Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Aşağıda benimle TAMAMEN ZID Fikirde olan bir "iddia Sahibi"nin makalesini buraya aktarmak istedim...
Bilinmesini isterim ki Makalenin noktasına ve Virgülüne dahi dokunmadım.
Amaç SİYAH-BEYAZ ve GRİ Tonların meydana çıkması...
Burada Fikirler özgürce tartışılsın.Zira çok önemli bir konu Salat...
Olurya belki BEN ve Benim gibi düşünenler de yanılıyordur.
Mutlak Doğruyu Ancak Allah bilir.
Biliyorum ki BAZI Kardeşlerimiz bu yazıyı AYAKTA Alkışlayacaklardır?
Bazıları ise ŞEKİLSEL SALAT yani NAMAZIN böylesine bir SAVUNMAYA ihtiyaç duyulmasını MANALI Bulacaklardır.
MATRİX Filmin de bir Sahne vardı:)...Kırmızı hap mı? Mavi Hapmı?
Hatırlayanlar bilirler ne demek istediğimi...
İDDİA SAHİBİ Yazdı:
Burada “salat” kelimesinin her anlama gelebileceği ama kesinlikle şekilsel bir anlam ifade
etmeyeceğini savunan temelsiz iddiaları eleştireceğiz.
Bunu yaparken zaman zaman bu iddiayı savunanların kendi mantıklarını yine onların yazılarına uygulayacağız;
tutarsızlıkları, saçmalıkları, yanlış yönlendirmeleri, keyfi yorumları göreceğiz.
Umuyorum ki bunlar art niyetli yaklaşımlar ve istediğini bulma eğilimi değil,
sadece bakış açısı ve anlayış eksikliğine dayalı olsun.
Hiç kimsenin çok sesliliğe, hatta saçmalama hürriyetine bile ses çıkarma hakkı olmadığını düşünüyorum.
Böyle olmasıyla birlikte sağduyu sahibi insanların bunları alabildiğine eleştirme,
bazen dikkate almama veya değişik yönlerde tepkilerine de anlayışlı olunması gerektiğini de düşünüyorum.
Tanrı’ya itaat, bağlılık ve sevginin göstergesi olan “salât” eyleminin fonksiyonunu keyfi yorum ve
anlamlandırmalarla adeta sıfır konumuna getirerek ortadan kaldırmaya çalışmak sevgi değil art
niyetliliğin göstergesi olabilir ancak.
Bu konu ile ilgili yanılsamalardan biri de şekilsel salâtı savunanların mezhepçilikle suçlanmaya çalışılması.
Oysa mezhep oluşturmak, kuranda (salat) namaz vardır, oruç vardır, hac vardır demek değildir.
Öyle olursa salata namaz değil diyen arkadaşların dediği de aynı yönde olur;
zira biz vardır derken onlar yoktur diyor. Mezhebe kelime anlamıyla bakacak olursak fark etmeksizin
her iki tarafın söylediği de mezhep olur. Önemli olan varılan sonuçtur ve bunun aksi
ispatlandığında değişebileceğine inanmaktır. Kaldı ki bizim anlayışımız da bu yöndedir. Eleştirilere geçmeden önce
Edip Yüksel’in bu konu ile ilgili cevabi yazısındaki bir paragrafı alıntı yapıyorum:
“Müminler, kalpleriyle, beyinleriyle, vücutlarıyla, gölgeleriyle, işleriyle ve her halleriyle Allah'a teslim
olanlardır.
Allah'a ait olan her şeyinle Allah'a secde edebilmelisin, sevgili kardeşim.
Zihnin ve kalbinle Allah'a secde ederken, vücudunla secde etmemeye çalışman Şizofrenik bir tavırdır.
Bedenleriyle ve gölgeleriyle Allah'a secde eden, ama kalpleriyle ve zihinleriyle secde etmeyenlerden
ne kadar farklı bir tavırdır bu? (13:15; 16:48-49)
Kalbimiz ve zihnimiz gerçekten Allah'a teslim olup ona secde ediyorsa,
tüm varlığımız O'na secde eder ve etmelidir.”
Şimdi sırasıyla eleştirilerimize geçebiliriz.
Öncelikle bu arkadaşların “salat” kelimesine verdikleri anlamı aktarıp ve sonrasında
“Deniyor ki” diyerek anlayışlarını aktararak eleştirilerimizi yapacağız.
Aşağıdaki alıntılar internet ortamında namazın şekilsel olmadığına ilişkin dolaşan yazılarandır.
“SALAT” kelimesine verdikleri anlamlar şöyle:
“İslam ailesine girenlerin, bildiğimiz bir aile yapısı ve bağları gibi Allah’ı ve birbirlerini sevmeleri,
destek vermeleri, bağlılık, yükümlülük göstermeleri, irtibat halinde olmalarıdır, hayra barışa çalışmalarıdır.
Allah yolunda verilen her turlu destek, uğraş, ibadettir.”
Deniyor ki: “Kuranda oruç ibadeti anlatılırken Ey müminler oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi
size de farz kılındı der, ama namaz için böyle bir ayet yoktur.
Siz hangi ayetten bu emri alıyorsunuz?”
—Kuranda bir emrin uygulanmasının istenmesi önceki ümmetlere daha önce bunun söylenip söylenmemesine bağlanmaz.
Kuranda birçok emir ve uygulama vardır ki “sizden öncekilere” sözü kullanılmaksızın bildirilir.
- Tevrat’ta ve İncil’de insanların kazançlarından bağış olarak ihtiyaç sahiplerine verilmesi
söylendiği halde bu, Kur’an’da “sizden öncekilere” sözüyle birlikte kullanılmaksızın zekât olarak bize emredilir.
- Öksüzün hakkının diğer kitaplarda verilmesi istendiği gibi, yine bizden de malum cümle kullanılmaksızın
aynısı istenir.
Zira Rabbin yasasında değişiklik olmaz. Kurandaki her emir için buna onlarca örnek verilebilir.
Dahası, Tanrı’nın kuranda sözünü ettiği her şey için bunu “daha öncekilere bildirdiğim gibi” demesine gerek yoktur.
Deniyor ki: “Rekat sayısı,okunacak dualar,ana dilde ibadet,kazası var mı, uyku, bozan haller, kurallar, secde,
rüku, kıyam nasıl olur sırası nedir,hasta,yaşlı,genç kimler yükümlü,cami adabı, imam, müezzin, kamet, pusula, yürürken namaz
nasıl kılınır,eller kollar, dizler, tekbir, selamlama, Ekber niye Allahın ismi değil,
vakitleri 2,3,5...vs kısacası namaz ile ilgili her ayrıntı olmalı Kuranda ,
eğer eksik olmadığına iman ediyorsak bu konularda dayandığımız ayetler nelerdir?
— Gelenekçi anlayıştan gelindiği için yine onlarla aynı hataya düşülüyor.
Kur’an’da asıl itibariyle istenmeyen, insanların serbest uygulamalarına bırakılan hususlar ile
ilgili ayrıntılar isteniyor nedense. Ve bu da Kur’an’ın eksik olmadığı mantıksızlığına sığınarak yapılıyor.
Kur’an dışında yığınlarla uygulama uyduruluyor ve sonra madem eksik değil kuran, neden bunlar yok deniyor.
Veya Tanrı’nın her uygulanmasını istediği ibadete ilişkin her detay beklenmektedir.
Tanrı’nın serbest bırakması göz ardı edilerek.
Deniyor ki: “Ancak şekilsel bir varlığın önünde yere kapanarak Şekilsel secde yapılır.”
— İleride azaların yıkanılması konusuna değineceğiz ama yeri gelmişken burada öne sürülen mantığa aynısıyla
karşılık verelim.
Görüldüğü gibi şekilsel secdeyi şekilsel varlığa bağlıyorlar.
O halde bizde, ancak şekilsel olan bir secde şekilsel bir ön hazırlılığı gerektirir diyebiliriz.
Dolayısıyla aynı mantıkla hareket edersek şekilsel olmayan bir ibadet için şekilsel
bir ön hazırlığın gerekmediği sonucuna varırız. Görülüyor ki bu insanlar o kadar art niyetlidirler ki
küçük mantıksal sorunları ve bu mantıklarının kendilerine geri döneceklerini dahi düşünemiyorlar.
Deniyor ki: “Ekber kelimesi Allahın isimlerinden değildir.Ekber kelimesinde karşılaştırma vardır aracı ve alt
ilahlarla,Kebir gibi değildir.”
—Bununla güya başka tanrıların olduğuna dair okuyucuları yönlendirmeye çalışıyorlar. Fakat yazıyı hazırlayan
vatandaş
23:14 ayetini unutmuş olmalı. Ayet şöyledir “yaratıcıların en güzeli”. Yine aynı mantıkla hareket edersek “23.14”
ayetinden birçok yaratıcıyı anlamamız gerekecek. Komik değil mi? Neyse devam edelim.
Deniyor ki: “Bir putperest(nesnelerle ibadet) ritüeli olarak namaz da Mecusilerden gelir,onlarda aracı nesne olarak
ateşi
kullanıyorlardı ve ritüel uydurmuşlardı.
Allah adına uydurulan ve dualarda, irtibatta aracı konan ritüellerden biridir aynı
dikili tas etrafında 7 kez dönme gibi ve şirk unsurudur.Allah her yerdedir,önünde yere kapanma ancak bir nesne ile
olur
oda putperestliktir, sözlüklerden putperestliğin tanımına bakınız.”
—Puta tapınmanın nasıl olduğu ve hangi inançla yapıldığı hemen herkes tarafından bilinen bir şeydir.
Bunun sanki
bilinmiyormuşçasına tanımlanması ve inananların namaz uygulamaları ile eşleştirilmesiyle okuyanları bilinçli bir
düşünsel
yanılsamaya sürüklüyorlar. Ve Kur’an’da olmayan, geleneğin yerine getirdiği bir takım uygulamalar kullanılarak
suçlama yönlendiriliyor.
Bir yere yönelip Tanrıya yakarma, kuran ile başlayan bir şey değildir.
Tahriflerin olmasına rağmen Kitab-ı Mukaddesteki Süleyman’ın duası ve Tanrı’nın kabulü ile ilgili ayetler Kurandaki ayetlerle
örtüşerek sağlam bir delil teşkil ederler:
“1.Kr.8: 29 Gözlerin gece gündüz, ‘Orada bulunacağım! dediğin bu tapınağın üzerinde olsun.
kulunun buraya yönelerek ettiği duayı işit.
1.Kr.8: 30 Buraya yönelerek dua eden kulunun ve halkın İsrail'in yalvarışını işit.
Göklerden, oturduğun yerden kulak ver; duyunca bağışla.
1.Kr.8: 35 "Halkın sana karşı günah işlediği için gökler kapanıp yağmur yağmazsa,
sıkıntıya
düşen halkın buraya yönelip dua eder, adını anar ve günahlarından dönerse,”
Tanrı’nın iradesi ile yapılan mabet için oraya yönelerek dua etmenin, yakarmanın uygulanması eskiden gelen bir
Tanrı’sal uygulamadır.
Daha önceki dönemlerde Süleyman tapınağına yönelerek yapılan dualar
2:144 ayetiyle başka bir yöne yönlendirilir.
Bunun ise şirkle ilgisi yoktur. Kâbe’ye olan yönelme tıpkı Süleyman’ın kast ettiği anlam
çerçevesinde bir yönelmedir.
Kaldı ki belirlenen yere yönelin denildiği halde bunun mutlak manada talep edilmediğini de yine Kuran’da
(2:115) buluyoruz.
Dikkat çekiciliği ve manidar olması açısından Tevrat’tan son bir ayet aktarayım:
“1.Kr.8: 54 Süleyman, RAB'be duasını ve yalvarışını bitirince, elleri göklere açık, dizleri üzerine çökmüş olduğu
RAB'bin sunağının önünden kalktı.
Deniyor ki: “Bakara 239 Eğer (herhangi bir şeyden) korkarsanız (namazlarınızı) yürüyerek yahut binmiş olarak
(kılın).
Güvene kavuştuğunuz zaman, siz bilmezken Allah'ın size öğrettiği şekilde O'nu anın (namaz kılın). Yürür iken namaz
kılınacağını iddia eden mealciler zaten namazı inkar etmiş olurlar.”
—Bu ayet namazın inkârı anlamında değil, bilakis böyle olduğunu sananların namazı gereği gibi anlayamadıklarını
gösteriyor.
Bu ayet, Kılınan namazın mutlaka şekilsel olmasının gerekmediği anlamına gelir.
Çünkü Tanrı’ya yönelme, onu yüceltme ve bu şekilde ondan yardım dileme, sadece onu yüceltmenin,
itaatin, saygının ve yegâne önünde eğililmesi gereken varlık olarak kendisinin kabul edildiğinin göstergesi olan
şekilsel boyun eğişle yapılmamaktadır.
Bu ayete verdikleri komik anlama ve ayetten bir kelime gizlemeleri hususuna ileride değineceğimden şimdilik bunu
ilerletmiyorum.
Deniyor ki: “Allah ve melekler peygambere namaz mı kılmaktadır yoksa destek mi olmaktadır ?”
—“salat” kelimesinin farklı anlamlarda kullanıldığı bilindiği halde art niyetli zihinsel yönlendirmeyle
33:56 ayetini farklı yönde çevirisi yapılmıştır.
İlgili ayette “destek” anlamına gelen “salat”ı bilinçli olarak bir diğer anlamı “namaz” ile çevirmişlerdir.
Aynı yöntemi biz uygulayalım şimdi de; Yani onların “salat”a verdikleri anlamlardan birini mesela bu ayete uymayacak
bir anlamını alıp bu ayete yerleştirelim: “Allah ve melekleri peygambere “bağlılık” gösterirler
veya “bağlanırlar”” “Allah ve melekleri peygamberin “arkasından giderler” “o sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak
için “arkasından gider.
(33:43)” Görüldüğü gibi bizde “salat”ın başka anlamlarını uygunsuz yerlerde kullandığımızda anlamsız
sonuçlara varmaktayız.
O halde bunu yapmalarını iki nedene bağlayabiliriz; bunlardan birincisi akıllarının bunu algılayamadığıdır,
ikincisi art niyetli olmalarıdır.
Deniyor ki: “Vusta vakit bildirmez, öğle salâtı yoktur, sadece 2 vakit sabah akşam salâtı vardır, peygamber bu
salâtlarda müminleri toplayıp kuran okuyup ayetleri açıklamıştır.
Muhammed Esed 23:62 Biz hiç kimseye gücünün üstünde yük yüklemeyiz; ve katımızda (insanların ne yaptığı, ne
yapabileceği konusunda) gerçeği söyleyen bir kitap bulunmaktadır; binaenaleyh, kimseye haksızlık yapılmayacaktır.
“vus” kökü 23:62 de gücü ölçüsünde anlamında,bakara 238 de ise en uygun diye çevrilmiş Muhammed Esed tarafından
2:238 SALATLARINIZA ve SALATLARINIZI en uygun şekilde ifa etmeye dikkat edin; ve Allah'ın huzurunda içten bir
bağlılıkla durun.
Allaha olan desteğinizi (gücünüz ölçüsünde) ifa etmeye dikkat edin,yanı kapasiteniz oranında yerine getirin
Aşağıdaki ayette de sabah ile akşam arası salat olmadığı açıktır..
(NÛR suresi 58. ayet) Ey Müminler, elinizin altındaki köleler ve hizmetçiler ile aranızdaki henüz ergenlik çağına
girmemiş gençler, günün şu üç vaktinde, yani fecr salatından önce, öğle sıcağında soyunduğunuz saatlerde ve işa salatından
sonra odanıza girerken sizden izin istesinler. Bu vakitler mahrem yerlerinizin açık olabileceği vakitlerdir.
Bu vakitler dışında ne sizin için ve ne de onlara bir sakınca yoktur.
Birbirinizin odalarına rahatça girebilirsiniz İşte Allah size ayetlerini böylesine ayrıntılı biçimde açıklar.
Allah her şeyi bilir ve O'nun her işinin, her buyruğunun mutlaka bir gerekçesi vardır.”
—“Salatül vusta” konusundaki anlayış farklılıklarına saygı göstermekle birlikte yukarıdaki yazılanlarla ilgili
bakış açısı eksikliğini eleştireceğim.
Öğlen salâtı yoktur gibi kesin bir yargıya varmak hatadır. Birinin “vusta” kelimesinden anladığı “namaz en ölçülüdür” olabileceği
gibi bir başkası “orta namaz” olarak onu anlayabilir.
Ayrıca 24:58 ayetinde öğlen namazının bildirilmemesi bunun kesinlikle olmadığı anlamına gelemez.
17:78 ayetindeki güneşin sarkması tepe noktasından batıya kayması şeklinde anlaşılabileceğinden,
güneşin batışına kadar geçen sürenin öğlen namazı vakti olduğu ortaya çıkar ki bu da geniş bir zaman aralığı demektir.
Böylece ayetteki anlatım, güneşin tepe noktasından başlayıp batışına kadar süren geniş bir zaman dilimiyle değil,
o dönemlerde uygulanan ve vakti belirli bir uygulamayla (öğlen dinlenmek için soyunma vakti) üzerinden anlatılmış
olabilir.
Bu nedenle yukarıda adeta altın bulmuş gibi bunun böyle sunulması yanlıştır.
Vusa ve vusta arasında harf benzerliği dışında başka hiçbir benzerlik bulunmamasına rağmen,
anlamları arasında bir benzerlik kurmaya çalışmak ise son derece komik ve saçma olduğundan herhangi
bir açıklamaya gerek görmüyorum. Son derece art niyetli bu çabayı ise sağduyu sahiplerinin iyice düşünmesini isterim.
Deniyor ki: “hud 114 teki salat vakitleri toplantı salatlarıdır”
—11:114 “salat”ın baştan yanlış anlamlandırılmasından dolayı şekilsel salata ait olan ayetin zamansal
açıklamalarının anlamını tahrif etmeye çalışmışlardır. Hatta oluşacak “söylev” anlamındaki saçma emrin saçmalığını ortadan
kaldırmak için de bu uygulamanın sadece peygambere ait olduğu gibi tutarsız ve tehlikeli bir yoruma sapılmıştır.
Bu, kuranın başka birçok hükmünün bizim zamanımızda ve bize hitap etmediği düşüncesine yol açar ki bu da saçma olur.
Bu ayetin peygambere ait olduğunu ise bakın bu cümleyle savunuyorlar
“ZATEN EY MUMINLER HITABIYLA SALATI IKAME EDIN EMRI YOK” Şimdi siz bu kapsama
“ey müminler” diye başlamayan her ayeti koyabilirsiniz.
Tabi 20:132 ayetindeki “yakınlarına/çevrendekilere salatı gözetmelerini söyle” ayetini de amaçlı olarak farklı anlıyorlar. Yani
peygamber her bireyin kendisinin yapacağı salâtı gözetmelerini değil de onu dinlemeyi gözetmelerini istemiş oluyor onlara göre.
Bu ayete göre peygamber her gün, günün ilk ışıklarıyla nutuk atmaya başlıyor ve inananlar günün ilk ışıklarında
kalkıp nutuk’u dinlemeye gidiyorlar; bununla kalmıyor birde akşam saatlerinde nutuk atılıyor tabi.
Diğer ayetlere verdikleri anlamı dikkate aldığımızda ise nutuk atılırken ve dinlerken önceden yıkanmanın gerekliliği,
sex yapmışsan nutuk dinlememen ve nutuk atmaman gerektiği gibi birçok saçma sonuca varmış oluruz.
Deniyor ki: “Aleviler yani ali ve taraftarları neden namaz kılmaz, kurandaki salat namaz değil der”
—iddialarını güya desteklemek için bunun gibi temelsiz bir iddiayı ortaya atabilmektedirler. Ali ve ehli beytin
takipçilerinin temelde şia mezhebi mensupları olduğunu ve bunların da bildiğimiz anlamda şekilsel salâtı yerine
getirdiklerini küçük bir araştırma yapan herkes görebilecektir. Türkiye’deki alevi topluluğun uygulamadığı
“salat”ı, sanki Ali taraftarlarının hepsinin fikriymiş gibi sunarak kendi fikirlerini güçlendirmeye çalışmaktadırlar.
Bunu yaparken de güya inanmadıkları rivayetlerle süslemekten çekinmiyorlar.
Deniyor ki: “Salatın birde dua manası vardır. Dua genel manada çağırmak, davet etmek anlamına özelde Allah'ın
yardımını çağımak, Allah'a niyaz etmek anlamına gelir. Zekeriya AS. Mihrapta salat ederken melekler ona nida ediyorlar.
Burada Zekeriya AS. niyaz halinde olduğu anlaşılıyor.”
—Başta “salât”ı başka anlamlarıyla anlatan bu inanış, Zekeriya’nın mescitte yapmış olduğu namazı ile ilgili ayete
geldiklerinde “salât” kelimesinin anlamlarından birinin de “dua” olduğunu kabul etmek zorunda kalıyorlar. İçinde
“salât”
kelimesi geçen her ayeti kendi istekleri doğrultusunda değiştiren bu arkadaşlar aslında bu anlamı da kabule
yanaşmayacaklar ama ayet onları zorlamaktadır. Yoksa diğerlerine uyguladıkları mantığı kullansalar aslında “dua”
anlamını veren ayrıca Arapça bir kelimenin olduğunu ve “salat”ın “dua” anlamına gelemeyeceğini de düşünecekler ama ayet izin
vermiyor
__________________ Demek ki,gerçekten zorlukla beraber kolaylık da vardır,ŞERH-5
—Bu vatandaşlar aynı şekilde secdeyi ve rükûu anlamlandırmaya çalışıyorlar. Secde’nin anlamlarından birinin “yere doğru
eğilmek”, rükûu’nun anlamlarından birinin “eğilmek” olduğunu yazılarına aktardıkları halde her nedense secde ve rükuu
kelimeleri her anlama gelmelerine rağmen hiçbir şekilde şekilsel olarak bu anlamlara gelmemektedir bunlara göre.
Ne “secde” ne de “rükuu” kelimelerinin tek bir anlamı olduğunu kimse söylememesine rağmen, sanki bu kelimelerin şekilsellik
ifade eden tek anlamları olduğunu kendi kafalarınca öne sürüp keyfi olarak ayetlerde geçen secde kelimesinin yerlerine
şekilsellik anlamını yerleştirerek kendilerini doğrulatmaya çalışıyorlar.
Deniyor ki: “17. Surede ağlayarak çeneleri üstüne secde ederler Örneğin bazı kültlerde saygı göstermek için göbek üstü
secde edilir. Kuran'da geçen secdeye yorumlanacak ayet ise mezhepçileri üzecek türden. Bu ayete göre alın bölgesi değil,
çenenin üstüne "düşmek" gerekir.
—Çeneleri üzerine yere kapanmaktan başın öne eğilmesini anlıyorlar anlayacağınız. Çenenin üzerine yere kapanmanın
bildiğimiz secde olduğunu kabule yanaşmıyorlar, onun yerine komik ve saçma olan ve üstelik çene üzerine değil çene altına
doğru yapılan komik uygulamayı kabul edebiliyorlar. Zira şekilsel olarak yapılan secde zaten çeneler üzerine yere
kapanmadır.
Deniyor ki: “2:238’de geçen kıyam kelimesi nedir?...ve kumu lillahi kanitın
Ve Allah için / Allah’a bağlı olarak dikilin / ayakta durun. Kimse namazında çakı gibi yerinde dikilmiyor, ayakta durmak
ancak söylev anlamıyla mümkün.”
—Bu anlayışa göre peygamber hiçbir dini söylevinde oturmamıştır ve sizde dini anlatırsanız mutlaka ayakta durmalısınız.
Hele dini anlatırken ses tonunun ayarlanması yorumunu da hesaba katarsak insanların çokluğuna, nutuğu yapanın duyulup
duyulmamasına bakılmaksızın normal konuşma ses tonuyla hitap edilmesi gerekmektedir ki bu da evlere şenlik bir durumdur.
Deniyor ki: “Kökü س جد mescit kelimesinin Kuran’daki kullanılışına baktığımızda bunun fiziksel bir binayı değil, içimizde
oluşturduğumuz bir yapıyı belirttiği ve aynı “Allah yolunda” gibi bir mecazi anlam içerdiği anlaşılmaktadır. Buna göre
mescit’in muhtemel çevirisi “secde edilen yer” değil, (içimizde oluşturduğumuz Allah’ın yasalarına) itaat davranışı;
(Allah’ın yasalarına) uyma, riayet hali olmalıdır. (Allah’ın emirlerine) “İtaat yapısı, riayet kurumu” gibi alternatif
çevirilerde mümkündür ki bunlar daha gerçekçidir çünkü bu YAPI içimizdedir ama biz kulağa hoş gelmesi açısından
örneklerimizde “itaat davranışı” çevirisini kullanacağız.”
—Görüldüğü üzere alabildiğine keyfi yorumlarla anlamlandırma yapılmaktadır. Komik bir ayet çevirisi sunalım “17:07 Eğer
iyilik ederseniz kendinize etmiş, kötülük ederseniz yine kendinize etmiş olursunuz. Artık diğer cezalandırma zamanı
gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine Mescid'e (Süleyman Mâbedi'ne) girsinler ve ellerine
geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler (diye, başınıza yine düşmanlarınızı musallat kıldık)
Yahudilerin düşmanları henhangi bir mescide değil, Yahudileri yenmek için birbirleriyle“itaat davranışına / riayet haline”
girmişler.” Diyorlar.
-Süleyman’ın Kudüs’e gidildiğinde herkes tarafından kalıntılarını görebileceği mabedi bir anda itaat davranışı ve riayet
haline dönüşmüş. Babilliler tarafından yıkılan tapınak bir anda ortadan kalkmış yok olmuştur.
Mescit kelimesini itaat davranışı ve riayet hali diye keyfi anlamlandırmalarına rağmen bu kelime kimi yerde “riayet hali
yapısı” olabiliyor(9:108), bir başka ayette ise öyle bir kelime olmamasına rağmen “itaat davranışı kurumları” oluyor ayet
onlara göre.(2:114)
Birisi bu ayetten ne anladığını söylemelidir sanırım. Bu itaat davranışlarının ne olduğunu, riayet haline kendimizi nasıl
adamamız gerektiğinin de sanırım anlatılması lazım ayetlerle. Anlaşılan belirli zamanların dışında, şu itaat davranışlarına
önem gösterilmesi şart değil. Hal böyle olunca, ibadet yerlerinde insanların Tanrı’yı anmanın haricinde başka bir şeye
yönelmemelerini, kendilerini Tanrıyı yüceltmenin, ona duanın, ibadetin ifadesi olan “salat”ı uygulamalarını anlayamıyorlar.
Deniyor ki: “peygamberin salatında ilk anlam, görev tebliğ, söylev, toplantı düzenlemek ve ayetleri okumak, açıklamak,
müminlerin salatında ilk anlam,görev ise bu salatlara katılıp,ayetleri dinlemek,öğüdü alıp icra etmektir.”
—Görüldüğü üzere “salat” bir anda onlarca anlama geliyor gerçek anlamları dışında. İşin garibi “salat” kelimesi geçen
ayetleri, peygambere hasredip sonrada bu ayetlerde “dinleyip öğüt alın”, ya da “icra edin” anlamı olmamasına rağmen bizim
bunlardan “söylev”, “dini açıklama” anlamlarını değil de “dinlemeği”, “icra etmeyi” anlamamız gerektiğini söylüyorlar;
herhalde bu kadar keyfilik olur.
Deniyor ki: “73:02-04 (Ey Peygamber) gece kalk, pek azı hariç, yarısı, yahut ondan biraz eksilt(yarısından az kalk) veya
artır (buna ilave et, yarısından ziyade kıl) ve Kur'an'ı ağır ağır,güzel güzel oku!
PEYGAMBERİMİZ akşam bağlantısını / söylevini yerine getirirken Kuran'ı ağır ağır okuyacak, BİZ DEĞİL. Mesajı aldıktan sonra
ayetleri tekrar tekrar okumanın ne anlamı var?Allah neden böyle bir şey yapmamızı istesin
—Şimdi anlıyoruz ki peygamber deliler gibi, gece kalkıp ne zaman kalktığı da belli değil, topluyor birilerini ve başlıyor
nutuk atmaya. Bunu yazan vatandaşlar kuran’ın ayetlerinin tekrar tekrar okunmasının da anlamsızlığını düşünüyorlar böylece.
Ayette “ey peygamber” ifadesi olmamasına rağmen çevirenin oraya parantez içi eklemesini zevkle alabiliyorlar.
Deniyor ki: “Namazını bağırarak kılan var mıdır? Niye böyle bir uyarı gereği duyulmuştur?
—Yukarıda da söz ettiğimiz gibi bu anlayış oldukça gariptir. Bizde sorumuzu soralım o halde: söylevini yaparken büyük
topluluklara bağırarak hitap etmekten başka seçeneği olan var mıdır? Ya da çok kısık bir sesle nutuk atanı hiç gördünüz mü?
Neden böyle bir uyarı gereği duyulmuştur? Gördüğünüz gibi hem mantık hem yorum alabildiğine saçmadır. Sesin çok
yükseltilmemesi, çokta kısılmaması ikisi arasında bir yol tutulması normal konuşma tonunu anlatır ki nutuk için bu yeterli
değildir.
Deniyor ki: “söylev peygambere özgüdür”
— Söylevin peygambere özgü olduğunu söyledikleri halde, 4:103 ayetini “…Bağlantı / söylev, müminler üzerine vakitleri
belirlenmiş bir farz olmuştur.” Diye çevirebiliyorlar komik değil mi? Şimdi bu ayette kastedilen müminler kimdir, yoksa
peygamber mi kast edilmişti? Salat’ın müminler üzerine farz olması söylenmesine rağmen.
Deniyor ki: “VUSTA,EN UYGUN /HAYIRLI BELIRLENEN MEHİR MİKTARINI İFADE EDİYOR.”
—Kuranda birçok örneği bulunmasına rağmen ve sanki anlatılan hiçbir konunun arasında başka bir ayetle başka bir konuya
değinilmiyormuş gibi 2:238 ve 239 u öncesindeki ayetler ile anlamaya çalışıyorlar. Tabi öyle olunca da işin işçinden
çıkılmaz hale geliyor. 2:239 daki vusta kelimesine “aracı” “hakem” anlamlarını yükleyebilmekte ama ayetteki “yürürken”
ifadesine aynı şeyi yapamadıklarından başka bir anlam yükleyememektedirler; geriye kalan tek şey var, bu ifadeyi ayetten
çıkarmak. Şimdi ayeti görelim asıl çevirisiyle birlikte:
2:239Bir kaygı ve endişeniz varsa, yaya veya binmiş olarak kılın. Güvene kavuştuğunuz zaman, bilmediğiniz şeyleri size
öğrettiği gibi ALLAH’I anın.
02:238-239 Bağlılıkları(MEHİR YÜKÜMLÜLÜĞÜNÜ) ve en uygun bağlılığı koruyun. Allah'a tam bir teslimiyet ile yerine getirin.
Eğer çekinir (mehır yükümlülüğünü belirleme) yerine getiremezseniz vasıta(aracı,hakem kişi) ile yerine getirin.Eğer
kendinizi emin hissederseniz Allahın öğrettiği gibi yerine getiriniz.(vasıtasız 236'daki gibi)
Görüldüğü gibi çeviride “çekinir” ifadesine kendilerince ve keyfi olarak başka anlam, salat yerine başka anlam, vasıta
yerine başka anlam kullanılmasına rağmen, “yürürken” kelimesi yerine ne kullanıldığı belli değil çünkü ifade görmezden
gelinmiştir.
Deniyor ki: “Çok güvendiğimiz çevirmenler namaz ibadetini koruyabilmek için ne kadar mantığa ters düşse de yukarıdaki
ayetleri aynen böyle çevirmektedirler. Bazıları ayeti “yağmurdan yaralanırsanız” yerine çelişkiyi ortadan kaldırabilmek
için “yağmurdan size bir zeval gelirse” diye çeviriyor. Müslümanlar da kandırıldıklarından habersiz bu ayetlere bakarak
savaş zamanında namazlarını kısaltabileceklerini düşünüyorlar.”
—Kendi mantığından habersiz tutarsızlıklarından habersiz suçlamayı başka tarafa yönlendiriyorlar. Genel olarak 4:102 ayeti
savaş durumuyla ilgilidir. 2:239 daki ayeti de kaygı ve endişe anlamlarıyla bu kapsamda değerlendirebiliriz. Bu tıpkı
“Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin” ayeti ile 60:8,9 ayetlerinin birlikte düşünülmesiyle ortaya çıkan doğru
davranış gibidir. Yani sefere çıkıldığında tehlikenin, endişenin ve düşmanın durumuna göre gerek binitler üzerinde gerekse
yürüyerek tanrının anılması ve dua olarak uygulanan Salat’ın, düşman karşısında durumun izin verdiği hallerde namazın
şekilsel olarak kısaltılmasını kapsamaktadır. Şimdi onların ayeti çevirmelerini aktaralım ve tutarsızlıklarını yazalım. Ama
öncelikle doğru çeviriyi sunalım:
“Yeryüzünde savaş için yolculuğa çıktığınız zaman inkarcıların size saldırmasından korkuyorsanız namazı kısaltmanızda bir
sakınca yok. Kuşkusuz inkarcılar sizin açık düşmanınızdır.
Sen içlerinde olup onlara namaz kıldırdığın zaman, onlardan bir grup sizi korumak için yanınızda bulunsun ve silahlarını da
yanlarına alsın. Namaza duranlar secdeye vardıklarında arkanızda bulunsunlar. Sonra namaz kılmamış olan grup gelsin ve
seninle birlikte namaza dursunlar, (namazı bitirmiş olan grup ise) silahlarını alıp nöbet tutsunlar. İnkarcılar,
silahlarınız ve eşyanız hakkında dikkatsiz davranmanızı ve böylece sizi ani bir baskınla bozguna uğratmayı umarlar. Yağmur
ve hastalık gibi özürlerden ötürü silahlarınızı bırakmanızda bir sakınca yok. Ancak alarmda olun. ALLAH kafirlere alçaltıcı
bir azap hazırlıyor.”
Şimdi diğer çeviriyi görelim:
“04:101 Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirlerin size eziyet etmelerinden endişe ederseniz, (sefere gitme)
BAĞLILIĞINIZDAN / YÜKÜMLÜLÜĞÜNÜZDEN KESMEDE size bir günah yoktur. Şüphesiz kâfirler, sizin apaçık düşmanınızdır.
04:102 Sen de içlerindeyken onların BAĞLILIKLARINI / YÜKÜMLÜLÜKLERİNİ YERİNE GETİR, onlardan bir kısmı seninle beraber
dursunlar, silahlarını (yanlarına) alsınlar, böylece itaat ettiklerinde / riayet ettiklerinde (diğerleri) arkanızda
olsunlar. Sonra henüz BAĞLILIĞINI / YÜKÜMLÜLÜĞÜNÜ YERİNE GETİRMEMİŞ OLAN (bu) diğer gurup gelip seninle beraber
BAĞLILIKLARINI / YÜKÜMLÜLÜKLERİNİ YERİNE GETİRSİNLER ve onlar da ihtiyat tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. O kâfirler
arzu ederler ki siz silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil olsanız da üstünüze birden baskın yapsalar. Eğer yağmurdan
yaralanırsanız yahut hasta bulunursanız silahlarınızı bırakmanızda size günah yoktur. Yine de tedbirinizi alın. Şüphesiz
Allah, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.”
Bu arkadaşlar düşmanın eziyetinden korkulması durumunda savaşa dileyenin gitmemesi gerektiğini düşünüyorlar 4:101 ayetinden
anladığımıza göre. Tabi ayetleri inançları yönünde tahrif etmeye başlayınca bu duruma düşülmesi normal. Ve her nasıl
oluyorsa Tanrı’nın isteğiyle, peygamber bizim bağlılığımızı yerine getiriyor.
Yazılarına aldıkları diyanetin çevirisinde parantez içinde kullanılan “yanlarına” ifadesini “siz elinde namaz kılan kimseyi
gördünüz mü?” diye eleştirirken kendileri çevirilerinde bu ifadeyi rahat rahat kullanabiliyorlar. İnsanların silahlarını
yanlarına almalarını ellerinde tutmak olarak algılayan bir beyne nasıl mesaj verilebilir ki? Kaldı ki ayet iki gruptan söz
eder. Bir grup namaz kılarken diğerleri silahlarıyla her an gözetmede ve kollamada olmalıdırlar. Bu kaygı, endişe çok ise
şekil şartı aranmaz 2:239 kapsamında her insan ibadetini yapar.
Bu vatandaşlar ayetlerin arasındaki ilişkiyi de kesmektedirler. 4:101 de düşmanın eziyetinden korkanların yükümlülüklerini
yerine getirmeyebileceği söylenirken 4:102 de olay birden yükümlülüklerini yerine getir ifadesine dönüyor ve peygamberin
yükümlülükleri bizler adına yerine getirmesinden söz ediliyor. Lütfen 101 ve 102 ayetlerindeki konu atlamalarına dikkat
edin.
Deniyor ki: “Abdest ayeti ile peygamberin Kuran'ı tebliğ ve müminlere öğüt için düzenlediği salatlara ( Hud 114 te
anlatılan fecr ve işa toplantı salatları)söylev / bağlantı için iştirak kuralları verilmiştir. Allah söyleve katılanların
temiz olmasını ve ne dediği bilir durumda olmasını istemektedir. Çünkü sarhoş olarak söyleve katılan kişi Allah'ın
sözlerini, okunan ayetleri anlamakta güçlük çekebilir veya onları alaya alabilir, yanlış yorumlayabilir, kelimeleri
kaydırabilir. Bu hadiseden önce elleri, yüzü, vs... yıkamak da zihni açmak ve algılamayı kolaylaştırmak içindir, teyemmüm
şartı da elektriği atmaya, bilinci açmaya yöneliktir,”
—Bu vatandaşlar dini söyleve katılmak için abdest alınması gerektiğini söylemiş oluyor. 5:6 ayeti incelediğinizde söyleve
katılmamanız gereken saçma halleri göreceksiniz. Yani tuvaletinizi yapmışsanız söylevi anlayamıyorsunuz aklınız kapanıyor
nedense, sex yapmışsanız yine peygamberin dini anlatmasına katılamıyorsunuz; aklınız söylenenleri almıyor çünkü.
Bir de söyledikleri “salat”ı diğer anlamıyla düşünelim. Bunlara göre salat aynı zamanda söylev anlamındadır. 5:6 ayette
söyleve kalkarken yıkanılması söyleniyor. Demek ki konuşulmaya başlandığı anda eller vs. yerler yıkanmış olacak; kadına
yaklaşılmışsa yine dini anlatamazsın, her şey bir yana birde tuvaletini yapmışsan yine dini kesinlikle anlatamıyorsunuz.
Kuranda bir sürü ayeti deyimsel olarak düşünen bu vatandaşlar iş “namaza yaklaşmayın”, “kadınlara yaklaşmışken” ayetlerine
geldiğinde ayetleri olduğu gibi alabiliyorlar işlerine geldiğinden. Kadınlara yaklaşmışken meydana gelen sex sarhoşluğu
nasıl bir şeyse suyla toprakla geçiyor anlaşılan. İnsan o sarhoşlukla suyu düşünebilecek mi diye düşünmüyorlar. İnsanın
niyeti zaten nutuk’a katılmaksa bu halinden sıyrılır, yok eğer sex sarhoşluğunun içinde ve amacına ulaşacaksa o durumdan
çıkmaz akıl olarak, suyu da toprağı da aramaz.
Yine bu vatandaşlar güya sarhoşluğu açıklamaya çalışıyorlar. Güya sarhoşluğun sadece içki içmekle mümkün olduğunu
söylüyoruz ya da savunuyormuşuz gibi ahkâm kesiyorlar. Lanetledikleri bir sürü rivayeti kendilerini desteklediğinde
aktarmaktan çekinmiyorlar.
Deniyor ki: “SIZCE NAMAZ KILINMIYACAKSA KIŞI TUVALETTEN SONRA ELINI, DİRSEGINE KADAR KOLUNU, YÜZÜNÜ YIKAMASIN MI? TABIKI
HAYIR BURDAKİ SALAT YASAMIN KENDISIDIR, KURAN BİR ÖĞÜTTÜR.”
—Sorunun komikliğini ve saçmalığını görebiliyor musunuz? Tanrı akıllı varlıklara seslenir ve böylece akıllı insana günlük
hayatta yapması gereken her şeyi tek tek sıralamaz. Onlara göre bu ayet, tuvaletten çıkınca yıkanması gereken yerler
oluyormuş. Demek ki kıçların yıkanmasına gerek yok; çünkü ayette tuvaletini yapanlar için bu söylenmiyor. Şimdi bizde akıl
sahibi insanlar olarak düşünelim acaba saça ıslak elin sürülmesinin, yüzün, ayakların ve her nedense dirseklere kadar
ellerin yıkanmasının tuvalet ihtiyacından sonra temizlenmeyle ne alakası olabilir? 5:6 ayette bu uzuvların yıkanmasını
salatın ikamesine bağlanmasını anlamıyorlar. Oldukça açık bir şekilde salata kalktığınızda bunları yapın deniyor. Salat
zamanı değilse elbette nereni nasıl yıkayacağına, ne zaman yıkayacağına sen karar vereceksin akıl sahibi olarak sen karar
vereceksin.
__________________ Demek ki,gerçekten zorlukla beraber kolaylık da vardır,ŞERH-5
Merhaba detaylı eleştirileriniz için teşekkür ederim.
Cevap veremediğiniz çoğu şeyi atladığınızı fark ettim. Özellikle Tevbe suresini atlamış olmanız beni üzdü.
9:1 Allah ve Resûlünden, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere kesin bir uyarıdır:
(UYARI)
9:2 Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. Şunu bilin ki, siz Allah’ı âciz bırakacak değilsiniz; Allah ise, inkârcıları perişan
edecektir.
(4 AY İZİNLİ KAFİRLER)
9:3 Hacc-ı ekber gününde[254], Allah ve Resûlünden bütün insanlara bir bildiridir: Allah ve Resûlü, Allah’a ortak koşanlardan
uzaktır. Eğer tövbe ederseniz, bu sizin için hayırlıdır. Ama yüz çevirirseniz, şunu iyi bilin ki, siz Allah’ı âciz bırakabilecek
değilsiniz. İnkârcılara, elem dolu bir azabı müjdele!
Ancak Allah’a ortak koşanlardan, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz, sonra da antlaşmalarında size karşı hiçbir eksiklik
yapmamış ve sizin aleyhinize hiç kimseye yardım etmemiş olanlar, bu hükmün dışındadır. Onların antlaşmalarını, süreleri
bitinceye kadar tamamlayın. Şüphesiz Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları sever.
(MÜŞRİKLERDEN ANTLAŞMAYA UYANLAR HARİÇ)
9:5 Haram aylar çıkınca bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme
yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz
Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
(YASAK 4 AY GEÇİNCE ONLARLA SAVAŞIN; NAMAZ KILIP ZEKAT VERİNCEYE KADAR)
BU MANTIKLI MI? BURADA DA SENİN ÖRNEĞİN GİBİ ES SALAT OLARAK GEÇİYOR
YA BU KAFİRLER NAMAZ KILIP PUTA TAPMAYA DEVAM EDERSE NE OLACAK?
NİYE BİR ÖNCEKİ AYETTEKİ MÜŞRİKLER ZORLANMIYOR?
KURAN'DA DİNDE ZORLAMA YOK, SEN SADECE BİR UYARICISIN DEMİYOR MU?
9:6 Eğer Allah’a ortak koşanlardan biri senden sığınma talebinde bulunursa, Allah’ın kelâmını işitebilmesi için ona sığınma
hakkı tanı. Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların bilmeyen bir kavim olmaları sebebiyledir.
KAFİRLERDEN BİRİ SIĞINIRSA HİÇBİR ZORLAMA YAPILMADAN KABUL EDİLECEK, KURAN OKUNACAK VE GÜVENLİ BİR YERE BIRAKILACAK.
BUNLARA NİYE ZORLAMA YOK?
Şimdi cevaplarınıza bakalım:
Deniyor ki: —Kuranda bir emrin uygulanmasının istenmesi önceki ümmetlere daha önce bunun söylenip söylenmemesine bağlanmaz.
Kuranda birçok emir ve uygulama vardır ki “sizden öncekilere” sözü kullanılmaksızın bildirilir.
Biz var diye iddia etmedik, sadece salatı o gününün arabı nasıl anladıysa biz de öyle anlamalıyız dedik.
Deniyor ki:— Gelenekçi anlayıştan gelindiği için yine onlarla aynı hataya düşülüyor. Kur’an’da asıl itibariyle istenmeyen,
insanların serbest uygulamalarına bırakılan hususlar ile ilgili ayrıntılar isteniyor nedense. Ve bu da Kur’an’ın eksik olmadığı
mantıksızlığına sığınarak yapılıyor. Kur’an dışında yığınlarla uygulama uyduruluyor ve sonra madem eksik değil kuran, neden
bunlar yok deniyor. Veya Tanrı’nın her uygulanmasını istediği ibadete ilişkin her detay beklenmektedir. Tanrı’nın serbest
bırakması göz ardı edilerek.
Asıl itibariyle istenmeyen ne demektir? Kuran bunun karara bağlanmasını ulemaya mı bırakmıştır, peygambere mi, kime? Kuran'ın
detaylı olduğuna inanan biri için çok cılız bir savunma.
Deniyor ki:—Bununla güya başka tanrıların olduğuna dair okuyucuları yönlendirmeye çalışıyorlar. Fakat yazıyı hazırlayan vatandaş
23:14 ayetini unutmuş olmalı. Ayet şöyledir “yaratıcıların en güzeli”. Yine aynı mantıkla hareket edersek “23.14” ayetinden
birçok yaratıcıyı anlamamız gerekecek. Komik değil mi? Neyse devam edelim.
O ki, yarattığı her şeyi güzel yaptı. İnsanı yaratmaya da çamurdan başladı.
Büyüklük kıyası ise bambaşkadır, lütfen çarpıtmayın.
Deniyor ki:—Bu ayet (bakara 239) namazın inkârı anlamında değil, bilakis böyle olduğunu sananların namazı gereği gibi
anlayamadıklarını gösteriyor. Bu ayet, Kılınan namazın mutlaka şekilsel olmasının gerekmediği anlamına gelir. Çünkü Tanrı’ya
yönelme, onu yüceltme ve bu şekilde ondan yardım dileme, sadece onu yüceltmenin, itaatin, saygının ve yegâne önünde eğililmesi
gereken varlık olarak kendisinin kabul edildiğinin göstergesi olan şekilsel boyun eğişle yapılmamaktadır.
Delil göstermeden sadece ZAN ile, heva ile konuşuyorsunuz. Tabii ki bağlı kalma at üzerine mahsus birşey değil siz bizim ayet
çevirimize dikkat etmediniz heralde. Biz burada Kuran'ın okuma / söylev anlamının kullanıldığını belirtmiştik. Sizin zerdüşt
namazınız ise maalesef bineğin üstünde kılınacak cinsten değil. Aman dikkat bir yerlerine zeval gelmesin, kıbleyi şaşırmayın...
—11:114 “salat”ın baştan yanlış anlamlandırılmasından dolayı şekilsel salata ait olan ayetin zamansal açıklamalarının anlamını
tahrif etmeye çalışmışlardır. Hatta oluşacak “söylev” anlamındaki saçma emrin saçmalığını ortadan kaldırmak için de bu
uygulamanın sadece peygambere ait olduğu gibi tutarsız ve tehlikeli bir yoruma sapılmıştır. Bu, kuranın başka birçok hükmünün
bizim zamanımızda ve bize hitap etmediği düşüncesine yol açar ki bu da saçma olur. Bu ayetin peygambere ait olduğunu ise bakın
bu cümleyle savunuyorlar “ZATEN EY MUMINLER HITABIYLA SALATI IKAME EDIN EMRI YOK” Şimdi siz bu kapsama “ey müminler” diye
başlamayan her ayeti koyabilirsiniz. Tabi 20:132 ayetindeki “yakınlarına/çevrendekilere salatı gözetmelerini söyle” ayetini de
amaçlı olarak farklı anlıyorlar. Yani peygamber her bireyin kendisinin yapacağı salâtı gözetmelerini değil de onu dinlemeyi
gözetmelerini istemiş oluyor onlara göre.
Bu ayete göre peygamber her gün, günün ilk ışıklarıyla nutuk atmaya başlıyor ve inananlar günün ilk ışıklarında kalkıp nutuk’u
dinlemeye gidiyorlar; bununla kalmıyor birde akşam saatlerinde nutuk atılıyor tabi. Diğer ayetlere verdikleri anlamı dikkate
aldığımızda ise nutuk atılırken ve dinlerken önceden yıkanmanın gerekliliği, sex yapmışsan nutuk dinlememen ve nutuk atmaman
gerektiği gibi birçok saçma sonuca varmış oluruz.
Deniyor ki: “Salatın birde dua manası vardır. Dua genel manada çağırmak, davet etmek anlamına özelde Allah'ın yardımını
çağırmak, Allah'a niyaz etmek anlamına gelir. Zekeriya AS. Mihrapta salat ederken melekler ona nida ediyorlar. Burada Zekeriya
AS. niyaz halinde olduğu anlaşılıyor.”
Bunu dediğimizi kanıtlarsan hatamızı kabul edeceğiz. Hiçbir zaman böyle bir iddiamız olmadı.
Deniyor ki:—Çeneleri üzerine yere kapanmaktan başın öne eğilmesini anlıyorlar anlayacağınız. Çenenin üzerine yere kapanmanın
bildiğimiz secde olduğunu kabule yanaşmıyorlar, onun yerine komik ve saçma olan ve üstelik çene üzerine değil çene altına doğru
yapılan komik uygulamayı kabul edebiliyorlar. Zira şekilsel olarak yapılan secde zaten çeneler üzerine yere kapanmadır.
Kıvırmakta üzerinize yok. Ayet "lil ezkani" çenelerine diyor! Alınlarına değil. Alınla çenenin aynı şey olduğunu da bir sizden
duyduk.
Deniliyor ki: -Süleyman’ın Kudüs’e gidildiğinde herkes tarafından kalıntılarını görebileceği mabedi bir anda itaat davranışı ve
riayet haline dönüşmüş. Babilliler tarafından yıkılan tapınak bir anda ortadan kalkmış yok olmuştur.
Mescit kelimesini itaat davranışı ve riayet hali diye keyfi anlamlandırmalarına rağmen bu kelime kimi yerde “riayet hali yapısı”
olabiliyor(9:108), bir başka ayette ise öyle bir kelime olmamasına rağmen “itaat davranışı kurumları” oluyor ayet onlara
göre.(2:114)
Bir bir yozlaşmış "mescit" ayetlerinizi yazdırmayın şimdi buraya tekrar. Görürüz o zaman hangisi daha mantıklı. Kitabı indirip
iyice okuyun, bir tane ayette geçmiyor bu kelime.
Deniyor ki:—Görüldüğü üzere “salat” bir anda onlarca anlama geliyor gerçek anlamları dışında. İşin garibi “salat” kelimesi geçen
ayetleri, peygambere hasredip sonrada bu ayetlerde “dinleyip öğüt alın”, ya da “icra edin” anlamı olmamasına rağmen bizim
bunlardan “söylev”, “dini açıklama” anlamlarını değil de “dinlemeği”, “icra etmeyi” anlamamız gerektiğini söylüyorlar; herhalde
bu kadar keyfilik olur.
Ey iman edenler! Allah'a ve Resulüne itaat edin, işittiğiniz halde O'ndan yüz çevirmeyin. (Enfal 20)
Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resulüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak "İşittik ve itaat ettik"
demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir. (Nur 51)
Bizden istenen budur işte.
Deniyor ki:—Yukarıda da söz ettiğimiz gibi bu anlayış oldukça gariptir. Bizde sorumuzu soralım o halde: söylevini yaparken büyük
topluluklara bağırarak hitap etmekten başka seçeneği olan var mıdır? Ya da çok kısık bir sesle nutuk atanı hiç gördünüz mü?
Neden böyle bir uyarı gereği duyulmuştur? Gördüğünüz gibi hem mantık hem yorum alabildiğine saçmadır. Sesin çok yükseltilmemesi,
çokta kısılmaması ikisi arasında bir yol tutulması normal konuşma tonunu anlatır ki nutuk için bu yeterli değildir.
Müminler içerisinde konuşulduğunda bağırmasına ne hacet var efendim. Birazdan göreceksiniz kafirler / nankörlerle
karşılaşıldığında nasıl yapılıyor.
Deniyor ki: — Söylevin peygambere özgü olduğunu söyledikleri halde, 4:103 ayetini “…Bağlantı / söylev, müminler üzerine
vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur.” Diye çevirebiliyorlar komik değil mi? Şimdi bu ayette kastedilen müminler kimdir,
yoksa peygamber mi kast edilmişti? Salat’ın müminler üzerine farz olması söylenmesine rağmen.
Çünkü peygamberimiz tek başına konuşmuyordu heralde. Bunu anlayabilmek için roket ilmine sahip olmanız gerekmiyor ama işinize
gelmeyince böyle sorular sorabiliyorsunuz pek tabii.
Deniyor ki:
Bu arkadaşlar düşmanın eziyetinden korkulması durumunda savaşa dileyenin gitmemesi gerektiğini düşünüyorlar
4:101 ayetinden anladığımıza göre. Tabi ayetleri inançları yönünde tahrif etmeye başlayınca bu duruma düşülmesi normal.
Ve her nasıl oluyorsa Tanrı’nın isteğiyle, peygamber bizim bağlılığımızı yerine getiriyor.
Yazılarına aldıkları diyanetin çevirisinde parantez içinde kullanılan “yanlarına” ifadesini
“siz elinde namaz kılan kimseyi gördünüz mü?” diye eleştirirken kendileri çevirilerinde bu ifadeyi rahat rahat kullanabiliyorlar.
İnsanların silahlarını yanlarına almalarını ellerinde tutmak olarak algılayan bir beyne nasıl mesaj verilebilir ki?
Kaldı ki ayet iki gruptan söz eder. Bir grup namaz kılarken diğerleri silahlarıyla her an gözetmede ve kollamada olmalıdırlar.
Bu kaygı, endişe çok ise şekil şartı aranmaz 2:239 kapsamında her insan ibadetini yapar.
Ayet anlayışım dünden beri değişmiştir ve maalesef artık siz ve diğer namaz kılanların sığınılacak son
in ḣiftum en yeftinekumu-lleżîne keferû(c)
KorkarSANIZ fitne yapmasından nankörlerin / gizleyenlerin / kafirlerin
(BURAYA KADAR MUHATAP MÜMİNLER)
inne-lkâfirîne kânû lekum ‘aduvven mubînâ(n)
Şüphesiz KAFİRLER size açık bir düşmanDIR.
Dikkat bir sonraki ayetten devam ediyor!
Ve-iżâ kunte fîHİM
ve olduğun zaman aralaRINDA
Bir önceki ayete bakıp buradaki "fihim" onların içinde / aralarında'nın inananlar değil kafirler / nankörler olduğunu
görebiliriz. Zaten peygamber hep müminlerin içindedir.
Ya siz de şimdi burayı diyanet gibi parantezle kapatmaya / makyajlamaya çalışacaksınız ya da bir önceki ayeti yok sayıp
altta geçen -hüm (onların) ve -küm (sizin) takılarının aynı grup (müslümanlar)
için kullanıdlığını iddia edip kendinize güldüreceksiniz.
feekamte leHUMu-ssalâte
o zaman ONLARA salatı ikame et veya ettir
Kafirlere namaz kıldırılıyor!?
feltekum tâ-ifetun MİNHUM me’ake ONLARDAN bir grup ayakta dursun seninle
Burada benim anladığım müminler ve BİR GRUP (DİKKAT!) nankörler karşılıklı duruyorlar.
Müminler de silahlı kafirler de.
velye/ḣużû eslihateHUM
ve silahlarINI alsınlar
fe-iżâ secedû
secde / itaat ettiklerinde
Salatı dinlediklerin de veya salata itaat ettiklerinde
felyekûnû min verâ-iKÜM
onlar olsunlar SİZİN arkanızda
Grup MÜMİNLERİN arkasına geçiyor. Böylece peygambere saldırı ihtimali olmuyor.
Yüzyüzeyken de böyle birşey olamaz çünkü iki grup da silahlı.
velte/ti tâ-ifetun uḣrâ lem yusallû felyusallû me’ake
ve salat etmemiş grup gelsin ve seninle salat etsin
Yeni bir GRUP geliyor.
velye/ḣużû hiżraHÜM veeslihatehum
ve korumalaRINI ve silahlaRINI alsınlar
Onlara güvence vermek için silahlarını ve önlemlerini alma izni var.
Deniyor ki:Bir de söyledikleri “salat”ı diğer anlamıyla düşünelim. Bunlara göre salat aynı zamanda söylev anlamındadır.
5:6
ayette söyleve kalkarken yıkanılması söyleniyor. Demek ki konuşulmaya başlandığı anda eller vs. yerler yıkanmış olacak; kadına
yaklaşılmışsa yine dini anlatamazsın, her şey bir yana birde tuvaletini yapmışsan yine dini kesinlikle anlatamıyorsunuz.
Hala bir mezhepçi zihniyetiniz var, ayet salattan önce diyor. Siz cenabetliğin Kuran kaynaklı olduğunu düşüyorsanız daha ne
diyebilirim ki size.
in ḣiftum en yeftinekumu-lleżîne keferû(c) KorkarSANIZ fitne yapmasından nankörlerin / gizleyenlerin / kafirlerin
(BURAYA KADAR MUHATAP MÜMİNLER)
inne-lkâfirîne kânû lekum ‘aduvven mubînâ(n) Şüphesiz KAFİRLER size açık bir düşmanDIR.
Dikkat bir sonraki ayetten devam ediyor!
Ve-iżâ kunte fîHİM ve olduğun zaman aralaRINDA
Bir önceki ayete bakıp buradaki "fihim" onların içinde / aralarında'nın inananlar değil kafirler / nankörler olduğunu görebiliriz. Zaten peygamber hep müminlerin içindedir.
Ya siz de şimdi burayı diyanet gibi parantezle kapatmaya / makyajlamaya çalışacaksınız ya da bir önceki ayeti yok sayıp
altta geçen -hüm (onların) ve -küm (sizin) takılarının aynı grup (müslümanlar) için kullanıdlığını iddia edip kendinize güldüreceksiniz.
feekamte leHUMu-ssalâte o zaman ONLARA salatı ikame et veya ettir
Kafirlere namaz kıldırılıyor!?
feltekum tâ-ifetun MİNHUM me’ake ONLARDAN bir grup ayakta dursun seninle
Burada benim anladığım müminler ve BİR GRUP (DİKKAT!) nankörler karşılıklı duruyorlar.
Müminler de silahlı kafirler de.
velye/ḣużû eslihateHUM
ve silahlarINI alsınlar
fe-iżâ secedû secde / itaat ettiklerinde
Salatı dinlediklerin de veya salata itaat ettiklerinde
felyekûnû min verâ-iKÜM onlar olsunlar SİZİN arkanızda
Grup MÜMİNLERİN arkasına geçiyor. Böylece peygambere saldırı ihtimali olmuyor.
Yüzyüzeyken de böyle birşey olamaz çünkü iki grup da silahlı.
velte/ti tâ-ifetun uḣrâ lem yusallû felyusallû me’ake ve salat etmemiş grup gelsin ve seninle salat etsin
Yeni bir GRUP geliyor.
velye/ḣużû hiżraHÜM veeslihatehum ve korumalaRINI ve silahlaRINI alsınlar
Onlara güvence vermek için silahlarını ve önlemlerini alma izni var.
Deniyor ki:Bir de söyledikleri “salat”ı diğer anlamıyla düşünelim. Bunlara göre salat aynı zamanda söylev anlamındadır.
5:6 ayette söyleve kalkarken yıkanılması söyleniyor. Demek ki konuşulmaya başlandığı anda eller vs. yerler yıkanmış olacak; kadına yaklaşılmışsa yine dini anlatamazsın, her şey bir yana birde tuvaletini yapmışsan yine dini kesinlikle anlatamıyorsunuz.
Hala bir mezhepçi zihniyetiniz var, ayet salattan önce diyor. Siz cenabetliğin Kuran kaynaklı olduğunu düşüyorsanız daha ne diyebilirim ki size.
Selam Kuran'ı rehber edinenlerin üzerine olsun!
Selam Metehan,
Yukarıda (renkli) meal-yorum kime ait? Siz bu meal-yorumu benimsiyor musunuz?
en taksurû mine-ssalâti
Salattan+hayırda kısaltmaNIZda
hayırdan kısaltmak..insan iki eliyle ancak iki karpuz
tutabilir,3.karpuzu tutabilmesi için 3.elininde olması
gerekir,3.eli olmayan adama sen neden 3.karpuzu almadın
diye soramazsın,sorar zorlarsan o da 3.karpuzu hatta
4.karpuzuda koltuğunun altına alır bir taşır iki taşır
üçüncüye karpuzları yere düşürüp yenmeyecek vaziyete
getirir..askerde de kuraldır askere herşeyi
emredebilirsin ancak imkansızı emredemezsin..sefer yani
yolculuk halinde olanlar gördükleri hatalara yanlışlara
zulümlere aksaklıklara kayıtsız kalamazlar ve gereğini
yerine getirmeye çalışırlar lakin hayır sahiplerinin
ortadan kaldırılması yerine hayırda gereğini yapamasa da
en azından itiraz ederek geçip gitmesi daha uygun ve
gereklidir..bunlar yolculuk halindeler bakıyorlar ki x
yerde y adam z yetime zulm ediyor,burada aslolan
tamamıyla gereğini yapmakken,hayır sahiplerinin ortadan
kaldırılması tehlikesi varsa orada ya geçip gidecekler
yada adamı uyaracaklar kulağını çekecekler tehdit
edecekler ki vatandaş korkup sakınsın..buna benzer..
veya yolculuk halinde birinin birini öldürdüğü
görüldü..bu durumda öldüreni alıkoyup hesabını mukim
olana kadar veya adaleti yerine getirecek sağlıklı sürece
erene kadar ertelemek...kaldı ki saldırıya uğrama korkusu
varken hata ile bırakın hayrı zulme sapma ihtimaliniz
bile yok değildir.....
Elçinin seferde salat ettirmesi yani elçinin diğerlerine
hayırda bulunması..öğüt ver umulur ki alırlar..
öğüt elçinin onlara salatı hayrıdır..öğüdü alanlar
gönülden secde eder almayanlar zaten edemezler..izin
isterler mazeret uydururlar tüymenin yollarını ararlar..
elçiye verilen emir,bu erleri neyin üzerinde oldukları
konusunda uyar,önemini anlat,mücadelenin gerekliliğini
onlara izah et,secde ettir..bu senin görevin..velev ki
içinizden buna uymayan olabilir bu durumda da onlara
karşı kendi gücünü sürekli neye çabaladığınız konusunda
ayakta tut..
in ḣiftum en yeftinekumu-lleżîne keferû(c)
KorkarSANIZ fitne yapmasından nankörlerin / gizleyenlerin
/ kafirlerin
bu ayetleri salt o zamana ait düşünmek yanlış olur,esas
mana;kendinizi savunacak koruyabilecek gücünüz
olmadığında,size açıklanan salat'a o an ki imkanlarınızla
yapışın ötesini aramayın..
ararsak ne olur?
haklı olduğu halde,silahlı bir kişiye kafa tutmak pek
akıl işi değil..burada haklı olduğunu karşı tarafa
anlatmaya çalışacak ama adamıda arada yoklayacak ki son
raddeye getiripte silahını çektirtmesin...kişi burada
haklı lakin güçsüz..haklının karşı tarafa verdiği doz
öyle olmalı ki karşı taraf değil silah çekek düşünceye
dalmalı vs vs vs ..
kendine salat bu olsa gerek..zaten Allaha salat diye bir
olgudan asla bahsedilemez..ben Allaha salat
ediyorum..oldu mu?elbet olmadı..ama şöyle olabilir..ben
Allahın bana emrettiği salat et emrine uyuyorum..burada
salatın edilmesini isteyen bunu kendine değil aksine hem
salat edenin hayrına hemde salat edilenlerin hayrına
istiyor..salattan sonra zekatın hemen peşinden gelmiş
olmasıda gerçekte salatın maddi destekle yapılmasını
anlatıyor çünkü mal canın yongası zenginin bir
parçasıdır,etle tırnak gibi..
bu ayetlerin sadece o zamana ve olaylara has
indirildiğini sanmıyorum,tüm zamanı kapsayıcı..
sefere çıktığınızda..yani evinizden köyünüzden kasıtla
genel olarak sizi koruyacak imkanlarınızdan yoksun
kaldığınızda ki..zaten her horoz kendi çöplüğünde öter
ata sözününde bize anlattığı da budur..ama bu öyle imkan
yokluğu ki sizi ölüme kadar götürecek bir vaziyete
varacaksa,başkalarının hayrına çalışmaya azaltıp birazda
kendi derdinize kendinize salata zaman ayırabilesiniz..
nepalde 2.5 milyon insan açlıkla karşı karşıya
gelmiş..çünkü kapitalizm yine büyük abdestini yapmış ve
doğal olarak bm yardımı kesmiş..ne oldu burada?
bm salatı bir nedene dayandırarak iptal etti..oysa
istenen ne idi,tamamen silme,salata devam et..o an ki
imkanın ölçüsünde,imkanı belirleyen ne?imkanı belirleyen
sonuçlar..zarar görürsünüz sizin hayrınıza..
örnek belkide udu belkide uymadı bilemiyorum epey
yazmıştım tek tuşla hepsi silindi gitti ancak bu kadar
yazabildim..
yani sonuç olarak..sefere çıkarsanız diye
başlayıp..fasıkların zararından bahs ile devam eden
ayetlerin anlattığı,herhangi bir durumdan zarar
göreceğinizi hissederseniz, o durumdan bir an evvel
sıyrılmak için işinize,fikrinize,zikrinize,vaziyetinize
zarar gelmeyecek oranda devam edin..
zaten Allaha salat diye bir
olgudan asla bahsedilemez..ben Allaha salat
ediyorum..oldu mu?elbet olmadı..ama şöyle olabilir..ben
Allahın bana emrettiği salat et emrine uyuyorum..burada
salatın edilmesini isteyen bunu kendine değil aksine hem
salat edenin hayrına hemde salat edilenlerin hayrına
istiyor..salattan sonra zekatın hemen peşinden gelmiş
olmasıda gerçekte salatın maddi destekle yapılmasını
anlatıyor çünkü mal canın yongası zenginin bir
parçasıdır,etle tırnak gibi..
Tam olarak katıldığım nokta burası diğer kısımlar da katılamdığım yönler var.
sebgiler...
metehan
__________________ Demek ki,gerçekten zorlukla beraber kolaylık da vardır,ŞERH-5
Bu yaptığınız çeviri-yorumunuzla ilgili söylenecek çok şey var. Bunların bir kısmını daha önce söylediğim için tekrarlamak istemedim.
Ancak, bu yaptığınız çeviriye katıla bilmek mümkün olmadığı gigi, doğruluk payı da sıfırdır bana göre. Umarım bu sözlerime içerlenmezsin. Bildiğimi net ifade etmek zorundayım.
Bu seferin yer yüzünde bir gezinti olmadığını bilmenizi isterim öncelikle. Bu bir askeri seferdir; düşman birliği ile karşılaşıldı mı karşılaşılmadı mı, bunu net olarak söyleyemem.
Bilinmesini istediğim önemli bir husus da; bu salatta kısaltmanın olmadığıdır. Bir şeyin kısaltılmasının istene bilmesi için o şeyi kısaltacak olanlar tarafında önceden eninin boyunun ölçüsünün bilinmesi gerekir. Kurandaki salata namaz demiş olan ulema, hazarda namaz 4 rekattır, seferde ise 2'dir demiş. Bu sitedeki çok az sayıda zevat da Allah'ın Resul'e, birliğini ikiye bölerek onlara salatı uygulaması önerisinden tam namazın 2, kısaltımış namazın da 1 rekat olduğunu çıkarsamış. Halbuki, (ittifakla yaptıkları çevirilerden anlaşılana göre) 101. ayette "...namazı kısaltmanızda size bir sakınca yoktur" dendiğine göre, namazı kısaltıp kısaltmamakta muhayyerdirler. Ama, 102'de Allah Resul'e diyorki: Sen onların arasında olur da onlara namazı kıldırır isen, onları iki gruba ayır!" Demek ki ikiye ayırmamasında sakınca var. Öyleyse, bu arkadaşların Resul'ün birliğini iki gruba bölüp sonra da önlerine geçip onların her bir grubuna bir rekat namaz kıldırdığı ve bu namazın kısaltılmış namaz olduğu, tamamen varsayıma dayalı bir kısaltılmış namaz tarifleri olsa gerek! 1012. ayette, (mevcut meallere göre) " namazı kıdırdığın 1. grup, secde edince (fe izé secedû) arkaya gitsin ve o seninle namazda bulunmamış öbür grup gelsin..." deniliyor. Dikkatlerden kaçırılan bir husus, Resul'ün secde edenler arasında zikr edilmediği hususudur. Muhatap Resul olduğuna göre, şayet Resul de onlarla birlikte secde etmiş olsaydı, "secde ettiğinizde" (fe izé secettum) denilecekti.
Aslında "en taqsurû min-essalâti"nin anlamı "salattan geri/uzak düştüğünüzde" olacak. Birliğin başında Resul yoksa, uyguladığı salattan iradeleri dışında geri kalmış oluyorlar. Onun için "şayet aralarında bulunur ve onlara salatı uygularsan..." denmiş ve seferde uygulayacağı salatta güvenliği sağlama açısından birliği ikiye bölmesi, her bölükle aynı salatı ayrı ayrı yapması önerilmiştir.
Bu genel çevirilere yönelik yaptığım genel açıklamadan sonra bir de UlülElbab' kardeşin yaptığı çeviriye yönelik de artı iki soru sormak istiyorum.
Çeviriye göre bu salatı Resul silahlı bir grup kafirle yapıyor. Resul onları ikiye arıyor ve 1. grupla salat yaptıktan sonra bunlar (ki bunlar ve müminler, iki taraf silahları yanlarında karşı karşıyalar) inananların arkasına geçiyorlar, ardından 2. gurup geliyor...
Kafirler kesin düşman! Resul'ün aralarında ne işi vardı? Dolaşıken birden bire onların içine nasıl girdi? "İçlerinde olursan" yerine, "Onlarla karşılaşırsan" denmesi daha doğru bir ifade olmuyormuydu? Onları esir mi aldılar, etkisiz hale mi getirildiler, kafir düşman birlik ne diye iki gruba ayrılmayı ve salatı/ Resulle görüşmeyi kabul etsin? Anlaşılan kafir grup teslim olmuş! Aksi olsa onlarla iki grup halinde salatta bulunması Resul'e önerilmezdi. Onlar da bunu kabul etmezdi! Yolsa bu bir antlaşma teklifimiydi? Öyleyse, sonuç ne oldu? Kuran neden bu salatın neticesinden söz etmemiş? Peki kafir topluluğu ile yapılacak salattan kısaltmanın anlamı ne ola? İkiye ayırdığına göre, bu silahlı düşman grubunun sayısının azımsanmayacak kadar çok olsa gerek! İki silahlı grubun (ikişer gruplar halinde de olsa) tümünün iştirak edeceği bir görüşme neden gerekli görülsün? Taraflar arasında yapılan ikili görüşmelerde ya komutanlar veya heyetler görüşmeye katılır. İki düşman birliğin karşı karşıya getirilmesi pek akıl karı değildir.
Bu çevirinin en tuhaf cümlesi; "isterseniz salata/sefere gitmeye bilirsiniz!"
Metehan kardeşim, kırılsanız da küsseniz de şunu demek durumundayım: Bu yaptığınız çeviri sakat ve tutarsız olmuş. Arapça'nızın ne düzeyde olduğunu bilmiyorum ama, bence eline aldığı harekesiz bir metni doğru okuyup ve en azından lugat yardımıyla da olsa doğru anlayabilecek Arapçası olmayanlar Kuran ayetlerini çevirmeye kalkışmamalı veya çevirdiğini yayınlamamalı.
Umarım bu yazdıklarımla sizi kırmamışımdır. Size söylediklerimi bir dostunuzun bir serzenişi kabul edin lütfen!
in ḣiftum en yeftinekumu-lleżîne keferû(c) KorkarSANIZ fitne yapmasından nankörlerin / gizleyenlerin / kafirlerin
(BURAYA KADAR MUHATAP MÜMİNLER)
inne-lkâfirîne kânû lekum ‘aduvven mubînâ(n) Şüphesiz KAFİRLER size açık bir düşmanDIR.
Dikkat bir sonraki ayetten devam ediyor!
Ve-iżâ kunte fîHİM ve olduğun zaman aralaRINDA
Bir önceki ayete bakıp buradaki "fihim" onların içinde / aralarında'nın inananlar değil kafirler / nankörler olduğunu görebiliriz. Zaten peygamber hep müminlerin içindedir.
Ya siz de şimdi burayı diyanet gibi parantezle kapatmaya / makyajlamaya çalışacaksınız ya da bir önceki ayeti yok sayıp
altta geçen -hüm (onların) ve -küm (sizin) takılarının aynı grup (müslümanlar) için kullanıdlığını iddia edip kendinize güldüreceksiniz.
feekamte leHUMu-ssalâte o zaman ONLARA salatı ikame et veya ettir
Kafirlere namaz kıldırılıyor!?
feltekum tâ-ifetun MİNHUM me’ake ONLARDAN bir grup ayakta dursun seninle
Burada benim anladığım müminler ve BİR GRUP (DİKKAT!) nankörler karşılıklı duruyorlar.
Müminler de silahlı kafirler de.
velye/ḣużû eslihateHUM
ve silahlarINI alsınlar
fe-iżâ secedû secde / itaat ettiklerinde
Salatı dinlediklerin de veya salata itaat ettiklerinde
felyekûnû min verâ-iKÜM onlar olsunlar SİZİN arkanızda
Grup MÜMİNLERİN arkasına geçiyor. Böylece peygambere saldırı ihtimali olmuyor.
Yüzyüzeyken de böyle birşey olamaz çünkü iki grup da silahlı.
velte/ti tâ-ifetun uḣrâ lem yusallû felyusallû me’ake ve salat etmemiş grup gelsin ve seninle salat etsin
Yeni bir GRUP geliyor.
velye/ḣużû hiżraHÜM veeslihatehum ve korumalaRINI ve silahlaRINI alsınlar
Onlara güvence vermek için silahlarını ve önlemlerini alma izni var.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma