Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
103- Andolsun ki onların: "Ona muhakkak bir İnsan öğretiyor" dediklerini biliyoruz. İnkâra saparak kastettikleri o kimsenin dili yabancıdır. Bu ise apaçık bir Arapçadır.
"Andolsun ki onların: Ona muhakkak bir insan öğretiyor, dediklerini biliyoruz" buyruğunda, Hz. Peygamber'e öğretiyor dedikleri bu şahsın ismi hususunda farklı görüşler vardır. Bir görüşe göre sözü geçen bu kişi, el-Fâ-kiiı b. el-Muğiıe'nİn kölesi olup adı Cebr idi. Önceleri hristiyanken sonra İslama girdi. Kureyş'İn kâfirleri, Peygamber (sav)dan -ümmî olup hiç bir kitap okumamış olduğu halde- geçmiş ve gelecek olaylara dair haberleri işittiklerinde: Ona, bunları muhakkak Cebr öğretmektedir, diyorlardı. Cebr ise Arap olmayan bir kimse idi. yüce Allah da onların bu iddialarını şöylece cevaplandırmaktadır: "İnkâra saparak kastettikleri o kimsenin dili yabancıdır. Bu ise apaçık bir Arapçadır." Hiç bir insanın ve cinnin tek bir sûresine ve daha fazla bir bölümüne karşı çıkarak benzerini meydana koyamadığı böyle bir sözü Arap olmayan Cebr ona nasıl öğretebilir?
en-Nakkâş'ın naklettiğine göre, Cebr'in efendisi onu dövüyor ve ona şöyle diyordu: Muhammed'e sen öğretiyorsun ha! O: Allah'a yemin ederim ki hayır. Bilâkis o bana öğretiyor ve beni doğruya iletiyor, diyordu.
İbn İslıak der ki: Bana nakledildiğine göre, Peygamber (sav) el-Hadranıî oğullarının kölesi olan ve Cebr adındaki hristiyan bir kölenin yanında çokça otururdu. Bu kişi, (önceki) kitapları okuyan birisi idi. Bunun üzerine müşrikler: Allah'a andolsun ki, Muhammed'in bu getirdiklerini ona şu hristiyan Cebr'den başkası öğretmiyor.
İkrime ise, bu kişinin adı Yaiş idi, el-Hadramî oğullarının bîr kölesi idi. Ra-sûlullah (sav) ona Kur'ân-ı Kerim'i öğretiyordu. Bu el-Maverdî nakletmektedir.
es-Sa'lebî'nİn, İkrime ve Katade'den naklettiğine göre bu, Muğire oğullarının bir kölesi olup adı Yaîş idi. Arapça oimayan kitapları okumasını bilirdi. Kureyşlileıin: Şüphesiz ona bir insan öğretiyor, demeleri üzerine bu âyet-i kerime indi.
et-Mehdevî'nin, İkrime'den naklettiğine göre bu, Âmir b. Lüey oğullarının bir kölesi olup adı Yaîş idi.
Abdullah b. Müslim el-Hadramî dedi ki: Bizim, Aynu't-Temrliler'den hıris-tiyan iki kölemiz vardı. Bunlardan birisinin adi'Yesar, diğerinin adı da Cebr idi. el-Maverdî ile el-Kuşeyrî ve es-Sa'lebîde böyle nakletmelerdir, Şu kadar var ki es-Sa'lebî şunları da söylemektedir: Bunlardan birisinin adı Nebt, künyesi Ebu Fükeyhe idi. Diğerinin adı ise Cebr idi. Bunların ikisi de kılıç yapar ve kılıç bileyler idi. Ellerinde bulunan bir kitabı okuyorlardı. es-Sa'lebî (devamla) der ki: Bunlar, Tevrat ve İncil'i okurlardı. el-Maverdî ve el-Meh-devî ise Tevrat okurlardı, demişlerdir. Rasûlullah (sav) bunların yanlarından geçer, onların okuyuşlarını dinlerdi. Müşriklerin: Bunlardan öğreniyor, demeleri üzerine yüce Allah bu âyet-i kerimeyi indirerek müşrikleri yalanladı.
Bir diğer görüşe göre, müşrikler bu sözleriyle Selman el-Farisî (r.a)'ı kastetmişlerdi. Bunu ed-Dalıhâk ifade etmiştir.
Bir diğer görüşe göre bu kişi, Bel'âm adında Mekke'deki bir lıristiyan idi. Bu, Tevratı da okuyan birisi idi. Bu açıklamayı İbn Abbas yapmıştır.
Müşrikler de, Rasûlullah (sav)'ı bunun yanına girip çıkarken görüyorlardı. O bakımdan ona bunu öğreten ancak Bel'âm'dır dediler. el-Kutebî der ki: Mekke'de, Rumca konuşan ve Ebu Meysere diye anılan lıristiyan bir adam vardı. Kİmİ zaman Peygamber (sav) onun yanında otururdu. Kâfirlerin: Şüphesiz Muhammed ondan öğreniyor, demeleri üzerine bu âyet-i kerime indi.
Bir rivayete göre ise bu kişi Utbe b. Rabia'nın kölesi Addâs'tır. Bunun, Hu-veytıb b. Abduluzza'nın kölesi Abis İle İbnü'l-Hadramî'nin kölesi Yesar Ebu Fükeyhe oldukları da söylenmiştir. İkisi de İslâm'a girmişlerdi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır.
Derim ki: Bunların hepsi ihtimal dahilindedir. Çünkü Peygamber (sav) değişik zamanlarda, Allah'ın kendisine öğrettiklerinden bunlara da öğretmek kastıyla bunların yanında oturmuş olabilir. Bu da Mekke'de oluyordu. en-Neh-lıâs der ki: Bu sözler biribirleriyle çelişen sözler değildir. Çünkü bu iddiada bulunanların bütün bunlara işarette bulunmuş olmaları ve bunların Hz. Pey-gamber'e öğrettiklerini iddia etmiş olmaları muhtemeldir.
Derim ki: Ancak, ed-Dahhâk'ın, kastedilen bu kişinin Selman olduğuna dair ifadesi uzak bir ihtimaldir. Çünkü Selman, Peygmaber (sav)'ın yanına Medine'de iken gelmiş idi (ve müslüman olmuştu.) Bu âyet-i kerime ise Mekke'de inmiştir.
"İnkâra saparak kastettikleri o kimsenin dili yabancıdır" buyruğunda -ki: İnkâra sapmak" meyletmek demektir. Doğrudan meyletti, saptı" anlamındadır. el-A'raf Sûresi'nde de (7/180. âyetin 2. bölümü, 1, başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
İnkâra saparak" lafzını Hamza, şeklinde "ya" ve "ha" harflerini üstün olarak okumuştur. Yani onların, meyledip işarette bulundukları dil, Arapça olmayan bir dildir.
Ucme (acemilik): Saklamak ve açıklamanın zıddı demektir. Erkek için; kadın için de; denilir. Açık-seçik konuşamayan anlamındadır "Kuyruk sokumu"na: denilmesi ise, gizli ve saklı olmasından dolayıdır. Hayvan" demektir. Çünkü hayvan kendi halini açıkça ifade edemez. Kitabın anlaşılmayan yönlerini (gerekli noktalamalarla) izale ettim" demektir. Araplar kendi dillerini bilmeyen ve kendi dilleriyle konuşmayan herkese "A'cemî" derler. el-Ferrâ derki: A'cem, dilinde ucmelik bulunan kimse demektir. İsterse Araplardan olsun. A'cemi yahut acemi ise, aslen acemlerden (Arap olmayanlardan) olan demektir. Ebu Ali der ki: A'cemi, fasih ve açık konuşamayan demektir. Araplardan olsun yahut olmasın farkctmez. Aynı şekilde A'cem ve A'cemî de, fasih olsa dahi Aceme mensııb olan kimse demektir.
"Dil" ile Kur'ân'ı kastetmiştir. Çünkü Araplar, kasideye ve beyite de dil (lisan) derler. Şair der ki:
"Kötülük lisanını (kaside ve beyitini) bize hediye ediyorsun da, Hainlik ediyorsun. Bense senin hainlik edeceğini zannetmemiştim."
Burada "lisan" ile şair, kasideyi kastetmektedir.
"Bu ise apaçık bir Arapçadır." Yani, Arapça olup en fasih ve anlaşılır ifadelerledir.
|