Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
TASAVVUFTA İSLAM VAR MI?
v Günümüzde pekçok kişi tasavvuftaki inanışların, tarikatlardaki uygulamaların sadece islamın farklı bir yorumlanışı
olduğunu sanıyor ver bunda bir yanlışlık görmüyor. Oysa bu konularla
ilgili basit bir araştırma ve Kuran ayetleri ile karşılaştırma
yapıldığında ‘’ İslamda tasavvuf var mı ?’’ yerine ‘’Tasavvufta islam
var mı?’’ demek gerek. Çünkü
tasavvuftaki inanışlar Hint (Budizm, Vedalar, vb.), İran, Mısır
(Hermes, vb.), Arap (Cahiliye Dönemi), Yunan (Pisagor, Sokrat, Eflatun,
vb.), Türk (Şamanizm, vb.), Yahudi (Zohar, vb.) ve Hristiyanların
(Gnostikler, Denys, vb.) uydurduğu ruhbanlık ve tasavvuf uygulamaları
islama değil başka inanç ve kültürlere dayanır.
‘’Pisagor’un
buluşu olan hikmeti işrak, felsefe ilimleri meyanında bizim ilimler
arasında tasavvuf gibidir. İslam mutasavvıfının hikmeti işraka nisbeti,
kelam ilminin hikmeti ilahiyyeye nisbeti gibidir. Keşfuz Zunun’a göre
hukemayı ilahiyyundan işrakiyyun, meşreb ve ıstılahta sofiyyun gibidir.
Hikmeti işrak kitaplarını inceleyenlere gizli kalmayacağı şekilde, tasavvufun ıstılahları işrakiyyun ıstılahlarından alınmadır…Pisagor,
tasavvuf tekkesi ve rahipler manastırının banisidir. Velayet seyrinin
müşahhası gibidir.’’ (Tasavvuf Tarihi, Mehmed A. Ayni)
‘’Vedalar’da…Hadsiz hesapsız mabudlardan
bahsedilmekte ise de, Ariyalar bu bedevi durumu bırakıp Ganj nehrinin
suladığı münbit ovalara yerleştikten sonra mezhepleri incelmiş,
yükselmiş ve muhteşem bir Vahdeti vucud
(Panteizm-Çoktanrıcılık) mezhebine dönmüştür. ..Hint münzevilerinin
düşündükleri hep yokluk dalgasıdır. Zira her suret zaildir. Buna göre
dünya rüya içinde rüya görmektir. Öyleyse elem çekmek, sevmek, bir arzu
bir murad arkasında koşmak niçin? Hayat gam ve kederden ibaret bir
rüyadır ki, ruh biran evvel bundan kurtulmak ister… Vedalar’ın tefsiri
olan Vedanta’nın öğretilerinin özü vahdeti vücuddan ibarettir…Zira
Brahman, yani bütün varlıkların mebdei ezelisi yahut bütün alemleri
yaratan, hıfz ve irca eden kuvvet ile insan ruhunun birliğini
öğretmekte…Vedanta’ya göre herbirimizin ruhu Brahman’ın bir parçası,
bir zuhur ve tecellisi değil, bütün kemaliyle sermedi ve bölünmez olan Brahman’ın kendisidir.’’ (Tasavvuf Tarihi, Mehmed A. Ayni)
‘’Çile gecesinde
yeraltındaki hücrede kendisine manaları izah olunan ve yirmi iki sırra
delalet eden kutsal nakışlar iki sıra olarak mabedin divanhanelerinden
birinde aynen mevcuttu. İlmi ledun
şehrinin kapısında kendisine kenarından gösterilen bu sırlar ilahi
ilimlerin bizzat umutları idi, fakat onları anlamak için seyr ve suluku
bitirmiş olmak lazımdır…Bunun üzerine salik yine hücresine dönerdi.
Böylelikle nice aylar ve seneler geçerdi…Bundan
sonra salikin içinde ne muhalefet, ne esef, ne emel, hiçbir şey
kalmazdı. O artık Hakka teslim olmuş, hakikate nefsini adamıştı.
Salikin bu irfan derecesine ulaştığı anlaşılınca başrahip günün birinde salikin yanına gelip kendisine hakikatin inkişaf etme saatinin yaklaştığını tebliğ ederdi.’’ (Tasavvuf Felsefesi veya Gerçek Felsefe, Cavit Sunar; Tasavvuf Tarihi, Mehmed A. Ayni)
‘’Zohar’a
göre ruhlar, ilahi olan asıl vatanlarına dönebilmek için temizlenip saf
hale gelmek ve geldikleri ilahi yeri ve kaynağı bilmek, bunun için de
bazı çileler
geçirmek zorundadırlar. Ruh, bilgi ve irfana ancak dünyadaki hayatında
ulaşabilir. Eğer bir ruh dünyadaki hayatında bilgi ve irfana
ulaşamazsa, dünyaya tekrar başka bir kalıpta gelip
yeniden bu yolda çalışmak zorundadır….Bu gelip gitmelerden ancak bilgi
ve irfana kavuştuktan sonra kurtulur. ‘’ (Tasavvuf Felsefesi veya
Gerçek Felsefe, Cavit Sunar)
‘’Denys, özellikle İlahi İsimler adlı kitabında ruhun duyular aleminden nasıl sıyrılabileceğini, bu dünya ve nimetlerini nasıl bırakabileceğini
ve bizzat kendinden de geçerek, kendini de yokedip Hakka nasıl
ulaşabileceğini öğretmektedir ki, sonu Allah’a ulaşan bu yol, aklen
stidlal yolu değil, aşk yoludur…Kısaca
Hristiyan tasavvufunda esas şudur: Bütün kemalleri, faziletleri ve
nimetleri ortaya koyan ve onların en yüksek örneği olan Allah, akıl ile
bulunamaz, ilim ile bilinemez. Allah ancak aşk ile bulunabilir ve
bilinebilir. Şu halde insan, vücudunu Allah’ta yokedip Allah’ta ve Allah için yaşamalıdır.’’ (Tasavvuf Felsefesi veya Gerçek Felsefe, Cavit Sunar)
‘’Eskiden Hindistan’da Brahman, Mısır’da Hermes mezheplerinin dış yüzlerinden başka birde iç yüzleri vardır ki, bu ledun ilmini gizli olarak derece derece yalnız mürid ve müntesiplere verirlerdi. Bunun konusu tasavvuftan başka bir şey değildi. Dinin panteizme
(çoktanrıcılık),ezeli, kendiliğinden varolan bir Allah’ın varlığına
inanılmış, buna Brahma ismi verilmiştir….Keza eski Mısır’da Ledun
ilmine sahip bulunan güzide kimselerin tevhid akidesine inandıkları
Maspero tarafından vesikalara dayanılarak ispat edilmiştir. Eski
Yunan’da tasavvufun öncüsü olarak Pisagor’u görüyoruz. Sokrat, Platon
ve Aristo gibi düşünürler, tasavvufla ilgili fikirleri dolayısıyla
Pisagor’u tasdik ve takdir etmişlerdir. Sokrat insanın her şeyden evvel
kendini bilmesini tavsiye etmiş, Platon’da gözle görülen vücut alemine
çıkabilen şeylerin, Allah’ın ezeli sıfatlarından ibaret olduklarını ve
Allah’ın vücudundan ayrı bir vücuda malik olmadıklarını (vahdeti vücud) belirtmişlerdir.’’ (Sosyolojik Açıdan Tasavvuf ve Laiklik, Amiran Kurtkan)
v Başka dinlerin etkisi:
‘’
Türklerin bozkır medeniyetlerinin tabii bir sonucu olarak; toprak, su,
ağaç, gökyüzü, güneş, ay ve yıldızların gizli kuvvetler taşıdıklarına
inandıkları tespit edilmektedir. Böylece onların en eski dinlerinin ‘tabiat kültü, atalar kültü ve gök tanrı kültü’ şeklinde olduğu ortaya çıkmaktadır. Şamanizmin ise dinden ziyade bir büyü sistemi olduğu görüşü ağırlık kazanmaktadır…Şamanizmin en belirgin özelliği mistik karakterli olması, vecd ve istiğrak tekniğinin bulunmasıdır. Şaman
kendi özel usulleri sayesinde ulaştığı vecd haliyle ruhunu göklere
yükseltmek, yeraltına inmek ve oralarda dolaşmak üzere bedeninden
ayrıldığını hisseden aşkın bir ustadır. Bu sırada o, ruhları hükmü
altına alarak ölüler, cinler, periler ve şeytanlarla bağlantı kurmaya
muvaffak olur. Ayrıca dertli insanların dilek ve şikayetlerini arzetmek
üzere gökteki ve yeraltındaki tanrıların yanına
giderek aracılık vazifesi de görür. Bu özellikleriyle topluluk üzerinde
korku ve saygı uyandırıp dini otorite kuran şaman, vasfını ve kaderini
bildiği insan ruhunun mütehassısı olarak toplum maneviyatının
düzenleyicisi durumundadır.’’ (Osmanlı Halkının Geleneksel İslam
Anlayışı ve Kaynakları, Hatice K. Arpaguş; Türk Medeniyeti Tarihi, Ziya
Gökalp; Şamanizm, Mircae Eliade)
‘’Şamanizm, Türklerin İslamiyete girmeden önce benimsedikleri Zerdüştlük, Mazdeizm, Maniheizm ve Budizm
gibi dinlerde etkinliğini sürdürdüğü gibi, islamiyetten sonra da
varlığını devam ettirmiştir. Hatta araştırmalar bugün bile izlerinin
silinmediğini göstermektedir.’’ (İslam Sufi Tarikatlerinde Türk-Moğol
Şamanlığının Tesiri, Fuad Köprülü)
‘’Araştırmalar Türk velilerin kerametleriyle Budist azizlerin
kerametleri arasında büyük benzerlikler bulunduğunu ortaya koymaktadır.
Bundan dolayı doğrudan değil de Şamanizm aracılığıyla Budizm’den gelen
kalıntıların Yeseviyye’ye sızmış olma ihtimali büyüktür.’’ (İslam Sufi
Tarikatleri / Ahmed Yesevi, Fuad Köprülü)
‘’Türkmenler
‘La İlahe İllallah Baba Rasulullah’ dediklerinden Baba İshak ismi Baba
Rasul şekline dönmüştür.’’ (Babailer İsyanı, Ocak)
‘’Barak Baba, Buzağı Baba, Sarı Saltuk gibi Türkmen babaları da kıyafet ve hareketleriyle mutasavvıf şeyh olmalarına ve münevver müslüman muhitlerinde itibarlı kimseler olarak kabul edilmelerine rağmen, eski kamlara benzedikleri düşünülmektedir.’’ (Ariflerin Menkıbeleri, Ahmed Eflaki)
‘’Mevcut araştırmalar bunların yarı kutsi
içtimai bir unsur oluşturan eski ozanların yerini alarak ilahi ve
şiirler okuyan, Allah rızası için halka birçok iyilikte bulunan, cennet
ve saadet yollarını gösteren ‘ata veya baba’ isimli dervişler şeklini aldıklarını ve Türkmen boyları üzerinde etkili olduklarını göstermektedir.’’ (Edebiyat Araştırmaları, Fuad Köprülü)
v Toplumdaki siyasi, idari, ahlaki, dini ve sosyal bozukluklar, ekonomik ve sosyal dengesizliğin artması ve yaygın hale gelmesi insanların tasavvufa, zühd hayatına yönelmelerinin sebeplerinden biridir.
‘’…Bazen eğlence sırasında aşırı neşe, halifenin aklını başından alır
ve bazı hareketlerde bulunurdu ki, bu hareketlere cariyelerden başkası
muttali olamazdı. Perdenin arkasından herhangi bir ses yükselir veya
garip bir hareket meydana gelirse, perdedar ‘Yeter ey cariye, kendini
tut, son ver, kısa kes’ diye bağırarak nedimlere bu hareketi
cariyelerden birinin yaptığını vehmettirmek isterdi…Ses sanatkarlarının
Şam’a gelmelerinin halkın ahlakı ve toplum hayatı üzerinde büyük tesiri
oldu. Nihayet ülkede yavaş yavaş konfor yayıldı.’’ (İslam Tarihi, H.
İbrahim Hasan)
‘’Eğlence ve içki meclisleri ile bu meclislerde olup biten ahlaksızlıkların haddi hesabı yoktur….Müzik meclislerinde içki
ve atışmalar yapıldı…Fakirlerin iş yerlerinde ve bile kumar
alabildiğine yayıldı…Cariyeler muhtelif yerlerden seçilip getirildi.
Güzellikte yarıştılar. Bunun neticesi olarak, eğlence, ahlaksızlık ve çıplaklık eğilimleri çoğaldı…Bazı şairler bu duyguları şiirleriyle körüklediler ve müstehcenliği yaydılar…Bu şekilde hayat bu asırda.. ahlaksızlık ve oyunla dolmuştur…’’ (Duhal İslam, Ahmed Emin)
‘’Müzik, oyun, eğlence, lüks ve israf hayatın ağırlığını gösterirken, toplumda değişik ahlaksızlık şekilleri de
sergileniyordu… Hadımlaştırma uygulamalarına değinmek istiyoruz. Bu
adet, daha önceleri Bizans ve antik bazı şark memleketlerinde mevcut
olmuş, daha sonra İslam alemine hicri 200/810 yıllarında girmiştir.
Halbuki Hz. Peygamber bunu şiddetle yasaklamıştır...Halife Emin, halife
olduğunda hadımlaştırılmış erkeklere ilgi duydu ve para ile satın
aldı…Onlarla oturup kalkmış, hür kadın ve cariyelere iltifat etmemiş,
bundan dolayı da kınanmıştı.’’ (El Hadaratul İslamiyye, Adam Netz,
Tarihut Taberi’den alıntı)
’’Ey
müslümanlar, hepiniz Allah’a hamdediniz ve sonra usanmadan ‘Allah’ım
Emin’e ömür ver’ deyiniz. Hadımlaştırmayı yaydı, öyle ki hadım olmayı din haline getirdi. Halk da Emirul Müminun’e uydu.’’ (El Hadaratul İslamiyye, Adam Netz, Tarihut Taberi’den alıntı)
‘’Bu asırda insanlar üç sınıfa ayrılmıştı:
Birinci sınıf, halifeler, tüccarlar, vezirler ve eşraf takımı olan
aristokratlar. İkinci sınıf halk, orta tüccar ve emlak sahipleri;
üçüncü sınıf , fakir sınıf. Küçük çiftçi, işçi ve halifelerden uzak
duran alimler.’’ (Fecrul İslam, Ahmed Emin)
‘’Hicri
dördüncü asırda değişik yer ve medeniyetlerden tasavvufa birçok
yabancılıklar girmiştir. Bunlar bilinçsizce yapılan tercümeler,
basiretsizce meydana gelen gelişmeler, Kuran ve sünnetten uzaklaşıp
Hristiyanlık, Hint ve İran din ve mezheplerine dayanan hurafe, heves ve kuruntulara sarılma
sonucu girmiş ve yayılmıştır. Tasavvufçu zümrenin meydana gelmesinde
Hristiyan rahiplerin tarihini, Suriye ve Mısır’daki kilise ve manastır kültürünü,
Yahudi zühdünün dirilişini görüyoruz. Yeni Eflatuncu düşüncelerin de
bunda açık etkisi olduğu kesindir. Nitekim o yüzyıllarda Hint yoga
sisteminin büyük revaç bulduğu anlaşılmaktadır. Feyiz (kalbe akıp gelme) ve Vahdeti vücudu Eflatunculuktan, ittihad ve hululun Hristiyanlıktan,sarhoşluk ve müziğin budizmden geldiği bir gerçektir’(Nazarat fi Mutekadat İbn Arabi,Kemal İsa)
2-Bakara-143: ‘’Böylece biz sizi, insanlara şahit (ve örnek) olmanız için orta (vasat) bir ümmet kıldık…..’’
17-İsra-9: ‘’Şüphesiz ki Kuran insanları en doğru olana iletir ve salih amel işleyen müminlere büyük bir mükafat olduğunu müjdeler.’’
11-Hud-112,113: ‘’Seninle birlikte tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru davran.
Ve azıtmayın. Çünkü O (Allah) yaptıklarınızı görendir. / Zulmedenlere
eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur.. Sizin Allah’tan başka
velileriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz.’’
42-Şura-13, 14, 15, 16: ‘’O: ‘Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin’
diye dinden Nuh’a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim’e,
Musa’ya ve İsa’ya vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri etti (bir
şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırdığın şey müşriklere ağır geldi.
Allah dilediğini buna seçer ve içten kendisine yöneleni hidayete
erdirir. / Onlar kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca
aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’ dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer
Rab’ binden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz
olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmişti (iş bitirilmişti).
Şüphesiz onların ardından Kitaba mirasçı olanlar ise, herhalde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler. / Şu halde sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun gibi doğru bir istikamet tuttur. Onların hevalarına uyma.
Ve de ki: ’Allah’ın indirdiği her Kitab’a inandım. Aranızda adaletli
davranmakla emrolundum. Allah bizim de Rab’bimiz, sizin de
Rab’binizdir. Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz sizindir.
Bizimle aranızda deliller getirerek tartışmaya(huccete gerek) yoktur.
Allah bizi biraraya getirip toplayacaktır. Dönüş O’nadır.’ / O’na
icabet olunduktan sonra, Allah hakkında (sözde) deliller öne sürüp tartışanların delilleri Rab’leri katında geçersizdir. Onların üzerinde bir gazap vardır ve şiddetli azap onlaradır.’’
42-Şura-21: ‘’Yoksa onların birtakım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri , dinden kendilerine teşri ettiler
(bir şeriat kıldılar)? Eğer o fasıl kelimesi olmasaydı elbette
aralarında hüküm verilirdi. Gerçekten zalimler için acı bir azap
vardır.’’
57-Hadid-27:
‘’Sonra onların izleri üzerinde elçilerimizi birbiri ardınca gönderdik.
Meryem oğlu İsa’yı da arkalarından gönderdik; ona İncil’i verdik ve onu
izleyenlerin kalplerinde bir şefkat ve merhamet kıldık. (Bir bidat
olarak) Türettikleri ruhbanlığı ise, Biz onlara yazmadık (emretmedik). Ancak Allah rızasını aramak için (türettiler)
ama buna da gerektiği gibi uymadılar. Bununla birlikte onlardan iman
edenlere ecirlerini verdik, onlardan birçoğu da fasık olanlardır.’’
6-Enam-144:
‘’Deveden iki, sığırdan da iki: De ki: ‘İki erkeği mi haram kıldı?
Yoksa iki dişiyi mi yada o iki dişinin rahimlerinin, kendisini
kapsadığı (yavruları) mı? Yoksa Allah, bunları size tavsiye ettiği
zaman şahit miydiniz?’ Hiçbir bilgiye dayanmaksızın insanları saptırmak için Allah’la ilgili konularda yalan uydurup iftira düzenden daha zalim kimdir? Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.’’
2-Bakara-120: ‘’Sen
onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve hristiyanlar senden kesinlikle
hoşnut olmazlar. De ki: ‘Şüphesiz doğru yol Allah’ın yoludur’. Eğer
sana gelen bunca ilimden sonra onların hevalarına uyacak olursan, senin
için Allah’tan ne bir dost vardır ne bir yardımcı.’’
6-Enam-119:
‘’Ne oluyor ki size, kaçınılmaz bir ihtiyaçla karşı karşıya kalmanız
dışında, O size haram kıldıklarını ayrı ayrı açıklamışken, üzerinde
Allah’ın ismi anılan şeyleri yemiyorsunuz? Gerçekten çoğu, bir ilim olmaksızın kendi hevalarıyla saptırıyorlar. Şüphesiz senin Rab’bin haddi aşanları en iyi bilendir.’’
6-Enam-151:
‘’De ki: ‘Gelin size Rab’binizin neleri haram kıldığını okuyayım: O’na
hiçbir şeyi ortak etmeyin, anne babaya iyilik edin, yoksulluk
endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin de onların da rızıklarını
biz vermekteyiz. Çirkin kötülüklerin açığına ve gizli olanına yaklaşmayın.
Hakka dayalı olma dışında, Allah’ın (öldürülmesini) haram kıldığı
kimseyi öldürmeyin. İşte bunlarla size tavsiye etti, umulur ki akıl
erdirirsiniz.’’
7-Araf-28: ‘’Onlar çirkin bir hayasızlık işlediklerinde: ‘Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah bunu bize emretti’ derler. De ki: ‘Şüphesiz Allah, çirkin hayasızlıkları emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allah’a karşı mı söylüyorsunuz?’’
GEÇMİŞTEN VE GÜNÜMÜZDEN ÖRNEKLER
Aşağıdaki örnekler ‘’Tasavvuf ve İslam (İbrahim Sarmış-Ekin Yayınları)’’ kitabından alınmıştır.
v Veli denilen şeyhleri yada din adamlarını peygamberlerden üstün tutma:
‘’
İşte kendilerine hizmet, nafile ibadetlerden efdal tutulan evliyaullah,
yukarıdan beri birer vesile ile zikredilen Yüce Allah dostlarıdır.
Onların en yüce mevkiinde bulunanlardan birisi de Gavsul azam (kendisinden yardım istenen en büyük kişi)
Abdulkadir Geylani hazretleridir.Onun yüce kerameti nasıl nübüvvet
mucizatının bir cüzü sayılmasın ki, Risale-i Gavsiye’lerinde görüldüğü
vechiyle Kelimullah’a vaki ilahi sohbet kendilerine de nasip olmuştur.
‘Len teraniden terani’ sırrı bu yüce velide zahir olmuştur.(Yani Hz. Musa Allah’ı göremedi ama bu yüce veli görmüştür). Yukarıda bir vesile ile ehlullahın beşeri sıfatlardan tecerrüdle melekiyet
sıfatını iktisap ettiklerini arzetmiştik. El Bazul Eşheb olan Gavsı
azamın yüce kanatları cihanı muhit olduğu gibi, kendisine iltica eden
bendeganını (kullarını) daima bir siyanet meleği gibi o yüce kanatların
altında hıfz buyurmuşlardır. Burada Cebrail denilen ulu meleğe Gavsu-l
azam da meleklik sırrı itibariyle yoldaştır denirse hakikatin ta kendisi ifade edilmiş olur.’’ (El Bazul Eşheb, Melih Yuluğ)
‘’Hz. Mevlana için Molla Cami’nin ‘’Peygamber değildir ama kitap sahibidir’’ arifane kelamı, elbet Sultanul Evliya Abdulkadir Geylani hazretleri için de evleviyetle variddir. Gavsul Azam hazretlerinin kutsal kitabı ise Risale-i Gavsiyye’dir.’Kelimullahlık’’
payesine erişti’ denilmesinde hiçbir mahzur görmemekteyiz. Şu manada
ki, elbette kendileri nebi değildir. Ama ‘Kelimullah’ Hak Teala ile
mukaleme mazhariyetine ermişlerdir.’’ (El Bazul Eşheb, Bekir Uluçınar)
‘’Hızır
ve İlyas’ın görüşmeleri ve hallerinden bir nebze bilgi verilmesine dair
Molla Bedi’a yazılmış mektuptur. Allah’a hamd ve seçtiği kullarına
selam olsun. Hızır a.s. hakkında arkadaşların sorusu üzerinden epey
zaman geçti…Bugün sabah toplantısında Hızır ve İlyas’ın ruhaniler suretinde hazır olduğunu gördüm. Hızır ruhani bir kelam ile şöyle dedi: ‘Biz ruhlar alemindeniz. Allah ruhlarımıza tam bir kudret vermiştir ki, bu kudretle vücutlar suretinde teşekkül ve temessül eder, vücutlardan sadır olan cismani duruş ve hareketler, bedeni itaat ve ibadetler ondan sadır olur. O anda kendisine: ‘Siz Şafii
mezhebine göre namaz kılıyorsunuz’ dedim. Şöyle dedi: ‘Biz şeriatlerle
mükellef değiliz ama ev Kutbu’nun (sahibi) görevlerinin yerine gelmesi
bize bağlı olup, kendisi de Şafii mezhebinde olduğundan biz de
arkasında İmam Şafii’nin mezhebine göre namaz kılıyoruz….Yine anlaşılmıştır ki, velayetin kemalatı Şafii fıkhına muvafık, nübüvvetin kemalatı da Hanefi fıkhına muvafıktır. (Yani veliler şafii, peygamberler de hanefidir)…Hz.
İsa indikten sonra Ebu Hanife’nin mezhebine göre amel edecektir). O
anda ikisinden medet istemek ve dualarını almayı talep etmek aklımıza
geldi…Sanki aradan sıyrılıp gittiler. İlyas a.s. o zaman hiç
konuşmadı.’’ (Mektubat, B. Said Nursi)
‘’…Veliler
arasında az daha peygamber yardımına muhtaç olmadan nuru parlayan
kimseler vardır (Gazali) ‘’ (İşari Tefsir Okulu, Süleyman Ateş)
2-Bakara-118: ‘’Bilgisizler dediler ki: ‘Allah bizimle konuşmalı
veya bize de bir ayet gelmeli değil miydi?’ Onlardan öncekiler de
onların bu söylediklerinin benzerini söylemişlerdi. Kalpleri birbirine
benzedi. Biz, kesin bilgiyle inanan bir topluluğa ayetleri apaçık
gösterdik.’’
28-Kasa-46, 47, 48:
‘’(Musa’ya) Seslendiğimiz zaman da sen Tur’un yanında değildin. Ancak
Rab’binden bir rahmet olmak üzere senden önce kendilerine bir uyarıcı
gelmemiş olan bir kavmi uyarmış olman için (gönderildin). Umulur ki
öğüt alıp düşünürler diye. / Kendi ellerinin öne sürdükleri dolayısıyla
onlara bir musibet isabet ettiğinde: ‘Rab’bimiz bize de bir elçi
gönderseydin de böylece senin ayetlerine uysaydık ve müminlerden
olsaydık’ diyecek olmasalardı (seni göndermezdik). / Fakat onlara kendi
katımızdan hak geldiği zaman: ‘Musa’ya verilenlerin bir benzeri buna verilmeli değil miydi?’
dediler. Onlar daha önce Musa’ya verilenleri inkar etmemişler miydi?
‘İki büyü birbirine arka çıktı’ dediler. Ve gerçekten biz hepsini inkar
edenleriz’ dediler.’’
7-Araf-33:
‘’De ki:’Rab’bim yalnızca çirkin hayasızlıkları –onlardan açıkta
olanlarını ve gizli olanlarını- günah işlemeyi, haklı nedeni olmayan
isyan ve saldırıyı, kendisi hakkında ispatlayıcı bir delil indirmediği
şeyi Allah’a ortak etmenizi ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.’’
2-Bakara-169: ‘’O (şeytan) size yalnızca kötülüğü, çirkin hayasızlığı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.’’
2-Bakara-257: ‘’Allah iman edenlerin velisidir (dostu
ve destekçisi). Onları karanlıklardan nura çıkarır, inkar edenlerin
velileri ise tağuttur. Onları nurdan karanlıklara çıkarırlar. İşte
onlar ateşin halkıdırlar, onda süresiz kalacaklardır.’’
9-Tevbe-71: ‘’Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği
emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı
verirler ve Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederler. İşte Allah’ın
kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz Allah üstün ve güçlüdür,
hüküm ve hikmet sahibidir.’’
29-Ankebut-41: ‘’Allah’ın
dışında başka veliler edinenlerin örneği, kendine ev edinen örümcek
örneğine benzer. Gerçek şu ki, evlerin en dayanıksız olanı örümcek
evidir, bir bilselerdi!’’
39-Zumer-2, 3:
‘’Şüphesiz sana bu Kitabı hak ile indirdik, öyleyse sen de dini
yalnızca O’na halis kılarak Allah’a ibadet et. / Haberin olsun, halis
(katıksız) olan din yalnızca Allah’ındır. O’ndan başka veliler
edinenler (şöyle derler): ‘Biz bunlara bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye
ibadet ediyoruz.’ Elbette Allah kendi aralarında hakkında ihtilaf
ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah yalancı, kafir
olan kimseyi hidayete erdirmez.’’
v Veli denilen şeyhlere yada üstünlüğüne inandıkları din adamlarına Allah’ın sıfatlarını yakıştırma, ilahlaştırma, yüceltme, ‘’Allah’tır’’ , ‘’Allah’tan bir parçadır’’ deme yada onların hatalarını Allah’a maletme (Allah’a açıkça iftira):
‘’Aslında yüce veliler, Hak Teala’nın tam ve kamil mahzarlarıdır. Ol ayinede görünen Hakk’ tır. Esasen nasıl Tur vadisinde bir ağaçtan yüce Mevla, Kelimullah’a ‘inni enellah’ demişse, El Bazul Eşheb (Abdulkadir Geylani) mahzarında da görünen O’dur. Yani Hu’dur.’’ (El Bazul Eşheb, Bekir Uluçınar)
‘’Eski şarihlere göre buradaki ney, insanı kamildir. O, birlik kamışlığından kesilmiştir. Kendi varlığından geçmiş, gerçek varlıkta varolmuştur. Ondan çıkan her ses tanrı iradesini bildirir. Onun ihtiyarı tanrı ihtiyarıdır.
Fakat görünüşte sıfatlarla, fiillerle kayıtlıdır. Bu bakımdan ıtlak
alemini özler. Daha doğrusu da, onun bu özleyişi bir cilvedir, kendi
kendisine bir nazdır… Mevlana, ‘Dinle bu ney nasıl şikayet ediyor,
ayrılıkları nasıl anlatıyor’ derken, hem kamışlıktan kesilen ney’i
hemde mutlak varlıktan mukayyed varlığa düşen kendisini
kastetmektedir…’’ (Mesnevi ve Şerhi, Abdulbaki Gölpınarlı)
‘’Tanrısal varlığına kavuşmak isteyen muvahhid, beşeri varlığını kaybetmek, unutmak zorundadır. İşte bu kaybediş şekline ‘fena’ denir; bu da üç mertebeye ayrılır: (1)Amellerini yaparak, cehd ve gayret sarfederek, nefsine aykırı
giderek onu istediği amellere koşarak, nefsani sıfatlardan, huylardan
ve tabii özelliklerden fani olmaktır. (2) Hakkın senden istediği şeye
uymak ve seninle O’nun arasında hiçbir vasıta kalmamak,
her şeyden vazgeçip sırf ona yönelmek, ibadet ve tatlardaki zevk alma
düşüncelerinden fani olmaktır. (3) Vecdin son mertebesinde Hak şahidi
galebe edince artık Allah’ı müşahedeye ermenin farkına varmaktan da fani olmaktır. İşte o zaman sen fani bakisin…(Cüneyd Bağdadi)’’ (İşari Tefsir Okulu, Süleyman Ateş)
‘’Bu
sürekli yolculuk, tasavvuf düşüncesindeki ‘Asli vatan’ kavramıyla da
ilişki arzeder. Asli vatan insanın ruhlar alemindeki yeridir. Mevlana
bunu Mesnevi’sinde ‘Kamışlık’, İkbal ise Cavidname’sinde ‘Can yoldaşın
yanı’ olarak nitelendirmiştir. Bu asli vatan –ki insanın ayrıldığı bütün olan Allah’tan başkası değildir-
tanımlanamaz, ele geçmez, yakalanmaz bir hedef ve sevgili olduğundan,
ona varma zevki, onun yolunda olma zevkinden başka türlü düşünülemez.
Onu istemek ve yine istemek…Kuşadalı bunu şu güzel sözü ile ifadeye
koymuştur: ‘Vatanı aslimiz bezmi elest (Allah’tan ayrıldığımız an ve alem) dir. Her yerde misafir gibiyiz.’’ (Din ve Fıtrat, Yaşar N. Öztürk)
‘’Tecelli
dolayısıyla evrendeki her şeyde tanrı sıfatlarının belirdiğini (yani
ilahi sıfatların canlı ve cansızlar şeklinde tezahür ettiğini)
görmüştük. …Tanrının bütün sıfatları evrende dağınık ama insanda toplu olarak vardır. Aynaya baktığında nasıl kendini görürse, Allah da bütün vasıflarını toplu olarak insanda görmüştür. İnsan biri ölümlü, öteki ölümsüz olan iki unsurdan teşekkül eder. ..Ölümsüz unsur ise, insana asıl şerefini ve değerini bağışlayan ilahi tarafımızdır. Ruh denen bu unsur tanrının bütün sıfatlarına mahzardır…Allah’tan kopmuş
olan uyanık ve hasretli ruhu Mevlana Celaleddin Mesnevi’sinde neyi ile
anlatmaktadır. İnsan ruhu kamışlıktan koparılmış olduğu için durmadan
inleyen, herkesi dertlendiren bir şeydir…’’ (Türk Edebiyatı, Ahmet
Kabaklı)
‘’Şimdi
sufiler şekil ve kıyafet bakımından eski sufilere benziyor ama ruh ve
muhteva bakımından başkalaşmışlardır. ..Şeriata hürmet hissi kalplerden
zail olmuştur.Dine karşı kayıtsızlığı, menfaat temin etmenin en güvenilir vasıtası olarak kabul eden zamanın sofuları, haram ile helal arasında fark görmez olmuşlardır. Dine ve din büyüklerine karşı saygısız olmayı, din haline getirmişlerdir. İbadet etmeyi hafife almışlar, namaz kılmayı ve oruç tutmayı basit bir şey saymışlar, gaflet meydanında at koşturmuşlardır. Nefsani arzulara kendilerini teslim etmişler,
halktan, kadınlardan ve zalim devlet adamlarından elde ettikleri
şeylerden hiç çekinmeden faydalanmışlardır. Sonra bu nevi kötü şeyler
yapmaya da kanaat etmeyerek en yüksek manevi hallere ve hakikatlere
ulaştıklarını söylemişler, bu gibi şeylerden bahsederek kulluk boyunduruğundan kurtulup hürriyete kavuştuklarını, Allah’a vuslat hali ve hakikati ile muttasıl olduklarını, daima hak ile kaim bulunduklarını, iradelerinin Allah’ta fena bulduğunu ve kendilerine Allah’ın böyle hareket ettirdiğini,
nefsaniyetlerinin yokolup fena mertebesine ulaştıklarını, işledikleri
haramlardan veya işlemedikleri farzlardan dolayı azarlanıp
yerilmeyeceklerini, ehadiyetin sırlarını keşif yolu ile bildiklerini, cismani varlıklarının çarpılma ve kapılma suretiyle kendilerinden tamamen alındığını…konuştukları zaman kendilerinden değil,
kendilerinin adına başkasının (Hakk’ın) konuştuğunu, tasarruflarında
kendilerinin dışında bulunan bir velinin (mutevelli Hak) bulunduğunu (hal ve hareketlerinin Hak tarafından idare edildiğini) iddia etmişlerdir.’’ (Er Risaletul Kuşeyriyye,Kuşeyri; Abdulhalim Mahmud)
‘’Allah herşeydir ve neye ibadet edilirse, Allah’a ibadet edilmiş olur…
Her şey Allah olduğu için kulların Allah’tan başka taptıkları bütün
şeyler de aslında Allah’tır. Bu ayrımı kullar uydurmuştur.’’ (Fususul
Hikem, İbn Arabi)
‘’…Hallac şöyle diyor: ‘Lahutiliğinin delici ışığının sırrı tarafından beşeriyeti açığa çıkarılan yüce olsun! Sonra yaratıkları arasında yiyen ve içen suretinde açıkça göründü.
Hatta yaratıkları O’nu kapıcıların birbirlerini fark etmeleri gibi fark
etti…Sana bir şey olursa bana olur, zira her durumda sen benim. Sevdiğim kişi benim ben de oyum. Biz bir bedene girmiş (hulul etmiş) iki ruhuz. Beni görürsen onu görürsün. Onu görürsen bizi görmüş olursun’’ (Hallacı Mansur ve Eseri, Yaşar N. Öztürk)
‘’Hangi şeye işaret ederseniz, gerçekte Allah’a işaret etmiş olursunuz. Çünkü Allah, işaret edilen o şeyin aynıdır (kendisi)’’ (Mişkatul Envar, Gazali)
‘’Zatı itibariyle yüce olan Hak’kın açığa çıktığı her varlığa tapmak gerekir. O, alemin zerrelerinde açığa çıkmıştır.’’ (El İnsanul Kamil Fi Marifetul Evahir, Abdulkerim El Cili)
‘’Varlığımız O’nun varlığıdır. Varlığımız açısından biz O’na muhtaç, nefsinde zuhuru için O bize muhtaçtır….Senin özelliğin ne ise O’nun özelliği de odur…O bana hamd eder, ben O’na hamd ederim. O bana ibadet eder, ben O’na ibadet ederim’ (İbn Arabi) ‘’Risaleler Mecmuası, Ali El Kari)
‘’Erkek, Allah’ı kadında müşahede ederse, buna münfailde müşahede denir…Allah’ı kadında müşahede etmesi
tam ve en mükemmeldir…Onun için Rasulullah kadınları sevmiştir. Çünkü
Allah, onlarda çok mükemmel müsahede edilmektedir …Kavuşmanın en büyüğü
de nikahtır’’ (Fususul Hikem, İbn Arabi)
20-Taha-14: ’’Gerçekten Ben, Ben Allah’ım. Ben’den başka ilah yoktur, şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl.’’
9-Tevbe-30, 31: ‘’Yahudiler: ‘Üzeyr Allah’ın oğludur’
dediler; hristiyanlar da: ‘Mesih Allah’ın oğludur’ dediler. Bu onların
ağızlarıyla söylemeleridir; onlar bundan önceki inkar edenlerin
sözlerini taklit ediyorlar. Allah onları kahretsin nasıl da
çevriliyorlar! / Onlar Allah’ı bırakıp bilginlerini ve din adamlarını rabler edindiler
ve Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar tek olan bir ilaha ibadet
etmekten başka birşeyle emrolunmadılar. O’ndan başka ilah yoktur. O,
bunların ortak ettikleri şeylerden yücedir.’’
112-İhlas-1, 2, 3, 4: ‘’De ki: ‘O Allah birdir / Allah Sameddir (herşey O’na muhtaçtır, O hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır) / O doğurmamıştır ve doğrulmamıştır / Ve hiçbir şey O’nun dengi değildir.’’
16-Nahl-74: ‘’Artık Allah’a benzerler armaya kalkışmayın, çünkü Allah bilir siz ise bilmezsiniz.’’
16-Nahl-57: ‘’Ve Allah’a kızlar isnad ediyorlar, (haşa) O yücedir. Hoşlandıkları (erkek çocuklar) da kendilerinindir.’’
16-Nahl-62: ‘’Onlar Allah’a hoşlarına gitmeyen şeyleri uygun görürler,
dilleri de yalan olarak en güzel olanın kendilerinin olduğunu
düzmektedir. Hiç şüphesiz ateş onlar içindir ve hiç şüphesiz onlar
(cehennemde) öncülerdir.’’
19-Meryem-88, 89, 90, 91, 92, 93: ‘’Rahman çocuk edinmiştir dediler.
/ Andolsun siz oldukça çirkin bir cesarette bulunup geldiniz. /
Neredeyse bundan dolayı gökler paramparça olacak, yer çatlayacak ve
dağlar yıkılıp göçüverecekti. / Rahman adına çocuk öne sürdüklerinden
(ötürü bunlar olacaktı). / Rahman’a (olan Allah) çocuk edinmek
yaraşmaz. / Göklerde ve yerde olan (herkesin ve her şeyin) tümü
Rahman’a yalnızca kul olarak gelecektir.’’
42-Şura-11:
‘’O, göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Size kendi nefislerinizden eşler,
davarlardan da çiftler varetti. Sizleri bu tarzda türetip yayıyor. O’nun benzeri gibi olan hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.’’
2-Bakara-165: ‘’İnsanlar içinde Allah’tan başkasını ‘eş ve ortak tutanlar’ vardır ki, onlar (bunları) Allah’ı sever gibi severler.
İman edenlerin ise Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler
azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah’ın
olduğunu ve Allah’ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir
bilselerdi.’’
30-Rum-40: ‘’Allah sizi yarattı, sonra size rızık verdi, sonra sizi öldürmekte, daha sonra sizi diriltmektedir. Ortaklarınızdan bunlardan herhangi birini yapacak var mı? O, ortak ettiklerinizden münezzeh ve yücedir.’’
10-Yunus-17,18:
‘’Allah’la ilgili konularda yalan uydurup iftira düzenden ve O’nun
ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Şüphesiz O, suçlu
günahkarları kurtuluşa erdirmez. / Allah’ı bırakıp kendilerine zarar
vermeyecek ve yararları dokunmayacak şeylere kulluk ederler ve: ‘Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir’ derler. De ki: ‘Siz Allah’a göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz? O sizin ortak ettiklerinizden uzak ve yücedir.’’
20-Taha-52: ‘’Dedi ki: ‘Bunun bilgisi Rab’bimin katında bir kitaptadır. Benim Rab’bim şaşırmaz ve unutmaz.’’
2-Bakara-255: ‘’Allah… O’ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir.
(Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiçbir şeyi
kavrayıp kuşatamazlar. O’nun kürsüsü bütün gökleri ve yeri kaplayıp
kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O pek yücedir, pek
büyüktür.’’
10-Yunus-34, 35: ‘’De ki: ‘’Sizin ortak ettiklerinizden ilk kez yaratacak, sonra onu iade edecek olan var mı?’ De ki: ‘Allah yaratmayı başlatır, sonra onu iade eder. Öyleyse nasıl çevriliyorsunuz?’ / De ki: ‘Sizin ortak ettiklerinizden hakka ulaştırabilecek var mı?’
De ki: ‘Hakka ulaştıracak Allah’tır. Öyleyse hakka ulaştıran mı
uyulmaya daha hak sahibidir yoksa doğru yola ulaştırılmadıkça kendisi
hidayete ulaşmayan mı? Ne oluyor size nasıl hükmediyorsunuz? / Onların
çoğu zandan başkasına uymaz. Gerçekten zan ise haktan hiçbir şeyi sağlayamaz. Şüphesiz Allah onların işlemekte olduklarını bilendir.’’
39-Zumer-67: ‘’Onlar, Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler.
Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O’nun avucundadır (kabzası); gökler de
sağ eliyle dürülüp bükülmüştür. O, ortak ettiklerinden münezzeh ve
yücedir.’’
v İnsanlara insanüstü özelliklerin verilmesi (ölümsüzleştirme, uçma, vb.):
‘’Bir
adam hacca niyet ettiği halde müteaddid seneler bir türlü gitmek nasip
olmamış,… Hanımı adamcağıza ‘Her sene böyle niyet edersin, bir türlü
gidemezsin. Ben de komşulara mahcup olurum. Eğer bu sene de gidemezsen
ben seni artık eve almam’ demiş… Sokakta kalan adam Hz. Utfade’ye
halini anlatmış, o da derviş Eskici Baba’ya havale etmiş. Eskici Baba’nın himmetiyle adam kendini Mekke’de bulmuş, bütün Bursalılarla birlikte haccını yapmış,
Eskici Baba vasıtasıyla Bursa’ya dönmüş…ama hanımına kendini
inandıramamış, hanımı onu eve almamış… Kadı’ya gitmiş… Kadı karar
veremez, hacıların dönmesini bekler ve hacılara sorar: ‘Bu adamı hac
esnasında … gördünüz mü?’. Şahit hacıların hepsi de: ‘Efendim bütün hac
merasimini beraberce yaptık…’.Kadı: ‘Bu iş nasıl oldu bana anlat’
der…Hacı efendi de mecburine Hz. Utfade vasıtasıyla Eskici Baba’nın bu
işi başardığını anlatır…Kadı Hüdai efendinin aklı hakikatlere erişir,
‘Böyle kadılık yapmaktansa Hz. Utfade’ye mürid olmak daha iyidir’
hükmüne varır ve Hazret’e müracat eder. Eğer Hüdai efendi bir kadı
olarak kalsaydı, şimdiye kadar çoktan unutulup gitmişti…’’ (Tasavvufi
Ahlak, Mehmed Z. Koktu)
‘’Arşın üstüne yükselmek çok oluyor. Bunlardan birinci çıkışta uzun yolculuklardan sonra arşın üstüne yükselince, cennet yukarıdan kuşbakışı göründü.
Bildiklerimden birkaçının cennetteki makamlarını görmek istedim. Dikkat
ettim, göründüler. Makamların sahiplerini de o makamlarda
gördüm’’(Mektubat Tercümesi-İmam Rabbani, Mektup1,Hüseyin Işık)
16-Nahl-76: ‘’Allah
şu örneği verdi: ‘İki kişi; bunlardan birisi dilsiz, hiçbir şeye gücü
yetmez ve herşeyiyle efendisinin üstünde (bir yük), o onu hangi yöne
gönderse bir hayır getirmez. Şimdi bu, adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunanla eşit olabilir mi?’’
4-Nisa-135: ‘’Ey iman edenler, kendiniz, anne babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) İster zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır…’’
3-Ali İmran-18: ‘’Allah, gerçekten kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti, melekler ve ilim sahipleri de O’ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve Hakim olan O’ndan başka ilah yoktur.’’
36-Yasin-74,75: ‘’Yardım görürler umuduyla Allah’tan başka ilahlar edindiler. / Onların (o ilahların) kendilerine yardım etmeye güçleri yetmez; oysa kendileri onlar için hazır bulundurulmuş askerlerdir.’’
3-Ali İmran-126: ‘’Allah bunu (yardımı) size ancak bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla tatmin bulsun diye yaptı. Yardım ve zafer (nusret) ancak üstün ve güçlü, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah’ın katındandır.’’
3-Ali İmran-150: ‘’Hayır, sizin mevlanız Allah’tır. O, yardım edenlerin en hayırlısıdır’’
55-Rahman-26, 27: ‘’(Yer) Üzerindeki herşey yok olucudur. / Celal ve ikram sahibi olan Rab’binin yüzü (kendisi) baki kalacaktır.’’
25-Furkan-58: ‘’Sen, asla ölmeyen ve daima diri olan (Allah) a tevekkül et ve O’nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından O’nun haberdar olması yeter.’’
7-Araf-190,191,192,193,194,195,196,197,198: ‘’Ama O (Allah) onlara salih (bir çocuk) verince, kendilerine verdiği şey konusunda O’na ortaklar kılmaya başladılar. Allah onların ortak ettiklerinden yücedir. / Kendileri yaratılıp dururken, hiçbir şeyi yaratamayan şeyleri mi ortak ediyorlar? / Oysa (bu ortak ettikleri güçler ve nesneler) ne onlara bir yardıma güç yetirebilir ne kendi nefislerine yardım etmeye. / Onları hidayete çağırsanız size uymazlar. Onları çağırsanız da suskun dursanız da size karşı (tutumları) birdir. / Allah’tan başka taptıklarınız sizler gibi kullardır. Eğer doğru iseniz, hemen onları çağırın da size icabet etsinler.
/ Onların yürüyecek ayakları var mı? Ya da tutacakları elleri mi var?
Veya görecek gözleri mi var? Yoksa işitecek kulakları mı var? De
ki:’Ortak ettiklerinizi çağırın, sonra bir düzen (tuzak) kurun da bana
göz bile açtırmayın’ / Hiç şüphesiz benim velim
Kitab’ı indiren Allah’tır ve O, salihlerin koruyuculuğunu (veliliğini)
yapıyor. / O’ndan başka taptıklarınız ise size yardıma güç
yetiremezler, kendilerine de. / Eğer onları doğru yola çağırsanız işitmezler. Onlar sana bakar görürsün oysa onlar görmezler bile. ‘’
v Tasavvuf ehlinin öldürüp diriltme gücünün olduğu inancı:
‘’Birisi
talebelik zamanında bir fırından ekmek alırmış. Bir kıtlık gününde
cemaat fırının önünde pek kalabalıkmış. Fırıncı bu talebeye hiç kulak
asmamış, talebe de kızmış, yerden aldığı taşı atmak istemiş. Fakat taş
kendiliğinden bunun avucuna gelmiş. Bundan ürken talebe ’Bir sebebi
vardır’ diyerek taşı bir kenara bırakmış…Ekmeği alıp odasına
dönmüş…Birgün tekrar fırına gittiğinde fırında başka biri varmış.
Fırıncıyı sorduğunda: ‘Hasta ama bir türlü ölemiyor’ (demişler). ‘Hemen
taş aklıma geldi. Koyduğum yerden alıp evine gittik. Taşı usulca göğsüne koydum. Adam derhal öldü.’’ (Ehli Sünnet Akaidi Dersler, Mehmed Z. Koktu)
2-Bakara-258:
‘’Allah kendisine mülk verdi diye, Rab’bi konusunda İbrahim’le
tartışmaya gireni görmedin mi? Hani İbrahim: ‘Benim Rab’bim diriltir ve
öldürür’ demişti; o da: ‘Ben de öldürür ve diriltirim’
demişti. İbrahim: ‘Şüphe yok, Allah güneşi doğudan getirir (hadi) sen
de onu batıdan getir’ deyince, o inkarcı böylece afallayıp kalmıştı.
Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.’’
9-Tevbe-116: ‘’Gerçek şu ki göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır; diriltir ve öldürür. Sizin Allah’tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur.’’
30-Rum-40: ‘’Allah sizi yarattı, sonra size rızık verdi, sonra sizi öldürmekte, daha sonra sizi diriltmektedir. Ortaklarınızdan bunlardan herhangi birini yapacak var mı? O, ortak ettiklerinizden münezzeh ve yücedir.’’
v Velilerin yada din adamlarının olağanüstülükleri (insanüstü özellikler) olduğu inancı:
‘’Bazı evliya şarabı ağızlarına alsa bal şerbeti olurmuş
derler amma büyük veliler bu, zayıfların halidir diyorlar. Kamil olan
insanlar her şeyi yerli yerinde yaparlar’’ (Tasavvufi Ahlak, Mehmed Z.
Koktu)
‘’İmam Rabbani hazretlerini müridlerinden on ikisi akşam iftara davet etmişler ve aynı zamanda on iki kişinin iftar sofrasında da hazır bulunmuşlardır.’’ (Tasavvufi Ahlak, Mehmed Z. Koktu)
‘’Bu iddialara bir örnek olması için bazı keramet çeşitlerini
belirtmekte yarar vardır: Diriyi öldürmek, ölüyü diriltmek; Kabir
haline ve ölülerin durumuna vakıf olmak ve aynı zamanda ölülerle
konuşabilmek; Su üzerinde yürümek ve havada uçmak; Gaybı bilmek, görmek
ve herkesin kalbindeki sırlara vakıf olmak; Melekut alemine nüfuz edip
tasarruf etmek; Rüzgar estirip esen rüzgarı dindirmek, soğuğu sıcak ve
sıcağı soğuk yapmak; Ateşte yanmamak ve öldürücü sebeplerden
etkilememek…’’ (İslam Sofileri, Kültür Bakanlığı Yayınları; Tarikatler,
Hasan Küçük; Türk Halk İnanışlarında ve Edebiyatında Evliya
Menkıbeleri, Ahmet Y. Ocak)
‘’Ebu
Ali Ed Dekkak’ın şöyle dediğini duydum: ‘Belh Halkı Muhammed İbn El
Fadl’ı şehrinden sürgün edince onlara beddua etmiş ve ‘Allah’ım onları doğru söylemekten mahrum et’ demiştir. Ondan sonra Belh şehrinden doğru söyleyen çıkmamıştır.’’ (Er Risale, El Kuşeyri)
10-Yunus-28, 29, 30, 31: ‘’O gün onların tümünü birarada toplayacağız, sonra ortak edenlere:
‘Yerinizden ayrılmayınız, siz de ortak ettikleriniz de’ diyeceğiz.
Artık onların arasını açmışızdır. Ortak ettikleri derler ki: ‘Siz bize
ibadet ediyor değildiniz. / Bizim ile sizin aranızda şahit olarak Allah
yeter. Gerçekten biz, sizin ibadetinizden habersizdik.’ / İşte orada
her nefis önceden yaptıklarıyla imtihana çekilmiş olacak ve onlar asıl
gerçek mevlaları olan Allah’a döndürülecekler. Yalan yere uydurdukları
da kendilerinden kaybolup uzaklaşacaklar. / De ki: ‘Göklerden ve yerden
sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir?
Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip çeviren kimdir? Onlar: ‘Allah’ diyeceklerdir. Öyleyse de ki: ‘Peki siz yine de korkup sakınmayacak mısınız?’’
36-Yasin-83: ‘’Herşeyin melekutu (hükümranlık ve mülkü) elinde bulunan (Allah) ne yücedir. Siz O’na döndürüleceksiniz.’’
25-Furkan-3: ‘’O’nun dışında hiçbir şeyi yaratmayan, üstelik kendileri yaratılmış olan, kendi nefislerine bile ne zarar ne yarar sağlamayan, öldürmeye, yaşatmaya ve yeniden diriltip yaymaya güçleri yetmeyen bir takım ilahlar edindiler.’’
10-Yunus-106, 107: ‘’Allah’tan başka, sana yararı ve zararı olmayana
(ilahlar) tapma.Eğer sen (bu emirlerin tersini) yapacak olursan, bu
durumda muhakkak zulmedenlerden olursun. / Allah sana bir zarar
dokunduracak olsa, O’ndan başka bunu senden kaldıracak yoktur. Ve eğer
sana bir hayır isterse, O’nun bol fazlını geri çevirecek de yoktur.
Kullarından dilediğine bundan isabet ettirir.’’
v Şeyhlerin kalpleri okuduğu ve gaybı bildiği inancı:
‘’Hayrun
Nessac anlatıyor; Birgün evimde otururken Cüneydi Bağdadi kapıda
durmaktadır, diye içime bir fikir doğdu. Bu düşünceyi kalbimden attım.
Fakat aynı düşünce tekrar içime doğdu. Dışarı çıktım. Baktım ki Cüneydi
kapıda beklemekte. Cüneyd bana dedi:’İlk defa hatırladığında neden
dışarı çıkmadın?’’ (Er Risale, El Kuşeyri)
‘’İnsanın kalbinden geçirdiğini bilir, gelenin sormadan cevabını verir, ihtiyaç sahibinin muhtaç olduğu şeyi bağışlardı. Gönüllere ve rüyalara tasarrufu vardı. Bereket
gittiği yere yağar, bolluk onunla beraber gezer, en ücra, en kıtlık
yerlerde o gelince nimet dolardı. Beraberinde seyahat edenler
tevafuklara, tecellilere, maddi ve manevi hallere ve ikramlara şaşar,
hayretlere düşerler, parmaklarını ısırırlardı.’’ (Ehli Sünnet Akaidi
Dersler, Halil Necatioğlu, M. Esad Coşan)
‘’İnsanlar
ya nakil ve rivayet yahut akıl ve fikir sahipleridir. Tarikatın
şeyhleri ise, bütün bunların üstündedir. Başkaları için gayb olan şey onlar için açıktır. İnsanların elde etmek istediği bilgiler, Allah tarafından onlara verilmektedir.’’ (Er Risale, El Kuşeyri)
11-Hud-123: ‘’Göklerin ve yerin gaybı Allah’ındır,
bütün işler O’na döndürülür. Öyleyse O’na kulluk edin ve O’na tevekkül
edin. Senin Rab’bin yaptıklarınızdan habersiz değildir.’’
20-Taha-7: ‘’Sözü açığa vursan da(gizlesen de birdir). Çünkü şüphesiz O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilmektedir.’’
72-Cin-26: ‘’O, gaybı bilendir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz.’’
10-Yunus-3: ‘’Şüphesiz sizin Rab’biniz altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden, işleri evirip çeviren Allah’tır.
O’nun izni olmadıktan sonra hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rab’biniz
olan Allah budur, öyleyse O’na kulluk edin. Yine de öğüt alıp
düşünmeyecek misiniz?’’
7-Araf-188: ‘’De ki:’Allah’ın dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiçbir şeye) malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim
muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir kötülük
dokunmazdı. Ben iman eden bir topluluk için bir uyarıcı ve bir müjde
vericiden başkası değilim’’
11-Hud-31: ‘’Ben size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum. Melek olduğumu söylemiyorum
ve gözlerinizin aşağılık gördüklerine Allah kesin olarak bir hayır
vermez de demiyorum. Nefislerinde olanı Allah daha iyi bilir. Bu
durumda (bunun aksini yaparsam) gerçekten o zaman zalimlerdenim (demek)
dir.’’
v Peygamberimizin kıyamet saatini bilmesi inancı:
‘’…Hz. Peygamber efendimiz, Miraç’ta Cenab-ı Halık’ tan haber verdi. Mahluku olan ruhu niçin bilmesin? Binanaleyh ruhu ve saatin ne zaman kopacağını da bilirdi.’’ (Tasavvufi Ahlak, Mehmed Z. Koktu)
7-Araf-187: ‘’Sana Kıyamet Saati’nden, onun ne zaman gelip çatacağından soruyorlar. De ki: ‘O’nun ilmi yalnızca Rab’bimin katındadır. Onun vaktini O’ndan başkası açıklayamaz.
O, göklerde ve yerde ağırlaştı. O, size apansız bir gelişten başkası
değildir.’ Sanki sen ondan tümüyle haberdarmışsın gibi sana sorarlar.
De ki:’Onun ilmi yalnızca Allah’ın katındadır.’’
v Kendi eserlerini ‘‘Bunu bize Allah vahyetti, yazdırdı’’ diyerek peygamberlere vahyedilen Kitaplarla bir yada onlardan daha üstün tutmaları:
‘’Arifler
yazıp bablara ayırdıkları şeylerde sadece kelama bağlı değildirler.
Çünkü kalpleri Allah’ın kapısında durmakta ve oradan çıkacak şeyleri
beklemektedir…Bütün söylediklerimiz, lafızların ifade ettiği şeylere
değil, Allah’ın kalplerimize verdiği bilgilere dayanıyor…Bizim ve ashabımızın ilimleri düşünce yolu ile değil, ilahi feyz yolu iledir…Çünkü zevk ilimleri ancak ilahi bir tecelli ile olur…Futuhat kitabının tertibinin kendisinin değil, ilham meleği yolu ile Allah’ın kendisine yazdırması
yolu ile olduğu, sözlerinin arasında bazen irtibatsız şeyler
olabileceği…Rasulullah’tan başka kimseyi taklit etmediği ve bütün
bilgilerinin hatadan korunmuş olduğu…Yazdığım ve yazmakta olduğum bütün şeyler ilahi bir yazdırma, rabbani bir ilham veya ruhuma yapılan üflemedir… (Futuhatı Mekkiyye, İbni Arabi) ‘’ (El Yakavıt vel Cevahir, A. Eş Şarani)
‘’Hayal aleminde Allah’ı gördüm ve bütün söylediklerim O’ndandır…Rüyada Rasulullah’ı gördüm ve Fususul Hıkem kitabını yazmamı emretti…Size söylediklerimiz O’ndan bizedir. Bizim size verdiklerimiz bizden sizedir.’’ (Fususul Hıkem, İbn Arabi)
‘’Kuran dolayısıyla insanlardan çoğunun delalete düşeceğini, çoğunun da hidayet bulacağını bildiriyor. Kuran öyle olduğu gibi Mesnevi de öyledir.
Nitekim arif sahibi de ’Kuran gibi bizim Mesnevi de bazılarını
hidayete, bazılarını delalete gönderir’ diyor’’ (Şerhi Mesnevi, Tahirul
Mevlevi, Ahmed S. Matbaası)
‘’Hüzünleri giderir, bu şifadır kalplere / Ledunni mana verir müteşabih ayetlere / Kuranı Kerim gibi
kimini hidayete / Kimini hak ettiği delalete sevkeder / Şerefli
katiplerdir onun yazıcıları / Temastan menederler temiz olmayanları /
Kalbe mutluluk veir, huyları güzel eyler / O ilhamla inmiştir alemlerin Rab’binden
/ Gelemez batıl onun önünden ve ardından / Koruyucu olan Hak onu korur
gözetir / Ki O, merhametlilerin merhametlisidir / Mesnevi kitabının
başka adları da var / Adları verense Allah’ın kendisidir.’’ (Mevlana Mesnevi, O Mevlevi)
6-Enam-93: ‘’Allah’la ilgili konularda yalan uydurup iftira düzenden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken ‘Bana da vahiy geldi’ diyen ve ‘Allah’ın indirdiğinin bir benzerini de ben indireceğim’
diyenden daha zalim kimdir? Sen bu zalimleri, ölümün şiddetli
sarsıntıları sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara:
‘Canlarınızı çıkarın, bugün Allah’a karşı haksız olanı söylediğiniz ve
O’nun ayetlerinden büyüklenerek yüz çevirmeniz dolayısıyla alçaltıcı
bir azapla karşılık göreceksiniz’ (dediklerinde) bir görsen’’
10-Yunus-15: ‘’Onlara ayetlerimiz apaçık belgeler olarak okunduğunda, bizimle karşılaşmayı ummayanlar, derler ki: ‘Bundan başka bir Kuran getir veya onu değiştir’
De ki: ‘Benim onu kendi nefsimin bir öngörmesi olarak değiştirmem benim
için olacak şey değildir. Ben yalnızca bana vahyolunana uyarım. Eğer
Rab’bime isyan edersem gerçekten ben, büyük günün azabından korkarım.’’
29-Ankebut-51: ‘’Kendilerine okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz bunda iman eden bir kavim için bir rahmet ve bir öğüt vardır.’’
2-Bakara-23:
‘’Eğer kulumuza indirdiğimizden (Kuran) şüphedeyseniz, bu durumda siz
de bunun benzeri bir sure getirin. Ve eğer doğru sözlüyseniz Allah’tan
başka şahitlerinizi çağırın’’
17-İsra-88: ‘’De
ki: ‘Eğer bütün ins ve cin (toplulukları), bu Kuran’ın bir benzerini
getirmek üzere toplansa –onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa
bile- onun bir benzerini getiremezler’’
|