radyoman Uzman Uye
Katılma Tarihi: 09 mart 2005 Yer: Antigua And Barbuda Gönderilenler: 362
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
İslami Kimlik ve Sapmalar Ekseninde Özgün Bir Çalışma: "LİDERLERE TAPINMA PSİKOLOJİSİ"
İnsanların kendilerini "kendileri" yapan belirleyenleri tanımladıkları ölçülerin ana mantığını oluşturan kimlik algısı aynı zamanda insanın Allah’a, kendine ve topluma karşı yabancılaşma sorununun çözümünü ve kaynağını da bünyesinde barındırmaktadır. Kimlikleri ana hatlarıyla iki farklı kategoriye sokan iki zıt anlayış’ın irdelenmesi bunun için önem arzetmektedir. Bu iki zıt anlayış; Kimliğin merkezine belirleyen olarak değerlerin, fikirlerin mi alındığı yoksa gücün, ve bu gücü simgeleyen liderin mi alındığında yatmaktadır. Dr. Hamdi Kalyoncu’nun sistematik olarak hazırladığı eseri de bu açıdan önemli bir boşluğu dolduruyor.
"Liderler’e tapınma psikolojisi bizzat Tek ilah’a ortak koşma eğiliminin toplumsal tezahürü olarak karşımıza çıkıyor. Kula kulluğun başlangıç noktası da diyebileceğimiz "Ulu Önder" kurgusu, insanın öncelikle kendi kişiliğine güvensizliğinden kaynaklanmaktadır. Allah’ın insanın özgür iradesine yaptığı vurgu (17/13) ve Bu iradeye yüklediği sorumluluğun araştırma (17/36) , akletme (67/10) ve sonuca ulaşma (39/18) sünnetullahı dairesinde doğan iman’ı sahih kabul edip diğer inanç türlerini "zan" olarak tanımlaması Tevhidin toplumsal boyutu açısından insan-insan ilişkilerini de belirlediğini göstermektedir bizlere.
"Ben kimim, niçin varım, neyi hedefliyorum?" gibi insanın varoluşuna tekabül eden temel sorulara verdiğimiz cevaplar bütünü ile bir kimlik tanımlaması yaparız. Evrene, hayata, insanlara ilişkin temel kabullerimiz ve bu çerçeve içinde kendimize biçtiğimiz misyon, kimliğimizi oluşturur. Kimliğimiz bir yönüyle bizi, temel kabullerimiz noktasında ortaklaştığımız insanlarla birlikteliğe, paylaşmaya sevk ederken, diğer taraftan da bizi başkalarından ayırır, farklılaştırır. Müslümanlar olarak sahip olmamız gereken kimliğimizi silik, edilgen, sıradan bir canlılar topluluğu olmaktan çıkarıp, izzet ve sorumluluk sahibi bir ümmet olma bilincine eriştirir. Bize insanlar için çıkarılmış hayırlı "örnek toplum" olma vasfını kazandırır. Hayatın ve ölümün anlamını ve amacını öğretir. (6:162)
Ali Şeriati, yukarıda belirttiğimiz örnek toplum’u inşaa edecek örnek şahsiyetleri ortadan kaldıran ve yerine güdülen bir yığın oluşturan en önemli etkenin "istihmarcılık" (eşekleştirme) olarak kavramlaştırdığı olgu olduğunu belirtmektedir.
Bu yabancılaşma ise ancak kişilerin kendi özbilinçlerine dönmeleri ve bu halde toplumsal bir bilinç inşaa etmeleriyle aşılabilir. Şeriati’ye göre yabancılaşan çoğunlukların (Tekasür) şahsiyet-perestlik eğilimleri ferdin kurtuluşunu rehber, murat, pir, mürşid, abdal ve bedil’e yüklemiştir. ‘Aracı çığırtkan’ olarak tanımladığı bu tapınılan insan-üstüler mantığıyla şekillenen düşünce tarzının İslam’a sokularak sufiyane şahsiyet-perestlik ve tasavvufi makamların hiyerarşik düzeni oluşturulduğunu belirtmektedir. Şeriati "İmam"ın Ümmetin genel örnekliğinden yetişen, öne sıyrılan ve güzel örnek makamındaki önder olması gerektiğini vurgular.
Hamdi Kalyoncu söz konusu eserinde insanlık tarihindeki en önemli şirk tezahürü olan kişileri ilah edinme eğilimini öncelikle ilah edinilen kişilerin karekteristik özelliklerini inceleyerek tespitlerini ortaya koyuyor. Yazarın da belirttiği gibi kişi merkezli oluşumların modern ya da geleneksel farklı kültürel iklimlerinde ortaya çıkmaları bu hastalığın varlığını değiştirmiyor.
Eseri okuduğumuzda Batı medeniyetinin ürettiği siyasal lider tipleri (Hitler, Mussolini, Lenin, M.Kemal, Şah Rıza vb. laik ulusal şefler) ile inanç alanında ortaya çıkan bazı kimseler arasında yönetim mantığı açısından pek te bir farkın olmadığını görüyoruz. İnsanların firavunu Rab edinmeleriyle haham ve rahipleri (din adamlarını) Rabb (koruyucu, terbiye edici, Dini hüküm koyucu) edinmeleri arasında farklı sebepler de olsa aynı eğilimin olduğunu görmekteyiz.
Kitlelerin istediği yönetici mi? ilah mı? Sorusuna cevap arayan Kalyoncu, ilah kavramının içeriğini oluşturan "sığınılan", "yardım eden", "umut bağlanan", "herşeyden çok sevilen", "kendisinden korkulmaya ve mutlak itaat edilmeye layık olan", "her sözü mutlak doğru kabul edilen", "kendisinden kurtuluş beklenilen" gibi anlamları liderlere yüklemek oldukça sık karşılaşılan bir durum olduğunu belirtmekte.
Bu durumun baştakilere karşı gelişen sapkın ve hastalıklı bağlanış olduğunu söyleyen Kalyoncu, böylelikle toplumu hayatın gerçeklerinden kopartıp, hezeyanlar ve hayaller içinde miskinler topluluğu haline getirdiğini vurgulamaktadır. Kurtarıcılık sendromuna dikkatleri çeken yazar, özellikle mehdilik düşüncesinin doğu toplumlarında bu sendromun neticesi olduğunu belirtmektedir. Mehdiliği tarihsel süreç içinde inceleyen kitap, Keşf metodu başlığı altında liderlerin bilgi kaynaklarının nasıl sorgulanamaz, belirsiz bir zemine dayandırıldığını çözümlemekte.
Hamdi Kalyoncu da Şeriati gibi, liderlere tapınma psikolojisinin müslüman topluluklar üzerindeki en açık ve sistemli örneğini tasavvuf felsefesinde bulur. O’na göre Emevi kralı Muaviye’nin Şam’ı kutsal göstermek için uydurttuğu "Abdallar hadisi" diye anılan sözler "Kutub" inancının temellerini oluşturmaktadır. Bu söz sonraki zamanlarda Hint mistisizminden ithal edilen yedek ilah teorileriyle zenginleştirilmiş ve İslamileştirilmiş bir alttanrılar silsilesi oluşturulmuştur. Bunların başı kabul edilen kişi "kutub" ve "gavs" diye anılır. Onun altında "Vedalar" sistemine ait anlayışın sıralamasına uygun bir iş bölümü yapılır. Kutbun yönetiminde dünyayı hatta evreni idare ederler.
Dolayısıyla tasavvuf kültürü, kelamcılık, mezhepçilik gibi İslam'ın özüne yabancı tarihsel oluşumların gölgesi altında Kur'an'ın saf, berrak mesajı ve Resulullah'ın pak sünneti alabildiğine bulanıklaştırılmış, anlaşılmaz kılınmıştır. İslam anlayışının bu şekilde eklektik bir nitelik kazanmasında asıl sorumluluk baskıcı, zalim yönetimlerin olmakla birlikte, tevhid akidesine tümüyle aykırı bir biçimde gelişen ve palazlanan 'ulema' sıfatlı bir ruhban sınıfı olgusunun payı da gözardı edilmemelidir.
Kur'an'da müminlerin bir sıfatı, sahip olmaları gereken bir özellikleri olarak vurgulanan ''ilim" olgusunun, tarih içinde adeta sınıfsal bir tekele, insanlar ile Allah arasında, insanlar ile Allah'ın Kitab'ı arasında bir aracılık müessesesine dönüştürülmüş olması, din anlayışının tahrife uğramasında belirleyici bir rol oynamıştır.
Şeriati’nin "Safevi Şiası ve Emevi Sünniliği" olarak tanımladığı yozlaşmış ve dar, mezhebi kalıplarda donuklaşarak mukallitlerince din haline getirilmiş olan şii mezhepçiliğiyle aynı ifsad sürecini hatta daha da yoğun yaşamış olan devletçi, saltanatçı sünni mezhepçiliğinin geleneksel kültürde yol açtığı psikolojiyle, modern kültürlerin ürettiği firavunca bir azgınlığın sonucu olan diktatörlerin topluma yaklaşım mantığı arasında önemli paralellikler bulunmaktadır. Ve bu paralellikler yazarın deyimiyle; "herşey devlet (güç) için" zihniyetini kafalara o denli yerleştirir ki "her şey din (Allah ve vaaz ettiği değerler) için" inancı kaybolur. Müslümanlar da, saltanat ve diktatorya rejimleri uğruna ululemr zihniyetinin kulları olurlar. Malik bin Nebi de aynı tespiti yapar ve müslümanların son iki yüzyılda uğradıkları dış saldırıların ve sömürgeleşmelerinin bizzat iç sebeplere dayandığını belirtir.
Bu sebepleri müslümanların hasta bir ruha sahip olmaları, sömürülmeye müsait bir psikoloji içinde bulunmaları olarak niteler. Sünni dünyada hakim olan; devlet kimin olursa olsun otoritesine sorgusuz sualsiz itaat anlayışının yanı sıra Şii dünyada varolan İlahi yöneticilik anlayışı da aynı beşeri zaafın ürünüdür.
Şiilikteki imamet anlayışını Ayetullah Cevadi Amuli şöyle dile getirmektedir: Hükümet sistemini idare etmekte fakihin velayeti, aynen onun kadılık ve merciilik makamı gibi Şari-i Mukaddes ( İlahi hüküm koyucu) Allah tarafından tayin edilmiştir. Halkın kabulü ise sadece ispat merhalesinde etkindir. Görüldüğü üzere böyle bir anlayış üzerine inşaa edilen yöneticilikte yönetene yapılacak her türlü muhalefet günah derecesinde değerlendirilmektedir. Sorgulanamaz kutsal bir yönetimin ise adaletli olması ve yönetilenlere karşı sorumlu olması elbette beklenemez. Bu yaklaşıma göre masum imam’ın, kişileri kutsama mantığının neticesi olarak, mucize sahibi olması (!) gölgesi olmaması, önünü gördüğü gibi arkasını da görmesi(!) ve gaybı bilmesi gerekir.
Şii-Batıni yaklaşımların tarih içerisinde süzülerek ve nitelik değiştirerek Tasavvuf kanalıyla sünni dünyaya da girmesiyle beraber müslümanların genelinde kişi merkezli din, dolayısıyla yönetim algısı yerleşmiştir. "Mürşid-i Kamil" olarak karakterize edilen ulaşılamaz insanüstü kutsal lider imajı, gaybı bilen mekandan ve zamandan bağımsız hareket edebilen istedikleri an bağlılarını görebilen onların imdadına koşabilen yarıtanrısal yetkilere sahip önlerinde eğilen kapısında eşik olunan bir ulu önderlik makamı doğurmuştur. İşte bu şekilde korkulan, saygı uyandıran, şaşırtıcı ve kışkırtıcı bir mistik kurgu içinde iktidar sağlamlaştırılır. İktidar bu şekilde dinselliğin ve ondan güç alan ideolojilerin üzerine oturur, şaşmaz bir biçimde ondan beslenir. Fakat en önemlisi iktidarın bir din haline dönüşmesi, bir iktidar dini oluşturmasıdır.
Liderler’e Tapınma Psikolojisini Aşmanın Yolu Nedir?
Kalyoncu’nun kitabın genelinde okuyucunun önüne koyduğu tablo, toplumsal ilişkilerde salt bireyselliğin imkansız (hatta zararlı) olduğu göz önünde buluındurulduğunda nasıl bir topluluk ve yönetim anlayışı sorusunu da gündeme getirmektedir. Yusuf el-Nebhani’nin 20.yy’ın son yarısında dile getirdiği ve Ercümend Özkan’ın Türkiye’de daha da sistemleştirdiği "Fikri Önderlik" yaklaşımı Kalyoncu’nun teşhis ettiği hastalığa sunulan alternatif bir çözüm niteliği taşımakta. Özkan’a göre fikri önder edinenlerle beraberlik hatta fikri birinci dercede temsil eden lider tanımak bile, asla fikri önder tanımanın önüne geçirilmemelidir. Fikri önder bilmenin hiçbir rizikosu yok iken, fikri önder edineni lider edinmenin hep rizikosu olagelmiştir. Ne kadar başarılı olursa olsun sonuçta bir insandır lider edinilen.
Sorun, öncelikle inanç, düşünce,, metod ve yaşam tarzımızda, İslami kişiliğimizi netleştirecek olan Kur’ani değerlerin, "fikri önderlik" makamı olarak benimsenmesidir. Asıl olan, ulu’l-emr’in kim ve kimlerden oluşacağı tartışması değildir. Asıl olan, İslami kimliği net ve gerektiğinde velayet görevini üstlenen liderini de, Kur’ani ilkeler çerçevesinde denetleme gücüne ulaşmış, istişare temelinde bir Kur’an birlikteliği oluşturabilmektir.
Dolayısıyla kendisine bağlı olan insanları çocukluklarından itibaren "varlığım Türk varlığına armağan olsun!" diye yemin ettirerek insan varlığını kendi resmi ideolojisine armağan ettiren bir zihniyetin mustağni tavrının simgesi olan ulu önder mitolojisine karşı çıkan müslümanlar bu mitolojiyle aynı mantığı paylaşan, kendi bağlılarının yatakta kaç defa döndüğünü (!) denetleyen, müridlerini gassalın ölü elinde olduğu gibi teslimiyetçi isteyen dolayısıyla tarih içerisinde insanüstü ilan edilen "Kutbul az’am" "Bediüzzaman" (Zamanın Eşsizi) kurgusuna da aynı Kur’ani sebeplerle karşı çıkmalıdırlar. İmam, Şeyh ya da başka sıfatlarla "ilahilik" atfedilen bir liderin insanlara Resulullah gibi örnek olması beklenemez. Hangi kültür ikliminden neşet ederse etsin ululaştırılan hazretler her zaman başlarındaki nur haleleriyle ulaşılamaz konumdadırlar. Ne gariptir ki kişi merkezli nice oluşum ve fikriyat hep o kişinin adı ya da eseriyle anılırken, İlahi mücadele sırasında hiçbir şeriat Kur’an’da peygamberin ismiyle dahi anılmamıştır.
Acı olan ve zaman geçirilmeksizin tedavi edilmesi gereken diğer bir sorun ise ifade ettiğimiz psikolojinin şekli unsurlarla, söylem sathında reddedildiği, itikadi ve siyasal açıdan Tevhidi anlayışa yönelmiş bir çok grup ve yapının da güç ve kişi merkezli yönetim mantığından arınamamış olması gerçeğidir.
O halde yapılması gereken en önemli girişim beraberliklerini bir "mektep" haline getiren, karizmatik liderlerden ziyade insan yetiştiren ve sürekli bir nöbet değişimi içinde olan yapılanmalara yol açılmak olmalıdır. Böylelikle bu dirilik sayesinde, ideolojik indirgemeciliğin ve doğruların kalıplaştırılarak dogmalaşmalarının önüne geçilmiş olur. Dr. Hamdi Koyuncu’nun konu edindiğimiz çalışması bu bakımdan ufuk açıcı bir niteliği barındırmaktadır. Yazar güç merkezli yapı mantığının belirli bir süreçten sonra "resmi ideoloji"ler ve "öteki"ler doğuracağını belirtirken Son Vahyin’in en güzel örnek elçisi’ni hatırlatmaktadır okuyucuya;
"Bunlar, kendine yer ayırtmayan, boş bulduğu yerde oturan, kendisi için kimsenin ayağa kalkmasına müsaade etmeyen, kendini alkışlatmayan, tezahürat yaptırmayan; pazardan alışverişini kendisi yapan, aldıklarını başkasına taşıtmayan; kendisine "efendimiz" diye hitap edilmesine bile razı olmayan o kutlu peygamber’e pek benzemezler... O Peygamber ki, mütevazi kişiliği, tavırları ve insanlığı ile muhteşemdi. Ve O, sadece kendisine inananlar için değil, inanmayanlar için de bir güven abidesiydi."
Fikirlerin, değerlerin üzerinde ittifak edilmiş ilkelerin belirleyen olduğu bir toplumda yöneten de yönetilen de belirli kayıtlara bağlıdırlar ve herkesin önce bu değerler’e sonra da bu değerlerden dolayı birbirlerine karşı sorumlulukları vardır. "İmam merkezde olmayıp, kendisini seçen ve sorgulayabilen, göreve getirip, görevden uzaklaştırabilen ve bir müslüman topluluktan gücünü alan, Allah’ın hükümleriyle hüküm verip, ümmetin temsilcisi sıfatıyla dünya işlerini gözeten Allah merkezli bir yönetim anlayışında liderlere tapınma psikolojisinin ürettiği pasif, sömürülen insan ve sömüren, gücünü Allah’tan aldığını iddia eden siyasal/dini otorite yerini Peygamberle istişare eden, kendi fikirlerini de ortaya koyan sahabe’ye yani Hz. Ebubekir’le, Hz. Ömer’le, Hz. Osman’la, Hz. Ali’yle hukuki problemlerini tartışan gerektiğinde protesto eden, bu dönemden sonra oluşan gayriislami saltanat ve din sultasına karşı direnen ilk Kur’an nesline bizler için en güzel örnektir. Bu örneği yeniden yaşamak ise Kur’an’ın hakemliğinde yeniden ümmet bilincine ulaşmakla mümkün olacaktır.
NOTLAR
"İslami Kimlik: İlkeler ve Hareket" Toplu Çalışma, Ekin Yay. 1996 s.11 "Kendini Bilmek" Ali Şeriati, Çev. N. Karaarslan, Endişe Yay. 1990 s.69-70 "Ümmet ve İmamet" Ali Şeriati, Çev. Ahmet Sait, Fecr Yay. 1990 s.67-68 A.g.e, s.80 "Liderlere Tapınma Psikolojisi" Dr. Hamdi Kalyoncu, Marifet Yay. 2001 s.41 A.g.e (s.73) A.g.e (s.75-76) "İslami Kimlik: İlkeler ve Hareket" Toplu Çalışma, Ekin Yay. 1996 s.19 Hamdi Kalyoncu, A.g.e, s.113 "Malik Bin Nebi ve Ümmetin Düşünsel Sorunları" Fawzia Bariun çev. Nihat Bulut Haksöz sayı:95 s.40 "İslam’da Yöneticilik Üzerine Notlar" Ayetullah Cevadi Amuli Ehl-i Beyt Mesajı Dergisi İst. Sayı:19 s.129 Yazar’ın Günümüz İran’ında Velayet-i Fakih makamında bulunan Ayetullah Hameney’in damadı ve danışmanı olması mevcut yönetim anlayışı açısından bu satırları daha da önemli kılmaktadır. Sorgulanamaz lider mantığı hakkında bknz. "Kur’an ve İmamet" İlyas Peker, "Tarihten Günümüze İmamet Sorunu" Oktay Altın Haksöz Sayı:93 S. 40-46 "Kur’an’da İmam ve İmamet" Cafer Tayyar Soykök, Haksöz Sayı:62 s.34-35 "Ehl-i Beyt Mektebinde Temel İnançlar" Abdullah Turan Al-i Taha Yay. 1999 s. 425 Öyle ki bu kişlere tapınma psikolojisinde Kişi ancak efendi hazretlerinin elinde kul olduğunda dergahının kapısında eşik olduğunda olgunlaşmış sayılır (Yunus Emre menkıbesinde olduğu gibi). Örneğin Celaleddin Rumi cinsellik için kendi hanımını , oğlunu ve içmek için şarap gibi Şeyhi Şems’in kabul edilemez isteklerini dahi yerine getirmiş ve böylelikle sınavı kazanmıştır! Bakınız: "Nefahatu’l Üns" Evliya Menkıbeleri, Molla Camii, Osmanlıca’ya çeviri: Lamii Çelebi, sadeleştiren ve yayınlayan: Mehmed Şevket Eygi Bedir yay. 1. Cild Sf. 528-529 "Ulu Önder: Şef, Lider, Kral Bir Fetişin Kökenleri" Tolga Ersoy, Özgür Üniversite Defterleri 2000 s.13 "İnanmak ve Yaşamak" 2. Cild, Ercümend Özkan, Anlam Yay. 2000 "Ercümend Özkan: İnanmak ve Yaşamak" Bekir Cantemir, Haksöz Sayı:106 s.69 ""İslami Kimlik: İlkeler ve Hareket" Toplu Çalışma, Ekin Yay. 1996 s.131 Leninizm, Kemalizm gibi laik ve kişi merkezli fikir akımları kadar "Süleymancılık" "Nakşibendilik" "Kadirilik" "Bektaşilik" gibi geleneksel akımlar da kendilerini merkezlerindeki kişilerle ya da onların eserleriyle ifade etmişlerdir. Oysa İslam yani Allah’a teslimiyet hiçbir elçinin merkezinde adlandırılmamış ve her tarih döneminde aynı adlandırmala Kur’an’da geçmiştir; "Allah'a çağıran, erdemli davranan ve "Ben teslim olanlardanım," diyenden daha güzel sözlü kim olabilir? 41/33 Bu konuda ayrıntılı çalışmalar için bknz. "Hareket Olma Bilinci ve Düşünceyi Kurumlaştırmanın Önündeki Engeller" Vahdettin Işık, Haksöz Sayı:94 S.28 "İslami Mücadele ve Sapmalar" Hülya Koç Haksöz Sayı:79 s.42 Hamdi Kalyoncu, A.g.e, s.98 "Mutezile ve Devrim" Muhammed Ammara Çev. İbrahim Akbaba, Ekin Yay. 2000 s.177
http://www.kurannesli.org/bilgibankasi/yazi.asp?id=120
__________________ 43/44 Dogrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir ögüttür ve siz ondan sorguya çekileceksiniz.
|