Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Katılma Tarihi: 07 haziran 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 450
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Türkiye'de tarikatlar oligarşisi
SÖYLEŞİ: LEYLA TAVŞANOĞLU
Bu hükümet toplumsal barışı iyice bozmaya ve ipleri
kopma noktasında germeye kararlı. Ülkede halledilecek hiçbir konu
kalmamış gibi Başbakan türbana odaklanmış. En kısa zamanda sıkmabaş ya
da türbanı ülkenin bütün toplum katmanlarına dayatmayı kafasına koymuş.
İslam felsefecisi Doç. Dr. Şahin Filiz'le konuşuyoruz. Kuran'da
kadınların başlarını örtmeleriyle ilgili kesinlikle hiçbir ayetin
olmadığını anlatıyor. 14. yüzyıldan sonra birtakım uydurma hadislerle
saf Müslümanların kafalarının karıştırıldığını vurguluyor. Bugün
Türkiye'nin tarikatlar ve cemaatler tarafından yönetildiğinin de altını
çiziyor.
- Siyasal ideoloji olarak İslamın siyasi yelpazede yeri neresidir?
FİLİZ - İslam dini gerçekten siyasallaştıysa yeri dinsel oligarşidir.
Bu oligarşi de tarikattan tarikata, cemaatten cemaate devredilen bir
otorite olarak karşımıza çıkar. Bir yerde cemaatler ve tarikatların
oligarşisi haline gelir.
- Türkiye'de olduğu gibi mi?
- Tabii. Zamanla bu oligarşiler o kadar çoğalır ki bunlar kendi
içlerinde bir iktidar ve nüfuz savaşına girerler. Kendilerinin dışında
addettikleri, ötekileştirdikleri kişiler, gruplar ve içinde
bulundukları topluma karşı mücadeleye girişirler.
Bu mücadele hem birbirleriyle hem de bulundukları devlete, cumhuriyete
karşıdır. Her iki durumda da siyasal İslam tahakkümcü, baskıcı,
belirleyici, biçimleyici ve geriye dönüşü temsil eden bir siyasal erk
haline gelir. Siyasal İslamın taşıyıcıları cemaatler ve tarikatlardır.
Cemaatler ve tarikatlar bunu birdenbire yapmazlar.
- Yavaş yavaş gündeme getirdikleri türban konusu gibi mi?
- Evet. Türban 1970'te farz kılınmıştır. Çünkü Türkiye'de ithal dinsel
telakkiler, anlayışlar, 1970'ten itibaren Ortadoğu'daki İslamcı ve
Arapçı milliyetçi hareketlerin kitaplarının Arapçadan tercüme
edilmesiyle Türkiye'ye girmiştir.
Bazı semboller dinle özdeşleşerek Türkiye'ye geldi. Dolayısıyla biz
dini de Araplardan öğrendik. Eğitim ve öğretimini de onlardan aldık.
Lübnan'dan ithal siyasi islam
- Bu mesele neden 1970'ten başlayarak Türkiye'ye girdi? 1970 tarihinin belirleyiciliği nedir?
- Bunun birkaç nedeni var. Birincisi, 1970'li yıllarda Güney
Lübnan'daki Şiilerle oraya yerleşen Filistinliler arasında
huzursuzluklar çıktı. Filistinliler Şiilerin kadınlarını rahatsız
ediyorlar gerekçesiyle Şii lider Musa Sadr bir başörtüsü modeli yarattı.
Bu bir üniforma biçimiydi. Daha sonra bu Türkiye'ye türban olarak geldi.
1970'lerde zaten Arap dünyasında çıkan kitapların Türkçeye tercümeleri,
türban, Arap dilinin dini öğrenme ve yaşamanın bir yolu olduğuna
ilişkin propagandanın yoğunlaşmasıyla Türkiye'de Araplara göre bir din,
dünya ve devlet anlayışı hâkim olmaya başladı. O tarihten bu yana da
yoğunlaşarak devam eden mikro Arap milliyetçi düşüncesine odaklanan bir
din anlayışı doğdu. Zaten çarpışma da bundan kaynaklanıyor.
1970'li yıllardan itibaren Arap dünyasındaki Seyit Kutup'ların, Hasan
el Benna'ların, İran'da Ali Şeriati'lerin başını çekmiş olduğu Müslüman
Kardeşler Hareketi, Marksist diyalektikle birlikte İslam devrimciliğini
öne çıkardı.
- İyi de Marksist diyalektikle İslam nasıl birbiriyle bağdaşır? Amaç kafaları mı karıştırmaktı?
- Tabii. Bir tarafta Marksist diyalektik, öbür tarafta ta İslamcı
dogma... Bu akım Türkiye Cumhuriyeti devletine, ulusal birlik ve
beraberliğine karşı bir ideolojiye dönüştü.
Ne kadar çok karşıt bir ideoloji olarak tanımlandıysa o kadar çok
Atatürk , Türkiye Cumhuriyeti ve bağımsızlıkla mücadele formuna
dönüşmüştür. İmanın, Müslüman olmanın tek koşulu haline gelen bu karşıt
konumlanma bugün kendini değişik simgelerle göstermeye başladı. Bu
simgelere karşı çıkanlar ve bu simgelerin gerisindeki gerekçeleri
görebilen insanlar çok haklıdırlar. Çünkü bu simgelerin gerisinde çok
netameli gerekçeler vardır.
- Türbana geri dönersek... Kuran'da Nur Suresi'nin 30. ve 31.
ayetlerinde kadınların başlarını örtmelerinin kesinlikle farz olmadığı
ortaya çıktı. Ayetlerde sadece kadınların cinsel organlarını ve
göğüslerini örtmeleri gerektiği tavsiye ediliyor. O zaman, "Kuran'da
farz" diye kadınlara bu dayatma nasıl yapılabiliyor?
- Baş örtmeye Nur Suresi'nin 30. ve 31. ayetleriyle Ahzab Suresi'nin
59. ayeti sürekli kanıt olarak gösteriliyor. Ancak bunlar kesinlikle
başörtüsüyle ilgili değildir. Çünkü bu ayetlerde baş ve saç sözcükleri
geçmez.
Bu kadar önemli, bu kadar vurgulanan bir emir olsaydı saç ve baş
sözcüklerinin geçmesi gerekirdi. Oysa böyle bir şey yok. Sizin de
söylediğiniz gibi Kuran'a göre asıl örtülmesi gereken göğüs kısmı ve
cinsel organlardır. O dönem giyim kuşam kültürü yeni yeni yerleşen
Araplara bu da normal bir tavsiyedir. Öbür yanda Araf Suresi 20, 22.
ayetlerde Âdem ve Havva'dan söz eder. Yasak ağaca yaklaştıklarında
utandılar ve hemen ayıp yerlerini örtmeye başladılar, diyor. Bu Tevrat
ve İncil'de de vardır. Ama o surelerde, "Bu arada Havva başını da
örttü" diye bir ifade yok. Demek ki kadının başını örtmesi konusu
kesinlikle kullanılan ve siyasallaştırılan bir simgedir. Bir dinin
Türkiye'de nasıl siyasete alet edildiğini görüyoruz. Arkasından, dini
alet eden siyasetin bugünkü aşamada nasıl din haline geldiğini
görüyoruz. Bugün ortada İslam dini yoktur, siyaset dini vardır. O
siyaset ne söylerse halk onu İslam dininin bir emri gibi görmeye
başladı. Asıl tehlike buradadır. Bu siyaset iktidarları yaratıyor;
iktidardan düşürüyor; ülkenin kaderiyle oynayabiliyor; Atatürk
Cumhuriyeti'ni tartışılır hale getiriyor.
- Peki, bu halk bu gerçeği nasıl göremiyor?
- Halkımızın şunu görmesi gerekiyor:
İslam dini kendi yüceliği ve güzelliğiyle kalplerde yerini alır. Bu
yücelik ve güzellik ortadan kaldırılıyor, dine saygısızlık yapılıyorsa
bunu da siyasiler yapıyor. Başbakan da dahil olmak üzere hiç kimse dine
elini uzatarak siyaset fetvası çıkarmak suretiyle genelgeler
yayımlayamaz. Böyle bir yetkisi yok.
- Bir de kadınların dövülmesini caiz kılan ayetler olduğu söylenir. Böyle ayetler gerçekten var mıdır?
- Bakın, Kuran'da darp kelimesi geçer. Ancak darp kelimesinin çok
çeşitli anlamları vardır. Dövmek anlamı bunlardan sadece birisidir.
Kadınlarla ilgili ayette kullanılan darp kelimesi dövün anlamında
değildir. Kadınla oturun konuşun, anlamındadır.
Örneğin Ahzab Suresi 34. ayet, kadın ve erkek ayrımını kesinlikle
ortadan kaldırıyor. Diyor ki: "Allah'a inanan kadınlar ve erkekler,
doğru, düzgün hayat yaşayan kadınlar ve erkekler, namaz kılan kadınlar,
namaz kılan erkekler, sadaka veren kadınlar ve erkekler, sabreden
kadınlar ve erkekler..."
Gördüğünüz gibi kadını ve erkeği eşit kılıyor; bütün ayrımları kaldırıyor.
- Kuran'ın ayetlerinde böyle bir eşitleme varken siyasal İslam kadını
neden ikinci plana itmek istiyor? Neden kadını toplumdan dışlamayı
amaçlıyor? Ayrıca kadın kendini neden bu şekilde kullandırtıyor?
- Bunun birtakım nedenleri var. Bu sadece başörtüsü ya da türbanla ilgili değil.
Aslında bu, kadın, insan sorunuyla ilgili. 14. yüzyıla kadar İslam
uygarlığı içinde "Peygambere gerek var mıdır, yok mudur, Kuran'ın ne
kadarı rasyoneldir, ne kadarı değildir" den tutun, her şey
tartışılmıştır. Böylece koskoca bir İslam uygarlığı ortaya çıkmıştır.
Ama o zamana kadar kadın konusunda hiçbir tartışma yoktur. O İslam
rönesansı döneminde kadın dövülür mü, tesettüre girmeli mi, gibi en
ufak bir tartışma yoktur.
Uyduruk hadisler
- İyi de o zaman bütün bu kadın üzerine tartışmalar nereden kaynaklanıyor?
- İslam rönesansı döneminde din homosentriktir. Yani insan merkezlidir.
İnsana göre bir Tanrı ve din telakkisi geliştirilmiştir. Benim o
dönemlerdeki İslam felsefesiyle ilgili çalışmalarım da var. Ama 14.
yüzyıldan sonra İslam dünyasında teosentrik bir din ve dünya görüşü
hâkim olmaya başladı. Tanrı nesnel bir varlıktır. Ama Tanrı tasavvuru
her kişiye göre değişir. Herhangi bir Tanrı tasavvurunu alıp dinin odak
noktasına, insanın yerine koyarsanız her şeyi o Tanrı'ya göre
belirlemiş olursunuz. İlk belirlediğiniz kişi de insan olur. Demek ki
14. yüzyıldan sonra, özellikle İmam Gazali'yle birlikte, teosentrik,
yani Tanrı tasavvuruna dayalı bir din ve dünya görüşü geliştirilmiştir.
Öyle bir insan tipi ortaya çıkmıştır ki, Tanrı emreder insan yapar,
inancına sahip olmuştur.
Böyle insan anlayışına en uygun gelebilecek zayıf varlık, erkek
tarafından kolayca istismar edilebileceği düşünülen cins olarak seçilen
de kadın olmuştur.
- 14. yüzyıldan söz ediyoruz. Aradan 700 yıl geçti. Bunlar hâlâ 700 yıl öncesinin kafasıyla mı yaşıyorlar?
- Evet. Kadın da hâlâ kendini bu şekilde kullandırtabiliyor.
Kadın, sığınma bekleyen, aciz, Allah katında eksik bir varlık olarak
konumlandırılmıştır. Kadının eksikliklerini sayıp dökmek için bazı
hadisler de uydurulmuştur. Ayetler çarpıtılarak tefsir edilmiştir. Size
uydurulan hadise bir örnek vereyim: "Peygamber kadınları topladı. 'Ey
kadınlar. Sizin dininiz eksiktir' dedi. 'Neden?' diye sordular. 'Ayda
bir kere aybaşı olmuyor musunuz? O dönemde namaz kılabiliyor, oruç
tutabiliyor musunuz' diye kadınlara sordu. 'Hayır' cevabını alınca da
'Sizin dininiz eksiktir. Aklınız eksiktir' dedi. Kadınlar, 'Niye
aklımız eksiktir' diye sordular. 'Mirastan daha az pay alıyorsunuz.
Şahitlikte erkeklere göre ikiye birsiniz' dedi. Kadınlar da kabul
ettiler."
Böyle hadisler var, uydurulmuş olan...
- Ama Kuran'ın orijinalinde bu tür hadisler yok, öyle mi?
- Yok. Bunlar uydurma. Ama bunlar mahalle anneleriyle tarikatlardaki
abla tabir edilen kadınlar tarafından sürekli olarak her toplantıda
kadınlara telkin ediliyor. Kadınlarımıza, "Sizin insan olmak gibi bir
lütfa ermeye daha çok vaktiniz var. Siz erkeğe göre daha az insan,
cariyeye göre daha fazla kadınsınız" diye sürekli anlatılıyor. Bu
iğrenç ve netameli gerekçeleri dine dayandırmak siyasal İslamın biricik
can simidi haline gelmiştir.
- Mahalle anneleri ve tarikat ablalarının kadınlarımıza bu telkinleri
yaptığını söylediniz. Ama onların kendileri de kadın. Nasıl oluyor da
böylesine yetkili ağızla bu telkinleri yapabiliyorlar? Onları dinleyen
kadınlar, "Siz de kim oluyorsunuz" diye soramıyorlar mı?
- Soramıyorlar, çünkü dinin emri olduğunu düşünüyorlar. Sorduğu
takdirde, aklını kullandığı takdirde o anneler ve ablalar da o
bilgileri şeyhlerinden aldıklarını söyleyerek işin içinden
sıyrılıyorlar. Onlar taşıyıcı.
- Şeriat hukukunun geçerli olduğu ülkelerde insan yaşamını hiçe sayan
cezalar var. Örneğin kol, bacak, el kesmek, kadınları recmetmek gibi...
Bunlar Kuran'da var mı?
- Yok. Uydurulan hadislere konulmuşlardır. Sonradan eklenmişlerdir.
Öylesine büyük bir uydurma literatürü var ki. Şehir ismi vermeyeyim.
Ama pek çok şehirde bu hadisler çok ciddi oldukları söylenen insanlar
tarafından ev sohbetlerinde dinin temel emirleri gibi sunuluyor.
Bütün bunlar aslında yeraltı faaliyetleridir. Yeraltı faaliyetinde
hükme bağlanmış, birer yargı halini almış, biçimlenmiş, artık
sorgulanması bile küfrü gerektirecek diye inanılan hükümlerin siyasete
aktarıldıktan sonra nasıl insan hakları ve kadın özgürlükleri olarak
paketlenmeye çalışıldığını görüyoruz. Bu aslında illegaldir.
Dincilerin yeraltı faaliyetleri
- Bunların üreme yerleri nereleri?
- Bodrumlarda, havasız, karanlık, sağlıksız ortamlarda meyve üretiyorsunuz. Sonra
bunları pazara çıkarıyorsunuz. "Meyve üretiyorum. Niye benim pazarımı
engelliyorsunuz?" diyorsunuz. Oysa sizin ürettiğiniz hastalıklı bir
meyve.
Dinin barış, dostluk, kardeşlik gibi temel ilkelerini çiğneyerek
yeraltında üretilen bu hükümler daha sonra bizim karşımıza kadın
hakları, özgürlükler, insan hakları olarak çıkıyor. Zaten illegalite
burada.
- Türkiye dünyada en yüksek faiz oranını ödeyen ülke. Oysa Kuran'da faiz haram. O zaman bizimkilerin Müslümanlığı nerede kaldı?
- Kuran'da paradan para kazanmak,
herhangi bir emek harcamadan mal
edinmek ya da yarar sağlamak kesinlikle haramdır. Bu temel ilkeler çiğnenirken
öbür taraftan simgeler üzerinden
dindarlık yapmanın daha verimli,
daha kolay olduğu, dünyasal hedeflere
daha kısa yoldan ulaşılabileceği kanısı iyice yerleşmiştir.
"Türban yasağının kalkmasıyla özgürleşeceğiz" deniliyor. Hâlâ
akademisyen, solcu, entelektüel geçinen birtakım insanlar, ikinci
cumhuriyetçilerle el ele veren ve
"AB küfürdür, Hıristiyan kulübüdür"
diyen dünün RP'li bakanı, bugünkü cumhurbaşkanı, bugün nedense yön
değiştirdi. İslam mı değişti, yoksa onlar mı?
Bir kere İslam dininde konjonktürün
yaratmış olduğu ayrımla ilgili değerlendirmeler vardır. Örneğin "hür - cariye".
Kuran da bu ayrımı ortadan kaldırmak
istiyor ve her insanın özgür olduğunu söylüyor. Yeni Şafak gazetesi
yazarı Hayrettin Karaman, "İslamda Kılık Kıyafet" adlı sempozyumun
basılı kitabında diyor ki:
"Hür - cariye diye bir ayrım vardı.
Eskiden cariyeler her ihtiyacımızı
görürlerdi. Şimdi o müessese kalktı. Ben buradaki bilim adamlarına soruyorum. Eskiden cariyelerimize gördürdüğümüz
işleri bugün hür kadınlarımıza gördürüyoruz. Bu boşluğu dolduracak bir
müessese olsa. Bir kadınla yetinmeyip ikinci kez evlenmek isteyen
gençler var. Bu müessesenin boşluğunu dolduracak başka bir müessese
olamaz mı?"
Kadının namusu türbana odaklandı
- Peki, bu sözler kadınların topuna hakaret değil mi?
- Burada şunu söylemek istiyorum. Bu insanlar kadının başını örterek
özgürleştiğini söylerken Hayrettin Karaman ve benzerleri şunu dile
getiriyorlar: "Cariyelerin başlarını örtmesi doğru değildir. Çünkü
örtünmek hür kadının hakkıdır."
Ben başımı örterek özgürleşmek istiyorum, diyen bir kızımız, kadınımız
böyle bir psikolojiye odaklandı. Başını örtmediği için cariye
sınıfından hür sınıfına atlayamayacağı korkusu ve psikozu içine
giriyor. Bir kız, "Başımı örterek özgürleşmek istiyorum" diyorsa onun
aklında cariye sınıfından hür sınıfa atlamak vardır.
- Yani o sapık psikolojiye göre başı açık kadın fahişedir. Öyle mi?
- Zaten, başı açıklarla oturulmaz, deniyor. Hatta, başını örtmekle
örtmemek imanla küfür arasındaki çizgi kadardır, deniliyor. Bir kadının
başını örtmesi, Müslüman kimliğine, namusuna, iffetine, imanına sahip
olması anlamına geliyor, deniyor. Örtmemeyi ise siz artık düşünün.
Başbakan, "İnancı gereği başını örten insanlar" dedi. Herhangi bir
giyim tarzı ya da davranış biçimi inancın gereği olarak ortaya
atılıyorsa onu yapan inançlıdır, yapmayan inançsızdır, demektir. Ayrım
burada başlıyor.
PORTRE
Doç. Dr. ŞAHİN FİLİZ
Bolvadin, Afyonkarahisar 1965 doğumlu. Yükseköğrenimini Konya Selçuk
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde yaptı. 1995'te ilahiyat doktorasını
aldı. Daha sonra ABD'de Harvard Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Yabancı Diller ve Doğu Bilimleri Anabilim Dalı'nda post-doktora
çalışmasını yaptı. 2000'de doçent oldu. 2005'te profesörlük için bütün
bilimsel çalışmalarını tamamlamasına karşın hâlâ kadro alamıyor. Selçuk
Üniversitesi İslam Felsefesi Anabilim Dalı'nda dersler veriyor.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma