HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Kur'an'da İnanç Konuları
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Kur'an'da İnanç Konuları
Konu Konu: BATINÎ İSLAM ANLAYIŞINDA NAMAZ Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
ebu turab
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 08 eylul 2006
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 529
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı ebu turab

SELAM,

Aşağıdaki yazıyı namaz-salat mevzuuna farklı bir bakış açısıyla yaklaştığından, değerli hanif dostların istifadesine sunma gereği duydum.Yazı objektif değerlendirildiğinde gerçekten düşündüren orjinal tesbitleri barındırıyor kanısındayım.tabiki eleştirilebilecek noktaları da olabilir ama eleştirilerimiz yıkıcı değilde yapıcı ve samimi olursa dikkate alınabilir ancak. 

Sünni ve Şii misyonerler tarafından Alevilere yönelik gerçekleştirilen en önemli tacizlerden biri de namaz ibadeti ile ilgilidir. Buna göre Sünni ve Şii kimi çevreler, gerçeğin hilafına, bilinen şekil ve kalıplara dökülmüş namazı İslam’ın bir buyruğu olarak gördüklerinden, Alevileri kendi anladıkları biçimiyle namaz kılmadıkları ve böyle bir şekilsel zorunluluğu kabul etmedikleri için tekfir etmekte yahut cehaletle suçlamaktadırlar.

Halbuki kendileri bu konuda mutabakat sağlayamamışlardır.Mezheb taassubu gütmeyen hanif diyebileceğimiz veya en azından öyle olduklarını iddia eden tarafsız alimler ve kesimler arasında da bir fikir birliği mevcut değil.2 vakitten 6 vakte kadar her vaktin savunucusu az veya çok mevcut.Rekat kavgalarından ise hiç bahsetmiyorum.dinin direği olarak addedilen bir hususu yani namazın nasıl ifa edileceğini Yüce Allah neden bütün şekil ve şemaliyle net bir şekilde yanılmaya müsait biz aciz kullarına açıklamamışta haşa bizim birbirimize düşmemize müsaade etmiştir?Hâşa bu konu eksik mi bırakılmıştır?

hadislerin tamamını yok farzettiğimizde ki hanif islam anlayışında bunun dince bir sakıncası yok aksine teşvik edilen bir duruştur.öyleyse yeni müslüman olmuş bir insan sadece kuranı okuyup namazın ne şekilde eda edildiğini anlayabilir mi?alevi-bektaşi-kızılbaş-batınilerin cem olarak tanımladıkları salatın namaz yerine geçmeyeceğini,namaz olarak kabul edilemeyeceğini kim ispatlayabilir kurana göre?

 Hiç kuşku yok ki, bu gerçeği savunmak konusunda Alevi-batıni-bektaşi inanç ve kültürü gereken donanıma sahiptir. Biz bu çalışmamızla o donanımı gözler önüne sermek istiyoruz. her ne kadar zahirilerin hücumlarına hedef olacağımızı bilsekte.

batıni-alevi-bektaşiler,şii ve sunnilerin kıldığı namaza saygı duyarlar ve Tanrıya ibadetin şekilsel yönü olarak değerlendirirler.şii ve sunniler neden batıni-alevilerin ibadetine -namazına- cemine-niyazına aynı saygıyı göstermiyorlar.şekli ne olursa olsun yapılan Tanrı tealaya yakarıştır.

Aleviler sunni köylerine zorla ,kimsenin gitmeyeceğini bile bile üstelikte sunnilerin kendilerinden cemevi parası toplayıp cemevi yapmıyorlar ve sunnilere sizin namazınız namaz değil,bundan sonra ibadetinizi burada yapacaksınız demiyorlar da sunniler diyanet neden alevi köylerine cami yaptırıyor ve ancak burada ibadet ederseniz geçerli olur diyor.camilere devletin sağladığı imkanlar neden cemevlerine sağlanmıyor?laik devlet her inanca eşit mesafede olmalı değilmi?inanç özgürlüğü deyince sadece türban akla geliyor.alevi inançlıların sıkıntılarını kimse dikkate almıyor.


Öncelikle namaz sözcüğünü semantik açıdan / anlambilimsel olarak inceleyelim.


Namaz bilindiği üzere Farsça bir sözcüktür. Aslı “ Nemaz” dır. Sözlükte dua, yalvarış, yakarış gibi anlamlara gelmektedir. Sözcüğün Farsça olmasından da anlaşılacağı üzere Kur’an’da namaz sözü geçmemektedir. Bunun yerine aynı anlama gelen Arapça bir sözcük mevcuttur. Namazın Arapça’daki karşılığı “ salat “ ifadesidir.

“ Salat ” ifadesini temel alarak namaza kanıt arayan Sünni ve Şii bilginler yer yer salat sözcüğü dışında başka sözcükleri de kendi teolojik tezleri paralelinde aynı anlama gelmek üzere yorumlamaktadırlar.

Bu sözcükler; tesbih / yüceleme, zikr / anma, sabah kur’an’ı / sabah okuması vb.dir. Bu sözcükler; bilinen haliyle şekle dökülmüş namaz anlamına gelmediği halde o anlama geliyormuşçasına kullanılmaktadır.

Namazın nasıl kılınacağı konusunda Kur’an’da hiçbir bilgi yoktur. Bu da gösteriyor ki namaz bir dua etkinliği olarak toplumdan topluma ve kültürden kültüre başka biçimlerde yerine getirilebilir bir tapınma faaliyetidir. Sadece bir kültürün tapınma faaliyetini tüm Müslüman toplumlara dayatmak İslam adına kültür emperyalizmi yapmaktan başka bir şey değildir. Şekilsel bakımdan bilinen haliyle namaz, Orta Doğu ve Arap halklarının tapınma biçimidir. Kıyam / Ayakta durma, Rukü / Eğilme, Secde / Yere kapanma ve Ka’de / Oturma adı verilen şekillerle gerçekleştirilen namaz ibadeti İslami bir zorunluluk olmayıp tümüyle geleneğin ürünüdür. Namazın İslami olan yönü Tanrı’nın adının yüceltilmesi, ona boyun eğilmesi ve ona yalvarıp yakarılmasıdır. Şekilsel yani zahiri yönünü İslami bir zorunluluk olarak görmek yüzyılların getirdiği körleşmeden başka bir şey değildir. Tanrı kendisini anmak isteyen kullarına belli şekilleri zorunlu kılacak kadar sığ bir varlık değildir. Asıl olan Allah’ın anılması ise bunun belli bir şekle hapsedilmesi insani açıdan insafsızlık olduğu kadar dinsel anlamda da bağnazlıktır.

Buna karşın şurası bir gerçek ki, insanlar özellikle de Sünni ve Şii Müslümanlar yüzyıllardır alıştıkları, kanıksadıkları ve belledikleri şekil şartlarına hapsedilmiş bir namazdan başka türlü bir ibadeti kabul etmekte elbette ki zorlanacaklardır. Ancak unutulmamalı ki bu zorlanma İslam adı altında gerçekleştirilen Arap Kültür Emperyalizminin yürek burkan ve can acıtıcı bir sonucudur. Bu yürek burkuntusunu ve can acısını ortadan kaldırmanın yolu, yüce Allah’ın dinini bir ırkın kültürüne hapsetmek isteyen çevrelere kararlılıkla karşı çıkmaktan geçmektedir. Biz bu kaşı çıkışı gerçekleştirmek adına yola çıktık.

Bu karşı çıkışta Alevi ulularından, Horasanlı, Türkistanlı Türkmen pirlerinden aldığımız manevi güç, kuşku yok ki en büyük direnç kaynağımızdır.

Arap ve diğer Orta Doğu halklarının tapınma biçimini, “ Namaz ancak böyle olur. Başka türlü olmaz !” diye dayatanlara karşı Alevi ulularının nefesleriyle verdiği yanıtlara geçmeden önce Sünni misyonerlerce ileri sürülen günlük namazların beş vakit olduğu şeklindeki iddiaya ve Şii misyonerlerin üç vakit ısrarlarına değinmek ve bu konudaki akıl tutulmasını gözler önüne sermek istiyoruz.

Sünni kimi din bilginleri Kur’an’da günlük beş vakit namazın buyurulduğu düşüncesindedirler. Bu düşünceye varmak için esas aldıkları söz konusu ayet şudur:




"...Güneşin doğmasından önce de, batmasın dan önce de Rabbini övgü ile tesbih et. Gecenin bazı saatlerinde ve gündüzün taraflarında da tesbih et ki, rızaya ulaşasın.”
( Taha suresi,130)

Bu ayette namaz / salat sözcüğü yerine tesbih yani yüceleme sözü kullanılmıştır. Fakat sanki salat sözcüğü kullanılmış gibi davranılmakta ve beş vakit namaza en güçlü kanıt denilerek bu ayet ileri sürülmektedir. Ayrıca bu ayette “etraf “ yani “taraflar” ifadesi geçtiği halde pek çok yorumcu bu sözcüğü “ iki tarafında / gündüzün iki tarafında yani iki ucunda “ biçiminde anlamlandırmaktadır. Oysa “iki taraf” ifadesinin Arapça’daki karşılığı “tarafeyn” dir.

Görüldüğü üzere bu ayette iki çarpıtma vardır. Biri, namaz sözcüğü kullanılmadığı halde kullanılmış gibi davranılmış olmasıdır. İkincisi ise, taraflar sözcüğünün iki taraf / iki uç biçiminde tahrif edilmiş olmasıdır.

Eğer bu ayet Sünni anlayış doğrultusunda çarpıtılmadan anlaşılmaya çalışılırsa beş değil altı vakit namaz ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki;

Güneşin doğmasından önce bir,
Batmasından önce iki,
Gecenin bazı saatlerinde üç,
Gündün üç tarafında da üç vakit olmak üzere toplam altı vakit.

Oysa bilindiği kadarıyla altı vakit namazı iddia eden muteber hiçbir görüş yoktur.

Alevi inancı açısından bakıldığında bu ayetten çıkan yorum şu olmalıdır. Sabah, akşam, gece, gündüz ve her ne vakitte olursa olsun Allah sürekli anılabilir. Bu anmanın şekli yoktur. Bu, bir sözle de olabilir, bir hareketle de olabilir. Kişi buna içinde yaşadığı toplumun gelenekleri çerçevesinde karar verebilir.

Bir başka ayet ise şöyledir:

“Gündüzün iki ucunda ve gecenin bir kısmında namaz kıl. Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir." (Hud suresi : 114)


Bu ayette iki taraf ifadesi doğru bir biçimde kullanılmıştır. “ Gecenin bir kısmında “ ifadesi bazı yorumcular tarafından “ Gündüzün geceye yakın kısımları “ biçiminde anlamlandırılmaktadır.
“ Kısımlar“ yani “ Zülef “ ifadesi Arapça çoğul kuralları çerçevesinde en az üç adet anlamında kullanılmaktadır. İki adet için başka bir çoğul kuralı vardır ki burada ikil çoğul değil en az üç adet anlamına gelen çoğul eki kullanılmıştır.

Ayrıca diğer ayetin tersine tesbih yada zikr gibi sözcükler yerine açıkça Namaz / salat sözcüğü kullanılmıştır. Fakat yine de bu ayette “Gecenin bir kısmında” yada “ Gündüzün geceye yakın kısımları “ ifadesiyle hangi vakitlerin kastedildiği belli değildir. Oysa yorumcular; akşam, sabah ve yatsı namazlarının kastedildiğini ileri sürmektedirler.

Bir başka ayet:

"Namazları ve orta namazını koruyun ve Allah'a gönülden boyun eğiciler olarak durun."
(Bakara Suresi, 238 )


Bu ayeti de beş vakit namaza kanıt göstermekteler. Şöyle ki; Namazlar anlamına gelen “salavat“ sözcüğü en az üç vakti bildirir. Bir de ayette orta namazından bahsedilmektedir. O halde orta namazının gerçekten orta namazı olabilmesi için salavat sözcüğü ile üç değil dört vakit namazın kastediliyor olması gerekir.

Görüleceği üzere burada da tam bir zorlama yorum vardır. Sünni bilginler böylesi zorlamalarla beş vakit namazı ihdas etmeye çalışmaktadırlar.

Kur’an’da benzer içerikte birkaç ayet daha bulunmaktadır. Bir kısmı peygambere özel olarak seslenen ayetlerdir. Yani sadece peygambere özgü buyruklardır.

Bu noktada “Vakitlendirilmiş namaz”dan bahseden ayeti ele almak yerinde olacaktır.

"Namazı bitirdiğinizde, Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken anın. Artık güvenliğe kavuşursanız namazı kılın. Çünkü namaz, inananlar üzerine vakitlendirilmiş olarak yazılmıştır." (Nisa Suresi, 103)

Namazın yani salat’ın vakitlendirilmiş olmasından kasıt inananların belli vakitler tayin ederek Tanrı’yı anmalarıdır. Toplu tapınma için belli bir vaktin tayin edilmesi şarttır. Nitekim bu vakit açıkça belirtilmiştir. Kur’an’da hiçbir yoruma gerek duyulmadan açıkça belirtilen tek namaz Cuma namazıdır.

Söz konusu ayet şöyledir:

“Ey İnananlar, Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında, Allah'ı zikretmeye koşun ve alım satımı bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır." ( Cuma suresi 9)

Burada dikkat edilmesi gereken konu Cuma namazının kadın erkek ayrımı yapılmadan tüm inananlara yüklenmiş olmasıdır. Ancak Sünni ve Şii Müslümanlar bu gerçeği göz ardı ederek Cuma namazı sanki sadece erkeklere farz kılınmış gibi hareket etmektedirler. Kur’an’ın bu tanrısal buyruğunu gereğince yerine getirenler de yine Alevilerdir. Bilindiği gibi Aleviler Cuma günleri yani Perşembeyi Cumaya bağlayan gece kadın erkek ayrımı yapmadan Cuma namazı kılmaktadırlar. Eski takvimde ( Hicri ) yeni günün başlangıcının gün batımı olduğu gerçeği dikkate alındığında Perşembeyi Cumaya bağlayan akşamın Cuma günü içersinde yer aldığı görülecektir. Bu açıdan bakıldığında Alevilerce Cuma akşamları yani Perşembeyi Cumaya bağlayan akşam yapılan Cem ayinleri Kur’an’daki Cuma namazı buyruğunun yerine getirilmesi amacıyla gerçekleştirilen bir toplu dua etkinliğidir. Hiç kuşku yok ki, Cem ayini, Kur’an’da buyurulan toplu tapınmanın yani namazın Türk / Türkmen toplumlarınca şekle dökülmüş halidir. Sünni ve Şii Müslümanlar Cuma namazı adı verilen toplu tapınmada kadınlara yer vermezken Aleviler bu konuda da ne denli doğru bir uygulama içerisinde olduklarını göstermektedirler.

Nitekim Hünkar Hacı Bektaş Veli şöyle buyurmaktadır.

‘‘Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde
Hakk’ın yarattığı her şey bakın yerli yerinde
Bizim nazarımızda kadın-erkek farkı yoktur
Noksanlık ve çirkinlik senin görüşlerinde...’’


Kur’an’da namazla ilgili bir diğer çarpıcı ayet de şudur:

“Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, namazı yaya olarak veya binek üzerinde kılın. Güvenliğe kavuşunca da, Allah'ı, daha önce bilmediğiniz ve onun size öğrettiği şekilde anın.” ( Bakara suresi 239)


Gerçekten bu ayet egemen Sünni ve Şii çevrelerin dayatmacı yorumlarına karşı tam bir yanıttır.

Şöyle ki;

Namaz illa belli şekillerle kılınacak diye bir kural yoktur. Çünkü binit üzerinde söz konusu o şekilleri uygulamak olanaksızdır. O halde anlaşılıyor ki namazın şekil olarak değişmez kuralları yoktur. Zorunlu durumlarda geleneğin ortaya koyduğu şekiller değişebilmektedir.Bu zorunlu durumları günlük yaşamda karşılaşılan durumlarla sınırlandırmak hem doğru değildir hem de Allah’ın rahmet esaslı kolaylaştırıcılık özelliğini onun iradesinin hilafına kısıtlamaktır. Bu zorunlu durumlar kültürler arası farklılıklar boyutunda da anlaşılmalıdır. Her kültürün kendine özgü bir tapınma şekli vardır. Egemen Sünni ve Şii çevreler sadece Orta Doğu ve Arap halklarının tapınma biçimini tüm Müslüman halklara dayatıcı bir tavır içerisinde olmuşlardır. Bu tavır yüzyıllardır Arap olmayan Müslüman halkların bir inanç ve akıl tutulmasına uğraması sonucunu doğurmuştur. Bu inanç ve akıl tutulmasını nispeten kıran tek halk yine Alevi Türkmenlerdir. Başta Türkmenler olmak üzere Türk kavimleri, dayatılan tapınma şekillerini reddedip kendi kültürleri çerçevesinde yüce Tanrı’ya ibadet etme yolunu yaşama geçirmeyi büyük bedeller ödeme pahasına da olsa başarmışlardır.

Kur’an’ın indiği ve onun ilk muhatabı olan Arap toplumunun kültürel ve geleneksel özelliklerinin pek çok dinsel konuda izler taşıdığı biliniyorken başka toplumlara bu özelliklerin sanki dinin aslındanmış gibi dayatılması Allah adına zulmetmekten başka nedir ki ?

Bu zulme seyirci kalmak ve yüce İslam dininin Arap gelenekleri içerisinde boğulmasına göz yummak samimi birer Müslüman olarak tahammül edebileceğimiz bir durum değildir. Aynı şekilde İslam örtüsü altında Arap kültürünün halkımıza ve diğer Müslüman halklara empoze edilmesi karşısında sessiz kalmak sahip olduğumuz insani vasıflarımızın şekillendirdiği kişiliğimizin asla kabul etmeyeceği bir husustur.

Namazla ilgili olarak üzerinde durulması gereken bir diğer konu da savaş sırasında namazın nasıl kılınacağı ile ilgili husustur. Bu konuda Nisa Suresi 101. ve 102. ayetlerde açıklama yapılmıştır:


“Yeryüzünde sefere çıktığınızda, hakikati inkara şartlanmış olanların âniden üzerinize saldırmasından korkarsanız namazı / duayı kısaltmanızda sakınca yoktur. Kuşkusuz ki, gerçeği inkar edenler sizin apaçık düşmanlarınızdır. O halde sen inananlar arasında iken onlara namazda / toplu dua etkinliğinde önderlik yapacaksan, bir bölümünün, silahlarını kuşanmış olarak seninle namaza durmalarına izin ver. Onlar, namazlarını bitirdikten sonra, namazlarını eda etmemiş olan diğer grubun her türlü tehlikeye karşı hazır vaziyette ve silahlarını kuşanmış olarak gelip seninle namaza durmaları sırasında size koruyuculuk yapsınlar; hakikati inkara şartlanmış olanlar sizin silahlarınızı ve teçhizatınızı unutup bırakmanızı isterler ki âni bir baskınla üzerinize saldırabilsinler. Fakat yağmurdan dolayı sıkıntıya düşerseniz yahut hasta iseniz silahlarınızı bırakmanızda bir sakınca yoktur; ama tehlikeye karşı hazırlıklı olun. Allah, hakikati inkar edenler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.” ( Nisa Suresi 101. 102.)


Görüleceği üzere bu ayette de zorunlu durumlarda namazın şekli ve süresi konusunda değişiklikler yapılabileceği tanrısal bir hüküm olarak belirtilmektedir. Bu zorunlu durumlardan yukarıda da belirttiğimiz gibi kültürler arası farklılıklar da anlaşılmalıdır. Özellikle göçebe Türkmenlerin sosyal yaşamları dikkate alındığında ne denli zorunlu ve zorlu durumların yaşanabileceği takdir edilecektir. Sürekli göç eden Türkmenlerin yerleşik Araplar gibi bir ibadet yaşamlarının olması mümkün değildir. Göçebe bir halka yerleşik bir halkın ibadet biçimini zorunlu kılmak hiç kuşku yok ki bir zulümdür. Alevilerin neredeyse tamamına yakınının göçebe Türkmen oymaklarından meydana geldiği düşünüldüğünde, geçmişte belli zaman dilimlerinde yapılan Cem ibadetlerinin ne denli isabetli bir uygulama olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Göçebe Türkmenlerin tarihsel süreç içerisinde yerleşik yaşama geçmeleri ve özellikle kentleşmeyle birlikte kent yaşamının gerekleri çerçevesinde Cem ibadetini zamansal olarak sabitleştirdikleri bilinmektedir. Buna göre Cem ibadetleri Perşembeyi Cumaya bağlayan gece yapılmak suretiyle zamansal olarak da sabitleştirilmiştir. Bu arada belirtelim ki, Cem ibadetinin teolojik kökeni Kırklar meclisidir. Alevi - Bektaşi teolojisi Cem ibadetinin kaynağı olarak Kırklar Meclisini işaret etmektedir.

Ayrıca Sünni bilginlerin tüm ısrarlarına rağmen Şiiler günlük namazların üç vakit halinde kılınabileceğini ileri sürerek aslında bu hususta Kur’an’ın zannedildiği gibi net hükümler içermediğini fiilen ilan etmiş olmakta değil midirler ?

Sünni din bilginlerinin günlük namazlar konusunda sergiledikleri bir diğer gülünç durum ise namazın miraçta aslında elli vakit olarak emredildiği fakat daha sonra Hazreti Musa’nın isteği ve Hazreti Muhammed’in ricasıyla kademe kademe beş vakte indirildiği yönündeki rivayettir. Bu rivayetin kaynağı Sünnilerin en sağlam hadis kitapları olarak kabul ettikleri derlemelerdir.


“Hazreti Peygamber'e İsrâ gecesi, namaz elli vakit olarak farz kılındı. Sonra azaltıldı ve beş vakte düşürüldü. Sonra şöyle seslenildi: Ey Muhammed, şüphesiz bizim nezdimizdeki söz bir değişikliğe uğramaz. Senin için bu beş vakit namaz, elli vakit namazın karşılığıdır." (Buhâri, Salat, 76, Enbiya, 5)


Aynı içerikte başka hadisler yine Sünnilerce muteber kabul edilen başka kaynaklarda da yer almaktadır. Söze konu bu hadislerde peygamber ile Allah’ın neredeyse günlük namazların sayısı konusunda pazarlık yaptıkları gibi bir manzara sergilenmekte ve bu pazarlıkta Hazreti Musa da Hazreti Muhammed’in avukatı rolüne soyunmaktadır. Aslında bu durum dinin hurafe ve efsanelerle ne denli özünden saptırıldığının acıklı / trajik örneklerinden biridir.


Yeniden Kur’an’a dönecek olursak Kur’an’daki hükümleri zahiri / dışsal anlamlarıyla anlamakta ısrar edip zamanın ve farklı toplumsal özelliklerin doğurduğu yeni koşulları görmezden gelen Sünni ve Şii din bilginlerine bir soru yöneltmek istiyoruz.

Kur’an’da Hacca davetin yer aldığı bir ayetteki anlamları aynen uygulamak konusunda neden zahiri manaya bağlı kalmaktan vazgeçiyorsunuz ?

Kur’an’da hacca davet ile ilgili bir ayette şöyle denilmektedir:

“ İnsanlar içinde haccı ilan et ki, gerek yaya olarak ve gerekse derin vadilerden geçerek yorgunluktan incelmiş develer üzerinde sana gelsinler.” ( Hac suresi. 27. )

Bu ayetin zahiri / dışsal anlamı dikkate alındığında haccın mutlaka ya yaya olarak yada yorgunluktan incelmiş develer / binitler üzerinde yapılması gerekmiyor mu ?

O halde neden bunu uygulamıyorsunuz da hacca otobüslerle, uçaklarla yada gemilerle gidiyorsunuz ?

Hani Kur’an’ın tüm hükümleri uygulanmalıydı?

Hacca yaya olarak yada yorgunluktan incelmiş develer üzerinde neden gitmiyorsunuz ?

Hem kendiniz böylesi hükümleri uygulamıyorsunuz hem de Alevileri sizin anladığınız anlamda, sizin istediğiniz vakitlerde ve sizin istediğiniz şekillere dökülmüş olarak namaz kılmadıkları için taciz ediyorsunuz.

Ne hakla ?

Üstelik bu ayette dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus da “ sana gelsinler “ ifadesidir. Burada “ sana“ ifadesiyle kim kastedilmektedir ? Hiç Kuşku yok ki burada kastedilen Hazreti Muhammed’tir. Ancak kimi kaynaklarda bir önceki ayet de dikkate alınarak burada kastedilenin Hazreti İbrahim olduğu da belirtilmektedir.

Hac ibadeti bizzat peygamberin şahsını ziyaret midir, yoksa Kabe’yi ziyaret midir ?

Peygamberin şahsını ziyaret ise eğer neden o vefat ettikten sonra da hac ibadeti sürmüştür ?

Yok kastedilen peygamberin şahsı değil de Kabe’nin ziyaret edilmesi ise o halde neden “ sana “ ifadesi yer almaktadır ?

Burada anlatmaya çalıştığımız husus, Kur’an’ın zahiri manasıyla anlaşılması gerektiği konusunda yapılan / yapılacak olan bir ısrarın ne denli tuhaf sonuçlar doğuracağıdır.


Özellikle namaz konusundaki ayetler dikkate alındığında görülecektir ki, din bilginleri şifre çözer gibi hatta iğneyle kuyu kazar gibi namaz vakitlerini saptamak için çırpınıp durmuşlardır.

İddia ettikleri gibi ve onların anladıklarını ileri sürdükleri haliyle namaz günlük yaşamda bu denli önemli bir tapınma biçimi ise Yüce Allah neden böylesi önemli bir konuyu açıkça ortaya koymamıştır ?

Neden Allah bu denli yoruma ve kafa yormaya gereksinim duyulan ifadeler kullanmaktadır ?

Oysa Kur’an’ın pek çok ayetinde Allah, Kur’an’ın apaçık ve net bir kitap olduğunu söylemektedir.

Bizce bunun yanıtı bellidir. Tanrı, ibadet / tapınma biçimini ve vaktini inananların mensup oldukları kültürlere göre belirleyebilme imkanını sağlamak için böylesi bir yolu irade etmiştir. Fakat zahiriler bu gerçeği anlamak istemedikleri için çırpınıp durmaktadırlar.

Günümüzde kimi Sünni bilginler de namaz konusundaki şekil şartlarının aslında dinin asli buyruklarından olmadığı ve tümüyle geleneğin yansıması olduğu konusunda fikirler beyan edebilme noktasına gelmişlerdir. Kuşku yok ki bu sevindirici bir durumdur. Bu hususta ülkemizin yetiştirdiği ünlü din bilginlerinden Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün öne çıkmakta olduğu malumdur.

Aleviler tarih boyu namaz konusunda kendilerine yönelik tacizlere kimi nefes ve deyişlerde felsefi içeriği derin ve bilgece yanıtlar vermişlerdir. Şimdi bu yanıtlardan bazılarını örnek olarak sunalım:


Bana namaz kılmaz diyen
Ben kıluram namazımı
Kılur isem, kılmaz isem
Ol Hak bilür niyazımı
….

Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmişiki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil



Savm, Salat, Hac, Zekat;
Hicaptır aşıklara !
Aşık, bundan münezzeh,
Naz u niyaz içinde…

Oruç, namaz, zekat, hac
Cürm ü cinayetdür
Fakir bundan azaddur,
Has u havas içinde...

Abdestimiz, namazımız,
Doğruluktur taatımız,
Aşka bağladık safımız,
Safımızdan kim ayıra...
Yunus Emre


Camilerde olan imam
Çoğu bilmez bunu tamam
Dört bin altı yüz seksen selam
Daha namaz sorar mısın

Kaygusuz Abdal


Sofular secde ederler mescidin mihrabına
Yar eşiği secdegahım, yüz sürerim kime ne
Kah çıkarım gökyüzüne hükmederim Kaf be Kaf
Kah inerim yeryüzüne yar severim kime ne

Seyyid Nesimi



Namazımız dara durmak
Orucumuz sabretmek
Biz bir oruç tutarız ki
Ramazan’a benzemez.

Seyyid Nesimi



Ve sanıyorum en susturucu yanıtı da büyük ozanımız Pir Sultan Abdal vermiştir:

Alınmış abdestim aldırırlarsa
Kılınmış namazım kıldırırlarsa
Sizde Hak diyeni öldürürlerse
Ben de bu yayladan Şah’a giderim…

Pir Sultan Abdal



Sonuç:

Sünni ve Şii misyonerler tarafından Alevilere yönelik gerçekleştirilen en önemli tacizlerden biri de namaz ibadeti ile ilgilidir. Buna göre Sünni ve Şii kimi çevreler, gerçeğin hilafına, bilinen şekil ve kalıplara dökülmüş namazı İslam’ın bir buyruğu olarak gördüklerinden, Alevileri kendi anladıkları biçimiyle namaz kılmadıkları ve böyle bir şekilsel zorunluluğu kabul etmedikleri için tekfir etmekte yahut cehaletle suçlamaktadırlar. Oysa gerçek bambaşkadır. Hiç kuşku yok ki, bu gerçeği savunmak konusunda Alevi inanç ve kültürü gereken donanıma sahiptir. Biz bu çalışmamızla o donanımı gözler önüne sermek istiyoruz.


Öncelikle namaz sözcüğünü semantik açıdan / anlambilimsel olarak inceleyelim.


Namaz bilindiği üzere Farsça bir sözcüktür. Aslı “ Nemaz” dır. Sözlükte dua, yalvarış, yakarış gibi anlamlara gelmektedir. Sözcüğün Farsça olmasından da anlaşılacağı üzere Kur’an’da namaz sözü geçmemektedir. Bunun yerine aynı anlama gelen Arapça bir sözcük mevcuttur. Namazın Arapça’daki karşılığı “ salat “ ifadesidir.

“ Salat ” ifadesini temel alarak namaza kanıt arayan Sünni ve Şii bilginler yer yer salat sözcüğü dışında başka sözcükleri de kendi teolojik tezleri paralelinde aynı anlama gelmek üzere yorumlamaktadırlar.

Bu sözcükler; tesbih / yüceleme, zikr / anma, sabah kur’an’ı / sabah okuması vb.dir. Bu sözcükler; bilinen haliyle şekle dökülmüş namaz anlamına gelmediği halde o anlama geliyormuşçasına kullanılmaktadır.

Namazın nasıl kılınacağı konusunda Kur’an’da hiçbir bilgi yoktur. Bu da gösteriyor ki namaz bir dua etkinliği olarak toplumdan topluma ve kültürden kültüre başka biçimlerde yerine getirilebilir bir tapınma faaliyetidir. Sadece bir kültürün tapınma faaliyetini tüm Müslüman toplumlara dayatmak İslam adına kültür emperyalizmi yapmaktan başka bir şey değildir. Şekilsel bakımdan bilinen haliyle namaz, Orta Doğu ve Arap halklarının tapınma biçimidir. Kıyam / Ayakta durma, Rukü / Eğilme, Secde / Yere kapanma ve Ka’de / Oturma adı verilen şekillerle gerçekleştirilen namaz ibadeti İslami bir zorunluluk olmayıp tümüyle geleneğin ürünüdür. Namazın İslami olan yönü Tanrı’nın adının yüceltilmesi, ona boyun eğilmesi ve ona yalvarıp yakarılmasıdır. Şekilsel yani zahiri yönünü İslami bir zorunluluk olarak görmek yüzyılların getirdiği körleşmeden başka bir şey değildir. Tanrı kendisini anmak isteyen kullarına belli şekilleri zorunlu kılacak kadar sığ bir varlık değildir. Asıl olan Allah’ın anılması ise bunun belli bir şekle hapsedilmesi insani açıdan insafsızlık olduğu kadar dinsel anlamda da bağnazlıktır.

Buna karşın şurası bir gerçek ki, insanlar özellikle de Sünni ve Şii Müslümanlar yüzyıllardır alıştıkları, kanıksadıkları ve belledikleri şekil şartlarına hapsedilmiş bir namazdan başka türlü bir ibadeti kabul etmekte elbette ki zorlanacaklardır. Ancak unutulmamalı ki bu zorlanma İslam adı altında gerçekleştirilen Arap Kültür Emperyalizminin yürek burkan ve can acıtıcı bir sonucudur. Bu yürek burkuntusunu ve can acısını ortadan kaldırmanın yolu, yüce Allah’ın dinini bir ırkın kültürüne hapsetmek isteyen çevrelere kararlılıkla karşı çıkmaktan geçmektedir. Biz bu kaşı çıkışı gerçekleştirmek adına yola çıktık.

Bu karşı çıkışta Alevi ulularından, Horasanlı, Türkistanlı Türkmen pirlerinden aldığımız manevi güç, kuşku yok ki en büyük direnç kaynağımızdır.

Arap ve diğer Orta Doğu halklarının tapınma biçimini, “ Namaz ancak böyle olur. Başka türlü olmaz !” diye dayatanlara karşı Alevi ulularının nefesleriyle verdiği yanıtlara geçmeden önce Sünni misyonerlerce ileri sürülen günlük namazların beş vakit olduğu şeklindeki iddiaya ve Şii misyonerlerin üç vakit ısrarlarına değinmek ve bu konudaki akıl tutulmasını gözler önüne sermek istiyoruz.

Sünni kimi din bilginleri Kur’an’da günlük beş vakit namazın buyurulduğu düşüncesindedirler. Bu düşünceye varmak için esas aldıkları söz konusu ayet şudur:




"...Güneşin doğmasından önce de, batmasın dan önce de Rabbini övgü ile tesbih et. Gecenin bazı saatlerinde ve gündüzün taraflarında da tesbih et ki, rızaya ulaşasın.”
( Taha suresi,130)

Bu ayette namaz / salat sözcüğü yerine tesbih yani yüceleme sözü kullanılmıştır. Fakat sanki salat sözcüğü kullanılmış gibi davranılmakta ve beş vakit namaza en güçlü kanıt denilerek bu ayet ileri sürülmektedir. Ayrıca bu ayette “etraf “ yani “taraflar” ifadesi geçtiği halde pek çok yorumcu bu sözcüğü “ iki tarafında / gündüzün iki tarafında yani iki ucunda “ biçiminde anlamlandırmaktadır. Oysa “iki taraf” ifadesinin Arapça’daki karşılığı “tarafeyn” dir.

Görüldüğü üzere bu ayette iki çarpıtma vardır. Biri, namaz sözcüğü kullanılmadığı halde kullanılmış gibi davranılmış olmasıdır. İkincisi ise, taraflar sözcüğünün iki taraf / iki uç biçiminde tahrif edilmiş olmasıdır.

Eğer bu ayet Sünni anlayış doğrultusunda çarpıtılmadan anlaşılmaya çalışılırsa beş değil altı vakit namaz ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki;

Güneşin doğmasından önce bir,
Batmasından önce iki,
Gecenin bazı saatlerinde üç,
Gündün üç tarafında da üç vakit olmak üzere toplam altı vakit.

Oysa bilindiği kadarıyla altı vakit namazı iddia eden muteber hiçbir görüş yoktur.

Alevi inancı açısından bakıldığında bu ayetten çıkan yorum şu olmalıdır. Sabah, akşam, gece, gündüz ve her ne vakitte olursa olsun Allah sürekli anılabilir. Bu anmanın şekli yoktur. Bu, bir sözle de olabilir, bir hareketle de olabilir. Kişi buna içinde yaşadığı toplumun gelenekleri çerçevesinde karar verebilir.

Bir başka ayet ise şöyledir:

“Gündüzün iki ucunda ve gecenin bir kısmında namaz kıl. Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir." (Hud suresi : 114)


Bu ayette iki taraf ifadesi doğru bir biçimde kullanılmıştır. “ Gecenin bir kısmında “ ifadesi bazı yorumcular tarafından “ Gündüzün geceye yakın kısımları “ biçiminde anlamlandırılmaktadır.
“ Kısımlar“ yani “ Zülef “ ifadesi Arapça çoğul kuralları çerçevesinde en az üç adet anlamında kullanılmaktadır. İki adet için başka bir çoğul kuralı vardır ki burada ikil çoğul değil en az üç adet anlamına gelen çoğul eki kullanılmıştır.

Ayrıca diğer ayetin tersine tesbih yada zikr gibi sözcükler yerine açıkça Namaz / salat sözcüğü kullanılmıştır. Fakat yine de bu ayette “Gecenin bir kısmında” yada “ Gündüzün geceye yakın kısımları “ ifadesiyle hangi vakitlerin kastedildiği belli değildir. Oysa yorumcular; akşam, sabah ve yatsı namazlarının kastedildiğini ileri sürmektedirler.

Bir başka ayet:

"Namazları ve orta namazını koruyun ve Allah'a gönülden boyun eğiciler olarak durun."
(Bakara Suresi, 238 )


Bu ayeti de beş vakit namaza kanıt göstermekteler. Şöyle ki; Namazlar anlamına gelen “salavat“ sözcüğü en az üç vakti bildirir. Bir de ayette orta namazından bahsedilmektedir. O halde orta namazının gerçekten orta namazı olabilmesi için salavat sözcüğü ile üç değil dört vakit namazın kastediliyor olması gerekir.

Görüleceği üzere burada da tam bir zorlama yorum vardır. Sünni bilginler böylesi zorlamalarla beş vakit namazı ihdas etmeye çalışmaktadırlar.

Kur’an’da benzer içerikte birkaç ayet daha bulunmaktadır. Bir kısmı peygambere özel olarak seslenen ayetlerdir. Yani sadece peygambere özgü buyruklardır.

Bu noktada “Vakitlendirilmiş namaz”dan bahseden ayeti ele almak yerinde olacaktır.

"Namazı bitirdiğinizde, Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken anın. Artık güvenliğe kavuşursanız namazı kılın. Çünkü namaz, inananlar üzerine vakitlendirilmiş olarak yazılmıştır." (Nisa Suresi, 103)

Namazın yani salat’ın vakitlendirilmiş olmasından kasıt inananların belli vakitler tayin ederek Tanrı’yı anmalarıdır. Toplu tapınma için belli bir vaktin tayin edilmesi şarttır. Nitekim bu vakit açıkça belirtilmiştir. Kur’an’da hiçbir yoruma gerek duyulmadan açıkça belirtilen tek namaz Cuma namazıdır.

Söz konusu ayet şöyledir:

“Ey İnananlar, Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında, Allah'ı zikretmeye koşun ve alım satımı bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır." ( Cuma suresi 9)

Burada dikkat edilmesi gereken konu Cuma namazının kadın erkek ayrımı yapılmadan tüm inananlara yüklenmiş olmasıdır. Ancak Sünni ve Şii Müslümanlar bu gerçeği göz ardı ederek Cuma namazı sanki sadece erkeklere farz kılınmış gibi hareket etmektedirler. Kur’an’ın bu tanrısal buyruğunu gereğince yerine getirenler de yine Alevilerdir. Bilindiği gibi Aleviler Cuma günleri yani Perşembeyi Cumaya bağlayan gece kadın erkek ayrımı yapmadan Cuma namazı kılmaktadırlar. Eski takvimde ( Hicri ) yeni günün başlangıcının gün batımı olduğu gerçeği dikkate alındığında Perşembeyi Cumaya bağlayan akşamın Cuma günü içersinde yer aldığı görülecektir. Bu açıdan bakıldığında Alevilerce Cuma akşamları yani Perşembeyi Cumaya bağlayan akşam yapılan Cem ayinleri Kur’an’daki Cuma namazı buyruğunun yerine getirilmesi amacıyla gerçekleştirilen bir toplu dua etkinliğidir. Hiç kuşku yok ki, Cem ayini, Kur’an’da buyurulan toplu tapınmanın yani namazın Türk / Türkmen toplumlarınca şekle dökülmüş halidir. Sünni ve Şii Müslümanlar Cuma namazı adı verilen toplu tapınmada kadınlara yer vermezken Aleviler bu konuda da ne denli doğru bir uygulama içerisinde olduklarını göstermektedirler.

Nitekim Hünkar Hacı Bektaş Veli şöyle buyurmaktadır.

‘‘Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde
Hakk’ın yarattığı her şey bakın yerli yerinde
Bizim nazarımızda kadın-erkek farkı yoktur
Noksanlık ve çirkinlik senin görüşlerinde...’’


Kur’an’da namazla ilgili bir diğer çarpıcı ayet de şudur:

“Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, namazı yaya olarak veya binek üzerinde kılın. Güvenliğe kavuşunca da, Allah'ı, daha önce bilmediğiniz ve onun size öğrettiği şekilde anın.” ( Bakara suresi 239)


Gerçekten bu ayet egemen Sünni ve Şii çevrelerin dayatmacı yorumlarına karşı tam bir yanıttır.

Şöyle ki;

Namaz illa belli şekillerle kılınacak diye bir kural yoktur. Çünkü binit üzerinde söz konusu o şekilleri uygulamak olanaksızdır. O halde anlaşılıyor ki namazın şekil olarak değişmez kuralları yoktur. Zorunlu durumlarda geleneğin ortaya koyduğu şekiller değişebilmektedir.Bu zorunlu durumları günlük yaşamda karşılaşılan durumlarla sınırlandırmak hem doğru değildir hem de Allah’ın rahmet esaslı kolaylaştırıcılık özelliğini onun iradesinin hilafına kısıtlamaktır. Bu zorunlu durumlar kültürler arası farklılıklar boyutunda da anlaşılmalıdır. Her kültürün kendine özgü bir tapınma şekli vardır. Egemen Sünni ve Şii çevreler sadece Orta Doğu ve Arap halklarının tapınma biçimini tüm Müslüman halklara dayatıcı bir tavır içerisinde olmuşlardır. Bu tavır yüzyıllardır Arap olmayan Müslüman halkların bir inanç ve akıl tutulmasına uğraması sonucunu doğurmuştur. Bu inanç ve akıl tutulmasını nispeten kıran tek halk yine Alevi Türkmenlerdir. Başta Türkmenler olmak üzere Türk kavimleri, dayatılan tapınma şekillerini reddedip kendi kültürleri çerçevesinde yüce Tanrı’ya ibadet etme yolunu yaşama geçirmeyi büyük bedeller ödeme pahasına da olsa başarmışlardır.

Kur’an’ın indiği ve onun ilk muhatabı olan Arap toplumunun kültürel ve geleneksel özelliklerinin pek çok dinsel konuda izler taşıdığı biliniyorken başka toplumlara bu özelliklerin sanki dinin aslındanmış gibi dayatılması Allah adına zulmetmekten başka nedir ki ?

Bu zulme seyirci kalmak ve yüce İslam dininin Arap gelenekleri içerisinde boğulmasına göz yummak samimi birer Müslüman olarak tahammül edebileceğimiz bir durum değildir. Aynı şekilde İslam örtüsü altında Arap kültürünün halkımıza ve diğer Müslüman halklara empoze edilmesi karşısında sessiz kalmak sahip olduğumuz insani vasıflarımızın şekillendirdiği kişiliğimizin asla kabul etmeyeceği bir husustur.

Namazla ilgili olarak üzerinde durulması gereken bir diğer konu da savaş sırasında namazın nasıl kılınacağı ile ilgili husustur. Bu konuda Nisa Suresi 101. ve 102. ayetlerde açıklama yapılmıştır:


“Yeryüzünde sefere çıktığınızda, hakikati inkara şartlanmış olanların âniden üzerinize saldırmasından korkarsanız namazı / duayı kısaltmanızda sakınca yoktur. Kuşkusuz ki, gerçeği inkar edenler sizin apaçık düşmanlarınızdır. O halde sen inananlar arasında iken onlara namazda / toplu dua etkinliğinde önderlik yapacaksan, bir bölümünün, silahlarını kuşanmış olarak seninle namaza durmalarına izin ver. Onlar, namazlarını bitirdikten sonra, namazlarını eda etmemiş olan diğer grubun her türlü tehlikeye karşı hazır vaziyette ve silahlarını kuşanmış olarak gelip seninle namaza durmaları sırasında size koruyuculuk yapsınlar; hakikati inkara şartlanmış olanlar sizin silahlarınızı ve teçhizatınızı unutup bırakmanızı isterler ki âni bir baskınla üzerinize saldırabilsinler. Fakat yağmurdan dolayı sıkıntıya düşerseniz yahut hasta iseniz silahlarınızı bırakmanızda bir sakınca yoktur; ama tehlikeye karşı hazırlıklı olun. Allah, hakikati inkar edenler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.” ( Nisa Suresi 101. 102.)


Görüleceği üzere bu ayette de zorunlu durumlarda namazın şekli ve süresi konusunda değişiklikler yapılabileceği tanrısal bir hüküm olarak belirtilmektedir. Bu zorunlu durumlardan yukarıda da belirttiğimiz gibi kültürler arası farklılıklar da anlaşılmalıdır. Özellikle göçebe Türkmenlerin sosyal yaşamları dikkate alındığında ne denli zorunlu ve zorlu durumların yaşanabileceği takdir edilecektir. Sürekli göç eden Türkmenlerin yerleşik Araplar gibi bir ibadet yaşamlarının olması mümkün değildir. Göçebe bir halka yerleşik bir halkın ibadet biçimini zorunlu kılmak hiç kuşku yok ki bir zulümdür. Alevilerin neredeyse tamamına yakınının göçebe Türkmen oymaklarından meydana geldiği düşünüldüğünde, geçmişte belli zaman dilimlerinde yapılan Cem ibadetlerinin ne denli isabetli bir uygulama olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Göçebe Türkmenlerin tarihsel süreç içerisinde yerleşik yaşama geçmeleri ve özellikle kentleşmeyle birlikte kent yaşamının gerekleri çerçevesinde Cem ibadetini zamansal olarak sabitleştirdikleri bilinmektedir. Buna göre Cem ibadetleri Perşembeyi Cumaya bağlayan gece yapılmak suretiyle zamansal olarak da sabitleştirilmiştir. Bu arada belirtelim ki, Cem ibadetinin teolojik kökeni Kırklar meclisidir. Alevi - Bektaşi teolojisi Cem ibadetinin kaynağı olarak Kırklar Meclisini işaret etmektedir.

Ayrıca Sünni bilginlerin tüm ısrarlarına rağmen Şiiler günlük namazların üç vakit halinde kılınabileceğini ileri sürerek aslında bu hususta Kur’an’ın zannedildiği gibi net hükümler içermediğini fiilen ilan etmiş olmakta değil midirler ?

Sünni din bilginlerinin günlük namazlar konusunda sergiledikleri bir diğer gülünç durum ise namazın miraçta aslında elli vakit olarak emredildiği fakat daha sonra Hazreti Musa’nın isteği ve Hazreti Muhammed’in ricasıyla kademe kademe beş vakte indirildiği yönündeki rivayettir. Bu rivayetin kaynağı Sünnilerin en sağlam hadis kitapları olarak kabul ettikleri derlemelerdir.


“Hazreti Peygamber'e İsrâ gecesi, namaz elli vakit olarak farz kılındı. Sonra azaltıldı ve beş vakte düşürüldü. Sonra şöyle seslenildi: Ey Muhammed, şüphesiz bizim nezdimizdeki söz bir değişikliğe uğramaz. Senin için bu beş vakit namaz, elli vakit namazın karşılığıdır." (Buhâri, Salat, 76, Enbiya, 5)


Aynı içerikte başka hadisler yine Sünnilerce muteber kabul edilen başka kaynaklarda da yer almaktadır. Söze konu bu hadislerde peygamber ile Allah’ın neredeyse günlük namazların sayısı konusunda pazarlık yaptıkları gibi bir manzara sergilenmekte ve bu pazarlıkta Hazreti Musa da Hazreti Muhammed’in avukatı rolüne soyunmaktadır. Aslında bu durum dinin hurafe ve efsanelerle ne denli özünden saptırıldığının acıklı / trajik örneklerinden biridir.


Yeniden Kur’an’a dönecek olursak Kur’an’daki hükümleri zahiri / dışsal anlamlarıyla anlamakta ısrar edip zamanın ve farklı toplumsal özelliklerin doğurduğu yeni koşulları görmezden gelen Sünni ve Şii din bilginlerine bir soru yöneltmek istiyoruz.

Kur’an’da Hacca davetin yer aldığı bir ayetteki anlamları aynen uygulamak konusunda neden zahiri manaya bağlı kalmaktan vazgeçiyorsunuz ?

Kur’an’da hacca davet ile ilgili bir ayette şöyle denilmektedir:

“ İnsanlar içinde haccı ilan et ki, gerek yaya olarak ve gerekse derin vadilerden geçerek yorgunluktan incelmiş develer üzerinde sana gelsinler.” ( Hac suresi. 27. )

Bu ayetin zahiri / dışsal anlamı dikkate alındığında haccın mutlaka ya yaya olarak yada yorgunluktan incelmiş develer / binitler üzerinde yapılması gerekmiyor mu ?

O halde neden bunu uygulamıyorsunuz da hacca otobüslerle, uçaklarla yada gemilerle gidiyorsunuz ?

Hani Kur’an’ın tüm hükümleri uygulanmalıydı?

Hacca yaya olarak yada yorgunluktan incelmiş develer üzerinde neden gitmiyorsunuz ?

Hem kendiniz böylesi hükümleri uygulamıyorsunuz hem de Alevileri sizin anladığınız anlamda, sizin istediğiniz vakitlerde ve sizin istediğiniz şekillere dökülmüş olarak namaz kılmadıkları için taciz ediyorsunuz.

Ne hakla ?

Üstelik bu ayette dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus da “ sana gelsinler “ ifadesidir. Burada “ sana“ ifadesiyle kim kastedilmektedir ? Hiç Kuşku yok ki burada kastedilen Hazreti Muhammed’tir. Ancak kimi kaynaklarda bir önceki ayet de dikkate alınarak burada kastedilenin Hazreti İbrahim olduğu da belirtilmektedir.

Hac ibadeti bizzat peygamberin şahsını ziyaret midir, yoksa Kabe’yi ziyaret midir ?

Peygamberin şahsını ziyaret ise eğer neden o vefat ettikten sonra da hac ibadeti sürmüştür ?

Yok kastedilen peygamberin şahsı değil de Kabe’nin ziyaret edilmesi ise o halde neden “ sana “ ifadesi yer almaktadır ?

Burada anlatmaya çalıştığımız husus, Kur’an’ın zahiri manasıyla anlaşılması gerektiği konusunda yapılan / yapılacak olan bir ısrarın ne denli tuhaf sonuçlar doğuracağıdır.


Özellikle namaz konusundaki ayetler dikkate alındığında görülecektir ki, din bilginleri şifre çözer gibi hatta iğneyle kuyu kazar gibi namaz vakitlerini saptamak için çırpınıp durmuşlardır.

İddia ettikleri gibi ve onların anladıklarını ileri sürdükleri haliyle namaz günlük yaşamda bu denli önemli bir tapınma biçimi ise Yüce Allah neden böylesi önemli bir konuyu açıkça ortaya koymamıştır ?

Neden Allah bu denli yoruma ve kafa yormaya gereksinim duyulan ifadeler kullanmaktadır ?

Oysa Kur’an’ın pek çok ayetinde Allah, Kur’an’ın apaçık ve net bir kitap olduğunu söylemektedir.

Bizce bunun yanıtı bellidir. Tanrı, ibadet / tapınma biçimini ve vaktini inananların mensup oldukları kültürlere göre belirleyebilme imkanını sağlamak için böylesi bir yolu irade etmiştir. Fakat zahiriler bu gerçeği anlamak istemedikleri için çırpınıp durmaktadırlar.

Günümüzde kimi Sünni bilginler de namaz konusundaki şekil şartlarının aslında dinin asli buyruklarından olmadığı ve tümüyle geleneğin yansıması olduğu konusunda fikirler beyan edebilme noktasına gelmişlerdir. Kuşku yok ki bu sevindirici bir durumdur. Bu hususta ülkemizin yetiştirdiği ünlü din bilginlerinden Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ün öne çıkmakta olduğu malumdur.

Aleviler tarih boyu namaz konusunda kendilerine yönelik tacizlere kimi nefes ve deyişlerde felsefi içeriği derin ve bilgece yanıtlar vermişlerdir. Şimdi bu yanıtlardan bazılarını örnek olarak sunalım:


Bana namaz kılmaz diyen
Ben kıluram namazımı
Kılur isem, kılmaz isem
Ol Hak bilür niyazımı
….

Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmişiki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil



Savm, Salat, Hac, Zekat;
Hicaptır aşıklara !
Aşık, bundan münezzeh,
Naz u niyaz içinde…

Oruç, namaz, zekat, hac
Cürm ü cinayetdür
Fakir bundan azaddur,
Has u havas içinde...

Abdestimiz, namazımız,
Doğruluktur taatımız,
Aşka bağladık safımız,
Safımızdan kim ayıra...
Yunus Emre


Camilerde olan imam
Çoğu bilmez bunu tamam
Dört bin altı yüz seksen selam
Daha namaz sorar mısın

Kaygusuz Abdal


Sofular secde ederler mescidin mihrabına
Yar eşiği secdegahım, yüz sürerim kime ne
Kah çıkarım gökyüzüne hükmederim Kaf be Kaf
Kah inerim yeryüzüne yar severim kime ne

Seyyid Nesimi



Namazımız dara durmak
Orucumuz sabretmek
Biz bir oruç tutarız ki
Ramazan’a benzemez.

Seyyid Nesimi



Ve sanıyorum en susturucu yanıtı da büyük ozanımız Pir Sultan Abdal vermiştir:

Alınmış abdestim aldırırlarsa
Kılınmış namazım kıldırırlarsa
Sizde Hak diyeni öldürürlerse
Ben de bu yayladan Şah’a giderim…

Pir Sultan Abdal




1. İslam dinine göre namaz bir dua etkinliğidir. Bu etkinlik bireysel olarak yapılabileceği gibi toplu olarak da yapılabilmektedir.

2. İslam dinine göre namazın belli bir şekli yoktur. Her toplum kendi kültürü / gelenekleri çerçevesinde bir takım şekiller ihdas edebilir.

3. İslam dinine göre günlük olarak beş yada üç vakit namaz söz konusu değildir. Namazın gerek şekli gerekse de ihdas edilmiş vakitleri tümüyle zorlama yorumlara ve Orta Doğu ve Arap halklarının geleneklerine dayanmaktadır.

4. Alevi - Bektaşilerin namaz konusunda geliştirdikleri içtihad, mensup oldukları kültürlerinin doğal sonucudur. Bu bağlamda cem ayini, İslam’ın namaz emrinin Alevi ve Bektaşilerce uygulanma biçimidir.

5. Alevi - Bektaşilerin namazı cem ibadetidir. Başka türlü bir namaz Alevi inanç ve kültüründe olmadığı gibi Alevi geleneğine de aykırıdır.

6. Cem ayini, içerisinde barındırdığı dara durma yani kıyam, tecella ve temenna yani rukü ve ayrıca defalarca icra edilen secdesiyle İslam’ın namaz buyruğunu karşılayan en güzel tapınım,ritüel,salat,namaz,ibadet,tesbih,zikir ne dersiniz deyiniz güzel bir eylemdir.

7. Cem ayini yerine başka türde bir namazı benimsemek yada bunu savunmak Aleviliğin eritilme çabasından başka bir şey değildir.

8. Kur’an’da vakti hiçbir yoruma gerek duyulmadan açıkça belirtilen tek namaz Cuma namazıdır. Alevi - Bektaşilerin Cem ayinlerinin yapılış vakti yani Perşembeyi Cumaya bağlayan gece Cuma namazı vaktidir. Cuma namazının vakti Cuma günü süresinin tümüdür. Bu sürenin her hangi bir bölümünde namaz ifa edilebilir.

9. Cuma namazı Kur’an’da kadın erkek ayrımı yapılmadan tüm inananlara emredilmiştir. Bu bağlamda Alevi - Bektaşilerin kadın erkek birlikte cem yapmaları Kur’ansal buyrukla örtüşen gerçek bir ibadet hüviyetindedir.

10. Namaz konusunda yüzyıllardır süren Sünni ve Şii uygulamalarının bir inanç ve akıl tutulması olduğu açıktır. Sünni ve Şiilerin bu konudaki yorumlarına Alevilerin gösterdiği saygı eşit düzeyde bir karşılığı hak etmektedir. Bu bağlamda Alevilerin namaz ile ilgili olarak geliştirdikleri yorum ve uygulamaya Sünni ve Şii din bilgileri de aynı şekilde saygı göstermek zorundadırlar.

11. Kur’an’da, Allah’ın yatarken, ayaktayken ve otururken de anılmak suretiyle ibadet edilebileceği net bir biçimde belirtildiğinden namazı belli bir şekle hapsetmeye çalışmak isabetli bir tutum değildir.


Son söz olarak yineleyelim ki, Alevilerin namazı cem ayinidir. Bir de hakka yürüyen canın ardından kılınan ve bir helalleşme niteliğinde olan Cenaze Namazımız vardır ki bu namaz, gerek semantik açıdan gerekse işlev bakımından bu yazımızın kapsamı dışındadır.


Mustafa Cemil KILIÇ

İLAHİYATÇI / SOSYOLOG,EĞİTİM-İŞ İSTANBUL ŞUBE BAŞKANI,DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENİ,TÜRKÇÜ TOPLUMCU YOL SİTESİ SAHİBİ

23. 12. 2006

İstanbul



__________________
"sadece iki şey sonsuzdur evren ve insan ahmaklığı..
ilkinden o kadar da emin değilim." (albert einstein)
Yukarı dön Göster ebu turab's Profil Diğer Mesajlarını Ara: ebu turab
 
Xweser-Mirov
Yasaklı
Yasaklı


Katılma Tarihi: 17 mart 2008
Yer: Netherlands
Gönderilenler: 421
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı Xweser-Mirov

Merhaba,

Hakk diyen kinanir mi hic ? Herkesin namazi bir olur mu hic ? Herkesin duasi bir olur mu hic ? Herkesin anlayisi bir olur mu ? Dunya bir renkten mi ibaret ? Her insan ayni karaktere imkanlara mi sahip ? ..

Allah'i anmanin sekli sevali yoktur.. Yaptiginiz ister cem olsun ister 5 vakit namaz ister bir secde ister bir ruku, bu hareketleri degerli kilan Allah'i anmak icin yapmis oldugunuzdandir.

Yoksa cogunlugun, anlamlarini dahi bilmeden gunde 5 defa tekrarladiklari arapca dualarla Allah anilmaz. Kuran yalniz icimizden namazda anlamini bilmeden okumamiz icin inmemistir.. Yada oluler arkasindan okunacak hatim edilecek bir kitapta degildir..

Sunni - sii - alevi  hic farketmez.. Ibadet sekilleri birer renktir, zenginliktir. 4 mezhep neden degisik hareketlerle kilinca oluyor pek hala ?

Alevi kardeslere, sunni kardeslere, sii kardeslere ve diger kardeslere selam olsun..



__________________
Hayat sen ne güzelsin
Yukarı dön Göster Xweser-Mirov's Profil Diğer Mesajlarını Ara: Xweser-Mirov
 

Eğer Bu Konuya Cevap Yazmak İstiyorsanız İlk Önce giriş
Eğer Kayıtlı Bir Kullanıcı Değilseniz İlk Önce Kayıt Olmalısınız

  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats