Yazanlarda |
|
Eren Erdem Uzman Uye
Katılma Tarihi: 30 haziran 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 484
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
YARATILIŞTAN
KIYAMETE
HAZIRLAYAN : EREN ERDEM ve GÖNÜLDAŞLARI
www.hanifdostlar.net
www.kuranmuslumani.com
Not: Mealler Yaşar Nuri Öztürk, Süleyman Ateş ve Edip Yüksel'den alınmıştır. Üzerinde ihtilaf bulunan hatalı çevirilerin asli manaları ele alınmıştır. Çevirilerde yapılan hataları sunmamak adına titiz bir çalışma yapılmış, yanıltıcı bilgilerin önüne geçmek adına çalışma ciddi boyutta ele alınarak, detaylı çalışmalar sonucu parçalar halinde yayınlanacaktır.
|
Yukarı dön |
|
|
Eren Erdem Uzman Uye
Katılma Tarihi: 30 haziran 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 484
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
GİRİŞ
Allah aklını kullanmayanların üzerine pislik yağdırır (Yunus 100)
İdrakımızın aldığı yol, düşüncelerimizin seyir defteri, izlediğimiz sabit çizgi ve düşünce çarkının derinliğindeki anlamsızlıklar…
İşte sistemlerin, ekolojik dengenin çöküş nedenlerinin başında gelen önemli bir durum. İçsel olgunluğun, dış tavırlarla engellenmesi üzerine gelişememişlik gösteren bir ırk : ADEM ÇOCUKLARI…..
İnsan denildiğinde akıllara ilk gelen şey, düşünebilen ve bu özelliğiyle hayvanlardan ayrılan bir ırk. Halbuki metabolizma olarak tüm hayvanlara yakın bir biyolojik sistemle örülmüş olan insan, artık yukarıda tanımladığım şekliyle bir ifade sergileyememektedir. Kediler avlarını gördüklerinde strateji geliştirirler, diğer tabirle düşünürler! Peki ya arılar ?
Evet, yeryüzünün koca halifesi hilafeti bırakalım, zihnindeki demir parmaklıkları kırıp kendi halifesi bile olamamıştır. Düşünmeyen insan ile avını avlama stratejisi üzerine düşünen bir kedi arasındaki 7 farkı bulabilirmiyiz ?
Zihin tamamlayıcılık unsurundan mahrum bırakılıyorsa, o bünye eksiktir. Diğer haliyle, eksilmiş bedenlerin, düşünmeyen beyinleri ile ortalama 60 yıllık bir süreçte, tüketen,tüketen,tüketen ve yine tüketen bir ırk olarak kalabilmeyi başarmışız. Zihinsel hazineler bir tarafa, Dünyayı bile tüketmiş, gördüğünüz üzere doğal kaynaklar adına(ki esasında amaç daha farklıdır) birbirimizi yiyen, kedileşen bir ırk haline gelebilmeyi başarmış bulunmaktayız.
Peki tüm sistemlerin sahibi, bundan memnun mudur?
Bu çalışmamızda insan zekasının sabitlikten kurtulması, ve algılarının açılması adına, Kurandaki eşsiz anlatım ve muhteşemliği ele alarak DÜŞÜNECEĞİZ. Düşünürken çok ilginç tespitler yapacak, vay bee ben yıllardır ne derin uykudaymışım diye bir anlamda dövüneceğiz. İnsana daha yaratılmadan(tasarım bitmeden) verilen muhteşem bilginin açığa çıkması adına, alıcılarımızı RAHMAN frekansına yönlendirecek,iblis frekanslı, kafamıza kazınmış tüm sabit saçmalardan kurtulacağız.
İnsanoğlu her daim kendisinde olanı inkar etmiştir. Kendisine verilenleri inkar ederek ısrarla başkalarında olanlar üzerinden düşünme çabasında olmuştur. Zihinlerini bir anlamda örtmüş, bu örtülerin altına düşünmesini gerektirmeyecek kavramları sokuşturarak, zihin derinliğini sığlaştırmıştır. Bu Ademlik değil, Ademi inkar anlamı taşıyan bir tavırdır. Çünkü ilerleyen konularda da işleyeceğimiz üzere Adem kendisine verilmiş olanları iyi değerlendiren bir varlıktır. Verilenler ile istenenleri iyi algılamış, ve verilen her şeyi sonuna kadar kullanmıştır!!!
Kendisine nefsi de verildiğinden, bunu da kullanarak bildiğimiz yasak ağaç olayının tasvirleşmesine katkı sağlamıştır. Ancak büyük dedesinin izinden giden insanlık, Adem gibi verilen her şeyi tamamen kullanamamış, sadece o ağacı kullanarak bir anlamda alıcılarıyla RAHMAN frekansının ilişkisini kesme çabasına girişmiştir.
İnsanoğlu düşüncesinin doruklarına ulaştığını sandığı anlarda aslında hep derin yanılgıların beşiğinde kıvranıp durmaktaydı. Bilim üzerine çeşitli düşünceler, teoriler ile akılcılığı ispat etmeye çalışan insanoğlu bilimsel düşüncenin temelini yanlış inşa ederek, Rahmanın insana verdiği ve işletmesini istediği aklını sürekli kısırlaştırmış ve ucu boşluklarla dolu kavramlar üzerinde gidip gelmiştir. Ortada yaşanan kavram karmaşası neticesinde Bilim ve Din birbirini tamamlamaktan çok, birbirine karşıt iki cephe olarak ilan edilmiş ve bu cephelerden karşılıklı ataklar ile tezler çökertilmeye çalışılmıştır. Dinsel düşüncede ihmal edilen, dünyeviliğin algısal boyutudur. Bu boyut İlahi gücün sistemi inşa ederken bizzat sistemi yerleşik bir metabolizma ile inşa ettiği göz ardı edilmemelidir. Bu metabolizmanın keşfi ve üzerinde düşünülmesi ise kabul edilen bilim olmalı, Adem nesline verilmiş ilahi genetik bilginin ortaya çıkışı ile bu sisteme dayalı aklın işletilmesi, İlahi kudretin yerleşik kıldığı bir tavırdır.
İslamiyeti Kurandan algılamak, Yüce Yaratıcının insanlardan istediği bir olgudur. Nitekim İslam coğrafyasındaki anlaşmazlıklar ve mezhep ayrılıkları dinin algılanış noktasındaki çok sesliliği bariz bir biçimde ortaya koyan yegane unsurardır. Din Allah’a özgülenmedikçe oluşacak kavram karmaşası, kişileri Allah’a yakınlaştırmayacak, aksine alabildiğince uzaklaştıracaktır.
Mesela basit bir örnekle konuyu inceleyelim ;
Arapçada Efendinin karşılığında kullanılan kelime RAB dır. Bu tek anlamı olan efendi olarak kullanılmış ve Kuranda birçok ayetde şöyle bir vurgu yapılmıştır;
İman edip hayra ve barışa yönelik işler yaparak Rablerine/ Tek Efendilerine içten bir bağlılıkla boyun eğenlere gelince, onlar cennet halkıdırlar. Sürekli kalacaklardır orada. (HÛD suresi 23. ayet)
Evet ayetin Efendi olarak vurgulanması gerekmektedir ki, günümüzdeki efendi miktarı bir gözden geçirilsin. Hocaefendiler, Efendi Hazretleri vs. Arapçasını ele alırsak; Rab Hazretleri ? Nedir bu ?
Muminun 57-61 arası ayetler konuyu daha iyi idrak etmemizi sağlayacaktır ;
- Onlar ki, Rablerine saygıdan titrerler,
- Onlar ki, Rablerinin ayetlerine iman ederler,
- Onlar ki, Rablerine ortak koşmazlar,
- Onlar ki, verdiklerini, Rablerine dönecekleri için kalpleri ürpererek verirler;
- İşte bunlar, hayırlarda yarışırlar. Ve hayırlarda önde gidenler de onlardır.
Bu vasıflar Kuranda müminlere yüklenen vasıflardan sadece birkaç tanesidir. Dikkatli bakıp, RAB kelimesini orijinal manasında ele alırsak eğer ; Onların efendilerine saygıdan titredikleri, ve efendilerinin delillerine kalben bağlı oldukları, ve efendilerine hiçbirşeyi ortak koşmadıkları, efendilerine dönüşlerinden ötürü mallarından harcadıkları bahsedilmektedir. Peki size de bu tavırlar pek tanıdık gelmedimi ? Bu vasıflara sahip, yaratılmış efendilerin kulları yokmudur ? Bu ayetlerde mümin bu tavrı sadece RABBİ olan Allaha yönelik yapması gerekmezmi ?
Tüm bunların ardından, islamı hocaefendilerin ağızlarından çıkan kelimelere sığdıran sığ zihniyetlerin, RABLERİ olan beşer-ler, Emin olalımki mahşerde onları tanımayacak, ve onlardan uzaklaşacaktır.
İşte adımlar atılmadan, ve idrak şekillenmeden önceki ilk adım, zihni boşaltarak vahiy kıstasları dahilinde düşünerek inanç sisteminin şekillenmesi gerekliliği bu noktada ortaya çıkmaktadır. Rabbimiz olan Allah, haşa bilgisiz değildir. O bilginlerin bilginidir ve vahiyleri ile bilgiyi tamamlamış yaratılıştan önce verdiği bilginin hatırlanışı için gerekli zemini hazırlamıştır.
Şimdi bilgiyi hatırlama yolunda VAHİY merkezli ve Allah odaklı düşünüşümüzü geliştirelim.
|
Yukarı dön |
|
|
Eren Erdem Uzman Uye
Katılma Tarihi: 30 haziran 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 484
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İSLAMİYET
İslam denildiğinde akla ilk gelen şey, son din olduğu, Hz. Muhammed’e vahyolduğu ve kıyamete kadar devam edeceğidir. Buna binaen derin bir kaynak karmaşası dahilinde süregelen süreçte x islam, y islam vb islamlar toplumlarda alternatif yorumlar olarak görülmekte, insanlar İslam gerçeğini anlamamakta diretmektedir. Öncelikle İslam’a son din demek, Allah’ın temel adaletine ihanet etmektir. Çünkü Rabbimiz olan Allah, insanları kavram karmaşalarıyla boğuşturacak değildir. 4 kitap 3 din mantığı, bu kavram karmaşalarının temelini teşkil edecek unsurların başında gelmektedir ki, Esirgeyen ve Bağışlayan Allah’ın kesin suretle böyle bir karmaşa oluşmasını ön gördüğünü düşünmek küfrün en tehlikelilerinden biridir.
İslam en başından beri var olan ilk ve tek mekanizmadır. Bir din olmanın ötesinde, bir fıtrat, bir işleyiş mekanizması ve ilahi metabolizmanın dünyevi yansımasıdır İslam insandaki analitik düşüncenin günışığına kavuşmasına yönelik bir ilahi organizasyondur.
Esirgeyen(Rahman) ve Bağışlayan(Rahim) olan Allah c.c(şanı en yüce) vahyettikleriyle bir ihtilaf değil, aksine bütünlük oluşturmuş, tahrif edilenin yerine başkasını koyarak aynı felsefeyi çok defa elçilerle beyan ettirmiştir. İşte bu derin ve engin felsefedir İslam. İşte 4 kitap tek din felsefesinin çatısıdır İslam.
Bu dinin mesaj ve buyrukları tamamen dönemlerinin sosyo-psikolojik pozisyonuna göre şekillenmiştir. Hiçbir resul dönemi dışında bir tavır içerisine girişmemiş(ki bulundukları nesillerden düşünsel olarak üstün oluşlarına rağmen), ve hitap ettiği topluluklara çağının gerekliliklerine göre yaklaşmışlardır.
İşte bu ahval içerisinde Resul ayrımlarıyla iç içe yaşadığımız günümüz fosilleşmiş İslam kalıntıları içerisinde dürbünle arasak, mesajlara binaen hiçbir eser bulamayız.
Yola gelesiniz diye Mûsâ'ya Kitap ve furkan (gerçekle bâtılı birbirinden ayıran ölçü) vermiştik. (BAKARA suresi 53. ayet)
Kitap Musa Resul aracılığıyla, insanların gerçek ile batılı ayırt edilmesi amacıyla indirilmiştir. Batıl ve gerçeği idrak edemeden kavramlar arası geçiş yapmanın mantıksız olacağı gibi, batıl anlayışının hakkın zıttı olduğundan yola çıkarak, hertürlü olumsuz yargıya karşı duruş olarak da düşünebiliriz.
Nihayetinde Zebur ile başlayan serüven, Kuran ile son bulmuş ve insana yaradılışında verilmiş olan ilim kitaplar vasıtası ile hatırlatılmıştır. Ancak insan hatırlamamakta diretir. Diretecektir de , lakin Nuh peygamber Rabbimize şu şekilde yakarır ;
"Ben onları, sen kendilerini affedesin diye çağırdıkça, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiseleriyle sarılıp sarmalandılar, inat ve ısrar ettiler ve kibirlendikçe kibirlendiler." (NÛH suresi 7. ayet)
İşte genel hatlarıyla insanların inanç sisteminin içerisinde bulunduğu durum. Bu kibir süreç içerisinde Resulleri öldürmeye ve vahyleri tahrif etmeye kadar gitmiş, azgınlık had safhada süregelmiştir.
Beniisrail kavmi kendilerine gönderilen elçileri inkar etmiş ve vahylerini vahim bir şekilde tahrif etmişlerdir. İşte bu kendinden önceki Resulleri de yalanlamış İsraillilerin, İsa Resulü linç etme girişimine kadar devam etmiş, Muhammed Resul döneminde de cemaatleşerek fesatlar yayan bir vücuda dönüşmeleriyle seyir etmiştir. Bunun dışında birçok kavim elçilere zulmetmiş, Hatta Araplarda sahabe diye geçinenler Resulullahın kızının evini yakmıştır!!! ( bkz. Fatıma’nın evinin yakılması olayı ve emeviler )
Tarihsel süreci iyi değerlendirdiğimizde, Kuran kendisinden önceki kaynakların tahrif edildiği haberiyle vahyolunmuş ilahi bir kitaptır. Bundan ötürü de son kaynak olma durumuna sahiptir. Ayet de ;
Vakıa 75-80 arası ayetler,
- Hayır, yıldızların yer (mevki)lerine yemin ederim.
- Şüphesiz bu, eğer bilirseniz gerçekten büyük bir yemindir.
- Elbette bu, bir Kuran-ı Kerim'dir.
- Titizlikle saklanan bir Kitap'tadır.
- Ona, arındırılmışlardan başkası dokunmaz.
- Âlemlerin Rabbi'nden indirilmiştir.
Şeklinde bir yaklaşımlar Kuran’ın genelin bir parçası olduğu ortaya konmuştur. Bu genelin adı levhi mahfuz dur. Bu merkez ilahi koordinasyonun genel merkezi olarakta düşünülebilir. Levhi mahfuzun tüm kapsayıcılığla, tüm kitapların bilgisinin ilk yayınlandığı ve cinler ile(melekler ile) paylaşıldığı bir gerçektir. Bu gerçek dahilinde ele alırsak eğer, İslam 4 kitap ve tüm Resullerin ortak söylemidir. Vahiyler bu yöndedir ve Rabbimiz bu şekilde ilham vermiştir. Peki bu kitapların, elçilerin akıbeti ne olmuştur. İnsanlar ne kadar kitapların özüne göre hareket etmişlerdir.Ya da mesajları ne kadar geçerli olmuştur elçi ve vahiylerin. İşte esas düşünülmesi gereken noktada insanların asla müdahil olamayacağı, bir çok ilimle adeta güvenlik çemberine alınan ve son güne kadar güvenliliğini koruyacak olan Kuran bizlere çarpıcı yaklaşımlar sergilemektedir.Ayet de der ki ;
(BAKARA suresi 135. ayet) = Dediler ki: "Yahudi veya Hristiyan olun ki hidayete eresiniz." De ki: "Hayır, (doğru yol) Hanif (muvahhid) olan İbrahim'in dini(dir); O müşriklerden değildi."
Yahudilik ve hristiyanlık kavramlarını değil, İbrahim’in Yahudi olmadığı gibi, O’nun kesinlikle Hanif(Allahın birliğine kesin kanaat getirerek, tüm şirk olgularından arınmış) olduğu Kuranda sert bir şekilde belirtilmiştir. İşte bu şekil itibariyle İbrahim resul müslümandır. Olması gerektiği gibi Hanif bir Müslümandır. Hanifliğin gerekliliği bu noktada ortaya çıkmaktadır ki, günümüz İslam anlayışı haniflikten tamamen uzak, ehli kitaptan küfre sapmış bir görüntü dahilinde hareket etme ısrarını sürdürmektedir. İşte Hanifiliği iyi idrak ettiğimizde tüm felsefeyi, tüm amacı ve araçları komple şekilde idrak etmiş olacağız. Çünkü haniflik teslimiyetin son noktası, tüm anlayışların çatısıdır. Olmazsa olmaz niteliğinde bir vasıf, günümüzde ise çoğu toplumun sahip olmadığı bir temeldir. Hanif olmadan Müslüman olunmaz. Önce arınmak gereklidir, Peki neye göre arınmak ve neden, ne için arınmak? İşte konu konu ilerledikçe akıllarınızda bu soru kalmayacak, arınışın sadece la ilahe illallah ile değil, amelin salihata yönelişi ile mümkün olduğunu, bu salihatında sadece vahy odaklı iman ile şekil alacağını göreceksiniz. İslam serüveninin son durağı olan Kuran ve Muhammed resul, kesin suretle kendilerinden önce gelenlerin aynını tekrar ederek, ilahi mekanizmanın ön gördüğü işleyişe dahil edilmiş elçiler ve rehberlerdir. Mekanizmanın bir dişlisini eksik idrak etmek demek, motoru yakmak ve hareketin kısıtlanması anlamında bir hale düşmek demektir.
Ehli kitapdan küfre sapanlara gelince, Onlar kendilerine yeni dinler uydurarak (Yahudilik, hristiyanlık) vahiyedilenin aksi yönünde harekette bulunmuşlardır. Bunda ki temel sorunda PUT dediğimiz Allah’a ortak koşulanların fazlaca olmasından ileri gelen bir durum ile beraber, Elçilerin muhatap olduğu etnik kimliğe mensup kişilerin, yüksek derecedeki kibir hastalığından da ileri gelmektedir. Konuyu ayetler ışığında ele alırsak karşımıza şöyle bir manzara çıkacaktır ;
Ehlikitap'ın küfre sapanlarıyla müşrikler, Rabb'inizden size bir hayır indirilmesini istemezler. Ama Allah, rahmetini dilediğine özgüler. Allah, büyük lütfun sahibidir. (BAKARA suresi 105. ayet)
De ki: "Ey Ehlikitap! Sizin ve bizim aramızda aynı olan şu söze gelin: "Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbirşeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da birbirimizi rabler edinmeyelim." Eğer yüz çevirirlerse şöyle söyle: "Tanık olun, biz müslümanlarız/Allah'a teslim olanlarız." (ÂLİ IMRÂN suresi 64. ayet)
Kitap ehlinden bir zümre, sizi bir saptırabilseler diye arzu ettiler. Oysaki onlar, kendilerinden başkasını saptırmazlar. Ama bunu fark etmiyorlar. (ÂLİ IMRÂN suresi 69. ayet)
Ey Ehlikitap! Gerçeğe tanık olup durduğunuz halde, Allah'ın ayetlerini neden inkâr ediyorsunuz? (ÂLİ IMRÂN suresi 70. ayet)
Şunu da söyle: "Ey Ehlikitap! Neden iman edenleri Allah yolundan alıkoyuyorsunuz? Gözünüzle gördüğünüz halde, Allah yolunu neden çarpıtmak istiyorsunuz? Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir." (ÂLİ IMRÂN suresi 99. ayet)
Ne sizin kuruntularınızla, ne de Kitap Ehlinin kuruntularıyla değil. Kim kötülük yaparsa, onunla ceza görür; o, Allah'tan başka bir veli (dost) ve bir yardımcı bulamaz. (NİSA suresi 123. ayet)
Ehlikitap, senden kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Zaten onlar Mûsa'dan da bundan daha büyüğünü istemişlerdi. Demişlerdi ki: "Allah'ı bize açıktan göster." Bunun üzerine zulümlerinden ötürü kendilerini yıldırım çarpmıştı. Sonra kendilerine açık-seçik kanıtların gelişi ardından buzağıya taptılar. Biz onların bu günahını da affettik. Biz Mûsa'ya apaçık bir kanıt/bir hükmetme gücü verdik. (NİSA suresi 153. ayet)
Ayetlerde sabit tutulan ehli kitaptan küfre sapmış olanlar, Kitapların vahyettiği dinin dışında kendi ruhbanlarının uydurduğu inanışlara tabi olmaktır ( Yahudi, hristiyan, alevi , sunni , şii , vs vs vs) zümreler kesin suretle ehli kitaptan küfre sapmış zümreler ve toplumlardır. Çünkü vahiy edilenin dışında, vahiyleri hem tahrif (bozgun ) etmiş hemde orijinal hükümlerin dahi dışına çıkmışlardır.
Peki son kitap Kuran ile bu meseleler halledildimi? Elbet de hayır!! Aksine Kuran o denli rezil arzulara alet edildi ki, emevi orduları Hz. Ali askerlerine karşı harp ederken, mızrak uçlarına ayet yapraklarını asacak kadar namus, haysiyet, şeref ve ar dan yoksun bir tavır içerisinde bulunmuşlardır. Ve maalesef bugünkü sunni inancının atası olan bu kişiliği bozuk emevilerin elleriyle taşıdığı, Vahiyle hiç alakası olmayan, Kab el ahbar, Vehb bin münebbih gibi Yahudi dönmesi fitnebaz şahsiyetin uydurma rivayetlerinden ibaret olan dinin sancağının altı, İslam dünyası diye tabir edilen toplumları içine almış ve egemen olmuştur.
Sorarım siz, son Nebi’nin torunlarının katillerinin teşkil ettiği bir inanç sistemi sizce hakmıdır ? Yada bugüne değin hiç Kuran ile kendinizi sorguladınız mı ?
Eğer cevabınız hayır sorgulamadım ise Birazdan okumaya başlayacağınız bölümlerde Rabbimizin bizlere bahşettiği muhteşem ilim deposu Kuran rehberinin dinin tek kaynağı, hayatın tek rehberi, her konuda detaylandırılmış kesin bir kitap olduğunu göreceksiniz. Kuran ile yoğrulmuş beyinler günümüzdeki İslam ihtilaflarına tabi olmayan tüm meselelerin çözümünü Kuran ile arayan beyinlerdir. Rabbimiz Kuranda önemli bir mesaj vermiştir.
hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur.
Hacc 46
Burada düşünmede kullanılması gereken ara olarak gösterilen kalp, kişinin özbenliğini ifade eder. Rabbimiz Kuranda rahman suresi ilk 4 ayet de;
-Rahman ( Esirgeyici olan Allah)
-Öğretti Kuranı
-Yarattı insanı
-Belletti o güzel beyanı (ifadeyi)
İşte özbenliğin ifadesi budur. Özbenlik kesin suretle kişinin yaradılışından önceki haline dönüşü ve Kurana yönelişidir. İşte din olgusu bu noktada devreye girer. Kişi Kurana yöneldiğinde bu dindir.
İslam bir peygambere gönderilmiş, bir kavme ayrıcalık tanınarak vahiyedilmiş bir din değildir. İslam tüm bu teslimiyet felsefesinin genel adıdır. İsa Resule Vahiy edilene (tahrif edilmemiş hali ile, o dönem içerisinde) uyan kişide islamdır. İbrahim resule vahiy edilene uyanda.
Bu noktanın akabininde karşımıza çıkan acı bir gerçeklik vardır ki, ihtilaflar ve fikir uyuşmazlıkları hep bu acı ve gerçek sebep neticesinde gelişmiş birer zaman kaybıdır. Kuran vahyinin dışında gerçeklik babında gelişen teslimiyet, akletmeden ve sorgulamadan kesin bir bağlılıkla İlahi sisteme karşı, beşeri fikirlere iman ederek, küfür, şirk olguları ile muhatap olmak.
Rabbimiz olan Allah, Kuran mesajında en’am 38. ayet ve akabininde birçok farklı ayette KURANIN TAMAMLANDIĞINI, tüm hükmün ve içeriğin tamamlandığını ve KİTAPTA HİÇBİRŞEYİN EKSİK BIRAKILMADIĞINI, açık net biçimde ifade ettiğine göre, genel tavır hertürlü düşünceyi Kuran Kıstaslı ele almak ile oturtulmalıdır.
Kuran bir beşer fikri değildir! Kuran bir uydurulmuş söz de değildir.. Kuran Resulullah’a vahiy(vahiy konusunu ileride inceleyeceğiz) yolu ile verilmiş İlahi bir anahtardır. Resul de buna itaat ederek, tebliğinin yöntemini ve metodunu kendisine emredildiği gibi Kuran kıstaslı oluşturmuştur. Bu bağlamda Büyük insan Resulullah’a itham edilen, onun hiç söylemediği sözleri Dinselleştirmek, Hem resule itaatsizlik, hemde Kurana ihanettir. Resul sözünü tamamlamış Kurana yöneltici tavırlar dahilinde tebliğde bulunmuştur.
Biz bu kitabı sana, her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet, Müslümanlara bir müjde olarak indirdik..
16 Nahl Suresi 89
Hüküm yalnız Allah'ındır. O kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur. Ama insanların çoğu bilmiyorlar.
12 Yusuf Suresi 40
Allah size kitabı detaylandırılmış bir halde indirmişken Allah'ın dışında bir hakem mi arayayım?
6 Enam Suresi 114
Rabbinin sözü hem doğruluk, hem adalet bakımından tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirecek hiçbir kuvvet yoktur.
6 Enam Suresi 115
Kitap' ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.
6 Enam Suresi 38
154 Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz?
155 Hiç mi hatırınıza getirmiyorsunuz?
156 Yoksa sizin apaçık olan bir deliliniz mi var?
157 Şayet doğru söylüyorsanız kitabınızı getirin.
37 Saffat Suresi 154-157
36 Neyiniz var? Nasıl hüküm veriyorsunuz?
37 Yoksa okuyup, ders almakta olduğunuz bir kitabınız mı var? 38 İçinde keyfinize uyanın sizin olduğu.
68 Kalem Suresi 36,37
Sen de aralarında, Allah' ın indirdiğiyle hükmet.
5Maide Suresi 49
De ki " Ben sizi ancak vahiy ile uyarıyorum.”
21 Enbiya Suresi 45
Ayetler bizlere Kitabın ne denli açık ve kapsayıcı olduğuna delil olmuşlardır. Bu deliller ışığında teslimiyet felsefesi olan islam’ı, İslamcıklara parçalayarak, hizpleştirerek, farz ekleyip çıkartarak, Allahın belirtmediği şeyleri hükümleştirerek acaba Kurandaki hangi sıfatları üzerimize alıyoruz ?
Açık şekilde ifade etmek gerekirse, Kuran Rahmana teslimiyet felsefesi olan, yaradılış fıtratının özünü teşkil eden İSLAM felsefesinin, kendinden öncekileri onaylamış vahyidir. Son vahiy oluşuyla paralel, Resullüğün sona ermesi dahilinde, Kuran son hüküm koyucu, tavır belirleyici olarak kalıcıdır. Rabbimiz olan Allah, yaratılışta bize verdiği bilgiyi Kuran vahyi ile hatırlatmış ve TAMAMLAMIŞTIR!!!
İşte Kuranın bahsettiği esas tamamlamada budur.
O halde hacc 46 – yunus100 – enam 38 üçgenini düşünerek, Allah odaklı ve vahiy merkezli inanışımızın üzerinde, Kainatın en büyük mucizelerinden biri olan Kuranı idrakımızı gerçekleştirme yoluna devam edelim….
|
Yukarı dön |
|
|
Eren Erdem Uzman Uye
Katılma Tarihi: 30 haziran 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 484
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
ADEM FİKRİ ve YARATILIŞIN DÜŞÜNÜLMESİ
İnsanoğlunun süregelen yaşantısında kendisine ilk sorduğu soruların başında gelen bu konu dahilinde ortaya atılmış düşüncelerin açılımlarını ve tespitlerimizce doğru olanını irdelemeye çalışalım.
Bildiklerimiz dahilinde, geçmişten günümüze kadar Adem ve Yaratılış hakkında çok sayıda rivayet, fikir, Teori ve efsane aktarılmış, her topluluk kendi sosyolojik dengelerine uygun fikirleri baz alarak bir Ata’ya işin ucunu farklı yollardan dayandırmıştır. Kimi buna Adem demiştir, kimi ise tek hücreli bir canlı demiştir. Ancak bir gerçek var ki, Son Mushaf Kuran(OKUNAN) bu konuda idrak sınırlarını zorlayıcı ifadeler ile açılımlar getirmiş, çoğu kez bu ifadeler ciddi çarpıtmalar ile kısırlaştırılarak toplumsal bir egemenliğe dönüştürülen, saçma fikirlerin atası olarak kullanılmıştır..
Oysa ki Kuran, kesinlikle ilk görüldüğü gibi basit bir anlam ile biçimlendirmediği Adem konusunu çok ciddi bir derinliğe bürüyerek gerçek bir İlim ve Kelam mucizesi ortaya koymuştur.
Rabbimiz olan Allah, şüphe götürmez ki, ciddi anlamda bir düşünsel döngünün oturmadığı kimselerin, bu idrak sınırına gelemeyeceğini ortaya koyarak ayetinde kitaba arınmışlardan başkası dokunamaz demiştir. Lakin bu arınış bir tekamül sürecinin doğurduğu mutasyon ve algısal anlamda ki Rahmana yönelmişliğin tezahürüdür. İşte Algıları daha öncede belirttiğim gibi Rahman frekansına yönlendirdiğimizde, üzerimizde oluşacak biyolojik ve düşünsel değişim, bizlerdeki Kuran gerçeğini bizlere hatırlatıcı olan Kuran-ı Kerim ile bütünleşerek Adem gerçeğine yol almamızı sağlayacak bir mutasyonun adımı olacaktır.
Öncelikle Yaratılış konusuna binaen geliştirilmiş fikirleri ve teorileri bir bütün olarak ele alarak konuyu daha derinlemesine inceleyip, Kuran mesajında esas verilmek istenen hususlar dahilinde düşünmeye çalışalım ;
EVRİM TEORİSİ, DARWİN DÜŞÜNCESİ VE METERYALİZM
Evrim teorisi genel olarak basit varlıktan daha komplex bir varlığın var olmasına dayalı, önemli aşamalar ve basamaklar ile oluşmuş bir gelişim sürecinin genel adıdır. Evrim kuramı bir düşünüş olamasa bile bilimsel çevrelerce kabul gören anti-tez üretilememiş bir kuramdır. Charles Darwin(1809-1882); Dünyadaki tüm canlıların ortak bir kökenden var olduğunu ortaya koyduğu kuramında, yaşam savaşımı dahilinde, doğaya adapte olmuş canlıların oluşturduğu denge ile gelişmiş, uzun bir sürece yayılan gelişim basamaklarının üzerine giderek geliştirtirdiği kuramında birçok önemli açılımda bulunmuş ve evrimin düşünüşüne yönelik yunan filozoflarından günümüze gelen birçok fikride doğrulamıştır. Nitekim Antik Yunan’da Thales biyoloji ile pek ilgilenmezken onun öğrencilerinden olan Anaximander hocasına muhalif olan apeiron fikri ile evrenin ilk temel maddesi fikri açılımına giderek, tüm canlıların suda olduğunu ve büyüdüklerinde karaya giderek yaşamın adımını attıklarını ileri sürmüştür. M.Ö 607-549 Yılları arasında yaşamış olan Anaximander bugün modern bilimin kabul ettiği evrim teorisinin ilk adımını atmış kişi olarak öne çıkmıştır. Dolayısı ile Darwin’in yaptığı şey var olan bir kuramı geliştirmekten öte değildir. Öte taraftan Diogenes’in anatomi çalışmalarının da evrim fikrinin temelini attığı ve Anaximander’den aldığı ilham neticesinde bu yönde çalışmalar yaptığı da bilinmektedir.
Ancak modern evrim kuramının adımlarını ve son temel kurgusunu Charles Darwin atmış, çalışmalarını çeşitli önermeler, deneyler ve gözlemler ile zenginleştirmiştir. Darwin’den önce evrim sürecine yönelik ilk gerçek biyolojik araştırmaları Lamarck(1744-1829) yapmıştır. Lamarck ; evrimin çok ağır geliştiğini belirterek,yeni bir neslin oluşması için çok uzun bir ara geçiş dönemini öngörerek, canlılar arası dönüşümün uzun bir mutasyon evresi ile gerçekleştiği fikri ile konuya bir açılım katmıştır. Bunun ardından Darwin kendisi gibi bu konuda düşünmüş ve çalışmalar yapmış olan dedesi Erasmus Darwin’in Zoonomia adlı çalışmasında belirttiği, sonradan kazanılan bilgi ve özelliklerinde genetik bir aktarım ile aktarıldığı düşüncesini de alarak Lamarck ın teorisinin üzerinden gelişmiş bir açılım ile kuramı tamamlamaya çalışmıştır.
Bilimsel saptamalar dahilinde Dünyanın oluşum süreci yaklaşık olarak 4.5 milyar yıl olarak öngörülmektedir, yaşamsal polimerlerin oluşma süreci ise 3.8 milyar yıl öncesine dayanmaktadır. Burada devreye giren adaptasyon fikrine binaen düşünüldüğünde ortaya çıkan fikir, yaşamsal polimerlerin dünya adaptasyonu ile şekillenmesi fikridir. Nitekim Antik Yunan Filozofları birçok dönem yaşamsal polimerlerin farklı gezegenlerden ve farklı galaksilerden Dünya’ya geldiği düşüncesiyle çok daha farklı bir açılıma giderek konuyu daha bilinmez noktalara taşımış ve bir anlamda idrak edemediği noktalarda fikri biryerlere havale etmiştir.
Erasmus Darwin, Evrim sürecini Tanrısal bir gücün yönetimine dayalı bir gelişim olarak düşünüyordu, nitekim çalışmalarında Kitabı Mukaddes içerisinden aldığı alıntılar ve yaklaşımlar ile sürecin İlahi bir kontrol mekanizmasının kontrolü dahilinde oluşmuş bir süreç olduğu fikrine yönelik düşünen Erasmun’un kendisinden sonra, kendi çalışmalarını devam ettirecek ve Lamarc paralelinde düşünen dedesinin kuramından uzak bir kuram geliştirecek Charles Darwin’e ciddi bir zemin oluşturmuştur. Charles canlıların tek bir canlıdan gelişerek süregeldiğini kabul etse de, ara geçişlerin zamanı ve Genetik değişimler konusunda dedesinin fikirlerine muhalif olmuştur. Aynı zamanda Charles Darwin, tasarımın ilahi yönünü kabul etmeyip, her şeyin doğal bir adaptasyon ile kendiliğinden geliştiği fikrini ortaya koyarak kuramına şekil vermiştir. Her ne kadar Charles öncesi çok çeşitli açılımlar ortaya atılmışsa da, evrim teorisi Charles Darwin ile özdeşleştirilmiş ve kurama genel olarak Darwinizm adı da verilmiştir.
Tam özü ile Darwinin sunduğu evrim fikri ; tüm canlıların ortak atadan evrimleştikleri, evreler arasında gelişerek başı ve ucu bilinmez bir soyağacın sistematiği arasında insanın da maymun mutasyonu ile son aşamasına(homosapiens) geldiğini ortaya koymuştur. Darwin, yazdığı türlerin kökeni adlı kitabında her ne kadar insanın maymunsulardan geliştiğini belirtmese de, Morfolojik olarak maymunlara benzeyen insanın O atadan geldiğini öne süren Lamarck ın düşüncesi paralelinde maymunsu kabulünün daha sonra ileri sürüldüğü bilinmektedir. Bulunduğu dönemde ortaya attığı bu kurama karşılık, insan ile hayvan arasındaki farkın çok kapalı olmaması fikrinden ötürü kilise ve birçok kesimin tepkilerini üzerine çeken Darwin, tüm bu gelişim sürecinin tamamen mutasyon ve adaptasyon ile geliştiği düşüncesi ile, meteryalist düşüncenin de adımlarını atmış kişilerin başında gelmektedir.
1 – Evrim (kendi başına): Bu, dünyanın sabit olmadığını veya yeni yaratılmadığını veya da sabit bir döngüde olmadığını; ama durmadan değiştiğini ve organizmaların zamanla dönüşüm geçirdiği kuramıdır.
2 – Ortak Şecere : Bu, her organizma grubunun ortak bir atadan indiğini; hayvan, bitki ve mikroorganizmalar da dahil olmak üzere bütün organizmaların sonunda, dünyada yaşamın tek bir kökenine kadar geri gittiği kuramıdır.
3 – Türlerin Çoğalması: Bu kuram çok geniş organik çeşitliliği açıklar. Türlerin, kardeş türlere bölünmeyle veya yeni türlere evrilebilen coğrafi olarak tecrit edilmiş kurucu kütlelerin oluşmasıyla çoğaldığını önerir.
4 - Aşamacılık: Bu kurama göre evrimsel değişiklikler yeni bir tipi temsil eden yeni bireylerin aniden üretilmesi ile değil grupların aşamalı değişmesi ile meydana gelir.
5 - Doğal Seçilim: Bu kurama göre evrimsel değişiklik her soyda genetik değişikliğin bol miktarda üretimi sonucu ortaya çıkar. Yaşamını sürdüren göreceli az miktarda bireyler, kalıtımla akatarılabilen karakterlerin özellikle iyi uyarlanmış birleşimi sayesinde, sonraki nesillere yol açarlar.
Evet, Darwin in en temel düşüncelerinden biri, Doğal Seleksiyon’dur. Doğal Seleksiyon ; Türlerin Kökeni adlı kitabında geniş yer alan, doğadaki seksüel yaklaşımları düşünerek dişinin isteksizliği paralelinde, dişinin seçtiği erkek ile genleri aktardığı düşüncesidir. Doğal Seleksiyon seksüel farklılaşma ile genetik mutasyonu kolaylaştıran bir etken olarak gösterilmiş, adaptasyon sürecinde yeni nesillerin gelişmesi ve oluşması adına bir temel fikir olarak ortaya atılmıştır.
Genel anlamıyla tarihsel süreçte yunan mitolojisine ve modern çağ düşüncesine bakıldığında görüleceği gibi, Tanrısal ve tesadüf, ancak aşamalı bir varoluş açılımı tüm çağlara fikir kaynağı olmuştur.
Ancak Darwin ve diğer evrimcilerin ortak yanılgısı olan genetik açılımları biraz düşünürsek, aslında ilerde işleyeceğimiz Kurandaki Evrim fikrini çok daha iyi anlayacağız. Kuran bizlere çok daha farklı bir evrim sürecini göstermektedir.
Evrim teorisi, tüm canlıların tek bir atadan süregelen bir mutasyon ile tezahür ettiği fikrini ortaya atarken, kanatsızların nasıl kanat sahibi oldukları, ve memeli olmayanların nasıl memeli canlılar haline dönüştükleri üzerine daha kesin fikirler ortaya atamamıştır. Kesinlik deneysel gözlem ve mantık önermeleriyle tam sağlanmadan kuramın kanunlaşması söz konusu dahi olamaz. Yeni bir cinsin oluşumuna dair gözlem olmadığını evrim teorisyenleri de kabul etmekteler ve bu kapsamda doğal seleksiyon fikrini birtürlü ispatlayamamışlardır. Evrim teorisi, Mendel gibi bir fikre alternatif olmak için kesinlikle yeni nesillere geçişi kesin ifadeler dahilinde tanımlamak zorundadır. Bu bağlamda yeni bir neslin oluşumuna dair tek bir gözlemin olmayışı, evrim teorisyenlerini köşeye sıkıştıran en önemli durumdur. Darwin teorisini destekleyecek gözlemler yapamadığı ve kesin deliller ile ispat sunamadığı için teorisini analojiler üstüne kurmuştur. Yani teori tamamen benzetmelerden ibaret bir düşüncenin dışında bir anlam ifade etmemektedir. Bilim tanımı dahilinde, deneysel olarak geçerli olmamakla beraber, tanımlanamayan geçişleri(memeli olmayandan memeliye – kanatsızdan kanatlıya – kuyrukludan kuyruksuza) analojilerle(benzetmelerle) oturtma çabası Darwin’i sıkıştıran bir diğer unsurdur.
Darwinin kurduğu analoji ;
1. Nesillerin içerisinde bazı benzerlikleri gözlemliyoruz
2.Demek ki bir cinsten, familyadan ve takımdan diğer bir cinse, familyaya ve takıma geçiş de mevcuttur.
Bu yaklaşımdan ibaret olmakla beraber kurduğu önerme ise;
1. Evrim Teorisi’nin mekanizması doğal seleksiyondur (veya mutasyondur).
2. X olayı doğal seleksiyonun (veya mutasyonun) varlığını (veya önemini) gösterir.
3. Bu da bize Evrim Teorisi’nin doğruluğunu ispatlar…
Şeklindedir. İşte önermedeki tutarsızlığa dikkat edersek bu önerme, Mehmet Öss’yi kazanmıştır önermesi gibi bir önerme ile güncelleştirilebilir. Yukarıdaki önerme istikametinde, daha anlaşılır bir önerme oluşturulursa;
1.Mehmet, Öss’yi düzenli çalışma ve pratik zekası ile kazanmıştır..
2.Mehmet, düzenli çalışmaktadır ve pratik bir zekaya sahiptir.
3.Demek ki Mehmet Öss’yi kazanmıştır
Şeklinde bir önerme ortaya çıkacaktır. Önermedeki tutarsızlık hemen dikkat çekmektedir. İlk bölümde sınavın kazanılmasına dikkat çekerken, ikinci bölümdeki araçlar kesin bir kazanıma işaret olarak gösterilmiştir. Peki Mehmet sınav günü hastaysa?
Önermeler ve teorik delilsizlikler bir tarafa genetik açılımlarıyla evrim abes açılımları dışında somut bir sunum ortaya koyamamıştır. Mesela evrimin yasaları üzerine düşünürsek, döneminde Newton yasaları paralelinde evrim yasası düşünü geliştirmeye çalışan evrimcilerin çıkmazlarından biriside budur. Evrim için geliştirilen yasa olan Dollo Yasası, geri dönüşün mümkün olmadığını öne sürerken, tesadüf kavramına şüphe ile bakan bir yasa olma çabasına girişmiştir. Ancak Dollo yasasındaki geri dönüşün mümkün olmayışı fikri evrim dahilinde ele alınmasa bile geçerlilik koruyacak bir fizik kuralıdır. Bu evrensel gerçek evrimin tek yasası ve ispatlama metodu olarak görülse de esasen evrensel bir gerçek dışında bir şey değildir.
Aynı zamanda seleksiyonun ürünü olarak adlandırılan, duygu, idrak, algı gibi kavramlar evrim içerisinde gizemini koruyan diğer hususlar olmakla beraber, mutlak bir açılım getirilememiş konuların içerisindeki yerlerini korumaktadırlar. Evrim Teorisi’nin bilimsel bir teori olduğuna dair savunmalarıyla ünlü Micheal Ruse şöyle demektedir: “Evrimin bütünü görünemiyor olabilir. Ama o bir gerçektir, hem de iyi ortaya konmuş bir gerçektir; 8. Henry’nin kızı Elizabeth’in Ingiltere kraliçesi olması ve göğsümde kalbimin atması kadar gerçektir.”48 Ruse’un bu aşırı savunması ile Evrim Teorisi’nin bilimsel kriterler açısından değerlendirilmesi arasında ciddi bir fark vardır. Ruse’un kalbinin atıp atmadığı gözlemle doğrulanabilir, yanlışlanmaya da açıktır. Elizabeth’in kraliçeliği ile ilgili geçmişte yaşayanların tanıklığı, bunu ileten yazılı belgeler ve resimler vardır. Üstelik Ruse’un kalbinin attığına ve Elizabeth’in kraliçeliğine karşı bir teori de yoktur.
Tüm canlılar ve insan 2n kromozomlu oluşuna rağmen, maymun ve insan genleri arasındaki %98.5 lik benzerlik evrimciler için bir nimet olarak görülmektedirler ve bu konuya abes yaklaşımlar ile ispat niteliğinde gördükleri delilsiz savlar sunarak, aradaki 1.5 luk ve 6387 farklı gen karakterini ortadan kaldırıcı bir hüküm ile ortaya çıkmaktadırlar. Bir nesil arası genetik bağ %99.9 dur. Yani Anneden 9 nesil sonraki toruna aktarılan gen %99.9 olmakla beraber, gerçek anlamıyla doğal seleksiyon Annenin aile dışından katılmış bireyin etkileşimiyle yeni canlı aynı genetik özelliklerde ve farklı karakteristik yapıda ortaya çıkar. Eğer Darwin haklı olsaydı, tüm insanlar aynı olur, aynı kelimeleri aynı anda söylerdi. Seleksiyon açılımı maymunsular ile insanlar arasındaki açığı örtememiş ve örtemeyecektir. Bu bağlamda bu 2n konusu abesliğini sürdürmeye devam edecektir.
Tüm gerçekçiliğiyle ele alındığında bulunduğu dönem koşullarında yeterli görülmesine karşın, yeterinde ispatlanamamış ve ispinoz kuşlarıyla sirke sinekleri üzerinde çalışmak dışında bir şey yapamamış olan evrim teorisyenleri ispinoz kuşlarının genetik yapısının asimilatifliğinden yola çıkarak, balinanın memeli oluşu ve yüzmesi gibi, yarasanın memeli oluşu düşünüşünden ileri gelen bir önerme ile, Doğal seleksiyon görüldüğü gibi geçişi gerçekleştirmiştir demişlerdir. Ancak balina ve yarasa arasındaki gen sayısı farkı, insanla oranlanamayacak derece büyük bir farktır. Matematiksel olasılık isfadelerinde bu geçiş %0.5 olarak tanımlanmaktadır, ki bu geçiş önermelerini kabul edip düşünüşü kanunlaştırmak, Newton, Galileo gibi büyük bilim insanlarına ihanettir.
|
Yukarı dön |
|
|
Eren Erdem Uzman Uye
Katılma Tarihi: 30 haziran 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 484
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Kuranda Big Bang ve Adem evreleri - TEKLİK açılımı...
çok kısa süre sonra eklenecektir..
|
Yukarı dön |
|
|
cin13 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 23 ocak 2007 Gönderilenler: 385
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selamlar.
Eren Erdem
kardeşim, bir önceki yazındaki bazı noktaları düzeltmişsin. Teşekkür ederim.
Ancak, konuyu geliştirmene katkı yapmak amacıyla takıldığım bazı noktaları
yazıyorum.Kolay gelsin.
Eren
Erdem Yazdı:
İnsan yaradılışının ilk evresinin geliştiği noktanın su ve sırasıyla
balçık, kurumuş çamur, toprak ve daha ilerleyen aşamalar olduğunu açıkça
görebiliriz.
|
|
|
1. İnsanın evrimi su ile mi başlamıştır yoksa çamur
ile mi? Secde suresine tekrar bakalım.
Eren Erdem Yazdı:
..suyun Hidrojen 2(oksit) olduğunu düşünürsek... |
|
|
2. Su molekülünün iki hidrojen ve bir oksijen
atomundan oluşmasının evrime olan etkisi veya katkısı nedir?
Eren Erdem Yazdı:
Bahsettiğim evrim, günümüzde meteryalist mantalitenin ön
gördüğü evrim teorisinden çok uzaktır. Aşamalar ve arageçişler(evrim
teorisinde) o denli mantık dışıdır ki, evrim teorisi insan kromozomlarının 2n
olması haline hep abes yaklaşımlarla çözüm getirmiştir. |
|
|
3. Bahsettiğiniz evrim sürecinin evrim kuramından
farkı nedir?
4. Evrim kuramındaki aşamalardaki ve arageçişlerdeki mantık dışılıklar
nelerdir?
5. Eşeyli üreyen tüm hayvanların, üreme hücreleri dışındaki hücreleri 2n
kromozomludur. Bu özellik insanlara has bir özellik değildir.
Bu durumda, 2n kromozomlu olmaya sizin evrim sürecinizin getirdiği ve evrim
kuramından farklı olan çözümü nedir?
6. Evrim kuramının 2n kromozomlu olmaya getirdiği "abes" çözüm nedir?
Eren Erdem Yazdı:
Halbuki Kuran bizlerin meni, yani sabit kromozomlardan
yaratıldığımızı belirtmektedir. |
|
|
7.
Sabit kromozom nedir? Kuran’ın hangi ayetinde sabit kromozomlardan
yaratıldığımız belirtilmektedir?
Eren
Erdem Yazdı:
Evrim teorisi ile Kuranda bahsedilen evrim arasındaki en derin 2 fark,
Kurandaki evrim aşamasında insanın genetik faktörlerini taşıyan tek hücreden,
gelişerek yaratılışıdır. Bir diğeri ise bu yaratılışın tamamen ön görüldüğü
şekilde işlediğidir. Yani hepsi ilahi bir tasarımın neticesidir. |
|
|
8.
(5.soruya benzer) Evrim kuramı ile Kuran’ın evrim kuramı arasındaki en derin 2
fark nedir? Delilleriniz nedir?
Eren
Erdem Yazdı:
Adem yaradılışı kesinlikle belirli evrelerden geçerek vücut bulmuş ve eşi
ondan eşeysiz meydana gelmiştir. Yani Havva ademden eşeysiz olarak meydana
getirilmiştir. |
|
|
9.
Adem’in eşinin eşeysiz meydana geldiğine dair deliliniz nedir?
10.
Adem’in eşi eşeysiz meydana geldiyse insan türünü sonradan eşeyli üremeye
yönelten nedir?
Havva’nın
yaratılışı istisna mıdır?
__________________ Dinin bakış açısına göre,tüm bu fantastik harikulade evren,tüm bu karmakarışık şeyler, ancak, Tanrı’nın, insanların iyi ve kötü için çabasını gözlediği bir sahnedir.. Bu sahne,bu oyun için çok büyük!
|
Yukarı dön |
|
|
Eren Erdem Uzman Uye
Katılma Tarihi: 30 haziran 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 484
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Değerli Dostum Cin13, soruları yönelttiğin yazıyı güncelledim. Bu gece ekleyeceğim bölümle beraber sormuş olduğunuz sorulara bir nebze dahi olsa yanıt bulmaya çalışalım.
Yönelttiğiniz sorularıda kapsayan metni alıntılayarak, düzenlemiş olduğum metin ve yeni hazırladığım Kuranda big bang ve Teklik kuramı yazısı ile birlikte, sizinde fikirlerinizle bir ortak yol geliştiririz inşaallah.
Selametle
|
Yukarı dön |
|
|
inşirah Newbie
Katılma Tarihi: 15 aralik 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 4
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Düşüncem odur ki, Kur'an'ın Adem fikri, yalnızca bir insanlık düşüncesidir. Yani Adem, kendi nezdinde bir tek insanı değil daha çok tüm insanlığı simgelemektedir. Zaten Kur'an, aynı zamanda insanın Dünya'da halef/ardıl olduğunu da belirtmekte. (Bakara, 30)
Adem'den Havva'nın meydana getirilmesi olayı da şu şekilde anlamlandırılabilir: Tanrı, insanı bir süreç sonucunda evrilmesine izin vererek en küçük ve en basit canlılardan yarattı. Eşini de O'ndan vücuda getirdi, çünkü zaten daha basit canlılara gidersek görebiliriz ki, "cinsiyet" böyle yaratıklar için söz konusu değildir, en azından en temelde yer alanlar için. Bu yüzden, insanlara anlatmak için erkek ve dişinin oluşmasını - ki bahsi geçen evrim süreci böyle oluşumlara müsaittir - elbette "bir cinsiyetten diğerinin yaratılması" olarak betimlemek mantıksız değildir. (Nisa, 1; Enam, 98; Araf, 189; Zümer, 6)
Ayrıca, tam olarak üzerinde duramamış olsam da, burada bahsettiğiniz Evrim Kuramı pek basitçe anlatılmış ve bence biraz da küçültülmüş, basitleştirilirken. Eren kardeşlik, kasten yaptığınızı söylemiyorum ama daha özenli çalışırsanız ilme daha uygun sonuçlar edinmiş oluruz hepimiz. Size tavsiyem, nasıl Kur'an'ı açıp okuyorsanız Evrim'le ilgili de birkaç kaynaktan direk referans vererek (ama internet kaynakları değil, mesela bir kitap, örneğin Tübitak yayınlarından Kör Saatçi isimli bir kitap vardır ki, bilimsel çevrelerce yayınlandığı tarihe kadar kabul edilmiş tüm Evrim Hipotezi düşüncesini adım adım anlatmaktadır) meseleyi detaylandırmanızdır. Şahsi kanaatim, sayın (Yaşar Nuri) Öztürk'ün belirttiği gibi, "Evrim vardır ve Kotarıcısı da Allah'tır."
Allah'ın güzelliği ve ilmi üzerine olsun, yolunu aydınlatsın.
__________________ "Senden önce hiçbir insana ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen, onlar ölümsüz mü olacaklar?" (Enbiya, 34)
|
Yukarı dön |
|
|
Eren Erdem Uzman Uye
Katılma Tarihi: 30 haziran 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 484
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Kurandaki Big-Bang, Ademleşme evrimi
Evelem yerallezine keferu ennes semavati vel erda kaneta ratkan fe fetaknahüma ve cealna minel mai külle şey’in hayy e fe la yü’minun ENBİYA 30
O küfre sapanlar görmediler mi ki gökler ve yer bitişik idi, biz onları ayırdık. Her canlı şeyi sudan oluşturduk. Hâlâ iman etmeyecekler mi?
Kuran galaktik zamanın öncesini tanımlarken çok önemli bir açılım yapmaktadır. Yukarıda belirttiğim ayetleri iyi incelersek ratkan ve fetaknahüma vurgularının bizlere verdiği iki önemli mesajı çok net bir biçimde göreceğiz. İlkin kökü RATK olan Ratkan üzerine düşünüşümüzü, kökünün lügat anlamı üzerinde başlayalım. Ratk birbiriyle iç içe, kaynaşmış manasında kullanılan bir kelimedir. Akabinde diğer belirttiğim FATK köklü kelimedeki kök lügatı ise, RATK halindeki bir nesnenin yarıp, parçalayıp dışarı çıkması anlamında kullanılan bir kelimedir. Mesela bir tohumun toprağı yarıp parçalayıp çıkması bu tanıma örnek gösterilebilir. Bu bilgiler ışığında Ayete tekrar baktığımız da, ayet bizlere göklerle yerin RATK durumunda olduğu bilgisi verilmektedir. Daha sonra bu ikisi FATK olmuş, ayrılmışlardır… Gerçekten big-bang in ilk anını hatırladığımızda kozmik yumurta denilen maddenin bu ayetlerde tamami ile tarif edildiği bilgisine ulaşabiliriz.Big bang ya da Büyük Patlama, evrenin yaklaşık 14 milyar yıl önce çok yoğun ve sıcak bir noktadan meydana geldiğini savunan bilimsel bir teoridir. Evrende bu patlamalar (süpernova) devam etmekte ve dolayısıyla evren genişlemeye devam etmektedir.
Ve Evren’i (Göğü) kuvvetimizle kurduk, muhakkak ki onu genişletmekteyiz. Zariyat Suresi 47
Big bang tekillikten çokluğa şeklinde bir açılımda bulunarak, evrenin tesadüfi oluşumundaki bu muhteşem dengeler sürekliliğini göz ardı etmiştir. Basit bir mantık geliştirelim,Bir samanlığa atılan patlayıcının etkisiyle, tüm samanlar paket haline dönüşebilirmi ? İşte bu imkansızlıklar meteryalist teorisyenlerin Big Crush a kadar açıklayamayacağı bir gerçekliktir.Big Bang ifadesi için yapılmış matematiksel olasılık hesaplamalarında ortaya çıkan gerçek şudur ; big bang in tesadüf olma ihtimali 10 üzeri 10 üzeri 123 te 1 dir…
Bu olasılık hesaplamalarındaki imkansız tanımının yaklaşık olarak 38 kat üzerinde olmakla beraber, tanımsız ve BOŞ KÜME ifadesi dışında hiçbir matematiksel anlama bindirilemez.Big Bang tanımlamasındaki denge unsurlarını iyi düşünürsek eğer, yukarıdaki şekil üzerinden de yola çıkarak basit fizik bilgimiz ışığında düşünelim.Bir patlama güçlü bir enerji yaratır, bu enerji dışa dönük bir genişleme olarak ortama yayılır,, madde parçacıkları hızla uzaklaşmaya başlar ve sürtünme(hava ortamında) ile yavaşlar ve durur. Ancak sürtünmesiz boşlukta (fizik kuramlarının hemen hemen tamamının kabul ettiği ideal ortam) patlamada dışa dönük kuvvet ve içe çeken merkeze dönük kuvvet arası ilişki çok önemlidir. Aksi bir dengesizlik ya muhteşem bir savrulmaya, yada patlamanın ardından tekrar bir içe göçüşe neden olabilirdi. İşte dengedeki muhteşemliğin bir diğer durumu budur.
Denge tüm evreni paketlemiştir, ve galaksilerin birbirleriyle aralarında bir denge (çekim dengesi) oluşturarak savrulmalarına yol açmıştır.Düşünelim, Samanyolu galaksisinde, Güneş sisteminde bir gezegenin üzerinde yaşamakta olan bizler, muhteşem bir dengenin üzerinde yaşadığımız halde, tesadüflere dayandırılmış bir düşünce sistemini bilimselleştirip(hiçbir gözlem ve deney olmadığı halde) kabul etmekteyiz. Big Bang Tanrısal bir müdahalenin kesinliğini taşımaktadır.
Big Bang ilahi muhteşemliğin bir tezahürüdür.Aynı zamanda Kurandaki Ratkan ifadesi, günümüzde ortada duran iki ifade arasında belirleyici olarak algılanabilir. Birinci ifade şişme teorisidir. Bu teorinin karşısında TEKİLLİK fikri vardır ki, Kuran bizlere bu son fikri işaret etmektedir. Ratkın Fatk oluşu apaçık şekilde sürecin bir tekillikten çoğula geçişini ifade etmektedir. Aynı zamanda tesadüf olmayan tüm bu sürecin, yaşamsal fonksiyonlar için geliştirdiği ortama adım adım dikkat çekelim.Teorisyenlerin Adaptasyon olarak nitelendirdiği yaşamsal fonksiyonların oluşumu noktasında unutulan nokta, yaşamsal faaliyetler için gerekli olan şey CARBON dur. Tüm yaşamsal gerekliliğin yapı taşı olan karbonsuz bir ortamda nasıl bir adaptasyon fikri ortaya atılmaktadır ve hangi mantık önermesine dayandırılmaktadır bu bir esrar olarak kalmıştır.İlahi müdahaleyi ve teklikten çokluğa açılımını düşünmeden, Big Bang gerçeğini tamamen algılamamız mümkün değildir.
YARATILIŞ DÜŞÜNCESİ
Kainatın tek bir noktadan ileri gelişi üzerine geliştireceğimiz düşüncemizde, Kuranın da tarif ettiği yaklaşımlar dahilinde gerçeği kavramaya çalışacağız. Öncelikle evrim teorisi üzerine düşündüğümüz bir önceki bölümde, evrim düşüncesinin tesadüfi bir süregelişin sonucu olmadığını Kuran kıstaslarında ele almaya çalışacağız.Bir önceki bölümde ele aldığımız evrim fikrinin dinsel temeller dışında, bilimsel düşünce ile geliştirilmiş olması, her ne kadar gözlem ve deneyler yetersizde olsa geçerliliğini koruyan bir düşüncedir.
Dinler tarihine baktığımızda net bir şekilde yaratılış düşüncesinin geleneksel İslam anlayışına şekil verdiği düşüncesini de bu paralellerde ele alabiliriz. Gözlemsiz bir düşünce mutlak bir karmaşaya neden olması muhtemel bir düşüncedir. Nasıl günümüzde herhangi bir dini anlayışa mensup olmayan fikirlerin Allah’ı kabul etmeyişi gibi.Geleneksel islam dinindeki yaratılış ile, incilin genesis bölümündeki yaratılış hikayesi % 99 suretle birbirinin ikizi gibidir. Cennette geçen bir yasak ağaç hadisesinin ardından ordan çıkartılan Adem ve eşi Havva ile birlikte günümüz insan prototipini oluşturmaları…
Mutlak bir hezeyanın başlangıç noktası olarak ele alınması gereken bu karmaşık düşünce, içinde sayısız çelişki barındıran ifadeler ile daha da geliştirilerek İslam felsefesindeki Vahdet-i Vücud fikrine dahi ön ayak olmuştur. Oysa ki, yaratılışı anlamak, tüm bu düşüncelerin ortaya sunduğu tezleri çok net şekilde çürütecektir..İlahi bir gerçek olan big bang hadisesinin ardından, adeta samanlığa atılan bombanın patlaması neticesinde, tüm samanlıktaki samanların bomba etkisiyle kullanıma hazır paket haline gelişinden farksız şekilde tüm içeriği birbirine dolanık(birbirini etkileyen-komplex halde) halde meydana gelen evren, içerisinde çalışkan bir hücre gibi çalışan bir sistemin içerisindeki Dünya gezegenin tasarlanışı, bir yaşam formunun başlangıcı için tasarlanmış muhteşem bir inşa ile var edilmiş bir konaktı diyebiliriz.
Kuran içerisinde big bang hadisesinin insan neslinden çok uzun bir süre önce yaratıldığı gerçeği ;
BAKARA suresi 30. ayet Bir zamanlar Rabb’in meleklere: “Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım.” demişti de onlar şöyle konuşmuşlardı: “Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın? Oysaki bizler, seni hamd ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz.” Allah şöyle dedi: “Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim.”
İfadesinde bizlere aktarılmaktadır. Bu ayet aynı zamanda yeryüzünün bir insan için yaratılmadığı gerçeğini de açık şekilde gözler önüne sermektedir. Ayete dikkat edersek eğer, var olan bilginin insan yaratılışından çok önce melekler tarafından açığa vurulduğu gerçeği ile karşılaşabiliriz. Bir diğer önemli açılımı ise YERYÜZÜNDE ifadesidir. Bu ifade bizlere yaratılışın cereyan edeceği mekanı açık şekilde ifade etmektedir. Bu ayeti, tekrardan vurgulamak istediğim bir ayet bütüncül olarak ele aldığımızda MELEK kavramı hakkında da temel niteliğinde bir fikir edinmiş oluruz ;
Rahman suresi 1-8 RAHMAN, Kuran’ı (insana) öğretti, İnsanı yarattı. Ona beyanı öğretti. Güneş ve Ay. Hesaba bağlıdır herbirinin her şeyi. Çimen/yıldız ve ağaç secde ediyorlar. Ve gök. Yükseltti onu. Ve koydu şaşmaz ölçüyü, mizanı. Azgınlık etmeyin ölçü ve tartıda, saptırmayın mizanı.
Ayetteki ifade muhteşemdir. Kurandaki mucizevi yaklaşımlardan sadece biri olan bu surenin ilk 8 ayeti bizlere açık şekilde Yaratılış ve Big bang üzerine çok ciddi bilgiler sunmaktadır. İki suredeki farklı ayetlerin bir bütün oluşunun üzerine düşünmeden önce, Rahman daki ilk 4 ayet içerisinde verilen mesajı analiz edelim. Sure Rahman ismi ile başladığından bu ismi almıştır, 2. Ayette gelen Kuranın öğretilişi ibaresi, yaratılışın özünü teşkil eden bir ifadedir. Burada Kuran’ı gerçek manası ile, ‘’okunan’’ olarak düşünmemizin gerekliliği bir sonraki ayet ve ayetlerin ard arda sıralanışı ile açıkca görülmektedir. Buradaki Kuran gerçek anlamıyla, Okunan(ilim-bilgi) olarak düşünülmelidir. Bunun akabininde gelişen yaratılış, öncesinde öğretilen ilim ve bilginin tezahürü ile gerçekleşmiş bir neticedir.
Daha basit şekilde ele alırsak eğer, bahsedilen öğretme;
İnsana bilmediğini öğretti.(ALAK suresi 5. ayet)
O ki kalemle (yazmayı) öğretti. (ALAK suresi 4. ayet)
son derece kudretli birinin ona öğrettiği (bir vahiy): (NECM suresi 5. ayet)
“Rabbim, bana bir parça mülk verdin ve bana düşlerin yorumunu öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! dünyâda da, âhirette de benim yârim sensin! Beni müslüman olarak öldür ve beni iyilere kat!” (YÛSUF suresi 101. ayet)
Hani, Allah şöyle demişti: “Ey Meryem’in oğlu İsa! Senin ve annenin üzerindeki nimetimi hatırla. Seni Ruhulkudüs’le desteklemiştim, beşikte iken ve erginlik çağında insanlarla konuşuyordun. Sana Kitap’ı, hikmeti, Tevrat’ı, İncil’i öğretmiştim. Benim iznimle çamurdan kuş görünümünde bir şey yaratıyor, içine üflüyordun da o benim iznimle kuş oluyordu. Doğuştan körü, abraşı benim iznimle iyileştiriyordun. Benim iznimle ölüleri çıkarıyordun. İsrailoğullarını senden uzak tutmuştum. Hani, sen onlara açık-seçik ayetleri getirdiğinde, küfre sapanları şöyle deyivermişti: “Açık bir büyüden başka bir şey değil bu.” (MÂİDE suresi 110. ayet)
Sana, kendilerine neyin helâl kılındığını soruyarlar. De ki: “Size iyi ve temiz şeyler helâl kılındı. Allâh’ın size öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz avcı hayvanların, sizin için tuttuklarını yeyin ve üzerine Allâh’ın adını anın, Allah’tan korkun. Çünkü Allâh, hesabı çabuk görendir. (MÂİDE suresi 4. ayet)
Allâh’ın sana lutfu ve acıması olmasaydı, onlardan bir grup, seni saptırmağa yeltenmişti. Onlar sadece kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allâh, sana Kitabı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediğin şeyleri öğretti. Allâh’ın sana lutfu, cidden büyüktür. (NİSA suresi 113. ayet)
Ey iman sahipleri! Belirli Bir süre için birbirinize borç verdiğinizde onu yazın, Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Borç altına giren kişi de onu kayda geçirtsin ve Rabb’inden korksun da borcundan hiç bir şey eksiltmesin. Borç altına giren, aklı ermez yahut zayıf-çaresiz biri ise yahut yazdırmaya gücü yetmiyorsa, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki kişiyi de tanık tutun. Eğer iki erkek yoksa rızanızla kabul edeceğiniz tanıklardan bir erkek ve iki kadın gerekir. Bu, kadınlardan biri şaşırırsa/unutursa ötekisi ona hatırlatsın diyedir. Tanıklar, çağırıldıklarında çekimser davranmasınlar. Küçük veya büyük, borcu, süresine kadar yazmaktan üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah katında adalete daha yakın, tanıklık için daha sağlam, kuşkuya düşmemeniz için daha elverişlidir. Ancak aranızda döndürüp durduğunuz tamamen peşin bir ticaret söz konusu ise onu yazmamanızda sizin için Bir sakınca yoktur. Karşılıklı alış-veriş yaptığınızda da tanık bulundurun. Yazıcıya da tanığa da zarar verilmesin. Böyle bir şey yaparsanız bu, kendinize kötülük olur. Allah’tan korkun. Allah size öğretiyor. Allah, her şeyi en iyi biçimde bilendir. (BAKARA suresi 282. ayet)
Dediler ki: “Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.” (BAKARA suresi 32. ayet)
Evet, ayetlere dikkatli baktığımızda çok ciddi ifadelerle karşılaşırız. Öğretti ifadesi, fiili bir tanımı işaret etmektedir, Lakin Allah şekilden ve zamandan münezehtir, öğretme ifadesi dahilinde ayetle bizlere daha çok genetik bir yaklaşımı sunmaktadır. Halkayı tamamlarsak eğer, Tüm bilginin kodlandığı GENLER, ve insan yaratılmadan önce bilginin açığa çıkması neticesindeki durum şu şekilde görülmektedir;
“Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın? Oysaki bizler, seni hamd ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz.”Bakara30
Ciddi bir gerçeklik ile karşı karşıyayız. Yaratılış tasarımı aşamasında(Ademleşme evrimi) bilgi Gen aktarımı ile korunmuş, bizzat kromozomlar ile açığa çıkmıştır.Öğretme eylemi genlere yapılan müdahale olarak algılanabilir. Genler bilginin yüklenmesi için bir araç olarak ele alınmış, yükleme(kodlama ) ile tüm bilgi genlere aktarılmıştır. Modern bilim günümüzde gen bilgisi üzerine yaptığı çalışmalarda önemli adımlar atarak bazı bilgiler edinmiştir. 1953 Yılında iki bilim adamının keşfettiği DNA, günümüz bilim dünyasında boy,vücut yapısı,karakter,psikolojik hal,surat ifadesi gibi fiziksel ve manevi durumları etkileyen hatta kıl sayısı ve ömür süresine dahi etki eden bir faktör olarak görülmektedir. 2.5 Metreyi bulan tekbir kromozomun trilyonlarca olduğu, ve her birindeki bu uzunluğa dağılmış bilgiler olduğu düşünüldüğünde idrak sınırlarını aşan bir durum ortaya çıkmaktadır.
Genler bilginin taşındığı birer kitapçık gibidir, her birinde farklı bilgiler, farklı yazılar bulunmaktadır. Bu muhteşem çeşitlilik tek tip insan olmayışımıza direk etki eden bir unsurdur. Dolayısıyla genlerin muhafaza ettiği bilgilerin neler olduklarını henüz günümüz şartlarında idrak edememiş olsak da, Kuran bizlere bu idrakın gelişmesi için kapılar açmaktadır.Genler, DNA’yı iyi incelersek eğer, Kuran içerisindeki birçok ifadeyi daha iyi kavrayabiliriz. Mesela, modifikasyon(kalıtsal olmayan – dış etkenlere bağlı değişim) genleri o denli büyük bir etki ile değiştirir ki, DNA’lardaki yapısal değişimin yanı sıra, bilginin de açığa çıkmasını etkileyebilir.
DNA modifikasyonu sarı bir çiçeği çevresel etkilerle beyaz hale getiriyorsa, insanda fiziksel birçok etkinin yanı sıra, daha derin etkilerde oluşturabilir. Buna binaen DNA modifikasyonu ve Salat başlığında inceleyeceğimiz, insandaki DNA’nın modifike olması fikrini ayrıca ele alalım. Ancak tüm oluşların bilgisi genler vasıtası ile ortaya konmuştur ve açığa çıkan bilgi, vahiy-ilham şeklinde geçerliliğini sürdürmüştür. Ancak bilgi sabit olmamakla sürekli eklenen bilgi de, genlerde harmanlanarak yeni nesillere aktarılmıştır. Dna bilgisi açığa çıkanlar, tüm varlığın idrakı yolundaki düşünüşlerde bulunmuş, Çoğu bu yüce seçilmişliğin neticesi dahilinde Resullük mertebesine ulaşmıştır.
Yaratılış öncesi durumun açılımını yapmaya çalışırken ortaya çıkan bu gerçekliğe dayalı olarak, Ademleşme evrimindeki adımların birer birer gerçekleştiği, ve basamaklar dahilinde genetik bilgilerin açığa çıkması ile gelişimin meydana geldiği düşünülebilir. Bunun adı bilimsel ispatı, gözlem ve düşüncelerle ortaya konmalıdır.
Onlara ayetlerimizi ufuklarda ve öz benliklerinin içinde göstereceğiz. Ta ki, onun hak olduğu kendilerine ayan-beyan belli olsun. Kendisinin her şey üzerinde bir tanık oluşu, senin Rabbine yetmez mi? Fussilet 53.ayet
Yukarıdaki bölümlerde ifade ettiğim genetik aktarım, bilginin genetik aktarımı veya bir diğer adıyla tekamül gerçeğini apaçık şekilde gözler önüne süren bu ayet dahilinde düşünürsek eğer, gen aktarımı ile bilginin muhafaza edildiği, tüm neslin bilgisinin ilk ceninden sona kadar muhafaza ediliş yöntemi hakkında bizlere açık bilgiler verilmektedir. Bunun akabininde geniş bir anlam bütünlüğü ile Kuran’ı çift düzlemli olarak ele alırsak(jeneratif düşünce – anlamlardaki genişlik) genel olarak ifade edilen tavrın bir öze yönelişi simgelediği görülebilir.
Beklenti genel olarak öze dönüş, ilk ilim verilen(genetik bilgisini açığa çıkartan) insan olan Adem’e yöneliş olarak algılayabiliriz. Rabbimiz olan Allah, şüphesiz ki muhteşem bir mimarı ortaya koyarak, farklı bir açılım yaratacak muhteşem bir yaratış süreci geliştirmiştir. Kuran’da buna binaen ;
Allah, tüm canlıları sudan yarattı. Onlardan kimileri karnı üzerinde yürür, kimileri iki ayak üstünde yürür, kimileri de dört ayak üstünde… Allah dilediğini yaratıyor, Allah her şeye kadirdir. Nur 45.ayet
İfade çok açıktır. Günümüz teorilerine baktığımızda bu mucizevi ayetin ortaya koyduğu ilahi gerçekliği şu şekliyle açıklamaktadırlar;Ortak ata, aynı tip genlerin çevresel etkenler nedeniyle mutasyona uğrayarak canlı çeşitliliğini oluşturması adına gerçekçi ve ciddi bir faktördür. Mesela, mağara kertenkelesinin göz’e ihtiyacı yoktur, bu olgu, onda mutasyon niteliğinde bir gelişimi tetikleyerek gözlerinin olmamasını sağlamıştır. Buna paralel olarak kutuplardaki insanların daha yağlı olmaları da eklenebilir. Ancak tüm bu oluşlar ortak atadan ileri gelen bir sürecin, çevresel etkiler ile bireylerde oluşturduğu mutasyonun çeşitliliği sağlaması olarak özetlenebilir.
Evet, Kuran bizlere apaçık şekilde Ortak Ata ifadesini göstermektedir. Buda aşamalı yaratılışın, yeryüzündeki çeşitliliğe etkisini bizlere gösterir.Bir diğer yaklaşımı ele alırsak eğer, İncilin Genesis bölümünde ve geleneksel İslami anlayışta hakim olan yaratılış sahnesi ve yasak ağaç tanımını irdelemek gerekmektedir.
Ve Âdem’e isimlerin tümünü öğretti. Sonra onları meleklere göstererek şöyle buyurdu: “Hadi, haber verin bana şunların isimlerini, eğer doğru sözlüler iseniz.” Bakara 31.ayet. Allah buyurdu: “Ey Âdem, haber ver onlara onların adlarını.” Adem onlara onların adlarını haber verince, Allah şöyle buyurdu: “Dememiş miydim ben size! Ki ben, göklerin ve yerin gaybını en iyi bilenim. Ve ben, sizin açığa vurduklarınızı da saklayageldiklerinizi de en iyi biçimde bilmekteyim.” Bakara 33.ayet
O vakit biz meleklere, “Âdem’e secde edin” demiştik de İblis dışında tümü secde etmişti. İblis yan çizmiş, kibre sapmış ve nankörlerden olmuştu. Bakara 34.ayet Dedik ki: “Ey Âdem, sen ve eşin cennette oturun, ondan dilediğiniz yerde bol bol yeyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zâlimlerden olursunuz!” Bakara 35.ayet
Bu ayetler ışığında açılımın ilk adımını atmaya çalışırsak eğer, bir yaratılış sahnesi göz önüne çıkacaktır. Adem’e isimlerin öğretilmesi olayı daha önce vurguladığımız genetik yükleme ve tanımlama olarak ele alınmadığı taktirde karşımıza çıkacak sahneyi düşünelim. Adem yaratılışının neticesinde meleklerin huzuruna çıkartılmakta, kendisine öğretilen isimler meleklere sorulmakta, burada gelişen bir olay Ademin meleklerden çok daha üstün bir varlık olduğunu ortaya koymaktadır. Bunların akabininde yöneltilen suale cevap veremeyenlere Ademe secde etmeleri emredilmekte, ve İblis dışındakiler bu emri yerine getirmektedir. Bu kibri nihayetinde iblis kovulmaktadır!
Fe vesvese lehümeş şeytanü li yübdiye lehüma mavuriye anhüma min sev’atihima ve kale ma nehaküma rabbüküma an hazihiş şecerati illa en tekuna melekeyni ev tekuna minel halidin
Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.”Araf 20.ayet
Olayın ardından iblis kovulduğu halde Cennete girip, melekler kendisine secde ettiği halde Adem’i Melek olmak ile kandırıp ne olduğu ayet dahilinde tanımlanmayan bir ağaçtan yedirmiştir. Bu düz mantık ile düşünüldüğünde günümüzde ifade edilen sahne aynen bu şekildedir. Gizlenen çirkin yerlerin tanımı ise dönemimizde cinsel organ olarak ifade edilmektedir. Bu düşünce daha önce belirttiğimiz Bakara 30. ayet ile çökmektedir. Çünkü ifade edilen yeryüzü Dünya Gezegenidir.
Dünya gezegenindeki koşullar Allah tarafından bizim Fizik dediğimiz dengeler ile oturtulmuştur, ve üremede bu dengenin bir koşuludur!Üreme, ilahi organizenin tezahürüdür. Oluşların temelinde yatan faktördür, ve insan neslinin oluşması için tayin edilen metottur. Dolayısı ile gizlenen çirkin yer ifadesi günümüz tanımı ile düşünüldüğünde ortaya fazlaca karmaşık bir durum çıkmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi Melek olmak ile kandırıldığı ortaya atılan Adem’in, bu kandırma işleminden önce, isimleri öğrenmiş olması Adem’in analizini yapmak için gayet yeterlidir. Adem algıları açık ve düşünebilen bir insandır. Dolayısı ile Melek ile kendini ayırabilecek yeti onda vardır! Peki Adem neden bir melek olmayı seçti ? İblis kovulduğu Halde cennette ne işi var ? çirkin yerler cinsel organlarmıdır ?
Yasak ağaç soyut mu, somut mu ? Yaratılışın ilk durağı neresidir ? gibi sorulara bu üşünce ile yanıt bulmak çok zordur..Meseleye birde Cennetin tanımını yapmadan önce, bu olayın Kuranda vaat edilen cennet içerisinde olduğunu öne süren düşünceye yönelik olarak Vakıa suresini incelemeliyiz. Uzunca, ADN Cennetinin tasvirini yapan surenin 33.ayetinde oradaki meyveler ve ağaçlar için ; Ne tükenir ne yasaklanır. İfadesi kullanılır. Bu ifade tek başına Cennetten düşen Adem inancını çökertmeye yetecektir.
Bir de Kuran’da mutlak yaratılma ile ilgili ayetleri inceleyelim..
“O ki, sizi halden hale/evreden evreye geçirerek yarattı.” (NÛH suresi 14. ayet)
“Ve Allah sizi bir bitki olarak yerden bitirdi.” (NÛH suresi 17. ayet)
Ayetler bizlere açık şekilde Yaratılışın YER’de tezahür ettiğini, ve şeklen bazı aşamalar ile oluştuğunu göstermektedir.
Size gökten su indiren de O’dur! Biz o suyla her şeyin bitkisini çıkardık. Ondan da bir yeşillik çıkardık. O yeşillikten birbiri üzerine binmiş dâneler çıkardık. Hurma ağacının da tomurcuğundan sarkan salkımlar, üzümlerden bağlar, zeytin, nar çıkardık. Birbirine benzeyeni var, benzemeyeni var. Meyve verdiğinde ve meyveler olgunlaştığında bir bakın onun ürününe! Bu size gösterilenlerde, iman eden bir topluluk için, çok ibret vardır! Enam 99.ayet
Kuran’da insan yaratılışı ile bitki arasında kurulan analoji bağlamında düşündüğümüzde, yine cevabı Kuran’da aramak sureti ile Enam suresi 99. ayete baktığımızda açık şekilde çeşitli aşamaların vurgulandığı görülecektir. Kuran bizlere açık şekilde yukarıda belirttiğim ayetler dahilinde yaratılışın adresini göstermektedir. Yaratılış Dünya’da başlamıştır..Peki Kuranda geçen Cennet ne olacak ?
İnna belevnahum kema belevna ashabelcenneti iz aksemu leyasri munneha musbihiyne. Kalem suresi 17. ayet.
Biz bunlara da belâ verdik, şu bahçe sâhiplerine belâ verdiğimiz gibi: Hani onlar, sabah olunca bahçeyi mutlaka devşireceklerine yemin etmişlerdi.
Evet! Yanlış bir bilgi neticesinde bizler Cenneti sadece Ahiret hayatındaki mükafat beldesi olarak düşünmüşlüğümüzden ileri gelen bir yanılgı ile ayetleri yanlış yorumlayarak, derin bir yanılgının adımı atıldı. İfade dahilinde, Dünyanın o dönemki halini düşündüğümüzde, tamamı bahçe olan bir gezegen olarak karşımıza çıkar!
Cennet ve Cinn kavramları üzerine Hakkı YILMAZ’ın web sitesinde bulunan bir yazıdan alıntı yapmak istiyorum ;
“Cinn” sözcüğü, “cenn” kökünden türemiş bir sözcük olup sözcüğünün asıl anlamı, “bir şeyi duyulardan saklamak”tır. “Cennehülleylü (gece onu örttü)”, “ecennehü (onu örttürdü)”, “cenne aleyhi (üzerine örttü)” şekillerinde kullanılır. Nitekim Kur’an’da İbrahim peygamberi konu alan bir pasajda “fellema cenne aleyhilleylü (ne zaman ki gece kendisini sakladı, iyice karanlık çöktü)” diye yer almıştır (En’âm; 76). Aşağıdaki sözcükler de “cnn” kökünden türemiştir.Cennet: “Toprağı ağaç yapraklarıyla saklanmış yer” demektir.Cinnet: “aklı, fikri saklanmak, delirmek” demektir.Cenin: “ana karnında saklandığı için bu adı almıştırCünnet: Kalkan; kişiyi oktan mızraktan sakladığı için bu ad verilmiştir.
Yazının devamında belirtilen ifadeler dahilinde, Cennet ifadesi de aynı kökten olduğu Cinn gibi saklı-örtülü-gizli manası da taşımaktadır.Bu paralelde yapılabilecek tanımlamalar Yeryüzünü işaret edecektir.Lakin hiçbir yasağın bulunmadığına dikkat çekilen mükafat beldesi ADN cenneti bu tanımlamaların dışında kalacaktır. Yaratılış yeryüzünde cereyan etmiş ilahi bir organizasyondur.Cennet ifadesi dışında, incelememiz gereken bir diğer ifade de, Yasak ağaç tanımıdır.
Kuranda soru işareti gibi algılanan tüm ifadeler farklı ayetlerde çeşitli anlatım farklılıkları ile cevaplanmaktadır. Örn;
Görmedin mi Allah nasıl bir örnekleme yaptı: Güzel söz; kökü yerde, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzer. O ağaç, Rabbinin izniyle yemişlerini her zaman verir. Allah, insanlara böyle örnekler verir ki, düşünüp ibret alabilsinler. İbrahim suresi 24-25. ayetler
Pis bir söz de gövdesi toprağın üstünde destek bulmuş bir ağaca benzer, dayanağı yoktur onun. İbrahim suresi 26.ayet.
İfadeler gayet açıktır. Allah Kuran’da benzetmeler yaptığını, alenen belirtmiştir. Dolayısıyla ayetin devamında ağaca benzetilen olumsuz davranış, yaratılış aşamasının sonunda tekamül sürecini tamamlamış olan Adem’in işlediği bir günah olarak karşımıza çıkmaktadır. Evet, Adem o ağaçtan yemiş(men edildiği davranışı hayata geçirmiş), ve tüm nesli yemeye devam etmiştir! Lakin yaptığı bu davranış üzerine mükafat beldesinden çıkmış(Cennetlik mertebesinden uzaklaşmış – Cehennem ehli olmuş), ancak tevbesi üzerine Rabbi onu affetmiş ve mertebesini yükseltmiştir. Düşüncenin derinliği söz konu olmamakla beraber, gayet açık olan bu yaratılış anlayışı, Kuran’da kendini adeta göstermektedir.
Kuran genel olarak bizlerde şöyle bir düşünce oluşturmaktadır ;Yaratılış süreci çok çeşitli aşamalar ile meydana gelmiş bir gerçekliktir. Adem bu bağlamda ilk insan değildir, ancak kendisinde olan genetik bilgiyi(vahyi-ilmi) açığa çıkartan ilk insandır;
Sizi yarattık, sonra size biçim verdik, sonra da meleklere: “Âdem’e secde edin!” dedik; hepsi secde ettiler, yalnız İblis etmedi, o secde edenlerden olmadı. Araf 11.ayet
İlk adım : sizi yarattık
İkinci adım: size şekil verdik (Ademleşme evrimi)
Son adım : Adem (genel varış noktası, genetik bilginin idrakı ve ilmin idrakına ulaşma)
Evet, basamağı bu şekilde özetlersek eğer, Adem ve eşi konusunda büyük bir yol kat etmiş olacağız.
Kuran’da Ademleşme evrimine kanıt olarak gösterebileceğimiz bir diğer ayette, tek hücreden, çok hücreliye geçişteki eşeysiz üremeye ispat olarak göstereceğimiz Nahl suresi 72. ayettir. Bu ayetteki -ifade neftsen eşler yaratılışı- eşin tek hücreden bölünüşü ile alakalıdır. Bunun biyolojik adı Eşeysiz üremedir ;
Allâh size kendi nefislerinizden eşler yarattı ve eşlerinizden de size oğullar ve torunlar yarattı ve sizi güzel rızıklarla besledi. Böyle iken onlar, bâtıla inanıp da Allâh’ın ni’metine nankörlük mü ediyorlar? Nahl 72.ayet Ayet gayet açıktır.
İfade bizlere Ortak Ata düşüncesini kanıtlar niteliktedir. Ancak bu ifadeler ve Darwin düşüncesini bütünleştirmek gerçekçi bir tutum olamaz. Kuran evrimi işaret edebilir, ancak bunun adını koymaz. Burada kalıplara sıkıştırılmış bir süreci dinselleştirmek, Kurana yapılacak en büyük haksızlık olacaktır. Ancak Yunus100. ayette ifade edildiği gibi akıl kıstaslarınca, kesinlik kazanmış ve deliller ile kanunlaşmış bir teori ortaya konduğunda, Kuran’ın işaret ettiği tekamül sürecinin bilimsel ifadesi olarak algılayabiliriz..
|
Yukarı dön |
|
|
Eren Erdem Uzman Uye
Katılma Tarihi: 30 haziran 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 484
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İNS ve CİNN, biyolojik gerçekler bölümü eklenecektir.
|
Yukarı dön |
|
|
|
|