Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Allah Rasulü (s)'nün hadisleri eğer Kur'ân-ı Kerîm gibi Din'in temel bir kaynağı ve her müslümanın bilmesi ve uyması gereken bir esas olsaydı, Rasul (s) kendinden sonrakilere taşınması için Sahabe'den bunları ezberlemelerini isterdi. Böyle bir durumda ise Sahabe'nin imanca ve de takvaca en üstünleri ve ilimce en güçlülerinin hadisleri en çok rivayet edenler olması gerekirdi. Yani çok rivayette bulunanların (Muksirûn), az rivayette bulunanlardan (Mukıllûn) daha üst bir mertebede bulunmaları ve bu ikincilerin, gerek takva ve gerekse ilim açısından diğerlerinin gerisinde olmaları icap ederdi, ne var ki meşhur hadis kitaplarında da mülahaza ettiğimiz gibi durumun tam aksine olduğunu görüyoruz. Râşîd Halîfeler, Rasul (s)'ün ölürken kendilerinden hoşnut olduğu -bir rivayete göre Cennetle müjdelenen(!)- on Sahabe, Muhacirlerin ileri gelenleri, Ensar'ın öncüleri gibi Din'de yüksek bir mertebe ve ilme, dîni hükümlerde ihtiyat ve danışmanlık yetkisine sahip Sahabîler en az rivayette bulunanlar olduğu gibi bunlar arasında kendilerinden tek bir hadis dahi rivayet edilmemiş olanlar vardır!
Onlar açısından durum ve noktada da kalmamış, Sahabe'nin büyükleri hadis rivayetinden çekinerek, kardeşlerini bundan menetmişlerdir. Bazıları daha da ileri giderek yazılı bazı hadis sahifelerini yaktırmıştır. Bu durum bizi Sahabe'nin avamından olmasına rağmen, en geniş çaplı rivayette veren fazla hadis aktarımından bulunan Ebu Hüreyre'yi, müstakil bir başlık altında ele almaya itti.
Ebu Hüreyre'nin -genelin kendisine güvenmesi sayesinde- rivayet ettiği bu kabarık hadis yekûnu; içerdiği bir çok şüphe ve çelişkiyle ve Yahudilik, Hristiyanlık vb. inançlar için malzeme teşkil edecek mahiyette unsurları bünyesinde barındırmasına rağmen, eğer meşhur hadis kitaplarında yer almayıp Müslüman zihinlerde hakimiyet tesis etmemiş olsaydı yine bu başlık için kalem oynatmaz, kendimizi yormazdık. Ama...
İsmi Üzerindeki İhtilaflar, Aslı ve Medine'ye Gelişi
Ne Cahiliyye ne de İslam döneminde insanlar, Ebu Hüreyre'ninki kadar hiçbir şahsın ismi üzerinde ihtilafa düşmemiştir. Hiç kimse, ailesinin ona verdiği ismi kesin şekilde bilmemektedir.
en-Nevevî: "Ebu Hüreyre'nin kendi ismi, otuz görüşten en sahihine göre Abdullah b. Sahr'dır."der.
İbn Abdi'l-Berr ise şunları dile getirmiştir.
"Ebu Hüreyre'nin ve babasının isimleri üzerinde ne Cahiliyye ne de İslam döneminde emsali görülmemiş bir ihtilafa düşüldü. Böyle bir ihtilafın sözkonusu olduğu bir hususta itimada şayan bir gerçeğin ortaya çıkması çok uzaktır. Bu durumda Ebu Hüreyre, ismi olmayan biri gibi yalnızca künyesiyle bilinir."
Tebrîzî ise şunu kaydetmiştir: "Halk, Ebu Hüreyre'nin gerçek ismi ve nesebi üzerinde büyük bir ihtilafa düşmüştür. İsmi olmayan biri gibi künyesiyle alınırdı. Çok ihtilaf edildiğinden dolayı asıl ismi unutulmuş ve künyesiyle meşhur olmuştur.
Görüldüğü üzere Ebu Hüreyre'ye has kesin bir isimden bahsetmek bir nevi tahmin yürütmek olacaktır. Künyesine gelince bunun hikayesini kendi ağzından dinleyelim:
"Ailemin sürüsünü otlatırdım. Küçük bir kedim vardı. Gece onu bir ağacın üzerine koyar, gündüz de yanıma alıp oynardım. Bu yüzden bana "Kedicik Babası" (Ebu Hüreyre) künyesini taktılar."
Ebu Hüreyre'nin ismi üzerinde nasıl ihtilaf edildiyse, aslı ve İslam'dan önceki hayatı hakkında da, kendi anlattıklarından başka bir şey bilinmemektedir. Kendi anlattıklarıyla bilinense, karın tokluğuna insanlara hizmet eden ve küçük kedisiyle oynamayı seven yoksul bir adam olduğudur. Aslı hakkında bilinen yegane şeyse, Devs Kabilesinden Ezdîler'in bir oymağından oluşudur.
İslamdan önceki hayatını kendisi şöyle anlatmıştır:
"Yetim büyüdüm. Yoksul olarak hicret ettim. Karın tokluğuna çalışan bir işçiydim."
İbn Quteybe, "el-Maârif" adlı eserinde, Ebu Hüreyre'nin ismi üzerindeki ihtilaflara değindikten sonra onun Yemen kabîlelerinden Devs'ten olduğunu şöyle ifade eder:
"Ebu Hüreyre dedi ki: "Yetim büyüdüm ve yoksul olarak hicret ettim. Büsre bn. Gazvan'ın yanında karın tokluğuna çalışan bir işçiydim. İkametlerinde onlara hizmet eder, yola çıktılarında onları takip ederdim. Küçük bir kediyle oynadığımdan dolayı Ebu Hüreyre diye künyelendim.
Ebu Hüreyre otuz yaşlarında Medine'ye geldi. Geldiği sıralarda Rasul (s) H. 7. yılda vuku bulan Hayber gazvesinde bulunuyordu. Konuyla ilgili olarak İbn Sa'd der ki: "İçlerinde Ebu Hüreyre'nin de bulunduğu Devsiler Rasul (s)'ün Hayber'de bulunduğu bir sırada Medîne'ye geldiler. Allah Rasulü Hayber ganimetinden Ebu Hüreyre'ye de verilmesi için arkadaşlarına danıştı. Onlar da muvafakat ettiler. Fakirliğinden dolayı Ashab-ı Suffe'ye katıldı. Hayber dönüşünden sonra Medine'de ikamet ettikçe Suffe'de kaldı. O ashab-ı Suffe'nin en meşhur mensubuydu."
Rasul (s)'le Beraberliğinin Sebebi:
Gerçek aslını açıklama hususunda yaptığı gibi, Rasul (s)'le beraberlik sebebini açıklama hususunda da samimi ve içten davranan Ebu Hüreyre, -sair müslümanlar gibi- onunla sevgi ve hidayet için beraber olmadığını söylemiştir. Bizzat kendi ifadesiyle; "Rasul (s)'le karın tokluğuna" beraber olmuştu. İbn Hanbel ve Şeyhân'ın rivayet ettiği bir hadiste Abdurrahman b. El-A'rac şöyle der: "Ebu Hüreyre'yi şunu derken duydum: "Kuşkusuz ben karın tokluğuna Rasul (s)'le beraber olan yoksul biriydim." Diğer bir rivayette: "... karnımı doyurmak için...", Müslim'in rivayetinde ise,"... Allah Rasulü'ne hizmet ederdim..." ifadeleri yeralmaktadır.
Müslim'in bir başka rivayetinde Ebu Hüreyre şöyle der: "Ben, karın tokluğuna Rasul (s)'e hizmet eden zavallı bir adamdım." Başka bir rivayette: "... karın tokluğuna Rasul (s)'Den ayrılmazdım..." ifadesi yeralmaktadır.
Tarih kaynakları onun obur biri olduğunu kaydetmişlerdir. Her gün Rasul (s)'ün veya Ashab'tan birinin evinde karnını doyururdu. Hatta Sahabe'den bazıları bu yüzden ondan nefret ederdi.
Buharî'nin Ebu Hüreyre ile ilgili bir rivayeti de şudur: "Ebu Hüreyre dedi ki: "Yanımdaki yazılı ayeti adamın birine okuturdum. Oda beni alıp karnımı doyururdu. Yoksullara ve zavallılara en iyi davranan Cafer b. Ebî Talib'ti. Devamlı bizi alır ve evinde ne varsa bizi onunla doyururdu."Tirmizî ise ondan şu rivayette bulunmuştur: "Cafer'e bir ayet sorduğumda bana cevap vermezse evine giderdik." Bundan dolayı Cafer (r) Ebu Hüreyre'nin nazarında Sahabe'nin en faziletlisiydi. Ebu Hüreyre; Onu Ebu Bekir (r); Ömer (r), Ali (r), Osman (r) ve Sahabe'nin diğer büyüklerinden üstün tutmuştur. Bunu aşağıdaki rivayetiyle de teyid etmiştir.
"Allah Rasulü (s)'nden sonra kimse Cafer b. Ebî Talib gibi ayakkabı giyememiş, deveye binememiş ve toprağı çiğneyememiştir."
"Şeyhu'l-Mazîra":
Ebu Hüreyre "Şeyhu'l-Mazîr" lakabıyla biliniyordu. Asırlar boyu alimler, yazarlar ve şairlerin başka hiçbir yemek türüne göstermedikleri ilgiye mazhar olan "Mazîr" Ebu Hüreyre'den bahsedildiğinde bir nükte olarak devamlı hatıra gelmiştir. Bakın es-Seâlibîne diyor:
"Şeyhu'l-Mazîra" Ebu Hüreyre, Rasul (s)'de olan beraberliğine ve faziletine rağmen nükteyi seven bir oburdu. Mervan b. Hakem onu Medine'de kendi yerine bırakırdı. O da başında hurma lifinden bir halkası bulunan bir eşeğe biner gezerdi. Bir adama rastladığında ona: "Yoldan çekil! Yoldan çekil! Emir geliyor!" diye bağırırdı".
Ebu Hüreyre tıptan anladığını da iddia ederdi. Yalnızca midenin iştah hastalığına ve karnın şişirilmesine yarayacak bir çok yemek türünü sayan es-Seâlibî Ebu Hüreyre'nin bu büyük ilaçlarını zikrettikten sonra şöyle der: "Mazîra yemeği onun çok hoşuna giderdi. Muâviye'nin yanında devamlı "Mazîra" yer, namaz vakti gelince de Ali (r)'nin arkasında namaz kılardı. Bu durum kendisine sorulunca şu cevabı vermiştir: "Muaviye'nin muzîrası çok lezzetli ve çok güzel, Ali (r)'ye gelince onun arkasında namaz daha faziletli." Bu yüzden ona "Şeyhu'l-Mazîra" denirdi" Es-Seâlibî, Ebu Hüreyre hakkındaki yazısını onu hicvettiği iki beyitlik bir şiirle bitirmiş. Ancak onları burada zikretmemeyi uygun bulduk.
Bedîü'zemân el-Hemedânî de bu "Mazîra" için özel bir bölüm açmış ve Ebu Hüreyre için iğneli sözler söylemiştir.
"İsa b. Hişâm bize şunu haber verdi: "Basra'daydım ve yanımda fesâhat ve belagatta eşsiz bir insan olan Ebu'l-Feth el-İskenderî vardı. -O fesâhatı çağırdığında fesâhat gelir, belagatta emrettiğindeyse belâgat ona itaat ederdi.- onunla birlikte bazı tüccarların davet ettiği bir ziyafete gitmiştik. Bize, hazretlere övgü yağdıran, lüks ve bolluk içinde sallanan, kurtuluşu müjdeleyen ve Muaviye'nin halifeliğine şahitlik eden bir "mazîra" sunuldu.
Bunu şerhederken İmam Muhammed Abduh şunları söylemiştir: "Ali b. Ebî Tâlib (r) için biat tamamlandıktan sonra hilafet iddiasında bulunan Muaviye'ye -Ali (r) hayattayken- lezzet ve şehvet düşkünlerinden başka hiçkimse hilafeti için şahitlik yapmamıştır. Eğer Muaviye'nin yemeklerinden olan bu 'mazîra', -meşru biat sahibi hayattayken- yiyenlerini Muaviye için halifelik şehadetinde bulunmaya itmişse, söz konusu şehadetin, sahiplerine değil bu yemeğe isnad edilmesi gerekir. Zira onları buna iten sebep bu yemektir. Hilafet ve imamet aynı manaya gelir." Ez-Zemahşeri de "Esasü'l-Belağa" isimli eserinde şöyle der: "Olumsuz şartlarıyla Ali (r), muzîrasıyla Muâviye'den daha hayırlıdır."
"el-Hılye" adlı eserinde Ebu Nuaym şunu aktarır: Ebu Hüreyre Kâbe'yi tavaf ederken şöyle derdi: "Karnımdan dolayı bana yazıklar olsun. Onu doyurduğumda beni sıkıştırır. Aç bıraktığımdaysa bana küfreder." İbn Kesir'de yer alan rivayette "... beni zayıf düşürür..." ifadesi yer almaktadır.
Es-Seâlibî şunu kaydetmiştir:
Ebu Hüreyre şöyle derdi: "Sıcak ekmeğin kokusundan daha güzel bir koku koklamadım. Ve hurmanın üzerindeki tereyağından daha yeğin bir süvari görmedim."
Ebu Hüreyre, yemek yemeyi de insanîlikten saymıştır: Bir defasında kendisine; "İnsanîlik nedir?" diye soruldu. Dede ki: "Allah'tan korkmak, iyi iş yapmak ve bahçelerde öğle ve akşam yemeği yemektir."
Bazılarının daha fazla rahatsız olmaması için bu alıntılarla yetiniyoruz.
Başkalarını Rahatsız Etmesi, Mizahcılığı ve Rivayetinin Değersizliği:
Allah Rasulü (s) birgün Ebu Hüreyre'ye şöyle dedi: "Arasıra ziyaret et. Daha çok sevilirsin!" Rasul ashabı için en güzel terbiyeciydi. Sürekli olarak onların benliklerine güzel ahlakın tohumlarını ekerdi. Onun, Ebu Hüreyre gibi sık sık başkalarının evlerine dalan birini olduğu hal üzerine bırakması düşünülemezdi. Onu yüce ahlakıyla düzeltmeliydi. Bu hadisin söylenişine neden olan olay şöyle gerçekleşti: Rasul (s), Ebu Hüreyre'ye dedi ki: "Dün gece neredeydin, Ebu Hüreyre?" O şu cevabı verdi: "Akrabamdan bazılarını ziyaret etmiştim." O zaman Rasul (s) üstteki hadisi söyledi.
Ebu Hayyan et-Tevhidî şunu kaydetmiştir: Ebu Hüreyre dedi ki: "Arapların dilinde, 'Arasıra ziyaret et. Daha çok sevilirsin' sözü dolaşırdı. Bilahare bu sözü, Rasul (s) bana söylerken duydum..."
el-Ascedî der ki: "Bu söz genel için geçerli olmayıp söylenmesi gereken bazı yerler vardır. Herşeyden önce misafirin bunu haketmesi gerekir. Görmüyor musunuz? Allah Rasulü (s)bunu Ebu Bekir (r), Ali (r) ve benzerlerine söylememiştir. Ebu Hüreyre'ye gelince: O, bırakması ve terketmesi gereken bazı huylarından dolayı bu sözün tam muhatabıdır."
el-Ascedî'nin ima ettiği bu huylarının başında; onun, oburluğundan dolayı vakitli vakitsiz Sahabe'nin evlerine dalması gelir. Hatta Sahabe'den bazıları ondan yüz çevirir, kendisinden kaçarlardı. Bundan dolayı Rasul (s) ona misafirlik ve evlere girme adabı hususunda bir ders vermek istemiştir. O, devamlı ashabının eğitimiyle ilgilenir ve güzel ahlakla davranmaları için çabalardı.
Ebu Hüreyre'nin biyografisini yazanların tümü onun mizahı ve şakalaşmayı sevdiği üzerinde müttefiktirler. Bol hadis rivayetiyle insanların sempatisini toplar, onları oyalardı. Çok garip hadisler rivayet ederek onların kendisine meyletmelerini ve değer vermelerini hedeflerdi. İşte bunu teyid eden haberlerden bazıları:
Aile (r.a), ömürlerinin uzunluğu sebebiyle onu en iyi tanıyan bir şahsiyet olarak el-Mihras hadisinde şöyle der: "O çok düşük ve hatalı konuşan bir adamdı."
Ebu Râfi'den nakledilir ki: Kureyş'ten bir adam yeni elbisesinin içinde böbürlenerek Ebu Hüreyre'nin yanına geldi ve şöyle dedi: "Ey Ebâ Hüreyre! Sen Allah Rasulü'nden çok hadis rivayet ediyorsun. Onun bu elbisem hakkında bir şey dediğini duydun mu?!" Ebu Hüreyre: "Ebu'l-Kasım (Rasul)'ın şöyle dediğini duydum: 'Sizden öncekilerden bir adam elbisesinin içinde böbürlenirken Allah ondan dolayı yeri karartır. O da kıyamet kopuncaya kadar yerin üzerinde şiddetli sesler çıkartarak döner.' Belki de o adam senin kavminden veya yakınlarındandır."
Adamın sorusundan da anlaşılacağı üzere o, bir şey öğrenmek için değil onunla alay etmek için bunu sormuştu. Zira o, soruyu sorarken: "Sen Allah Rasulü'nün çok hadisini ezbere biliyorsun." dememiş, "Sen Allah Rasulü'nden çok hadis rivayet ediyorsun..." demiştir. Haberin akışı adamın Ebu Hüreyre'yle alay ettiğini göstermektedir.
Rivayetlerinin Çokluğu, Gerekçesi ve Tedlis:
Hadis ricali, Allah Rasulü (s)'nden en fazla sayıda hadis rivayet eden Sahâbî'nin Ebu Hüreyre olduğunu ittifakla ifade etmişlerdir.Halbuki o, Allah Rasulü (s)'yle ancak bir yıl dokuz ay birlikte olmuştur. İbn Hazm, Bakî b. Mahled'in müsnedinde, Ebu Hüreyre'ye ait 5374 hadis olduğunu zikreder. el-Buhârî bunlardan 446sını rivayet etmiştir.
-el-Buhâri'nin de rivayet ettiği üzere-- Ebu Hüreyre "O yazıyordu bense yazmıyordum." dediği Abdullah b. Amr dışında Sahabe'nin en fazla hadis rivayet edeni olduğunu ifade eder. Eğer İbn Amr'ın rivayetlerine bakarsak, bunların hiçte fazla olmadığını, İbn el-Cevzî'de 700, İbn Hanbel'de 722 ve el-Buhârî'de sadece 7 hadis olduğunu görürüz! Ebu Hüreyre'nin çok hadis rivayet etmesi Ömer b. Hattâb (r)'ı endişeye düşürmüş, elindeki çubuğuyla ona vurarak şunu demiştir:
"Ey Ebâ Hüreyre, fazla hadis rivayet ediyorsun. Rasul (s)'e yalan isnat etmenden korkuyorum." Ömer (r) bunu söyledikten bir müddet sonra hadis rivayetine son vermezse kendisini Devs yurduna sürgün edeceğini vaadetmiştir.
İbn Asâkir, Sâib b. Yezîd'den şunu nakletmiştir: "Allah Rasulü'nden hadis naklini muhakkak bırakacaksın. Yoksa seni Devs'e sürerim!"
Bu yüzden Ömer (r)'in vefatından sonra Ebu Hüreyre menşeeli hadisler artmıştır. Ömer (r)'in sopası da olmadıktan sonra Ebu Hüreyre için korkulacak bir şey kalmamıştır. Kendisi de bunu ifade etmiştir: "Size rivayet ettiğim şu hadisleri Ömer (r) zamanında rivayet etseydim deyneğiyle beni döverdi."Bir diğer rivayette "... kafamdan çekerdi..." ibaresi yer almaktadır. Zührî, Ebu Seleme'den şunu rivayet etmiştir: "Ebu Hüreyre'yi şöyle derken duydum: "Ömer (r) ölünceye kadar 'Allah Rasulü (s) buyurdu ki: 'diyemedik." Sonra şunu söyledi:
"Ömer (r) hayatta olsaydı bu hadisleri size rivayet edebilir miydim? Vallahi, asla! Çünkü o takdirde sopasının sırtımı okşayacağını kesin olarak biliyorum. Ömer (r) şöyle derdi: "Kur'ân'la ilgilenin! O, Allah'ın kelâmıdır."
Büyük muhaddis Reşîd Rıza da bu hususta şöyle demiştir: "Eğer Ömer (r)'in ömrü Ebu Hüreyre'nin ölümüne kadar olsaydı bize bu kadar çok hadis ulaşmazdı." Yine onun çelişkili hadisleri hakkında şunu söylemiştir: "Bu hadislerin her biri, Dinin ûsulünden bir asla mesned teşkil edemeyecek mahiyettedir."
Ebu Hüreyre çok hadis rivayet edişini; helalı haram, haramı helal kılmadıkça rivayette bulunmakta bir beis olmayacağını söyleyerek, haklı göstermeye çalışmış ve bu mantığı doğrudan Rasul (s)'e izafe ettiği merfû hadislerle teyide gitmiştir. et-Taberânî, Ebu Hüreyre'den rivayet eder ki: "Allah Rasulü (s) şöyle buyurmuştur: "Helalı haram, haramı helal kılmadıkça ve manaya isabet ettikçe bunda bir bela yoktur."
Diğer bir hadisinde Rasul (s)'ün şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
"Kim Allah rızası için bir hadis rivayet ederse, onu söylememiş olsam bile söylemişimdir."
Tehâvî, Ebu Hüreyre'den şunu rivayet etmiştir:
"Size, benim -gönlünüzün ısındığı ve yadırgamadığınız- bir hadisim rivayet edilirse onu doğrulayın. Zira ben, gönlün, ısınacağı ve yadırgamayacağı söz söylerim. Eğer gönlünüzün ısınmadığı ve yadırgadığınız bir hadisim size haber verilirse onu da yalanlayın. Zira ben gönlün ısınmadığı ve yadırgayacağı bir söz söyleyemem."
Hadisçiler, Ebu Hüreyre'nin tedliste bulunduğunu da kaydetmişlerdir. Bilindiği üzere tedlis: ravinin görüp dinlemediği veya muasırı olmasına rağmen görmediği bir şeyhten ondan duymuş imajını uyandırarak hadis rivayet etmesidir. Tedlisin bir çok türü olup hükmü tedlisin,mutlak surette kötülenmiş olduğudur. Ulemadan bir grup tedlisi mekruh görmüştür. Şu'be, tedlise belki de en çok kızan şahsiyetti. Bunu şu sözünde görmemiz mümkün: "Zina yapmam benim için tedlis yapmamdan daha iyidir." Yine o, "Tedlisin yalanın kardeşi olduğunu" söylemiştir.
eş-Şafiî'nin de ifade ettiği üzere hadis hafızları arasında yalnızca bir defa dahi tedlis yaptığı sabit olan bir ravinin -senedi muttasıl bile olsa- rivayet ettiği haberi reddeden ve tedlisi sebebiyle raviyi cerheden şahsiyetler vardır."
Müslim b. el-Haccâc, Busrb. Saîd'den şunu rivayet etmiştir: "Allah'tan korkun ve hadiste dikkatli davranın. Allah'a yemin ederim ki biz Ebu Hüreyre'yle oturduğumuzda o bize, Rasul (s)'den ve Kabu'l-Ahbar'dan haberler naklederdi. O kalkıp gittikten sonra yanımızda bulunanlardan bazılarının, Rasul (s)'ün hadisiyle Ka'b'ın haberini karıştırarak rivayet ettiklerini görürdüm!" Diğer bir rivayette: "Ka'b'ın dediğini Rasul (s)'e, Rasul (s)'ün dediğini Ka'b'a isnat ettiklerini görürdüm. Allah'tan korkun! Hadiste dikkatli davranın!" ifadesi yer almıştır.
Yezîd b. Harûn, Şu'be'nin şöyle dediğini duyduğunu haber verir: "Ebu Hüreyre tedlis yapardı." -Yani Rasul (s)'den duyduğuyla Ka'b'tan duyduğunu birbirine karıştırırdı.- Şu'be bununla, "Kim cünüp olarak sabahlarsa onun üzerine oruç yoktur." hadisine işaret ediyordu. Bilindiği üzere önce Rasul'den bizzat işittiğini iddia eden Ebu Hüreyre sıkıştırılınca: "Onu Rasul (s)'den duymadım, biri bana haber verdi" demek zorunda kalmıştır.
İbn Kuteybe ise şunu kaydetmiştir: Ebu Hüreyre "Allah Rasulü şöyle, şöyle buyurdu..." dediğini ancak nezdinde sika (güvendiği) olan birinden duymuş ve nakletmiştir.
İtham Edilen İlk Ravi:
İbn Kuteybe şöyle der: "Sahabe'den hiçbirinin, benzerini rivayet edemediği sayıda yüklü hadis rivayet eden Ebu Hüreyre, bu yüzden ithama uğramış ve bazılarınca yadırganmıştır. Onlar kendisine şunu sorarlardı: "Bunu nasıl yalnız sen duyuyorsun? Seninle bunu duyan kimdir?" İkisinin de ömrünün uzun olması itibarıyla Ebu Hüreyrenin bu bol sayıda rivayetini en fazla kınayan Aişe (r.a) olmuştur. Ebu Hüreyre'yi yalancılıkla itham edenlerin başında Ömer (r), Osman ve Ali (r) gelir. Büyük İslam düşünürü Mustafa Sadık er-Râfiî de "İslam'da itham edilen ilk Ravi" başlığı altında şunları kaydetmiştir.
Aişe (r.a) kendisine: "Sen Rasul (s)'den duymadığım hadisleri rivayet ediyorsun!" dediğinde ona, edep ve hayadan uzak bir cevap vermiştir: "Ayna ve sürme seni Rasul (s)'le ilgilenmekten uzak tuttu." Farklı bir rivayette; "Sürme ve boya beni Rasul(s)'le beraberlikten alıkoymuyordu. Ama bunların senin daimi işin olduğunu görüyorum."
Ne var ki çok geçmeden Aişe (r.a)'nin kendinden daha güçlü bir anlayışa ve bilgiye sahip olduğunu, ayna ve sürmenin onu pek de meşgul etmediğini itiraf eder. Ebu Hüreyre'yi bu itirafa zorlayan üstte gördüğümüz "Kim cünüp olarak sabahlarsa..." rivayeti hakkındaki tartışmadır. O, bu hadisi rivayet edince, Aişe (r.a) onun bu hadisini inkâr ederek şöyle dedi: "Allah Rasulü (s) -ihtilam olmaksızın- cünüp olarak sabahlardı da, gusledip orucunu tutardı." Aişe (r.a) bir haberci göndererek Ebu Hüreyre'den söz konusu hadisi rivayet etmemesini istemiş, o da buna uymaktan başka çıkar yol göremeyerek: "O, benden daha bilgilidir. Hem ben bu hadisi, Rasul (s)'den değil el-Fazl b. el-Abbas'tan duymuştum." demiştir. O günlerde hayatta olmayan el-Fazl'ı şahid göstererek, Rasul (s)'den duymadığını ondan duymuşçasına rivayet ederek insanları kandırmaya çalışmıştır."
Ali (r) de onun hakkında iyi düşünmezdi. Bir defasında şöyle demişti: "Dikkat edin, o insanların en yalancısıdır." Başka bir rivayette Ali (r)'nin sözü: "Yaşayanlar arasında Allah Rasulü (s)'ne en fazla yalan isnad eden Ebu Hüreyre'dir." Şeklindedir. Ali (r), onun "Sevgili dostum bana haber verdi ki..." dediğini duyunca kendisine: "Rasul (s) ne zaman senin sevgili dostun oldu?" demiştir. Ebu Hüreyre, "Sizden bir uykusundan kalkınca, kaba sokmadan önce elini yıkasın. Zira elinin nerde gecelediğini bilmez." Hadisini rivayet ettiğinde Aişe (r.a) bunu kabullenmeyerek şöyle demiştir: "Peki, 'mihras' varsa ne yapacağız?"
Zübeyr (r) onun hadislerini duydukça; "Doğru söylemiş veya yalan söylemiş" derdi.
Ebu Hassân el-A'rac'tan rivayet edilir ki: "İki adam Aişe (r.a)'ye giderek şöyle dediler: "Ebu Hüreyre Rasul (s)'ün 'Uğursuzluk ancak, kadın, binek ve evdedir.' buyurduğunu rivayet ediyor." Aişe (r.a) korkuyla sıçradı ve dedi ki: "Kur'an'ı Ebu'l-Kasım'a indirenin hakkı için, bu hadisi aktaran yalan söylemiş. Rasul (s) ancak şunu dedi: "Cahiliyye ehli şöyle derlerdi: "Uğursuzluk; binek, kadın ve evdedir."Aişe (r.a) daha sonra şu ayeti okudu: "Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen hiçbir musîbet yoktur ki biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılı olmasın."
İbn Mesûd da onun; "Ölü yıkayan ve taşıyan kişi abdest alsın!" sözünü kabul etmeyerek, hakkında ağır sözler söylemiş ve sonra şöyle demiştir: "Ey insanlar, ölülerinizden dolayı necasete bulaşmazsınız."
Muhammed b. Hasan, Ebu Hanife'nin şu sözünü rivayet eder: "Sahabe'den Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali ve Abadile'den üçü gibi fetva ehlini taklid ederim. Bunların dışındakilerden üç kişi hariç kavillerine reyimle karşı çıkmayı caiz görmem." Bir başka rivayette ise bu söz "Sahabe'nin hepsini taklid eder, üç kişi dışında reyimle onlara muhalefet etmeyi caiz görmem. O üçü, Ebu Hüreyre, Enes b. Malik ve Semra b. Cündeb'tir." Bu hususta kendisine sorulunca şöyle dedi: "Enes'e gelince: O, ömrünün sonlarında haberleri karıştırmaya başlamış, kendisine fetva sorulunca, kendi aklından fetva verir olmuştur. Bu durumda ben onun aklını taklid etmem. Ebu Hüreyre'ye gelince; o, duyduğu her şeyi -manası üzerinde kafa yormadan- rivayet etmiş nasih-mensuhu bilmeyen biridir."
Ebu Yusuf ise şunu rivayet eder: "Ebu Hanife'ye şöyle dedim: "Bize Rasul (s)'ün hadisi geliyor ve kıyasımızla çelişiyor. Bunu ne yaparız?" dedi ki: "Eğer o hadisi sika (güvenilir) raviler aktarmışsa onu alır, re'yi terkederiz." Dedim ki: "Ebu Bekir (r) ve Ömer (r)'in rivayeti hakkında ne dersin?" Dedi ki: "O ikisinden iyisini nerden bulacaksın!" Dedim ki: "Peki Ali (r) ve Osman (r)?" Dedi ki: "Aynı şekilde." Bütün Sahabe'yi saymaya başladığımı görünce şöyle dedi: "Bazı adamların dışında, Sahabe'nin tümü adildir." İstisnalardan olarak, Ebu Hüreyre ve Enes b. Malik'i zikretti."
İbrahim en-Neha'i'den şu söz aktarılmıştır: "Arkadaşlarımız Ebu Hüreyre'nin bazı hadislerini terkederdi." A'meş, en-Neha'i'de şunu nakletmiştir: "Ebu Hüreyre'nin her hadisiyle amel etmezlerdi."
Es-Sevrî, Mansur-İbrâhim kanalıyla der ki: "Ebu Hüreyre'nin hadisinde bir şey görüyorlar ve onun hadislerinden; Cennet ve Cehennem'in sıfatları, Salih amellere teşvik veya Kur'anda bahsi geçen bir kötülükten menetmekle ilgili hadislerin dışındakilerle amel etmiyorlardı."
Ebu Şâme, A'meş'ten şunu nakleder: "İbrâhim, hadis musahhiydi. Bir hadis duyduğumda ona gider ve hadisi arzederdim. Bir gün Ebu Sâlih'in Ebu Hüreyre kanalıyla rivayet ettiği hadislerden birini kendisine arzettim. Bana şöyle dedi: "Ebu Hüreyre'yi bırak! Alimler onun bir çok hadisini terkederdi."
Ebu Cafer el-İskâfî der ki: "Ebu Hüreyre'ye gelince: O, rivayetinden pek hoşlanılmayan şeyhlerimizden olup, Ömer (r) kendisini tartaklamış ve şöyle demiştir: "Çok fazla hadis rivayet ediyorsun. Seni, Allah Rasulü'ne yalan isnad edip etmediğini anlamak için sınayacağım."
İbnu'l-Esîr dedi ki: "Ebu Hüreyre'nin rivayetine gelince, çokluğundan dolayı bir topluluk ondan kuşkuya kapıldı."
Âmidî ise şunu kaydetmiştir: "Sahabe Ebu Hüreyre'nin çok hadis rivayet etmesinden hoşlanmamıştır. Zira sayının kabarık olması halinde, az rivayet edenlerin maruz kalmadıkları iyi zaptedememe ve karıştırmadan emin olunamaz."
"Musarrat" meselesi Halife Reşid'in huzurunda tartışılıyorken, sesler iyice yükselmeye başladı. Bir grup Ebu Hüreyre'nin konuyla ilgili hadisiyle iddiasını delillendirmeye çalışırken, diğer taraf Ebu Hüreyre'nin itham edilen bir ravi oluşundan dolayı hadisi reddediyordu. Halifede ikinci tarafa meyletti.
Hadis uleması "Sahabe'nin Tabîûn'dan rivayeti –veya "Büyüklerin Küçüklerden Nakli"- babı altında, Ebu Hüreyre, Abâdile, Muâviye, Enes ve diğer birçoklarının, yahudiliğini gizleyip İslam olduğunu iddia eden büyük kâhin Ka'bu'l-Ahbar'dan rivayette bulunduklarını kaydederler. Bize ulaşan bilgilere göre, Ebu Hüreyre ona en fazla aldanan ve ona güvenerek kendisinden en fala hadis rivayet eden kişiydi. Ka'b'ın üstün dehasıyla, Ebu Hüreyre'nin safdilliğine hakim olduğu ve onu uyutarak İslam Dinine sokmak istediği her türlü hurafe ve evhamı ona telkin ettiği araştırmayla sabit olan bir gerçektir. Ka'b,Ebu Hüreyre'yi hakimiyetine alma hususunda ilginç üsluplar ve acayip yollar izlemiştir.
Ebu Hüreyre'nin biyografisini yazanlardan ez-Zehebî şunu rivayet eder: Ka'b Ebu Hüreyre hakkında şöyle dedi: "Okumadığı halde Tevrat'ın muhtevasını Ebu Hüreyre kadar iyi bilen birini daha görmedim!"
Biyografi'sinden gaflet ve hata sahibi bir insan olduğu ortaya çıkan Ebu Hüreyre'ye bu Yahudi din adamının nasıl tuzak kurduğuna bakınız! Ebu Hüreyre Tevrat'ın muhtevasını nereden bilebilir ki? Hem bilse dahi onu okuyamazdı. Zira o İbranî'ceydi. Ebu Hüreyre, okuma-yazma bilmediğinden Arapça metinleri dahi okuyamayan biriydi.
Bu kurnaz Yahudi din adamının, Ebu Hüreyre'yi nasıl kanadının altına aldığı ve sözlerini harfi harfine Rasul (s)'e isnad ettirerek söylettiğine delil olması babından şu haberi zikrediyoruz:
Bezzâr, Ebu Hüreyre'den rivayet etti ki, Allah Rasulü şöyle buyurdu: "Güneş ve ay kıyamet günü cehennemde iki öküzdür."
Bunun üzerine el-Hasan şöyle dedi: "Peki, suçları nedir?" Ebu Hüreyre: "Sana Rasul (s)'den haber veriyorum, sende kalkmış 'suçları neymiş?' diyorsun"
Aynı sözü harfi harfine Ka'bul'l-Ahbâr da söylemiştir: Ebu Ya'lâ el-Mavsılî, Ka'b'ın şöyle dediğini rivayet eder. "Güneş ve ay kıyamet günü iki kısır öküz gibi getirilir ve cehenneme atılırlar. Onlara tapanlar onları orada görürler".
El-Hakim ve et-Taberânî ise -ki, ravileri Sahîheyn'in ravileri derecesindedir- raviler kanalıyla Ebu Hüreyre'den şunu rivayet etmişlerdir: "Allah Rasulü buyurdu ki: "Allah bana, iki ayağı yerde, boynu arşta olan ve devamlı ('Seni tesbih ederim Rabbim! Sen ne yücesin!' diyen ve Allah'ın da kendisine "Yalan yere benim adıma yemin eden bunu bilmez!" dediği horozu size anlatmam hususunda izin verdi."
Bu hadis de Ka'b'ın sözlerindendir. İşte metni: "Allah'ın, boynu arşın altında ve pençeleri yeryüzünün aşağısında olan bir horozu vardır. Allah bağırınca o da bağırır ve şöyle der: "Kuddüs,melik ve rahman olan Rabbim! Seni tesbih ederim. Senden başka ilah yoktur!"
Ebu Hüreyre Rasul (s)'ün şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Nil, Seyhan, Ceyhan ve Fırat cennet nehirlerindendir." Aynı sözü Ka'b da söylemiştir: "Allah Teâla, Cennet'in dört nehrini yeryüzüne yerleştirmiştir: Nil, cennetteki bal nehridir. Fırat, Cennetteki şarap nehridir. Seyhan, cennetteki su nehridir. Ceyhan'sa cennetteki süt nehridir."
İbn Kesîr, "Tefsîrinde, Ebu Hüreyre'nin Ye'cüc ve Me'cüc'le ilgili hadisinin metnini zikreder: "Ye'cüc ve Me'cüc seddi her kazarlar. Güneş ışıklarını görür gibi olduklarında üzerlerindekiler: "Dönün, yarın tekrar kazacaksınız." derler, olar da dönerler..." İbn Hanbel'in Ka'b'tan rivayet ettiği bu hadis için şöyleder: "Ebu Hüreyre bu hadisi muhtemelen Ka'b'tan almıştır. Çünkü o, onunla sık sık beraber olur ve ondan hadis rivayet ederdi." Ebu Hüreyre'nin Sahiheyn'de yer alan: "Allah,Adem'i kendi sureti üzere yarattı." Hadisine gelince, bu ifade Tevrat'ta aynen yer almaktadır: "Allah,insanı kendi sureti üzerine yarattı. Allah'ın sureti üzerine onu yarattı." (Ishah, 1)
Ka'b, Rasul (s)'ün Tevrat'taki vasıflarını zikredince Ebu Hüreyre şöyle demiştir. "O (s), kötülükten uzak ve mutedil biriydi. Pazarlarda gürültü patırtı etmezdi." Gördüğünüz üzere bu, Ka'b'ın önceki bölümlerde Tevrat'ta Rasul (s)'ün sıfatlarıyla ilgili söylediklerinin aynıdır.
Müslim, Ebu Hüreyre'den şunu rivayet eder: Allah Resulü elimi tuttu ve şöyle dedi: "Allah toprağı cumartesi günü yarattı. Onun üzerinde dağları Pazar günü, ağaçları pazartesi,salı ve nuru/ışığı Çarşamba günü yarattı. Perşembe günüyse canlıları ona yaydı. Son olarak da; Cuma günü, ikindiyle gecenin arasındaki son saatlerde Adem'i yarattı!"
El-Buhari, İbn Kesir ve diğerleri Ebu Hüreyre'nin bu hadisi Ka'b'tan aldığını zira onun Kur'ânî nasslarla çeliştiğini söylemişlerdir. Kur'ân'da Allah Teâla şöyle buyurmuştur: "Rabbiniz olan Allah gökleri ve yeri altı günde yaratmıştır."
İşin ilginç yanı, Ebu Hüreyre'nin söz konusu hadisi Rasul (s)'den bizzat duyduğunu, hatta onun elini tuttuğunu iddia etmesidir. Burada, hadis bildiğini iddia edenlerin hepsini bu hadisteki kapalılığı gidermeye davet ediyorum.
Söz konusu hadis, hadisçilerin kuralları doğrultusunda sened açısından sahih olan, bir Müslim hadisidir. Ebu Hüreyre, hadisinde, onu bizzat Rasul (s)'den dinlediğini hatta elini bile tuttuğunu söylüyor. Hadis imamları, bu hadisin Ka'b menşeeli olduğuna ve Kurân'a muhalif düştüğüne hükmediyorlar. Kuşkusuz böyle bir rivayet açık ve mutlak bir yalan kabul edilir. Bu yalanı Rasul (s)'e isnad edenin hükmü nedir? Rasul (s)'ün "Hakkımda yalan söyleyen ateşten oturağını hazırlasın!" hadisinin hükmüne mi girer? Yoksa özellikle bu ravi için bir kurtuluş yolu var mıdır? Allah'a yemin ederim ki -hiç kuşkuya mahal bırakmayacak şekilde- haklarında son derece ihtiyatlı davranılması gereken Ebu Hüreyre hadis rivayetlerinin iç yüzünü ortaya döken bu hadis hususunda,alimlerimizin bilgisine muhtaç durumdayım!
Ka'b, dehası sayesinde Ebu Hüreyre'nin gaflet ve safdilliliğini öylesine istismar ediyordu ki, İslam'a sokuşturmak istediği hurafe ve evhamı önce ona telkin ediyor, sonra da bir başka yerde Ebu Hüreyre'yi teyid edecek rivayetlerde bulunuyordu. Böylelikle İsrailiyyatın müslüman zihinlere daha güçlü bir şekilde yerleşmesini sağlamış oluyordu. Sanki Ebu Hüreyre'denmiş gibi rivayet edilen bir çok hadis, hakikatte Ka'bu'l-Ahbar'a aittir!.
Aslında İsrâiliyyât'tan olan,ancak Ka'b kanalıyla Ebu Hüreyre tarafından İslam kültürüne sokulan bir hadisle konuyu noktalamak istiyoruz:
İbn Hanbel, Ebu Hüreyre'den Rasul (s)'ün şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Cennette bir ağaç vardır ki binekli onun gölgesinde yüzyıl yürür de, onu katedemez. Dilerseniz "... ve uzanmış gölge..." ayetini okuyun!"
Ebu Hüreyre'nin bu hadisi rivayet etmesinin üzerinden çok geçmeden KA'b şu rivayette bulundu: "Musa (a)'ya Tevrat'ı ve Muhammed (s)'e Furkan'ı indirenin hakkı için-Ebu Hüreyre- doğru söyledi. Kişi,dört yaşında genç bir deveye binip o ağacın tepesine ulaşmak için tırmanırsa, tepeye varamadan ihtiyarlamış olarak aşağı düşer. Allah onu eliyle dikmiş ve ona kendi ruhundan üflemiştir. Dalları Cennetin örtülerinin arkasındadır. Cennetteki her nehir bu ağacın kökünden çıkar." Ebu Hüreyre ve Ka'bu'l-Ahbar bu tür hurafeleri işte böyle yardımlaşarak yayıyorlardı. İşin garip yanı, Vehb b. Münebbih'in bu garip haberi bir başka garip haberin içinde rivayet etmesidir.
Hadiste İsrailiyyât başlıklı bölümde bu tür rivayetleri görmüştük.
Ebu Hüreyre ve Emeviler:
Geçen bölümlerde gördüğümüz üzere Ebu Hüreyre, -bizzat kendi ifadesine göre- Rasul (s)'le karın tokluğuna beraber olmuş, fakirliğinden dolayı Suffe'ye sığınmıştır. Orada diğer Suffe mensuplarıyla yemek yer, bazan da karnını doyurmak için Rasul (s)'ün veya Sahabe'den birinin evine giderdi.
Bu durumdaki birinin Sahabe'nin avamından olmasından tabii bir şey yoktur. Ebu Hüreyre'nin bu konumu, Ebu Bekir (r) ve Ömer (r)'nin döneminde de devam etmiş, -uzun sessizlikten sonra- ancak Osman ((r) döneminde tezahür etmeye başlamıştır.
Rasul (s), Ebu Bekir (r) ve Ömer (r) dönemlerinde yaşanan güçlü günlerden sonra fırkaların türemesinin akabinde Ali (r) ile Muaviye -diğer bir deyişle Emeviler'le Abbasiler arasında savaş patlak verip müslümanlar gruplaşmaya başlayınca Ebu Hüreyre tabiatının yatkın olduğu gruba yakınlaştı. Bu grubun arzuları da onunkilerle çakıyordu. Bu, Muaviye'nin grubuydu. Bütün, lüksü, savleti ve variyatıyla Muaviye'nin grubu;fakirlik, açlık ve zühtden başka bir şeye sahip olmayan Ali (r)'nin grubuyla karşılaştırıldığında Ebu Hüreyre'ninki gibi bir hayat süren kişinin yapabileceği en muhtemel tercihti. Ali (r)'ye giden yoldan uzaklaşıp, oburluğunu Muaviye'nin rengarenk sofralarında ve ihtirasını onun değerli hediyeleriyle tatmin etmek: İşte Ebu Hüreyre'nin bütün isteği.
Açlıktan baygınlıklar geçiren ve etrafındakilerin "deli" diyerek boğazına bindikleri Ebu Hüreyre'nin, saltanata ve lezzetli yemeklere sahip Emevi Devleti'ni bırakıp yiyeceği peksimet olan yoksul,zahit Ali (r)'ye meyletmesi düşünülebilir miydi?
Emeviler, Ebu Hüreyre'nin iyiliklerini itiraf etmiş, kendilerine gösterdiği yakınlığı takdir ederek onu hediyelere ve bağışlara boğmuşlardı. Çok geçmeden Ebu Hüreyre'nin durumu düzelerek dar günlerden müreffeh günlere, fakirlikten zenginliğe kavuşmuştur. Bir zamanlar vücudunu yırtık Yemen Abasıyla örten Ebu Hüreyre artık ipek ve keten elbiseler giyiyordu.
Emeviler'in, yardımına karşılık Ebu Hüreyre'ye verdikleri ilk karşılık, Bisr b. Artae tarafından Medine valiliğine atanmasıdır. Ona bu görevi veren Bisr, Muâviye'nin emriyle Hicaz halkına yapmadığını bırakmamış biridir. Mervan b. Hakem de arasıra Ebu Hüreyre'yi Medine valiliğine niyabetle bırakırdı. Zamanla Emeviler'in Ebu Hüreyre üzerindeki etkileri artmış ve onun için el-Akik'te bir köşk inşa ederek, kendisine arazi vermişlerdir. Bununla da yetinmeyerek,onu yoksul günlerinde karın tokluğuna hizmet ettiği Prens Atebe b. Gazvan'ın kızı, Büsre bn. Gazvan'la evlendirmişlerdir.
Kibir ve böbürlenmesi onu daha da aşağı bir hale getirmiş aslı ve mayası ortaya çıkmıştı. Ebu Hüreyre bu değerli hanıma yaptığı muameleyle tüm edep ve haya sınırlarını aşmıştır. Hayal bile edemediği bu evlilikten şöyle bahseder: "Ben Büsre bn. Gazvan'ın karın tokluğuna çalışan işçisiydim. Yolculuğa çıktıklarında onları sevkeder, ikametlerinde kendilerine hizmet ederdim. Şimdiyse onunla evlendim. Ve şimdi ben biniyorum. İndiğimde de o bana hizmet ediyor!" yine o derki: "Ovamsı bir yere geldiğinde iner ve şöyle derdi: "Bana 'asîde' yapmadan buradan ayrılmam." İşte şimdi onun yerini ben aldım ve ona ben: "Bana 'asîde' yapmadan buradan ayrılmam." diyorum!"
İbn Sa'd da konuyla ilgili şu rivayette bulunmuştur: "Kendimi karın tokluğuna ve ayak bağı oluşuma karşılık Gazva'nın kızına kiralamıştım. Benden dik binmemi ve ayaklarım çıplak halde gelmemi isterdi. Vaktaki Allah bana onunla evlenmeyi nasip etti ben ondan dik binmesini ve ayakları çıplak gelmesini istedim."
Ebu Hüreyre'nin Muâviye'ye yaptığı destek kılıçla veya malla değildi. Onun yardımı; ancak ve ancak Ali (r) ve taraftarlarını kötüleyen, eleştiren hadisleri rivayet edip bunları yaymak biçiminde gerçekleşiyordu. Bunun yanı sıra Muaviye'yi ve devletini öven hadisler de söylüyordu. O yaptığı bu propagandayla halkın Alî (r)'den uzaklaşmasını ve Muaviye'ye ılımlı bakmasını sağlıyordu.
Aşağıda Ebu Hüreyre'nin, Osman (r), Muaviye ve diğer Emeviler hakkında söylediği övgü dolu hadislerden bazılarını zikredeceğiz:
Ebu Hüreyre, Osman (r)'ın kuşatma altındaki evine gitti ve konuşmak içinizin istedi. Kendisine izin verilince şöyle dedi: "Allah Rasulü'nü şunu derken duydum: "Siz benden sonra fitne ve ayrılıkla karşılaşacaksınız!"Orada bulunanlardan biri: "Bize kimi tavsiye edersin -veya "Bize ne emredersin?"- Ey Allah'ın Rasulü!" dedi. O zaman Rasul (s) şöyle buyurdu: "-Osman'a işaret ederek- size emin kişiyi ve arkadaşlarını tavsiye ederim.
Osman (r) Kur'ân nüshalarını çoğalttırdığında, Ebu Hüreyre ona giderek şöyle dedi: "Doğru yaptın ve başardın. Şahid olurum ki, Allah Rasulü'nü şunu derken duydum: "Ümmetimden beni en çok sevenler, benden sonra gelip beni görmedikleri halde iman eden ve asılı kağıttakilerle amel edenlerdir..." Çok geçmeden mushafları teksir ettiğini gördüm." Bu rivayet Osman (r)'ın hoşuna gitmiş ve Ebu Hüreyre'ye 10 bin dirhem verilmesini emretmiştir."
Bu hadis de onun garip hadislerinden olup, nasıl bir idare-i maslahatçı olduğunu göstermektedir.
Ebu Hüreyre rivayet eder ki: "Allah Rasulü (s) Muâviye'ye bir ok verdi ve şöyle dedi: "Bu oku al ve cennette beni onunla karşıla!"
İbn Asakir, İbn Adiy ve Hatib el-Bağdâdî, Ebu Hüreyre'den şu hadisi rivayet etmişlerdir: Allah Rasulü (s)'nü şunu derken duydum: "Allah, vahyini üç kişiye emanet etti: Ben, Cebrail ve Muâviye" Diğer bir rivayette Ebu Hüreyre şu merfû haberi nakleder: "Eminler üçtür: Cebrail, ben ve Muâviye"
Ebu Hüreyre, olağanüstü güzelliğiyle meşhur olan Aişe ibn. Talha'ya bakarak şöyle dedi: "Subhânallah! Ailen seni ne güzel beslemiş. Allah'a yemin ederim ki Allah Rasulü'nün minberinin üzerindeki Muâviye hariç senden daha güzel yüze sahip birini görmedim." Bu tip hadisler oldukça fazladır.
Onun Emeviler'e verdiği destek ve safhaya ulaşmıştı ki, halkı Emevî valilerin istedikleri sadakaları vermeye teşvik ediyor ve onlara küfretmekten sakındırıyordu.
El-Accâc er-Râciz der ki: "Ebu Hüreyre bana dedi ki: "Sen kimlerdensin?", "Iraklı'yım" diye cevap verdim. O zaman şöyle dedi: "Yakında Şam'ın hizmetçi ve kölleri sizin diyarınıza gelecekler ve sadakanızı alacalar. Olar geldiklerinde, kendilerini sadakan hazır şekilde karşıla. Sadakaların bulunduğu yere girdiklerinde, sadakaların uzağında bulun. Sadakandan ve onlardan kurtul. Sakın onlara sövmeyesin. Eğer onlara söversen hem sadakan hem de ecrin gider. Eğer sabredersen, o sadakalar kıyamet günü tartına gelir!"
Ebu Cafer el-İskâfî der ki: "Muâviye, Sahabe ve Tâbiûn'dan bir topluluğu Ali (r)'nin şerefini lekeleyecek biçimde çirkin hadisler uydurmakla görevlendirmiş ve onlara bunun karşılığında çok şeyler vaadetmiştir. Onlar da Muaviye'yi hoşnut edecek tarzda rivayetlerde bulunmuşlardır. Ebu Hüreyre, Amr b. el-Âs, el-Muğire b. Şu'be ve Tabiûn'dan Urve b. ez-Zübeyr bunlardandır."
A'meş şunu rivayet etmiştir: "H. 41 yılında Ebu Hüreyre Muâviye'yle birlikte Irak'a gidince önce Küfe mescidine uğradı. Halkın büyük bir kalabalık halinde dizlerine kapandığını görünce dazlak kafasına defalarca vurduktan sonra şöyle dedi: "Ey Iraklılar! Siz benim Allah ve Rasulü hakkında yalan söylediğimi mi sanıyorsunuz? Ben mi kendimi ateşle yakmak istiyorum? Allah'a yemin ederim ki Allah Rasulü'nü şunu derken duydum:"Her Nebî'nin bir haremi -dokunulmaz bölgesi- vardır. Benim de haremim Ayr ve Sevr dağları hududunca Medine'dir. Kim burada bir kötülük yaparsa Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların laneti onun üzerine olsun!" ve ben Allah'ı şahit koşarım ki, Ali (r) orada kötülük yapmıştır." Ebu Hüreyre'nin bu sözü Muâviye'ye aktarılınca, kendisini mükafatlandırmış ve tazimde bulunarak Medine emirliğini ona vermiştir.
Hakkın taraftarsız kalmayacağı muhakkak olduğu için, Muaviye'nin Ebu Hüreyre gibi emri altına aldığı Sahabilerin dışında, çoğu sahabe, onun vaadlerine kanmamış, tehditlerinden korkmamıştır. Süfyan es-Sevrî, Abdurrahman b. el-Kâsım-Ömer b. Abdulğâffâr kanalıyla şunu rivayet eder: "Ebu Hüreyre, Muâviye'yle birlikte Kufe'ye gelince geceleri halkla beraber Babu'l-Kinde'de otururdu. Geç bir Kûfeli yanına oturarak şöyle dedi: "Ey Ebâ Hüreyre, sana Allah'ı hatırlatırım. Rasul (s)'ün Ali b. Ebi Talib için: 'Allah'ım, ona dost olanı dost edin, Ona düşmanlık edene düşmanlık et!" dediğini duydun mu?" Ebu Hüreyre: "E,evet" dedi. Genç, o zaman şunu söyledi. "Allah'ı şahid kılarım ki sen, Ali (r)'nin düşmanını dost edindin ve onun dostunu düşman gördün!" Genç, bu acı darbeyi indirdikten sonra, Ebu Hüreyre'nin yanından kalkıp gitti."
"Muâviye, Sa'd b. Ebî Vakkâs'a şöyle dedi: "Ebu Turâb'a -Ali (r)'ye- sövmene engel olan nedir?"Dedi ki: "Sen Rasul (s)'(ün ona söylediği üç şeyi hatırlamaz mısın? Ona asla sövmeyeceğim. O üç şeyden biri dahi benim nezdimde zevk-ü safadan daha hayırlıdır. Rasul (s)'ün ona, -kendisini bazı gazvelerinde Medine'ye halefi olarak bıraktığı sırada söylediklerini duydum. Ali (r): "Ey Allah'ın Rasulü" Beni kadınlar ve çocuklar içindemi halefin olarak bırakıyorsun?"Rasul (s) ona şunu dedi."Benim için Musâ (s)'nın Harun (a)'u gibi olmak istemez misin_? Şurası var ki benden sonra Nübüvvet yoktur." Yine Hayber günü onun şöyle buyurduğunu duydum: "Sancağı, Allah'ı ve Rasulü'nü seven ve Allah ve Rasulü'nce sevilen birine vereceğim." Hepimiz sancağa uzandık ancak Rasul(s): "Ali'yi çağırın." Dedi. Ali'nin gözü iltihaplanmıştı. Rasul gözlerine hafifçe tükürdü ve sancağı ona verdi. Allah'ın yardımıyla fetih tamamlandı."Yine "... Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı çağıralım" âyeti inince Allah Rasulü (s) Ali (r)'yi, Fatıma (ra)'yı, Hasan (r) ve Hüseyn (r)('ı çağırarak: "Allah'ım bunlar benim ailem!" demiştir."
Ali (r)'nin faziletleri hakkında rivayet edilen hadislerden biride: Rasul (s)('ün Ali'ye söylediği şu hadistir: "Sen bendensin, ben de sendenim!" Yine onun için "Ben kimin dostuysam Ali de onun dostudur." demiştir. İbn Hanbel; "Sahabe'nin hiçbiri hakkında Ali (r) kadar hadise sahip değiliz." demektedir. Yine Nesa'î ve Nîsâbûrî şunu kaydetmişlerdir: "Sahabe'nin hiçbiri hakkında Ali (r)'nin ki kadar sahih isnada sahip hadis bize ulaşmamıştır."
Müslim, Ali (r)'den şunu rivayet eder: Çekirdeği yaran ve rüzgarı uçuranın hakkı için Rasul (s) bana şunu söyledi: "Seni ancak müminler sever. Sana ancak münafıklar kızar."
Ebu Hureyre’nin Rivayetlerinden Örnekler ve Bir Karşılaştırma
Ebu Hüreyre, Rasul (s)'den şunu rivayet eder: "Sizden birinizin içinin, kan ve irinle dolması –benim nezdimde- şiirle dolmasından daha hayırlıdır."
Ebu Hüreyre'nin şu sözü rivayet edilmiştir: "Rasul (s)'den iki kap ezberledim. Bunlardan birini yaydım. Diğerine gelince eğer bunu da yaysaydım şu boğazım kesilirdi."
Bu hadis, yaklaşık aynı ibarelerle, Cemâ'a tarafından yapılan rivayete muhaliftir. Ali (r)'den rivayet edilir ki: "Kendisine "Yanınızda yazılı bir metin/kitap var mı?" diye sorulduğunda, o şu cevabı vermiştir: "Hayır. Ancak Allah'ın Kitabı ve Müslüman birine verilen anlayış ya da bu sahifedekiler."
Söz konusu hadis, Buhari'nin Abdulaziz b. Refi'den yaptığı rivayete de muhaliftir: "Ben ve Şeddâd b. Ma'kel İbn Abbas'ın yanına gittik. Şeddâd, İbn Abbas'a "Rasul (s) bir şey bıraktı mı?" diye sordu. Oda: "Ancak mushafın iki kapağı arasında olanları bıraktı." Cevabını verdi."
Eğer Rasul (s)'ün çok yakın bir arkadaşına vereceği bir şey olsaydı kuşkusuz Ali (r); arkadaşları arasında buna en layık olanı olurdu. Zira o, Rasul (s)'ün kendi terbiye ettiği bir şahsiyettir ve de aynı zamanda; amcasının oğlu, ilk müslüman ve kızının eşidir. Ne yolculukta ne de konaklamada Rasul (s)'ün yanından ayrılmıştır. Rasul (s) kendisini halefi olarak Medine'ye bıraktığı Tebük gazvesi hariç, bütün önemli olaylarda onunla beraber olmuştur. Tebük gününde Ali (r) Rasul (s)'e: "Beni kadınlar ve çocuklar içinde mi halefin olarak bırakıyorsun!" demiş, Rasul (s) de ona: "Benim için Musa'nın Harun'u gibi olmak istemez misin? Şurası var ki benden sonra nebî yoktur!"" cevabını vermiştir."
Gerçekten de Ali (r) böyle bir şeye herkesten daha fazla layıktı. O olmasaydı bile, Ebu Bekir (r), Ömer (r), Ebu Ubeyde (r), halasının oğlu ve havarisi ez-Zübeyr, Hatice (r.a)'den sonra en sevdiği eşi Aişe (r.a) akıllı hanımı Ümmü Seleme (r.a) ya da Rasul (s)'ün kendisine: "Örtüyü kaldırıp benim sırlarımı dinlemen için izinlisin." Dediği ve onunla çok sık beraberliğinden dolayı neredeyse Ehli Beyt'ten kabul edilen, Sahabe tarafından kendilerinin bilmediği bazı şeyleri bildiğinden dolayı sırlar ve yastığın sahibi olarak adlandırılan İbn Mesûd, Rasul(s)'ün verdiği bu gizli bilgiyi alan kişi olabilirdi. Tabiiki, Peygamber böyle bir gizli bilgi vermişse...
Bunlar, Rasul (s)'ün diğerlerinden gizli tutmak istediği birşeyi açmasına en layık olan kişilerdir.
Ebu Hüreyre de kim oluyor ki, Rasul; bütün dostlarından, yakın arkadaşlarında ve güzide Sahabesinden gizleyip, sadece ona bildiriyor? Onun peygambere yaklaşabileceği hiçbir meziyeti veya fazileti yoktu ki! Nitekim Rasul (s)'ün vefatından sonra Sahabe tabakatının hiç bir tabakasında adı anılmamıştır. O, ne ilklerden, ne Muhacirlerden, ne Ensar'dan, ne mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerden, ne rakiplerden, ne ariflerden ne İslam'a sonradan giren cahiliyye taraftarlarından, ne Rasul'ün şairlerinden ve ne de Kurân-ı Kerîm'i ezbere bilen/Kurrâ'dandır. Onun faziletleri hakkında meşhur hadis kitaplarında tek bir hadis dahi varid değildir. Hakkında bilinen yegane şey -ne aşağı, ne yukarı- Suffe ashabından biri olduğudur!
Ebu Hüreyre Rasul (s)'ün şunu dediğini rivayet eder: Ölüm meleği Musa'ya gönderildi. Musa'nın yanına gelince o, ona vurdu. Melek Rabbi'nin yanına döndü ve şöyle dedi: "Beni ölmek istemeyen birisine gönderdin!" Allah Meleğe-Musa'nın kör ettiği-gözlerini verdi ve şöyle dedi: "Git ve ona elini bir öküzün üzerine koymasını söyle. Elinin kapladığı yerdeki kıl sayısınca ona yıl olarak ömür verildi!" Melek: "Evet, Rabb'im! Sonra ne olacak?" Allah: "Sonra, ölüm!" dedi. Melek: "Şimdi Allah'dan onu Mukaddes topraklara bir taş atımı yaklaştırmasını diliyorum!" dedi. "Allah Rasulü şöyle buyurdu."Eğer ben olsaydım, sonra size onun kızıl kumdaki yolun kenarındaki kabrini gösterirdim."
Bu hadis, diğer bir rivayette şu şekildedir: "... Musa ölüm meleğinin gözüne vurdu ve onu oydu."
Taberî de Ebu Hüreyre'den şunu rivayet etmiştir: "Ölüm meleği,insanlara aşikâr geliyordu. Musa (a)'ya geldiğinde, Musa (a) ona vurarak gözünü oydu. Musa (a) hadisesinden sonra insanlara gizli gelmeye başladı!..." Farkedileceği gibi, bu hadis buram buram İsrailiyyat kokuyor.
Ebu Hüreyre Rasul (s)'ün şöyle buyurduğunu rivayet eder: Cennet ve Cehennem birbirleriyle iddialaştılar. Cehennem: "Ben müstekbirlere ve zorbalara miras kılındım." dedi. Cennet: "Benim nem var da bana hep zayıflar ve düşkünler giriyor?" dedi. Allah Teâla Cennete şöyle buyurdu: "Sen rahmetimsin, seninle kullarıma rahmet ederim." Cehenneme ise: "Sen benim azabımsın, seninle dilediğim kullarıma azab ederim."dedi. Her birini dolduracaklar vardır. Cehenneme gelince o, Allah Teâla ayağını üzerine koyuncaya kadar dolmaz. O zaman: "Yeter! Yeter!"der. Cehennem işte o an dolar ve sıkıca toplanıp dürülür."
Ebu Hüreyre Rasul (s)'Den şunu rivayet eder: "Kafirin iki omuzu arasında hızlı bir binicinin üç günde alabileceği mesafe vardır."
Müslim, bu hadisi şu fazlalıkla yine Ebu Hüreyre'den rivayet eder: "(Kafirin) derisinin kalınlığı üç günlük yol kadardır."
Ebu Hüreyre Rasul(s)'ün şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Sizden birinizin kabına sinek düştüğünde onu tamamen batırsın ve çıkarsın. Zira bir kanadında zehir varsa diğerinde şifa vardır."
Ebu Hüreyre Rasul (s)'den: "Bir melek Allah'tan bana bir mektub getirdi. Sora ayağını kaldırarak göğün üzerine koydu. Diğerini de yere koydu ve kaldırmadı."
Ebu Hüreyre Rasul (s)'den: rivayet eder ki: "Acve (hurması) Cennettendir. Onda zehire karşı şifa vardır."
Son olarak Ebu Hüreyre'nin şu iki rivayetini alıntılıyoruz:
"Allah insanları toplayarak şöyle der: "Kim bir şeye tapıyorsa ona tabi olsun." Onlar da taptıklarına uydular. Ümmet bu şekilde münafıklarıyla yaşayıp giderken Allah onların bildiklerinden farklı bir surette kendilerine görünür ve: "Ben sizin Rabbinizim!" der. Olar: "Senden Allah'a sığınırız! Bu Rabbimiz bize gelinceye kadar duracağımız yerdir. O geldiğinde biz Onu tanırız." Bilahare Allah, bildikleri suret üzere gelir: "Ben Rabbinizim!" der. Onlar da: "Sen bizim Rabbimizsin!" derler.
"Cennette bir ağaç vardır ki, binekli onun gölgesinde yüzyıl gider."
Ebu Hüreyre'nin bu kabil rivayetleri başlıbaşına ciltler dolusu kitaplarda ele alınabileceğinden bu örneklerle yetiniyoruz.
Geçen bölümlerde, Rasul (s)'le sadece bir yıldan biraz fazla bir süre kalmasına rağmen Ebu Hüreyre'nin tam 5374 hadis rivayet ettiğini ve Buhârî'nin bunlardan 446'sını kitabında zikrettiğini görmüştük. Şimdi, onun bu rivayetlerinin miktarını, imanda onu geçmiş, Rasul (s)'e ondan daha yakın olmuş, din ve faziletiyle Sahabe tabakatının üstlerini işgal etmiş güzide Sahabelerin yaptıkları rivayetlerin miktarıyla karşılaştıracağız:
Ebu Bekir (r): Ali (r)'den sonra İslama ilk giren erkek olan Ebu Bekir, Sahabe'nin şeyhi olup, Mekke ve Medine hayatı esnasında Rasul (s)'den ayrılmamış bir soy bilimcisiydi. Bu şahsiyetin kaç hadis rivayet ettiğini tahmin edersiniz?
en-Nevevî, "el-Tehzîb" adlı eserinde şöyle der: "Sıddîk, Rasul'den 142 hadis rivayet etmiştir. Bunlardan 104'ünü "Tarihu'l-Hulefa" adlı eserinde zikretmiştir. Buhârî ise bunlardan yalnız 22'sini eserine almıştır.
Ömer b. el-Hattâb (r): Mekke'de İslam'a giren Ömer (r) irtihaline kadar Rasul (s)'den ayrılmadı. O der ki: "Ben ve Ensar'dan bir komşum Rasul (s)'e nöbetleşe giderdik. Bir gün ben, bir gün o. Ben gittiğimde o günkü vahiyle ve diğer gelişmelerle ilgili haberleri ona ulaştırırdım. O gittiğinde de aynı şekilde yapardı." Tüm bunlara rağmen Ömer (r) İbn Hazm'ın da kaydettiği üzere elli civarında hadis rivayet etmiştir.
Ali b. Ebi Tâlib (r): İslama ilk girmek şerefine erdi. Rasul (s)'ün dizinde terbiye gördü ve onun himayesi altında yaşadı. Rasul (s)'ün irtihaline dek ne yolculukta ne de ikamette ondan ayrıldı. Rasul (s)'ün hem amca oğlu hem de kızı Fatıma (r.a)'nın eşiydi. Tebük dışında bütün gazvelerde Rasul (s)'le birlikte bulunuştur. Hatta Tebük'e giderken Rasul (s) kendisini Medine'ye halefi olarak bıraktığında: "Beni kadınlar ve çocuklar içindemi halef olarak bırakıyorsun?" demiş Rasul (s) de kendisine: "Benim için Musa'nın Harun'u gibi olmak istemez misin? Şurası var ki, benden sonra Nebî yoktur!" demiştir.
İlim bakımından nerdeyse hiç bir Sahabe'nin boy ölçüşemediği bu güzde Sahabe İmam Suyûti'nin ifadesine göre elli sekiz hadis rivayet etmiştir. İbn Hazm da kendisinden ancak elli kadar hadisin sıhhatli bir kanalla geldiğini söyler. Buhârî ve Müslîm'de sadece yirmi kadar hadisi vardır.
Osman (r): Kendisinden Buhâri dokuz, Müslim beş hadis rivayet etmiştir.
ez-Zübeyr b. el-Avvâm (r): Buhâri dokuz, Müslîm bir hadisini rivayet etmiştir.
Talha b. Ubeydullah (r): Buhâri, dört hadisini rivayet etmiştir.
Abdurrahmân b. Avf (r): Buhâri, dokuz hadisini rivayet etmiştir.
Übeyy b. Ka'b (r): Buhâri, sekiz hadisini rivayet etmiş, beş hadisi üzerinde de Müslim'le ittifak etmiştir.
Selmân el-Fârisi (r): Buhâri dört, Müslim üç hadisini rivayet etmiştir.
Hatta Sahabe'nin ileri gelenlerinden bazıları Rasul (s)'den hiç bir hadis rivayet etmemiştir. Saîd b. Zeyd b. Nufeyl ve Ubeyy b. Amâra bunlardındır.
Katılma Tarihi: 28 haziran 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 538
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Selamün Aleyküm! Alperen Kardeşim!
Müslümanların lanetine uğramış Ümeyyeoğulları’nın, kendilerine duyulan lanet ve nefreti bertaraf edebilmek için başvurdukları sinsi bir yöntemin baş aktörü olan Ebu Hüreyre'yi bu sayfalara taşıman ve tanınmasını sağlayacak olan bilgileri sunduğun için Allah razı olsun.
Kütüphanelerin rafları üzerinde konuyla ilgili kitaplar tozlanıp durmaktadır.
Bu konuları hem genel olarak, hem de özel olarak tahlil eden, ve Ebu Hüreyre'ye biyografi yazan değerli, muteber eserleri de bildirelim:
En-Nevevî, Tebrizî, İbn-i Küteybe, es-Seâlibî, Bediüzzeman el Hemedânî, Zemahşerî, Ebu Nuaym, Ebu Hayyan, el- Ascedî, İbn-i Hazm, İbn-i Asâkir, ez- Zehebî, Zührî, Taberânî, İbn-i Esir, İbn-i Sa’d.
Ama birileri, bizleri bunlardan hep uzak tuttu. Şükürler olsun Rabbime ki bu tahliller yeni yeni gün ışığına çıkarılmaktadır.
Sevgili Alperen!
İşte Ebu Hüreyre bu kişidir. O sahabenin avamından birisidir. Ne Mühacirdir, ne Ensardan biridir ne de bu muhteremlere ihsan ile ( iyi düşünüp iyi davranmakla) uyan birisidir. Şimdiye kadar bize davulun sesi uzaktan hep hoş gelmiştir. O, Müslümanlara zarar vermiş, yüce dinimizin içerisine hurâfelerin girmesine vesile olmuş birisidir. İnşâallah tevbe etmiştir. Dileriz Rabbimiz tevbesini kabul eder.
Ebu Hüreyre’yi Enfal suresinin 103. âyeti ve de diğer Sahabe-i Kiramı öven âyetler (Hadid suresi 10. Fetih suresi 18, Ali Imran 110) kapsamında almak hem yanlış olur, hem de dürüst sahabeye haksızlık olur.
kardeşler bu konuyla ilgili kaynak alabilirmiyim ancak site adresi değil bizzat kitap adı kimler görmüş yalan hadisleri Hz. Ömeri kılıcımızla doğrulturuz diye uyaran müslümanlar ne olmuşta sahabeye boyun eğmişler..
Ebu Hureyre’nin Müslüman olmadan önceki hayatı hakkında kendi anlattıklarından başka bir şey bilinmez. Müslüman olduktan sonra fakirliğinden dolayı Ashabı Suffe’den olduğu bilinir. Müs-lim’in Fezailus Sahabe’deki 159. Bölüm’ünde Ebu Hureyre’nin sırf karın tokluğuna Peygamber’le beraber olduğu anlatılır. İbn Hazm sırf Baki bin Mahled’in müsnedinde Ebu Hureyre’ye ait 5374 hadis olduğunu söyler. Buhari bunlardan 446’sını kitabına almıştır.
Ebu Hureyre’nin anlattıklarından, en çok korktuğu kişinin Hz. Ömer olduğunu görüyoruz. Hz. Ömer’in Ebu Hureyre’yi hadis naklinden dolayı tehdit ettiği ve tartakladığı hadis kitaplarında an-latılır. Ebu Hureyre: “Size naklettiğim şu hadisleri Ömer zamanın-da anlatsaydım değneği ile beni döverdi.” der (Ez Zehebi – Tezki-retul-Huffaz). Ebu Hureyre’nin şöyle dediği geçer: “Ömer ölünceye kadar Allah’ın Resulu buyurdu diyemezdik.”(Müslim, Sahihi Müslim, 1. cilt, sayfa 34). Müslim’i eğer görebilseydik kendisine şöyle sorardık: Ey Müslim, sen Sahihi Müslim diye tüm hadislerinin doğru olduğunu iddia ettiğin bir kitap yazdın, cerh ve tadille ki-tabında hadis nakledenleri incelediğini söyledin. Ebu Hureyre’yi kendin de görmemene rağmen, onu gören ve halife olan Hz. Ömer’in onu yalancılıkla ithamını, Ebu Hureyre’nin şüpheli bir şa-hıs olması için neden yeterli görmedin? Demek ki senin sahih de-diğin hadisler bu kadar sağlam temellere dayanıyor. Ne yazık ki Müslim de tüm sahabenin yıldızlar gibi olup, hangisine olursa olsun uyulabileceği şeklindeki asılsız inanca kanmış. Veya Ebu Hureyre ve diğerlerine gerçekte sıkı ölçüler uygulasa elinde hiçbir ha-dis kalmayacağını gördüğü için ve de özellikle Ebu Hureyre’den hatırı sayılır derecede çok hadis geldiği için, bu açık gerçekleri görmezlikten gelmiş. Ebu Hureyre’yi yalancılıkla suçlayan bir tek Hz. Ömer değildir. Hz. Aişe’nin de onu defalarca suçladığını Ebu Hu-reyre’ye sahip çıkan hadis kitaplarında bile görebiliriz. Hz. Aişe Ebu Hureyre’ye: “Sen Peygamber’den duymadığım hadisler rivayet ediyorsun!” dediğinde ona edepsizce bir cevap verir: “Ayna ve sürme seni Peygamber’le ilgilenmekten uzak tuttu.”(Zehebi, Siyeru Alemin Nubela 2. cilt, sayfa 435). Hz. Ali şöyle demiştir: “Yaşayanlar arasında Allah Resulu’na en fazla yalan isnad eden Ebu Hurey-re’dir.”(İbni Ebul Hadid, Şerhu Nehcul Belağa, 1. cilt, sayfa 360). Yine Hz. Ali onun “Sevgili dostum bana haber verdi ki” diye Pey-gamber’den bahsettiğini duyunca: “Peygamber ne zaman senin sevgili dostun oldu?” demiştir. İbn Mesud gibi meşhur bir sahabe ise onun “Ölü yıkayan ve taşıyan kişi abdest alsın.” sözünü kabul etmeyerek hakkında ağır sözler söylemiş ve sonra şöyle demiştir: “Ey insanlar, ölülerinizden dolayı necasete (pisliğe) bulaşmazsınız.”
Hadisçilerin hadis nakledilen kişilerin doğruluğunu tespit etmek hususunda ne kadar titiz oldukları şu hikayeyle anlatılır: “Meşhur bir hadisçi, kendisinden hadis naklettiği bir kişiyi görmek için onun bu-lunduğu yere seyahat etmiş. O yere vardığında, bu kişinin atına yiyecek verecekmiş gibi yapıp atı çağırdığını ve sonunda ata yiyecek vermediğini görmüş. Atı kandıran insanları da kandırabilir diye onun naklettiği hadisi almamış.” Bu hikayeyi dinleyen bizlerin “Aman hadisçiler ne titizmiş!” deyip, onların yalancı hiç kimseden söz almadıklarını, böylece naklettikleri hadislerin ne kadar güvenilir olduğunu görmemizi umarlar. Buraya kadar birçok yerde hem sebebi, hem de sonucu ile hadislerin nasıl uydurmalarla karıştığını gösterdik. İleri sürülen bu mantık hiç şüphesiz geçersizdir. Yüzbinlerce hadisten hadislerini seçtiğini söyleyenlerin bu şundan, şu ondan, o öbüründen şeklinde giden hadislerin nakilcilerinin önemli kısmı ha-dis kitapları toplandığında vefat etmişti. Geri kalanların çoğu ise İslam coğrafyasının dört bir yanına dağılmıştı. Bunların hepsini ziyaret etmek ve doğru sözlü olduklarını tespit etmek özellikle o dönemin ulaşım şartları düşünülürse mümkün değildir. Ziyaret mümkün olsaydı bile, bu kısa ziyaretler bir insanın ne kadar doğru sözlü oldu-ğunu tespit için elbette ki yetersizdir. Herhalde her hadisçi atını kandıran bir hadis nakilcisini tespit edecek kadar şanslı değildi! Bizim örneğimiz olan Ebu Hureyre’ye gelecek olursak; atını kandıran hadis nakilcisini kabul etmemekle hava atan hadisçiler, Hz. Ömer ve Hz. Ali gibi iki halifenin yalancılıkla itham ve dayaklarına, Peygam-ber’in hanımı Hz. Aişe’nin bu şahsın izahlarını reddine rağmen na-sıl kendisini kabul ediyorlar? Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Aişe’nin bu ta-vırları atın kandırılmasından daha mı az önemli?
Hz. Ömer’in Ebu Hureyre’yi atadığı valilikten hırsızlıkları nedeniyle geri çağırttığı anlatılır. Hz. Ömer Ebu Hureyre’ye hitaben: “Seni Bahreyn’e vali yaptığımda ayağında bir çift ayakkabı yoktu. Sonra duydum ki sen 1000 dinara, 600 dinara atlar satın almışsın. Sen Bahreyn’in en ücra köşesinden, insanlar vergilerini, Allah ve Müslümanlar için değil de, senin için versinler diye mi geldin?” der (Zehebi, Siyer). Ebu Hureyre’nin bizzat kendisinin aktardığı bir hadiste ise Hz. Ömer ona şöyle demiştir: “Ey Allah’ın ve Kitabının düşmanı! Allah’ın malını çaldın değil mi? Yoksa senin on bin dina-rın nereden olacak?” (İbni Sa’d, Tabakat, 4. cilt, sayfa 59). Ne ya-zık ki Ebu Hureyre Hz. Ömer’in kendisine çıkışmalarını böyle an-latır, ama hadisçiler Hz. Ömer’in bu çıkışlarına rağmen Ebu Hu-reyre’yi birinci dereceden güvenilir kabul edip, en çok hadisi ondan naklederler. Bir de cerh ve tadil ilmiyle güvenilmeyen hiçbir kimseden hadis nakletmediklerini söylerler. Hz. Ömer’in “Allah’ın ve Kitabı’nın düşmanı” ilan ettiği şahsı en güvenilirler arasında kabul eden hadisçilerin, cerh ve tadil uygulamalarının ne kadar titizlikle yapıldığı görülmektedir.
Ayrıca yukarıda belirttiğim, gibi iddia ettiklerine göre hadisin doğruluk güvencesi ancak ve ancak isnat ettiği ravi senedidir. Bu senet uydurmalarını da ağırlıklı olarak 5374 hadis ile hayali bir şahıs olan Ebû Hüreyre’ye isnat ettiler. Ebû Hüreyre’nin kelime manası “kedinin babası” demektir, ve güya bu bir şahsın takma adı imiş. Böyle bir şahıs bilinmediği gibi ne kendi adı, nede babasının adı bilinmemektedir. Adı hakkında 30 değişik rivayet olup adının ne olduğu tespit edilememiştir. Babasının adıyla ilgili de çeşitli rivayetler yapılmaktadır El-Kuta El-Halebi bunları kırk dört değişik rivayete çıkarmaktadır. Ve bu iddiaların hepsi bir yakıştırmadan öteye gidemez, zira böyle bir şahıs kanaatimce hiçbir zaman yaşamamıştır. Hadis ekolünü kuran bu ekip, bu şekilde hayali bir şahsa hadislerini dayandırmakla bu yönden yalanlanmalarının yolunu kapatmak istemişlerdir. Zira gerçek bir şahsa isnat etmeleri halinde birilerinin çıkıp ta bizim dedemizin dedesinden duymadığımızı sen kimden duydun deyip onları yalanlıya bilirlerdi. Benim kanaatimce hiçbir zaman böyle bir şahıs yaşamamıştır. İşte hadislerinin gerçek olduğuna dair verdikleri en büyük güvencelerden biri bu hayali şahsiyettir.
Kuran tek kaynak dersiniz Kuran dan bişey yazmış degilsiniz hani Kuran an bi yazı ??anlattıgınız ameşilerin uydurdugu şeyler olamazmı??bütün raviler uydurduda onlarmı dogru söyledi??? Onların dogru söyledigini her fırsatta Kuran dini diye anlattıgınız Kuran damı var???Buharilerin Müslimlerin anlattıgını Kuran da yok bunlar boş işler deyip gecenler bunları kendi kulaklarıyla duymuş gibi nasıl anlatıyorlar???Kuran dan delil getirin öyle ya buhari müslim ve bunlar gibi nice insanların hadislerini kabul etmiyenler...Nasıl olurda birilerinin anlattıgını hemen istisnasız kabul ederler???Tabi EBU HUREYRE yi çıkar bütün hadisler boşa cıksın tıpkı yahudi lerin dedigi gibi 3 sahabeyi iptal edin gerisi gelir ..Evet fitne devam ediyor anlattıklarınız Kuran la ıspat edin gerisini kabul etmiyordunuz noldu hemen etmişsiniz..Kuran dan ayet getirin öyle ya size hadis dendiginde one uyduruklarımı diyorsun diyorsunuz bende diyorumki madem uydurukları kabul etmiyorsunuz Kuran dan başka kaynak yok ozaman bunlara nasıl hemen inandınız?? Bu fitnelerin altında tabiki birilerinin iş güzergahlıgı var tıpkı cennete bütün herkesi sokmak gibi....Bunlar masal delil degil Kuran dan konuşun siz öyle diyorsunuz Kuran dan konuşalım gecelim bu uyduruk şeylerii...Eger bunu delil kabul ederseniz bu anlatılan uydurnaları bende size çok şey anlatırım ama eminimki onlara uydurma derseniz bunlara demediginiz şeyi onlara dersiniz...
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma