Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam ile,
İskenderiyeli Aryus'a karşı hristiyanların iznik konsülü olur da sünni konsül olmaz mı. olur tabiki. bugünkü " Ehl-i Sünnet Ve'l Cemaat" akidesi ve amentüleri nasıl formel hale getirilmiş ve resmileştirilmiş, okuyalım :
"H.V/m.XI. yüzyılın başlarında, 408/1018‟de halife el-Kadir, devrin önemli fakih, kadı, bilim adamı ve toplumun her kesiminden kimselerin katılımıyla gerçekleşen hilafet divanı toplantısında, adeta bir Sünni akidesi veya amentüsü sayılabilecek bir bildiriyi onaylatarak çıkardı ve bunu büyük bir merasimle Bağdat‟ta halka ilan ettirdi.
Böylece o, Sünniliği destekleme ve güçlendirme yolunda önemli bir adım atmış oldu. Adına nispetle kimi tarihi kaynaklarda, “İtikâdü’l-Kâdiri” olarak bahsedilen bu beyanname ile el-Kadir, bir yandan ehli bid‟at mensuplarını ile Mu‟tezili-Hanefi fakihlerinin, Sünni anlayışa uygun olmayan inanç ve fikirlerinden tövbe etmelerini isterken, diğer yandan Sünni İslam anlayışına aykırı kelami inanç ve fikirlerin öğretilmesini ve tartışılmasını da yasaklıyordu.
Anlaşıldığına göre, bu bildiri, öncelikle topluma Sünni inanç esaslarını açıklamak ve hatırlatmak gayesini gütse de, sonraki dönemde Abbasî hilafetinin resmi dini anlayışını veya dini siyasetinin esaslarını ve çerçevesini oluşturmuştur. Zira o dönemde cereyan eden hadiselerle ilgili rivayetlere bu gözle baktı-ğımızda, gerçekten de bu bildirinin Abbasi hilafetinin siyasi ve dini tavrını büyük ölçüde belirlediğini ve etkilediğini söylemek mümkün görünmektedir.
Bu bildiriyle sanki el-Kâdir, daha önce Mu‟tezile ve Şia‟ lehine, Ehli Sünnet aleyhine geçen zamanların verdiği kayıpları telafi etmek ve dolayısıyla artık Sünni inancın Abbasi hilafetinin himayesi ve koruması altında olduğunu göstermek ister gibi gözükmektedir. Zira bu durum, halife el-Kadir‟in icraatlarına da açıkça yansımaktaydı. Nitekim o dönemde resmi devlet görevlilerinin tayininde, bu metinde belirtilen inanç esaslarına bağlılığın şart koşulduğu anlaşılıyor. Mesela; büyük Hanefi kadısı Saymerî57(ö.436/1045)‟nin h.Rebiü‟l-Ahir 417‟de Bağdat‟ta noterlik (şahitlik) görevine atanmak için müracaatında, Mu‟tezili görüşlere sahip olduğuna dair iddialar nedeniyle, kendisinin Kadı‟l-Kudat İbnü‟ş-Şevarib‟in huzurunda tövbe etmek zorunda kaldığı nakledilir. Belki de aynı uygulama diğer memurlara da yapılmış olabilir.
Öyle anlaşılıyor ki, bütün bu uygulamalar el-Kadir‟in 408/1017 tarihli emriyle ortaya koyduğu Sünni siyasetin gereklerini, tavrını, kararlığını ve hedeflerini yansıtmaktaydı. Ayrıca daha sonra bu bildiri, Sünni inancın korunmasıyla alakalı politikaların uy-gulanması ve gerekli tedbirlerin alınması için adeta hukuki temel oluştur-muş ve takip eden yarım yüzyıl içinde ihtiyaç duyuldukça, birkaç defa ilan edilmiştir.
Nitekim kaynaklarımız, bildiri metninin muhtevasını ayrıntılı olarak vermeksizin, ilk defa 408/1017‟de ilan edildiğini ve ertesi sene 409 / 1018‟de tekrarlandığını söylerler. Yine bazı kaynaklar, daha sonraki yıllarda aynı bildirinin, el-Kadir zamanında 420/1029‟da ve ilki 433/1041–1042‟da olmak üzere el- Kaim döneminde birkaç defa hilafet divanında onaylanarak ilan edildiğini kaydetmişler. Bu kaynaklardan sadece İbnü‟l-Cevzi bu metni h.420 ve h.433 yılı hadiseleri arasında tafsilatlı şekilde vermiştir.
“İtikadü’l-Kadiri” (Kadiri Akidesi)’nin metni dikkatle incelendiğinde; onun, çıkarılış gayesiyle uyumlu ve tamamen Ehli Sünnet‟in geleneksel inançları ile genel anlayışını ve karakterini -yani Şiî, Mu‟tezilî, hatta bir nebze de Eş‟arî karşıtı tutum ve tavrını- yansıtan bir yapıda ve özellikte olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim bu akide metninde, bir yandan Müşebbihe, Kerramiye, Şia (özellikle Gulat-ı Şia‟dan Rafıza ve İsmailiyye), Eş‟ari ve Mu‟tezile‟ye yönelik eleştiriler yapılırken; diğer yandan da usuli‟d-din‟i felsefi-kelamcıların inanç ve anlayışından ayırarak onun temel akide-leri tanımlanmaktadır.
Yukarıda söylediğimiz gibi, kaynaklarımız, yine aynı bildirinin halife el-Kaim devrinde; önce 460/1067‟de Mu‟tezilî Ebu Ali İbnu‟l-Velid (ö.478/1086)‟in kendi cemaatine Mu‟tezili görüşlerini öğretmesini yasaklamak ve 465/1072‟de yine onun Hanbelî talebesi İbn-i Akil‟in, beş yıllık sürgün hayatından sonra, ancak Mu‟tezili inançlarından vazgeçmek şartıyla tekrar hürriyetini kazanıp Bağdat‟a dönebileceğini bildirmek için çıkarıldı-ğını nakleder.
Abbasi hilafetini güçlendirmeye ve Ehli Sünnet‟i desteklemeye matuf olarak halife el-kadir tarafından alınan bu tedbirlerin, yapılan faaliyetlerin, ortaya çıkan olayların ve gelişmelerin hepsi, Bağdat‟taki Şii-Büveyhi hâki-miyeti altında cereyan ediyordu. Oysa Abbasi hilafetinin Büveyhi emirleri karşısında önceki durumunu dikkate aldığımızda, el-Kadir‟in bu cesur adımları nasıl atabiliyordu sorusu akla geliyor. Kanaatimizce bunları ya-parken muhtemelen o, hem Büveyhi emirlerinin kendi aralarındaki reka-bet ve çekişmeyle ortaya çıkan zafiyetten yararlanıyor ve hem de daha önce belirttiğimiz gibi kendisini metbu tanıyan Sultan Mahmut‟un varlığın
dan cesaret alıyordu. Böylece o, bir taraftan Abbasi hilafetinin Büveyhiler karşısında kaybettiği otoritesini ve yetkilerini tekrar kazanmaya, diğer yan-dan Ehli Sünnet‟i güçlendirmeye çalışıyordu. Üstelik onun bu siyaseti ve uygulamaları, sadece Bağdat ve Irak ile sınırlı kalmayıp, Sultan Mahmut tarafından uygulandığı için, Bağdat‟tan uzaktaki Gazneliler‟in hakimiyet sahasında geçerliydi.
Nitekim bu anlamda olmak üzere Sultan Mahmut, h.420/m.1029 yılında, büyük ölçüde Ehli Sünnet‟e muhalif fırkaların yuvalandığı merkezler durumundaki Rey ve Cibal bölgesini, Mecdü‟d-Devle‟nin elinden aldığını ve buraları Ehl-i Bid‟at‟ten temizlediğini bir mektupla el-Kâdir‟e bildirdi.
İbnü‟l-Cevzi‟nin naklettiği söz konusu mektupta, Sultan Mahmut; "Şüphesiz Allah'ın yardımıyla bu bölgeyi zalim ve Kâfirlerin elinden kurtardım. Bu bölgeyi, özellikle Rey şehrini karargâh edinmiş, küfür ehli Bâtiniyye’den, ortalığı ve zihinleri karıştıran ehli bid’at, Mutezile ve açıktan sahabeye sö-ven azgın Rafızîlerden temizledim." diyerek bu faaliyetlerini anlatıyordu. Hatta insanları şerlerinden korumak için bu mezheplerin mensuplarından bazılarını öldürerek cezalandırdığını, kimini sürgün ettiğini ve bu sapık görüşleri muhtevi kitapların hepsini yaktığını belirten Sultan, "Bu bölge Batini dâilerinden, Mu’tezile ve Ravafiz’in liderlerinden temizlendi. Ehli Sünnet zafere ulaştı. Allah’ın yardımıyla kullar (Müslümanlar) Fatımi Devleti'nin taraftarlarının destekçilerinin sırrını anladı." şeklindeki sözleriyle de, kendisinin Sünni yanlısı ve Fatımi karşıtı olduğunu açıkça ifade ediyordu. Verdiğimiz bu bilgilerden sonra diyebiliriz ki, -Selçuklu devletinin resmen 431/1040 kurulduğunu düşünürsek- Selçukluların siyasi ve askeri güç olarak tarih sahnesine çıkmasından yıllar önce, gerek Halife el-Kadir‟in gerekse Sultan Mahmut‟un destek ve gayretleriyle Ehli Sünnet güçlenme yolunda epeyce mesafe ve önemli sonuçlar almıştı."
SÜLEYMAN GENÇ - Dokuz Eylül Üniversitesi
İTİKADÜL KADİRİ TAM METİN İÇİN : EL-MUNTAZAM İBN'ÜL CEVZİ
Direkt Bilgi için, İSLAM TARİHİ Kitapları EL-KADİR BİLLAH Maddesi incelenebilir.
selam ile.
__________________ yalnız Allah'a teslim ol ve şahitliği dosdoğru yap...
|