bembeyaz Uzman Uye
Katılma Tarihi: 31 temmuz 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 736
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
(مهدى) “mehdî” kelimesi Arapça’daki, (هدى) “he de ye” mastarından türeyen ism-i mef’ul olup, “doğru yolu bulan, doğru yolda olan, yol gösteren, önde giden öncü” mânâlarına gelmektedir. Klasik kaynaklarda ise, “kıyâmet öncesinde zulüm ve adâletsizliğin her tarafı kapladığı bir zamanda gelip, yeryüzünü adâletle dolduracağı ve İslâm’ı hâkim kılacağı söylenen Ehl-i beytten bir kimse” şeklinde tarif edilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de “mehdî” kelimesi geçmemektedir.
Hemen hemen bütün dinlerde, hatta ilkel kavimlerde de “mehdî” düşüncesinin varlığı dikkatleri çekmekte, dünya dinlerinin ortak bir objesi olduğu, temel yapı ve elementlerinin birbirine çok benzediği görülmektedir. Nitekim, iyi ile kötünün mücâdelesi sürdükçe kaybeden tarafın böyle bir inanç içerisine girmesinin mümkün olabileceği ifâde edilmektedir. Çünkü böyle ortamlarda ümîde ihtiyaç olmakta, kurtarıcı bir motife bel bağlamak insanı ve toplumu rahatlatmaktadır. Hz. Peygamber döneminde böyle bir beklenti mevcut değilken, halîfelerin şehid edilmesiyle başlayan süreçte, siyâsî ve sosyal kargaşanın devam ettiği, zulüm ve ahlaksızlığın boy gösterdiği saltanat devrinde, “mehdî” bekleme inancının sosyal ve psikolojik şartlarının oluştuğu bilinmektedir. Bu problemlerden çıkış için, Kur’an ve Sünnet’in rehberliğine sarılmak yerine, diğer din ve kültürlerin etkisiyle, Kitab-ı Mukaddes’te bahsedilen Yahûdîleri esaretten kurtaran ve kutsal mabedi yeniden inşa edecek olan kral “Mesîh” tipi “mehdî” beklentisine girilmesinin doğru olmadığı anlaşılmaktadır.
Dînî inanç ve ibâdetlerin zayıfladığı, savaşların sürdüğü, yabancıların baskı ve hâkimiyetleri artırdıkları, ekonomik düzenin bozulduğu devirlerde “mehdî” bekleme inancının yaygınlık kazandığı görülmektedir. Böyle dönemlerde insanların, zulmün yerini adâletin ve barışın, yoksulluğun yerini bolluğun aldığı, yeryüzünün cennete dönüştüğü bir dünyada yaşamayı hayal ederek günlerini geçirdikleri anlaşılmaktadır. Zaten her ferdin ve milletin en büyük arzu ve ideali altın bir çağdır. Nitekim Homer’e “Odysseus”u, Yunan şairi Hesio’da “İşler ve Günler”i, Sümerler’e “Gılgamış Destanı”nı, Fârâbî’ye “el-Medînetü’l-Fâzılâ”yı yazdıran hep aynı özlem ve inançtır.
“Mehdî”lerden beklenen görevlerin neler olduğu konusu incelendiğinde de bir takım beklentilerin arkasında yatan nedenler çok daha iyi fark edilmekte ve bir çok sorunun cevabı bulunmaktadır. Nitekim, rivâyetlerden anlaşılacağı üzere “mehdî”lerin en başta gelen vazifeleri; ülkelerini içte ve dışta sulh ve adâlete kavuşturmaları ve her yerde emniyeti sağlamalarıdır. Bütün dinlerdeki “mehdî” tasavvurlarında özellikle bu konu üzerinde durulması dikkatleri çekmektedir. Müstakbel “mehdî”nin genellikle ülkeyi dışarıdan rahatsız eden komşu milletlerle ve içeride de istenmeyen gruplarla savaştırıldığı görülmektedir. Mesela, Müslümanlar “mehdî”yi dışarda Bizans ile, içerde ise Emevî saltanatının temsilcileriyle savaştırmaktadırlar ki, bu husus “mehdî” tasavvurunun doğuş ve gelişmesindeki siyâsî sebeplere ışık tutmakta ve devrin siyâsî akımlarının etkisini gözler önüne sermektedir. Sosyal sarsıntılarla ümitleri kırılan insanlara mânevî güç ve ümit vermek için iyi niyetle hadis uyduranlar olduğu gibi, siyâsî çıkar için bunu yapanların da bulunduğu anlaşılmaktadır.
İnsanların neden “mehdî” beklentisi içine girdikleri araştırıldığında da değişik sonuçlarla karşılaşılmaktadır. Nitekim, “mehdî” ve “Mesîh”lerin peşlerine düşen kimselerin daima bir kurtarıcı arayanlar olduğu, ruhlarının derinliklerinde bir karizma özlemi yattığı, rasyonelliği inkar ettikleri ölçüde duygularını serbest bıraktıkları, böyle bir ruh hali ile de kişiliklerini her türlü dış müdâhale ve kontrole açık tuttukları belirtilmektedir. İşte böyle bir beklentiyi karşılamak isteyen çıkarcı tipler de her dönemde ortaya çıkmış ve kötü emellerine insanları alet edebilmişlerdir. Bu itibarla bunlara fırsat verilmemesi için rivâyetlerin doğru değerlendirilmesi ve Hz. Peygamber’e âidiyetinin iyi tespit edilmesi gerekmektedir.
Bu konuda kaynaklarda yer alan rivâyetler incelendiğinde, “mehdî” ile ilgili farklı görüşlerin ortaya konulduğu görülmektedir. Nitekim “mehdî”nin geleceğini ve rivâyetlerde haber verilenlerin tamamını gerçekleştireceğini; “mehdî” beklemenin fıtrî olduğunu dolayısıyla da bu ihtiyacın karşılanması gerektiğini; bu hadislerin içerisinde sahih, zayıf ve uydurma olanların bulunabileceğini; ancak, te’vilin iyi yapılması gerektiğini söyleyerek bu fikri savunanlar bulunmaktadır. Buna mukâbil, “mehdî” ile ilgili rivâyetlerin çoğunluğunun tartışmalı olup tutarsızlıklarla ve çelişkilerle dolu olduğunu; siyâsî olan bir meselenin zamanla dînî bir şekil aldığını; bir kısım rivâyetlerin Kur’an ve Sünnet’le telifinin mümkün olmadığını; bu düşüncenin İslâm toplumuna büyük zararlar verdiğini; bu kurtarıcı “mehdî” inancını, İslâm’ın değil kültürün ödünç aldığını, Kur’an varken “mehdî”ye ihtiyaç bulunmadığını; “mehdî” beklemenin bir inanç esası olarak benimsenmesinin mümkün olmadığını belirtenler de bulunmaktadır. “Mehdî” inancı ile ilgili bir diğer görüş ise, tartışmalı bu inancın Sünnîlik içerisine tasavvuf kanalıyla ve kıssacı vaizlerin katkılarıyla girmiş olduğu; çoğu kere bağımsız bir güç olarak kendini gösterdiği; bu hareketin toplumlar için bir emniyet sübabı olduğu ve İslâm toplumlarına dînî-ictimaî ve siyâsî bir dinamizm kattığı görüşüdür. Ancak bu görüşe katılmayanlar: “Mehdî” inancının insanların zulme karşı eyleme geçmesini sağlamak şöyle dursun, harekete geçilmesini engellediğini, kitleleri mehdî beklemeye ittiğini, zulmü mehdî dışında birinin yok edemeyeceği düşüncesini zihinlere yerleştirdiğini ve Müslümanları çözümsüzlüğe sürüklediğini” ifade etmektedirler. Bununla birlikte belirtelim ki, düşman istîlasından kurtulmak için başlatılan mücâdelelere “mehdî” düşüncesinin sağladığı heyecanı ve katkıyı kabul etmekle beraber, önemli olan kurtarılmaya bekleyecek bir duruma düşmeden evvel gereken çaba ve gayreti göstermek ve iyi bir konumda bulunmaya çalışmak olmalıdır. Zîra, bir milletin ilerlemesi ve gelişmesi için, “mehdî” beklemek yerine çalışmaya, ruha, inanca, kendine güven duymaya, hırsa, azime, ideale, kararlılığa, gayeye, başaracağına inanmaya ihtiyacı vardır. Gayesiz hiçbir ilerleme mukadder değildir.
“Dünyayı fâni, hayatı hakir, hırsı haram görecek derecede seviyesi düşmüş, inancı bozulmuş, gayesi mahvolmuş bir cemiyetin” ilerlemesi mümkün olmadığı gibi, son anda içine düştüğü bir takım sıkıntılardan kendisini kurtarmayı başarması da övünülecek ve abartılacak bir husus olmamalıdır. “İslâm’ın kıyâmete kadar yeryüzünde bekâsı için ümmeti koruyacak bir akıla, hidâyete götürecek bir îmâna ve kendini savunacak bir güce ihtiyacı vardır. Bunun için de ümmet, kendi hidâyetini kendisi bulmalı, kendi “mehdî”sini içinden kendisi çıkartmalıdır. Yoksa bir imam “mehdî” gelip ümmeti zillet ve fesattan, zevâle uğramaktan kurtaracak değildir. Böyle bir düşünce bâtıl bir kuruntudan ibârettir. Hem Kitab-ı Hakîm’in irşadına, hem de Allah’ın sünnetine aykırıdır.” Bununla beraber Allah’ın, hiçbir insana beşer üstü bir kudret vermediğini, dünyayı düzeltmeyi, yeryüzünün tamamını adâletle doldurmayı ve insanları refaha ulaştırmayı peygamberlerin bile başaramadığını da unutmamak gerekmektedir.
“Mehdî” özlemini yansıtan rivâyetlere Buhârî ve Müslim’in eserlerinde hiç yer vermedikleri dikkate alınacak olursa, onların kanaatlerinin de hangi yönde olduğu anlaşılacaktır. Zîra, Hz. Peygamber’in bile bir çok sıkıntılara katlandığı göz önüne alındığında, “mehdî”nin kısa sürede dünyayı adâletle dolduracağı ve insanlar arasında refahı sağlayacağı iddiası bir ütopyadan ibârettir. Böyle bir durum, “kurtarıcı”yı Hz. Peygamber’in önüne geçirmek demektir ki İslâmî bir mantıkla bunu bağdaştırmak da zor görünmektedir.
Sonuç olarak, âhir zamanda gelecek ve tebliği kıyâmete kadar geçerli olacak zâtın Hz. Peygamber olduğu bilinmesine rağmen, hayallerindeki olağanüstülükleri yaşatacak müstakbel bir kurtarıcı beklentilerini muhâfaza eden kimilerinin Kur’an’a aykırı da olsa, bu görüşlerini İslâm ile sentezleyerek, sürdürmeye çalışmalarının yanlışlığı bugün çok daha açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Kur’an’a göre âhir zamanda beklenen “Mesîh” veya “mehdî” gelmiştir, ismi de Hz. Muhammed Mustafa’dır.
[Geniş bilgi için bkz. Dr. Ahmet Emin SEYHAN, Hadislerde Kıyamet Alametleri, s. 210-218, MORALİTE Yay., İstanbul, 2006]
__________________ Rabbim! ilmimi ve anlayisimi artir!
www.ahmeteminseyhan.blogcu.com/
selam ve dua ile...
|
muhliskul Ayrıldı
Katılma Tarihi: 26 nisan 2007 Yer: Australia Gönderilenler: 854
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Merhaba,
Mehdinin zuhuru imkan kabilinden olmasada ne guzel olurdu gelseydi.(Sadece latife)
Gelmesi guzel olanin,gelmeyecegi halde gelecegi umuduyla avunup tembellesmek,caresiz kalmak cok kotu bir hal. Bu mehdi inancinin cok degisik tiplemeleri her toplumda var. Gunumuz modelinin en benzer sekli eski ahid mantiginda mevcut. Kuran bu konuyu islerken resullerinin Allah'tan mehdi talepetmesini isteyen Israilogullarini anlatirken bu arzunun arkasindaki gayeyi gosteriyor. Israil ogullari daha guclu olup dusmanlarina galebe calmak ve dunya nimetlerinden en luks bicimde istifade icin boyle bir istek icindeler.Iclerinden cok azi samimi niyetler icindeler.
Islam tarihinde bunun Sia ile birlikte yeniden hortlatildigi gorulur. Iran kaynakli karizmatik lider anlayisinin bunda tesiri ve katkisi buyuk olmustur. Haricilerin karizmatik toplum dusuncesine tam ters diger uc bir dusunce yapisidir. Her beklenti lidere endekslenmis boylelikle toplum devrimci niteligini kaybetmistir. Kayip imam ile birlikte sia formati asagi yukari tamamlanmistir. Buna mukabil ehli sunnet fethedilen cevrelerin hristiyan inancinin verasetini devralarak bu beklentiyi Isa da aramistir.Cok karmasik bir sekilde bularin disinda diger alternatiflerde olusmustur. Cok akilci gibi gorunen niceleri dahi bunun serbetlenmis sekillerini kabul ederek devamina katkida bulunmustur.
Mehdi inanci apacik bir Sirktir,insan ruhuna en buyuk bir zulumdur.
Beklentisini Allah'tan baska hangi kaynaga yoneltirse yoneltsin kul sirkin kapisindan adimini atmistir.
Sadece Allah'tan yardim dileyerek kendi enerjilerini kullanip hallerini duzelterek Allah'a kulluk edenler muhlis,muvahhit kullardir. Olmayacak duaya amin demek yerine, bize gonderilen kilavuz ile daimi bir degisim/gelisim sureci yasamak bu isin makbul olanidir.
Yuce Rabbimiz sadece sana yonelir,sadece senden yardim dileriz.Bizi dogruya kilavuzla.....
Amin.
|