Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Allah'ın Devesine Dokunma! Kur’an, Hz. Salih’in kavmine, serlevhası “Allah’ın devesine dokunmayın!” olan bir çağrı yaptığını anlatır.
“Allah’ın devesi” (nagâtallah) tabirini bir kenara yazın…
Kur’an’da Hz. Salih’i, 7 yerde geçen bu dişi deve (nâgat) örneği vesilesi ile tanırız. Başka bir yerde bahsedilmez.
Peki, bir peygamberin kavmine yönelik olarak “Allah’ın devesine dokunmayın!” demesi ne anlama gelmektedir?
***
Çocukluğumuzdan beri vaizlerden bol bol duyduğumuza göre burada “kayadan çıkan deve”
mucizesi anlatılmaktadır. Hz. Salih inkarcıların mucize talebi üzerine,
Allah’ın izni ile kayadan bir dişi deve çıkarmış ve peygamber olduğunu
bu yolla ispatlamıştır. İnkarcıların bunu inkar etmesi sonucu Allah da
Semud kavmini helak etmiştir…
Bu anlatının, Hz. Salih üzerine geliştirilen bir “menkıbe” olmaktan başka bir anlamı bulunmuyor. Ne Kur’an’dan, ne de Hz. Peygamber’den hiçbir dayanağı yoktur.
Bu haliyle bugünün insanına da bir mesaj vermiyor. Çünkü bize örnek
olarak sunulan, doğrudan bize hitap eden, gözümüzün önünde olup biten
bir olay değildir ki ibret alalım. Olmuş bimiş Allah’ın bir mucizesi
işte…
Kaldı ki gözümüzün önünde her gün, her saat, her an nice ayetler var ama bakar-görmez olmuşuz!
Vaizin “mabet diline” alıştırılmışız. Uçan kaçan menkibeler
yüzünden verilen evrensel mesajlar olayın geçtiği zamana ve mekana
gömülmüş. Sonraki çağlar için verilen muazzam mesajlar mahvolmuş. Eh,
bu hale getirilmiş bir “ölü metin” de ancak ölülerin arkasından okunur, üfürülür; yurdum insanı da onu yapıyor…
Kur’an’ı akıp geldiği gerçek tarih, yaşayan hayat ve canlı tabiat mecralarından koparmak dediğimiz şey tam da bu işte.
Bu durumda “ayet-i kerimeler”, abdestsiz dokunulamayan, salavat çekilmeden okunamayan ve artık bugünün dünyasında karşılığı olmayan birer “tören ve ayin metni” haline gelmiş oluyor.
Oysa biz “Yaşayan Kur’an’a” inanıyoruz.
“Bu kızlar hangi suçundan dolayı öldürüldü?” feryadının,
hafızların ezberinden vaizlerin kürsülerine yankılanıp durduğu mabet
duvarlarında değil; şehrin arka sokaklarında, karanlık gecelerin
dumanlı, puslu mekanlarında, nataşa pazarlarında, organ mafyasında,
okul önlerinde vs. yaşadığına inanıyoruz.
Kur’an’da, ele alınan kişi ve olayların mekanı, zamanı ve aktörleri
değişmek suretiyle halen devam ettiğine, mesajlarının bugün de
yaşadığına ve çağımız için anlamının olduğuna inanıyoruz. Aksi halde
Kur’an’ın evrenselliğinden bahsedemeyiz.
***
“Allah’ın devesine dokunmayın!” çağrısı da öyle…
Peki, bunun bugün için nedir anlamı?
Kur’an’da bu örneğin verildiği yeri topluca okumadan önce kısa bir
bilgi; Semudlular, MÖ. birinci binin başlarında Asurluların egemen
olduğu bugünkü Irak/Suriye/Orta Arabistan bölgesi civarında Ad
kavminden sonra yükselen siyasi ve askeri bir kuvvetti. Kur’an onların
yaşadığı yere “taşlık bölge” (el-Hicr) der ve ülkeye hakim dokuz çete/grup (tis’a reht) -illuminati?-
olduğundan bahseder (27/48). Öyle ki Semudlular kendi döneminin süper
gücü haline gelmişlerdi. Sahipsiz bulduğu her şeyi talan etmeleriyle,
saldırganlıklarıyla ve işgalcilikleriyle tanınırlardı…
Ne garip, buralar bugün de saldırı, talan ve işgal altında!
Şimdi, aşağıdaki pasajda yer alan ayetleri okurken, lütfen olayın
zamanını, mekanını ve aktörlerini, bugünün zamanı, mekanı ve
aktörleriyle zihninizde yer değiştirerek okuyun…
“Semûd halkına da kardeşleri Salih demişti ki: “Ey halkım!
Allah için çalışın, O’na ibadet edin. Sizin O’ndan başka tanrınız
yoktur. Rabbinizden size apaçık sözlü uyarı geldi: Bir gösterge olarak Allah’ın şu dişi devesi… Bırakın Allah’ın arzında otlansın. Ona dokunmayın; can yakıcı bir afete maruz kalabilirsiniz. Hiç değilse Âd kavminin ardından nasıl hızla geliştiğinizi, yeryüzüne nasıl kök saldığınızı düşünün. Yazları sayfiyelerde kışları köşklerde yaşıyorsunuz. Artık Allah’ın nimetlerini düşünün de yeryüzünü talan etmeyin.
Halkının büyüklük taslayan ileri gelenleri, ezilen mü’minlere dediler
ki: “Siz Salih’in Allah’ın peygamberi olduğunu kabul ediyor musunuz?
Onlar da “Elbette, getirdiği şeylere inananlardanız.” dediler. Büyüklük
taslayanlar dediler ki: “Biz de siz neye inanıyorsanız onları
reddediyoruz.” Derken Rablerinin emrini hiçe sayarak o dişi deveyi alçakça öldürdüler.
Dahası “Ey Salih! Eğer gerçekten peygambersen şu diline doladığın afet
gelsin bakalım” dediler. Çok geçmeden ansızın gelen şiddetli bir deprem
ile sarsıldılar; kendi kâşanelerinde yüzükoyun serildiler.
Salih o vakit onlardan yüz çevirmiş ve şöyle demişti: “Ey halkım!
Gerçek şu ki ben size Rabbimin mesajlarını ilettim ve size nasihat
ettim; fakat siz nasihat edenleri sevmiyorsunuz.” (A’raf; 5/73-79)
***
Görüldüğü gibi verilen mesajda “Allah’ın devesi” (nagatallah) tabiri, hemen sonraki cümlede “Allah’ın arzı/yeryüzü” (arzillah) tabiri ile adeta tefsir ediliyor.
Ve (bugün için) denmek isteniyor ki: “Siz sahipsiz bulduğu her şeyi
talan eden, siyasi ve askeri gücüne güvenerek, yeryüzünde hiç kimsenin
size karşı koyamayacağını sanan, despotik, saldırgan ve işgalci bir
güçsünüz. Sahipsiz ve savunmasız bulduğunuz ülkelerin yer altı ve
yerüstü kaynaklarına; petrollerine, doğalgaz yataklarına büyük bir
iştah ve ihtirasla saldırıyorsunuz. Bunun için ülkeler işgal ediyor,
dünya savaşları çıkarıyorsunuz. İşgal ettiğiniz sahipsiz ülkelerin
kimsesiz çocuklarını toplayıp götürüyor, fuhuş mafyasında kullanıyor,
organlarını satıyor, insan ticareti yapıyor, kâşanelerinizde köle ve
hizmetçi olarak, fabrikalarınızda da ucuz işçi olarak çalıştırıyorsunuz…
Size bu işlerden vazgeçtiğinizin göstergesi/işareti olması için son
çağrı; işte şu Allah’ın devesi… Allah’ın arzına salıyorum. Ona “nasıl
olsa sahibi yok, kimsesiz” diye sakın saldırmayın. Sahipsiz ve kimsesiz
olsa da hakkına riayet edin, ona saygı gösterin. Bırakın Allah’ın
arzında otlasın. Kendi develerinizle sırayla aynı sudan içsin…
Unutmayın ki yeryüzünde sahipsiz ve kimsesiz sandığınız her ne şey
varsa işte o Allah’ın devesi (nagâtallah) tır; hava, su, petrol,
doğalgaz, ağaçlar, bitkiler, ormanlar, çevre, kimsesiz çocuklar,
garipler, ihtiyarlar, zayıflar, güçsüzler…
Bunlara dokunmayın, ele geçirmeye çalışmayın, köleleştirmeyin,
sömürgeleştirmeyin, saldırmayın, talan etmeyin, küstahlaşmayın,
hakkınıza razı olun…
Kimsesiz ve sahipsiz otlanan şu “Allah’ın devesi” işte bunun işareti
olacak. Bakalım aynı şeyleri hala yapıyor musunuz, yoksa vaz mı
geçiyorsunuz…”
***
Malum, Hz. Salih bu çerçevede ısrarla mesajlar vermesine rağmen, o azgın ve saldırgan gurüh kulak asmadı. İnadına “Allah’ın devesini” küstahça kesip öldürdüler. “Bu Salih de kim oluyormuş, ne diyor bu adam, hem Allah da kimmiş”
edasında böbürlendikçe böbürlendiler. Bütün dünyayı dize
getirdiklerini, kimsenin onlara karşı koyamacağını, süper güç
olduklarını, asla yıkılamayacakları söyleyerek burunlarından kıl
aldırmadılar…
Ve günlerden bir gün korkunç bir depremle o çok övündükleri
kâşanelerinde, korunaklı sayfiyelerinde, saray yavrusu malikhanelerinde
yüzükoyun yere serildiler ve bir daha kalkamadılar. Yurtları viran,
ülkeleri harap oldu…
İbret almak isteyenler için kalıntıları hala yol kenarlarında duruyor.
Kulak ver ve dinle ey insanoğlu! Tarihin derin sessizliğinden gayrı “onlardan bir ses bir seda işitiyor musun?” (Meryem; 19/98).
***
Demek ki “Allah’ın devesi” örneği vaaz konusu bir menkıbe olsun diye
anlatılmıyor. Tarih boyunca çeşitli örnekleri görülmüş, halen görülen
ve bundan sonra da görülmeye devam edecek olan, can yakıcı bir insanlık
sorununa parmak basıyor; sahipsizler, kimsesizler ve ezilenlere (mustaz’afin) karşı yürütülen her tür talan, işgal ve saldırıya insanlık, vicdan ve adalet adına ses yükseltmek…
Hz. Salih’in dilinden bize ulaşan Allah’ın sesi (kelimullah) bu olmak icap eder. Bugün bu sesi Kur’an’dan ilham alarak biz yükselteceğiz.
Biz; yeni talan, saldırı ve işgallere karşı yeni Salihler…
Kulak ver ve dinle ey vaiz!
Bu ayetleri ölülerin arkasından okuyup üflemeyi bırak. Üzerine ölü
toprağı serpilmiş halkına nefha ol, yaşayanlara soluk ver, dirilere
üfle, dirilere!
Kulak ver ve dinle ey modern Semud!
“Allah’ın devesine dokunma!” R. İhsan ELİAÇIK
__________________ En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir.
Birbirini anlamayan...
Can Yücel
|