koparırdık. Hiçbiriniz de onu koruyamazdınız.' (Hakka 43, 44, 45, 46, 47)
Peygamber bir işi 'yapın' dediği zaman, o konuda 'O'na tabi olmak dinin gereğidir. Yani Peygamberin buyruğu vahyin açıklaması anlamına geliyorsa, şahsi kanaat beyan etme anlamını taşımıyorsa O'na itaat edilmelidir.
Peygamber din adına kendiliğinden hüküm koyamaz. O sadece konulmuş olan hükümlerin nasıl uygulanacağını gösterir ve açıklar, insanları kendisine değil Allah'a çağırır. Bu yüzden Peygamberin istediği şekilde 'inanmak', nasıl yaşamamızı istiyorsa öyle 'yaşamak', O'na değil Allah'a tabi olmaktır. 'Hiç şüphesiz, Biz, Kitab'ı Sana insanlar arasında, Allah'ın sana gösterdiği şekilde hükmetmen için HAK ile gönderdik. Hainlerden taraf olma' (Nisa-105) Peygambere tabi olmak demek O'nun din adına yaptıklarına ve dediklerine uymak demektir.
Ayrıca; Peygamber, aynı zamanda İslâm toplumunun da önderidir. Yaşadığı hayata ve topluma sunduğu öneriler O'nun İslâmi anlayışının bir yansımasıdır. Ve bu anlamda dînin kaynağı olan vahy ile ayrılmaz bir bağı vardır.
Vahy toplumsal hayatın tüm detaylarını içermediği için, Peygamber vahyi anlayış biçimine göre kişisel kararları ile topluma önderlik etmiştir. O bakımdan
Peygamberin fiili liderliğinin de bağlayıcılık yanı olduğu açıktır. Onun söz ve fiillerindeki 'öz' her Müslümanı bağlar. Peygamberin, yapıp ettiklerinden çok, yapıp ettiklerinin gerçekçesine bakılmalıdır.
Ve risaleti sağlıklı hir biçimde değerlendirebilmek için şu hususlar da kabul edilmelidir:
- Elçiler mutlaka güvenilir insanlardan seçilirler. Ki böylece dinin kabulü konusunda insanların daha baştan mazaret ileri sürmelerinin önü kesilmiş olur.
- Elçiler diğer insanlar gibi olmalıdırlar ki, diğer insanlara örneklik teşkil edebilsinler. Bu nedenle elçiler meleklerden veya olağanüstü varlıklardan seçilmezler, insan için örneklik ancak bir insandan alınabilir.
- Elçilik bir 'memuriyet'tir. Elçi, memur olduğu görevi yapar; görevi kendi istediği ile terkedemez, amacının dışına çıkamaz. Dine ekleme-çıkarma yapamaz. Dini gereğince yaşayarak diğer insanlara da örnek olur.
- Elçilik zor görevdir ve elçinin her anını kapsar.
- Elçiler mutlaka kavimlerinin dilini konuşurlar ki kavimleri daveti tam olarak anlayabilsinler.
SÜNNETİN KONUMU:
Sünnet konusunda farklı pek çok anlayış ve her anlayışın kendi açısından konuya getirdiği bir tanımı vardır. Biz 'sünnet'i şöyle tanımlıyoruz: Sünnet, peygamberin Kur'an'ı pratiğe geçirme biçimidir.
Sünnet daha çok 'fiile' dayanmakla birlikte 'kavli' olanı da vardır. Peygamberin Allah'ın hükümlerini anlayış ve uygulayış biçimi bizim için 'esastır'. Bu anlamda Sünnete uymak bir gerekliliktir.
Peygamberin sünneti yalnızca Kur'an'ın içinde olandır iddiası yanlıştır. Zira 'hükmü' Kur'an'da olup ta 'biçimi' Peygamberce belirlenen bir çok hüküm vardır. Cuma namazı, namaz vakitleri ve sayısı, haccın rükünleri gibi..
. Bu sünnet biçimi bize yaşanarak tereddütsüz bir yolla ulaşmıştır. Peygamberin Kur'an'ı pratize ediş ve İslâmı yaşayış biçimi bize yaşanarak geldiği için bu konuda ciddi bir ihtilaf yoktur.
İhtilaf konusu edilen Sünnetin bu boyutu değildir. Sünnet daha çok 'hadis' boyutu ile tanışma konusu olmaktadır. Hadislerin ciddi bir eleştiriden geçirilmeden kabul edilmesi bu ihtilafın çözümsüzlüğüne neden olmaktadır. Bu konuda dikkat edilmesi gereken husus şudur: Hadis, ya pratikle ilgilidir ya da bir görüş beyanıdır. Bir 'fiili' aktaran söz, bir 'düşünceyi' aktaran söze göre daha sağlıklıdır. Zira insan gördüğü ve yaptığı 'şey' ile duyduğu 'şeyi' aynı oranda aklında tutamaz. Bu bakımdan 'fiillere' ait hadisler, diğer hadislerden daha önemli bir konuma sahiptir.
Hükmü Kur'an'da olmayıp ta Peygamberin anlayışını yansıtan söz ve fiiller bizim için önemlidir. Bu bakımdan peygamberin hayatının gözardı edilmesi mümkün değildir. Burada asıl sorun hadislere yaklaşım biçiminden kaynaklanmaktadır.
Hadis: Peygamberin 'söylediği söylenen sözler'dir; O'ııa aitliği konusunda kesinlik yoktur. İçinde Peygamberin sözünün bulunma ihtimali vardır. Bu bakımdan sağlam bir yönteme ve kritiğe tabii tutulmadan hadislerin bağlayıcı olması mümkün değildir. O metot ta sadece ve sadece Kur'an'dan çıkarılmalıdır.
Kur'an'a aykırı düşen, kevnî ayetlere ve tarihsel gerçeklere ters düşen bir sözün Peygamberin sözü olması mümkün değildir. Velev ki bize 'mütevatir' rivayet olarak geldiği söylenmiş olsun. O halde hadis tenkidi yaparken, Kur'an'a uygun, olup-olmama kriterinin esas alındığı sağlıklı bir yöntem takip edilmelidir. Özellikle siyasi ve itikadi konulardaki hadislerin çok sıkı bir tenkide tabi tutulması gerekir.
Hadislere 'içinde Peygambere ait sözlerin bulunması ihtimali olan metinler' gözü ile bakılmalıdır.
Siyer için ise şunlar söylenebilir: içinde çelişkiler ve yanlışlar olmakla birlikte, kaynak olarak hadisten daha sağlam olduğu söylenebilir. Siyere itibar edilebilir ve Peygamberin yaşatısı hakkında bilgi edinilebilir.
Özetlersek; Peygamber vahyi bize vahyi getiren kişidir ve onu pratize ederek vahye uymamız konusunda bizim için yegane örnektir. 'Andolsıın, içinizden Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah'ı çok zikreden kimseler için Allah'ın Resulü en güzel örnektir.' (Ahzab 21)
Dinin tek sahibi Allah'tır. Allah Dinine kimseyi ortak kılmamıştır.
Sünnet Peygamberin Kur'an'ı pratiğe geçirme biçimidir. Peygamber dinin sahibi ve ortağı değil sadece uygulayıcısıdır. Bildirdiği ve uyguladığı hükümlerde O'na itaat etmek O'na değil, aslında Allah'a itaattir.
Katılma Tarihi: 28 mart 2006 Yer: United States Gönderilenler: 150
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Deli Laz Yazdı:
........Dinin tek sahibi Allah'tır. Allah Dinine kimseyi ortak kılmamıştır.
Sünnet Peygamberin Kur'an'ı pratiğe geçirme biçimidir. Peygamber dinin sahibi ve ortağı değil sadece uygulayıcısıdır. Bildirdiği ve uyguladığı hükümlerde O'na itaat etmek O'na değil, aslında Allah'a itaattir.
......
Sabah okudum bu yaziyi aksam oldu bu satirlar kafamda ses cikariyor. Aslinda bu satirlar sayin Soydasin diger baslik altinda yaptigi tartismaya cevap niteligindedir.
Katılma Tarihi: 31 mart 2005 Yer: Germany Gönderilenler: 380
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Bilinmelidir ki, akıl, 'gerçeği' tek başına bulamaz; çünkü aklın sınırları vardır. Mutlak doğru akılla bilinemez. Üstelik gaybi konuların aklın terazisini bozacağı, bu gücün böylesi bir ağırlığı kaldıramayacağı açıktır. (deli naz)
Yanlış.Deli laz kusura bakmasın ama insanlara laf oyunlarıyla, sünnet hurafesini kakalamaya çalışanlara uyuz oluyorum
Şimdi yukardaki söylem ne kadar kuranidir bakalım
Enam
75- Böylece biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu (muhteşem varlıklarını) gösteriyorduk ki, kesin inananlardan olsun.
76- Üzerine gece bastırınca, bir gezegen gördü:"Rabb'im budur" dedi. Yıldız batınca da:" Ben batanları sevmem" dedi.
77- Ay'ı doğarken gördü: "Rabb'im budur" dedi. O da batınca: "Yemin ederim ki, Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, elbette sapıklığa düşen topluluktan olurdum" dedi.
78- Güneş'i doğarken görünce: "Rabb'im budur, bu hepsinden büyük" dedi. O da batınca dedi ki: "Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım".
79- "Ben yüzümü tamamen,
gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve artık ben asla Allah'a ortak koşanlardan değilim".
Yüce Allah bize bu ayetlerde hikayemi anlatıyor haşa.Gayet açık. daha ortada ne bir peygamber nede vahiy yokken Hz ibrahim salt aklıyla tevhidi gerçeği buluyor değilmi. V
Madem risalet şart idi ise,İbrahim risalete rağmen mi gezegene,aya,güneşe rabbim dedi? Demekki akıl tek başına gerçeği bulabilir
Bu yüzden Peygamberin istediği şekilde 'inanmak', nasıl yaşamamızı istiyorsa öyle 'yaşamak', O'na değil Allah'a tabi olmaktır. 'Hiç şüphesiz, Biz, Kitab'ı Sana insanlar arasında, Allah'ın sana gösterdiği şekilde hükmetmen için HAK ile gönderdik. Hainlerden taraf olma' (Nisa-105) Peygambere tabi olmak demek O'nun din adına yaptıklarına ve dediklerine uymak demektir
Şu saçmalığa bakarmısınız!! Peygamberin istediği gibi yaşayacakmışız ?1400 sene önce ölmüş peygamberin ne istediğini ben nerden bilecem ?mezarına gidiy ey muhammed ne istiyorsun bizden diye mi yalvaracam
Tabiki dolaylı olarak size göre hadislere gitmem lazım değilmi.Hem peygamber Allahın ortağı değil de sonrada kuran dışı ne idüğü belirsiz mavallara insanları yöneltmek için nisa 105 i bozuk para gibi harca
Ayrıca; Peygamber, aynı zamanda İslâm toplumunun da önderidir. Yaşadığı hayata ve topluma sunduğu öneriler O'nun İslâmi anlayışının bir yansımasıdır. Ve bu anlamda dînin kaynağı olan vahy ile ayrılmaz bir bağı vardır.
Vahy toplumsal hayatın tüm detaylarını içermediği için, Peygamber vahyi anlayış biçimine göre kişisel kararları ile topluma önderlik etmiştir. O bakımdan
Peygamberin fiili liderliğinin de bağlayıcılık yanı olduğu açıktır. Onun söz ve fiillerindeki 'öz' her Müslümanı bağlar. Peygamberin, yapıp ettiklerinden çok, yapıp ettiklerinin gerçekçesine bakılmalıdır
Peygamberin aynı zamanda bir lider olduğunu inkar eden yokki.Bu ayetlere sabit zaten.Ancak bundan yola çıkarak onun liderliğini evrensellleştirmek, işte sapıklık bundan sonra başlıyor.Eğer yüce Allah onun liderliğini evrenselleştirmwk isteseydi onu öldürmez kıyamete kadar yaşatırdı.
Ali imran 144- Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allah'a hiçbir şekilde zarar veremez. Allah şükredenleri mükafatlandıracaktır.
Peygamberin liderliği gibi bir takım yaldızlı laflarla insanları 1400 sene öncesini hayat şartlarına geri götürmeye kalkmak,tüm insanlığı bir çuvala sokmaya çalışmaktan farrksızdır
vahyin toplumsal hayatın tüm detayları içermediği doğrudur.Bu demektir ki Yüce Allah yaratttığı insanların; her attıkları adımları, her nefes alışlarını vahye göre planlanmış robotlar olmasını istemiyor.Onlara akıl gibi bir nimet verdiğni ve dolayısıyla bu akıl sayesinde doğruyu ve güzeli bulabilecekleri anlamına gelir
Allahu teala bu serbestliği kullarına tanımışssa, birilerinin kalkıp bu alana müdahele ederek yaldızlı laflarla tüm insanlığı bir çuvala sokmaya çalışması gizli bir rablik taslamaktan başka bir şey değildir.
Peygamberin sünneti yalnızca Kur'an'ın içinde olandır iddiası yanlıştır. Zira 'hükmü' Kur'an'da olup ta 'biçimi' Peygamberce belirlenen bir çok hüküm vardır. Cuma namazı, namaz vakitleri ve sayısı, haccın rükünleri gibi..
Biçimi paygamberce belirlenmiş olduğu iddia ettiğiniz şeylere deliliniz ne?
Ali imran 44 Bunlar, bizim sana vahiy yoluyla bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. İçlerinden hangisi Meryem'i himayesine alacak diye kur'a çekmek üzere kalemlerini atarlarken sen onların yanında değildin; onlar (bu yüzden) çekişirken de yanlarında değildin
yusuf 102 İşte bu (Yusuf kıssası) gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin
kasas 44 Musa'ya emrimizi vahyettiğimiz sırada, sen batı yönünde bulunmuyordun ve (o hadiseyi) görenlerden de değildin
Siz mütevatir kelle uygulamasını kesin doğru zannediyorsnuz ve bu zandan yola çıkarak yalnız kuran diyenleri açık bir şeklide yanlış yapmakla suçluyorsunuz
Mesela namaz vakitleri demişsiniz. Kurana göre 3 iken yok hayır allah bilememiş bu konuda kelle uygulaması haklıdır mı diyecez
. Bu sünnet biçimi bize yaşanarak tereddütsüz bir yolla ulaşmıştır. Peygamberin Kur'an'ı pratize ediş ve İslâmı yaşayış biçimi bize yaşanarak geldiği için bu konuda ciddi bir ihtilaf yoktur.
bu tereddüt etmediğiniz şeylerin, paygamber tarafından uygulandığında siz PEYGAMBERİN YANINDA MI İDİNİZ YOKSA ONA İFTİRAMI EDENLERDENSİNİZ ?
Katılma Tarihi: 24 eylul 2005 Yer: Almanya Gönderilenler: 333
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Selam Arkadaslar.
Sünnet konusunda farklı pek çok anlayış ve her anlayışın kendi açısından konuya getirdiği bir tanımı vardır. Biz 'sünnet'i şöyle tanımlıyoruz: Sünnet, peygamberin Kur'an'ı pratiğe geçirme biçimidir.
Sünnet daha çok 'fiile' dayanmakla birlikte 'kavli' olanı da vardır. Peygamberin Allah'ın hükümlerini anlayış ve uygulayış biçimi bizim için 'esastır'. Bu anlamda Sünnete uymak bir gerekliliktir.
Peygamberin sünneti yalnızca Kur'an'ın içinde olandır iddiası yanlıştır. Zira 'hükmü' Kur'an'da olup ta 'biçimi' Peygamberce belirlenen bir çok hüküm vardır. Cuma namazı, namaz vakitleri ve sayısı, haccın rükünleri gibi..
. Bu sünnet biçimi bize yaşanarak tereddütsüz bir yolla ulaşmıştır. Peygamberin Kur'an'ı pratize ediş ve İslâmı yaşayış biçimi bize yaşanarak geldiği için bu konuda ciddi bir ihtilaf yoktur.(Deli Laz)
Daha yeni Bayraktar Hoca'nin Hadislerle ilgili görüslerini de dinledim.
Kisacasi Hadislerin kesinligi yok, Sünnetin var, diyor. Aslinda burada yazilanlardan farkli birsey söylemedi.
Benim sizlere bir kac sorum olacak:
- Kur'an-da Peygamber ve Sünnet kavrami hangi Ayette geciyor? Peygamberimizin Sünnet kavramiyla baglantisina delil olacak bir Ayet var mi? Allah'in Sünnetinden müstesna yine ayni kavramla Peygamberin Sünnetini ortaya koyan bir Ayet.
- Peygamber Sünnetinin kaynagi nedir? Hükmü Kur'an-da olupta "bicimi" Peygamberce belirlenen o bir cok Hükümler, bütün inanan insanlari baglayici oldugu halde Kur'an-da neden yer almamis?
- Sünnette hadis gibi süregelenden aktarildiysa, ki biri yasanarak digeri yazilarak nakledilmis olsada olayin odagini zedelemiyor, nasil oluyorda birinin kesinligi yokken digerinin kesinligi olabiliyor? Dense ki, Kur'an degistirilmeden bize ulasti, amenna, cünkü Allah sözü, insan katkisi yok.
- Siyer bizlere ne sekilde ulasti? Sözlü aktarimlarin yazila yazila aktarilmasi degil midir? Siyer ile Hadis arasinda ki icerik farkini sormuyor, aktarim farki nedir diye soruyorum?
- Ve son soru, eger Hz. Ibrahim'den beri o insanlar Namaz'in seklini biliyordu ise, Allah abdesti neden aciklamis? Malum Abdest Namaz'in hazirligi diyoruz. Bundan iki ayri soru doguyor, ya Hz. Ibrahim zamaninda Abdest farz degildi, sonradan farz oldu, ya da Peygamberimizin zamanina degin Namaz'in esaslari unutulmadida Namaz'in ön hazirligi olan abdest hepten unutuldu, yoksa Allah ne diye bir kez daha bildirmis olsun.
Arkadasimizin Sünnetle ilgili aktarimlari bana Yasar Nuri Bey'in basörtüsüyle ilgili aciklamalarini animsatti; söyleki, kadinlar meslek veya ögrenimi geregi veya baska bir sebepten dolayi erkeklerle yan yana oturmasi na mahrem degil, ama Namaz kilarken yan yana bulunmalari na mahrem. Hacc da karisik vaziyette ic ice olmalari na mahrem degil, Namaz kilarken ic ice bulunmalari isin dogasina aykiri. Demisti. Bence celiskili aciklama bu, Hacc'ta neden na mahrem olmadigini aciklayamadi, Namaz'da na mahrem olusunu Kur'an-a dayandiramadi.
Simdi benzer celiskiler Sünnet Hadis konusunda da var. Öyle denklemeler yapiliyor ki, örnegin canim Kur'an-i ayni insanlar bize iletmedi mi, deniyor. Her Kur'an-i aktaran Din'i dogru anlayip yasamis yargisina variliyor. Kur'an-da böylesi karsilastirmalarin temeline ben daha rastlamadim, aksine, Hz. Ibrahim süregeleni kabul etmiyor, Peygamberlerin kissalarindan cikan sonuclarda isin cabasi, toplumlar bir bir helak edilmis, bir topluma aciklanan esaslar uzun süre diger toplumlara yetisip, arti asacak sekilde ayakta tutulmamis. Allah bilir, eger azap erkenden hak olsaydi, belki Islam alemi bundan 1000 sene önce yerin dibine gecmisti.
Ama bakin ayni kaderi farkli sekilde yasiyoruz biz, kendi icimizde biriken zehirlerle aylardir bu Forumda hasir nesiriz, yanlislarin icinden temiz olani ayiklamakla mesai harciyoruz. Buna ragmen yanlislar alabildigine bir yerlerde var gücüyle körükleniyor.
Lütfen biriniz bana Deli Laz arkadasin söylediklerini Kur'an-dan ispatlasin. Bak gördün mü iste Allah Peygamberin Sünnetinden söz ediyor, bazi teferruatlar Peygamberimizin uygulamasiyla sabitlenmistir, uymakla mükellefiz sözünün kalibini Ayetlerden cikarin koyun ortaya. Ben ikna olma yolunu tercih ediyorum, ama ki deliller celiski barindirmaksizin bitirici olsun.
Özetlersek; Peygamber vahyi bize vahyi getiren kişidir ve
onu pratize ederek vahye uymamız konusunda bizim için yegane örnektir.
'Andolsun, içinizden Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah'ı çok
zikreden kimseler için Allah'ın Resulü en güzel örnektir.' (Ahzab 21) (Deli
Laz)
Bence karıştırılan nokta
şu: Ayetler nazil olurken Peygamberin yanında olanlar ve Peygamberin o ayetleri
uygulayış biçimine bizzat şahit olanlarla 1400 küsür sene sonra o
ayetlere muhatap olanlar (bizler) aynı kefeye konuluyor ve böylece büyük
bir hata yapılıyor.
Peygamber aramızda olsa sorun yok, bakarız ve öğreniriz ama ya yüzlerce yıl
sonra onun sözleri ve uygulamaları adına tonlarca saçmalık havada uçuşurken
hala nasıl olacak da hadisleri veya sünneti dini yaşama adına kutsayacağız?
Sinan'ın da değindiği gibi uygulanması farz olan "Sünnet-i Muhammed"
kavramı Kur'anda var mı? Yoksa sadece "Sünnetullah" kavramı mı var
Kur'anda?
Meselenin bir diğer tehlikeli yanı da şu: "Sünnet-i Muhammed"
önkabulü eşliğinde yapılan birtakım Kur'an yorumları ile bazı Kur'andışı
olgular dine yamanıyor mu, yamanmıyor mu? Örneğin başörtüsü, örneğin beş vakit namaz. Yani
söylem şu "Sünnet-i Muhammed denilen şeylerde Kur'andışılık bulunamaz,
bulunursa da kabul olunamaz" ama bu sadece sözde böyle.
Aslında bu konuda
Kur'anı gerçekten hakem tayin etsek bence yine de güzel. Topyekün retçi
olmaktansa hangi etiketle olursa olsun devraldığımız mirasa Kur'anla yani
Furkanla filtreleme yapmak gayet mantıklı. Fakat az öncede değindiğim gibi bu
fikriyatta olanların da yaptığı şey çoğunlukla sünnet-i muhammed diyerek
birtakım Kur'andışılıkları kitabımıza yamamak. Ve sonuçta karşımıza din diye Kur'an+Sünnet ikilisini dağ gibi dikmek.
Kısacası "Sünnet-i Muhammed" denilen şey, Peygamber aramızda
olmadığından ötürü bizim için ölçüt değildir fakat Kur'anla filtrelenmek ve tabiki
iilave hükümler içermemek kaydıyla dikkate değerdir.
Hem Ahzab
21’i delil göstererek “Sünnet-i Muhammed”i din adına kutsayanlar acaba Hz.
İbrahim’in Sünneti hakkında ne derler? Nitekim onun ve arkadaşlarının
hayatlarında da bizler adına güzel örneklikler mevcut? Şimdi elde var mı Hz.
İbrahim’in siyeri yada Hadisleri?
Mümtehine
4- İbrahim'le, beraberinde olanlarda sizin için çok
güzel bir örnek vardır. Hani,
onlar toplumlarına şöyle demişlerdi: "Biz sizden de Allah dışındaki kulluk
ettiklerinizden de uzağız. Sizi tanımıyoruz. Sizinle bizim aramızda, siz
Allah'a, yalnız Allah'a inanıncaya kadar, sürekli düşmanlık ve nefret
olacaktır." Ancak İbrahim babasına şöyle demişti: "Senin için hep af
dileyeceğim ama Allah'tan sana gelecek şeyi geri çevirme gücüm yoktur. Ey
Rabbimiz! Yalnız sana güveniyoruz, yalnız sana yöneliyoruz! Dönüş yalnız
sanadır!"
Rabbimiz Hz. İbrahim’in ve arkadaşlarının ne şekilde bizlere model olduğunu
Kitabında bildirmiştir. Aynen bunun gibi Hz. Muhammed’in de ne şekilde bizlere
model olduğunu Kutsal Kitabımızda detaylarıyla bildirmiştir? Peygamber’in
sünneti de Kur’andadır, Hadisleri de? Sünnet onun Kur’an Ahlakıdır, Hadisler
ise Kur’anla yaptığı tebliğidir.
__________________ Yunus 105. Şu da emredildi: "Yüzünü dine bir hanîf olarak çevir. Sakın müşriklerden olma!"
Alıntıladığın 60. sürenin 4.ayetinin orijinaline baktım.Orada Hz. İbrahim kavmine Allahın bir ve tek olduğunu kabul edinceye kadar onların taptıklarından beri olduğunu ilan ederek,onlarla bu tevhidi kabul edinceye kadar aralarında kin ve nefretin olacağını bildiriyor.
Yani buradan anlıyoruzki,günümüzde Allaha ulaşmak için yaratılmışları vesile kılan insanlarla ne uzlaşmamız ne de biraraya gelmemiz mümkün olup onlarla sürekli didişme halinde olmamız,bu ayete göre normal ve hatta gereklilik arzediyor.İşte bu açıdan mücadele metodunu iyi anlayıp uygulamalıyız diye düşünüyorum.Ne dersin?
__________________ ''Eğer biz bu Kur'anı bir dağın üzerine indirseydik,kesinlikle onun,Allah korkusuyla baş eğerek parça parça olduğunu görürdün..''Haşr:21
Alıntıladığın 60. sürenin 4.ayetinin orijinaline baktım.Orada Hz. İbrahim kavmine Allahın bir ve tek olduğunu kabul edinceye kadar onların taptıklarından beri olduğunu ilan ederek,onlarla bu tevhidi kabul edinceye kadar aralarında kin ve nefretin olacağını bildiriyor.
Yani buradan anlıyoruzki,günümüzde Allaha ulaşmak için yaratılmışları vesile kılan insanlarla ne uzlaşmamız ne de biraraya gelmemiz mümkün olup onlarla sürekli didişme halinde olmamız,bu ayete göre normal ve hatta gereklilik arzediyor.İşte bu açıdan mücadele metodunu iyi anlayıp uygulamalıyız diye düşünüyorum.Ne dersin?
Değerli Abdullah Bey,
Alperen Bey'den önce görüş beyan etmemin umarım mahzuru yoktur... Daha sonra vakit bulamayabilirim....
Mümtehine Sûresi'nin ilk dokuz âyetine birlikte baktığımızda, sorunuzun cevabına ulaşıyoruz...
Her şeyden önce birinci âyette yer alan "evliya" kelimesine lütfen dikkat.... Veli kelimesinin çoğulu olan bu kelimeyi nedense hep "dost+lar" şeklinde türkçeleştirmek tercih ediliyor?? Oysa, Türkçemizdeki dost kelimesi veli kelimesinin içinde geçtiği âyetleri anlamamızı güçleştiriyor... Çünkü, tam karşılığı değil!
Veli kelimesi artık ana dilimizin malı olmuş bir kelime... Hukuk mevzuatımızda yer bulmuş... Bu hâliyle bu kelime Rabbimizin murâdını anlamamıza daha çok hizmet ediyor...
Şöyle düşünelim....
Anne ve babamız 18 yaşımıza kadar bizim velimizdir... Anne-babası müteveffa olanın velisini kanun tâyin eder... Yâni, velâyet ilişkisinde veli çocuğun üzerindeki görevleri ile sorumludur ve yetki sahibidir....
Yâni, veliniz izin vermezse ve yaşınız müsait değilse evlenemezsiniz... Velinize bu kadar bağlısınızdır...
Elbette, anne babanın çocuğuyla ilişkisinin bir boyutudur velâyet...
Bir de Mümtehine Sûresinin indiği yılları hatırlayalım...
Sûre Medenî bir sûre... Hicretten sonra nâzil olmuş....
Hicreti gerekli kılan o ağır şartları -lütfen- hatırlayalım...
Ana-babanın evlâdı ile, eşlerin ve kardeşlerin birbirleriyle karşı karşıya geldikleri ve bunların imân edenleri kim olursa olsun nasıl cezalandırdıklarını hatırlayalım......
Bunları hatırladığımızda, Rabbimizin birinci âyette "Ey iman edenler! Benim düşmanımı ve sizin de düşmanınızı veliler edinmeyin..." uyarısını algılamak kolaylaşıyor...
Tâkip eden âyetleri de incelediğimizde görüyoruz ki, Rabbimiz imân edenlerin "meveddet"leri sebebiyle yaşadıkları kafa karışıklığını ortadan kaldırıyor ve düşmanlık cana kast edecek kadar ileri boyutlarda tezâhür ettiği için hicrete mecbur kalan müminlerin vaziyeti doğru tahlil etmelerini istiyor...
Dördüncü âyette özellikle Hz. İbrahim'in yaşadıklarının örnek olarak sunulması, başlangıçta açıklamaya çalıştığımız veli kavramıyla ilişkilidir... (Hz. İbrahim ve babası..)
Bu âyette geçen "ve bede'e beynenâ ve beyneküm'ül-adâvete ve'l-bağdâe......" cümlesi düşmanlık ve buğz üzerine bir gereklilikten bahsetmemektedir.... Sâdece durum tespiti yapmaktadır...
Okumaya devam edildiğinde 7,8 ve 9. âyetlerin her şeyi ortaya koyduğunu ve sorularımızın cevaplarını bulacağımızı ümit ediyorum...
7 - Olur ki Allah sizinle düşmanlarınız arasında yakında bir dostluk (meveddet) meydana getirir. Allah gücü yetendir. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
8 - Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever.
9 - Allah sizi, ancak sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardım eden kimselere dost olmaktan (velâyet ilişkisi) men eder. Kim onlarla dost olursa (velâyet ilişkisi) işte zalimler onlardır.
Selamlar,
Neyzen_Semazen
Not: Sn. Hanif'in ifâdeleri kesinlikle yanlıştır... Allah'ın -hâşâ- avukata ihtiyacı yoktur... Bizzat kendisi vekildir; müvekkil değil.... Cenâb-ı Mevlâ yalakalıktan hoşlanmaz... O'ndan yana kul olmak; yalaka olmak değildir... Meramı anlatacak daha doğru kelimeler seçmekte fayda vardır... Yoksa, ehli tasavvufun kullandığı mecâzi veya şifreli ifâdeleri yorumlayarak kınayanların, kınayışlarının bir anlamı kalmaz.. :)
Yazi tartisma acmak icin yapilan bir alinti idi. Ama hanif, sinan, alperen, abdullah, semazen yaptiklari aciklamalar ile yepyeni bir boyuta fikriler tasinmis.
yazdiklarinizi dikkatlice okudum. Uzerlerinde bir dusunmem gerekiyor.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma