Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İnsan-peygamber
ilişkisini, ipek böceği-koza ilişkisine benzetebiliriz. İpek böceği
kendi etrafında koza örer. Bu örme fiili öyle bir noktaya gelir ki,
ördüğü koza onu dış dünyadan koparır ve böcek ölüm noktasına gelir.
Tam
bu safhada eğer dışarıdan biri kozayı yararsa böceğe yardım etmiş olur,
böcek özgürleşir, kendi hapishanesinden gerçekliğin dünyasına çıkar. İpek ticaretini yapanlar böceği öldürüp ipeğe sahip olmak
ister, onlar ne böceği özgürleştirir ne dışarıdan bir müdahaleye izin
verirler. Eflatun'un mağara istiaresi, bize 'dışarıdan biri'nin fiili
yardımını ilham edici mahiyettedir. Yüzleri mağaranın iç duvarına dönük
bir biçimde zincire vurulmuş insanları kim kurtaracak? Kendileri mi,
yoksa dışarıdan birileri mi? Eğer insan salt kendi başına kurtulabilir
diyorsanız, siz kusursuz bir deistsiniz, dışarıdan yardım almaya
muhtaçtır derseniz, oturup uzun uzadıya düşünmeniz lazım. Dışarıdan
insana yardıma gelenler veya başka bir deyişle insanı kurtarmak üzere
özgürlükler mücadelesinin sürdüğü sahneye çıkanlar, sonunda insanı
kendilerinden kurtulma mücadelesini vermeye mecbur etmişlerdir. Faşizm
ve komünizm, bilimsel sosyalizm bu türden kurtarıcılardı. 20. yüzyılda
beşeriyete kan kusturan bu siyasal rejimlerin felsefi ilham
kaynaklarını, bütün Batı felsefesinin kendisine bir dipnot olarak
düşüldüğü söylenen Eflatun'a dayandırmaları boşuna olmasa gerek.
Bir yönüyle insan da ipek böceği gibidir. Kendi bilgisi,
tecrübesi ve zaman içinde sahip olduğu birikimi üreterek, üst üste
koyarak "irfan" veya "kültür" üretir. Bu "öğrenilen bilgi"dir. İrfan,
müteal/aşkınla, vahy ve hikmetle ilişkisi dolayısıyla
özgürleştiricidir. Onu üreten insanı kendi hapishanesine kapatması
dolayısıyla kültürün kaderi, bir süre sonra kapalı bir sisteme
dönüşmektir. Eğer insanın bilgi stokunda her aşamada yaptığı şeyleri
test etmesine yarayacak doğru kriterleri yoksa, nerede duracağını ve
hangi sınırları çiğneme hakkına sahip olmadığını bilmiyorsa, bir süre
sonra ipek böceği gibi kendi kültürüyle etrafına koza örer ve giderek
ördüğü şey onu gerçekliğin dünyasından koparan hapishanesi olur. Onu
kaynar kazanlara atıp ipeğinden ticari metaa çevirecek olanlar hazır
beklemektedirler. Aydınlanma, insanın dışarıdan hiçbir yardım almadan kendi
akli çabasıyla bulunduğu koza durumundan çıkıp özgürleşebileceğini
iddia etti. Kant, açıkça Aydınlanma'yı "içine düştüğü bu erginsizlik
durumundan sadece aklı aracılığıyla kurtulması" olarak tanımlıyordu.
Fakat bunun mümkün olmadığını deneysel olarak hem müşahede ediyor hem
yaşıyoruz. En azından bizi Zeus'un elindeki "bilgi meş'alesi"ne sahip
kılmak isteyen Promete'nin -bu liberal felsefenin bireyi, Nietzsche'nin
süpermeni de olabilir- sonunda bir tiran olup karşımıza çıktığını ve
Zeus'un yaptıklarının kat kat fazlasını hemcinslerine reva gördüğünü
söyleyebiliyoruz. Bunun sorumlusu, Allah'ın insana en büyük bağışı olan
"akıl" değildir, sorumlu, aklı ilahi menşeinden, Nefha-i ruhun
mahiyetinden koparan ve onu nefsin bencil tutkuları, heva ve hevesinin
saldırılarına karşı korumasız bırakan zihniyettir.
Tarihte kozanın kalınlaştığı, insanın kendini "kültür
hapishanesi"ne tıktığı her kritik zamanda Allah bir peygamber gönderir.
Peygamber kozayı yırtıp insanı bulunduğu yerden elinin içine alıp mı
kurtarır? Hayır, öyle olsaydı Eflatun'un istiaresine ve ondan türeyen
faşizme ve komünizme çıkardık. Peygamber, insana doğru bir yol haritası
verir, onu hidayete yöneltir. Başka bir ifadeyle "enfusundaki hakikat
meşalesi"ni tutuşturur, afaktaki "hakikat güneşi"yle bağını kurmasına
yardım eder. Ancak geçerli kural şudur: Kendini kurtaran, insandır.
Varlık ağacının olgun meyvesi, yeryüzünde Allah'ın halifesi ve bu
özellikleri dolayısıyla Eşref-i mahlukat olan insan Allah'ın lütuf ve
ihsanı, peygamberin (nubuvvet ve risalet) yol gösterici eşliğinde bunun
başarır. Bu ilk peygamberden son Peygamber'e kadar hep böyle
olmuştur. (ALi Bulaç )
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
|