Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam Dostlar Gene Lutfi TumTurkun Arkadasalarin Hanif Dostlara Cevap Diye Gonderdigi yazi.
HANİF DOSTLARIN EFENDİMİZ’İN İSMİYLE HAZIRLADIKLARI WEB SİTESİNDE HACET NAMAZI İLE İLGİLİ YAZILAN YAZIYA CEVAPTIR
“HACET NAMAZI VAR MI?”
Bismillâhirrahmânirrahîm
Yüce Rabbimiz bir kardeşimizin hacet namazı itirazına cevap vermeyi bize ihsan ettiği için Yüce Rabbimize sonsuz hamd ve şükrederiz.
Allahû Tealâ Ahzab Suresinin 21. âyet-i kerimesinde Hz. Muhammed (S.A.V). Efendimiz’i örnek gösteriyor:
33/AHZAB-21: Lekad kâne lekum fî resûlillâhi usvetun hasenetun limen kâne yercûllâhe vel yevmel âhıre ve zekerallâhe kesîrâ(kesîren).
Andolsun ki, sizin için ve Allah’a ve ahiret gününe (Allah’a ulaşma gününe) ulaşmayı dileyen
Allah’ı ve ruhun Allah’a ulaşma gününü dileyenler ve Allah’ı çok zikredenler için Resûlullah en güzel örnektir.
Öyleyse Kur’ân’a nüfuz edebilmek Allah’a ulaşmayı dilemekle başlıyor. İnsanla Allah arasında Allahû Tealâ’nın dizayn ettiği 28 basamaklık bir İslâm merdiveni var. Hanif dîniyle Allahû Tealâ insanların kemâle ulaşmasını öngörmüştür. İnsanın kemalât basamaklarında ulaşabildiği seviyeye paralel Allahû Tealâ kişiye ahiret ve dünya saadetini mükâfat olarak vermeyi vaadetmiştir.
Birinci basamakta herkes olayları yaşar olayları değerlendirir. İkinci basamakta Allah’a isyan eden, kalbi hasta olan, kalbinde zeyg olanları Allahû Tealâ seçmez. Çünkü bunlar insanları hidayetten men edenlerdir. Nisa Suresinin 167, 168 ve 169. âyet-i kerimelerinde Allahû Tealâ bunların doğruluğunu açıklıyor bizlere.
4/NİSA-167: İnnellezîne keferû ve saddû an sebîlillâhi kad dallû dalâlen baîdâ(baîden).
Muhakkak ki onlar, kâfirdirler ve Allah’ın yolundan alıkoyarlar (menederler) (kendileri de Allah’ın yolunda değillerdir). Andolsun ki onlar, uzak bir dalâlet içindedirler.
4/NİSA-168: İnnellezîne keferû ve zalemû lem yekunillâhu li yagfire lehum ve lâ li yehdiyehum tarîkâ(tarîkan).
Muhakkak ki onlar, kâfirdirler ve zalimdirler (başkalarını da mürşide ulaşmaktan men edip saptırdıkları için). Allah, onlara asla mağfiret etmez (günahlarını sevaba çevirmez) ve yola (Allah’a ulaştıran yola, Sıratı Mustakîm’e) ulaştırmaz.
4/NİSA-169: İllâ tarîka cehenneme hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), ve kâne zâlike alâllâhi yesîrâ(yesîren).
Sadece cehennem yoluna ulaştırır. Onlar orada ebediyyen kalacaklardır. Ve bu, Allah için kolaydır.
Seçilmeyenlerin dışındaki insanların %90’dan fazlasını Allahû Tealâ Şura Suresinin 13. âyet-i kerimesine göre seçiyor:
42/ŞURA-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
Dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiğimiz (farz kıldığımız) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldık. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine hidayet eder (ulaştırır).
Seçilenleri Allahû Tealâ imtihana tâbî tutuyor:
29/ANKEBUT-2: E hasiben nâsu en yutrekû en yekûlû âmennâ ve hum lâ yuftenûn(yuftenûne).
İnsanlar, “amenna (îmân ettik)” demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar?
Andolsun onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah sadıkları da doğru söyleyenleri de tekzip edenleri, yalancıları da bilir. Yani Allah bu seçilenleri de imtihan ediyor. Seçilenlerden Allah’a ulaşmayı dilemeyenler Ankebut 4’te açıklanıyor:
29/ANKEBUT-4: Em hasibellezîne ya’melûnes seyyiâti en yesbikûnâ, sâe mâ yahkumûn(yahkumûne).
Yoksa seyyiat işleyenler (kötülük yapanlar), Bizim imtihanımızı geçeceklerini mi sandılar? Hüküm verdikleri şey ne kötü!
Demek ki seçilmesine rağmen Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, ıslâh edici amellere başlamayarak seyyiat işlemeye devam edecekleri için Allah “bunlar imtihanımızı geçemezler” buyuruyor.
Ve Ankebut-5’te Allahû Tealâ buyuruyor:
29/ANKEBUT-5: Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O, en iyi işiten, en iyi bilendir.
Kim Allah’a ulaşmayı dilerse o gün mutlaka gelir. 3. basamakta Allah’a ulaşmayı dileyenlere Allah 4. basamakta Rahîm esmasıyla tecelli eder:
12/YUSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahîme rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret (günahları sevaba çeviren) edendir, Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen, rahmetiyle nefsleri tezkiye ve tasfiye eden).
Rahîm esmasıyla Allah’ın tecelli etmediği nefsler sadece şerr işleyen nefslerdir. Kötülükle hemhal olanlardır. Bunlar tebliğe muhatap olduğu halde, ilgisiz kalmış, tebliği yalanlamış veya reddetmişlerdir. Sonra akılları başlarına gelmişse Allahû Tealâ’ya ulaşmayı dilemişlerdir Allah da Rahîm esmasıyla üzerlerine tecelli etmiştir. Furkanlar vererek 5. basamakta baş gözlerindeki hicab-ı mestureyi ve hicab-ı mesture ismindeki perdeyi almıştır. 6. basamakta kulaklarında işitmeyi engelleyen vakrayı alıp ve sem’î hassasının mührünü açmıştır. 7. basamakta idrake mani olan kalpteki ekinneti ve fıkıh hassasının mührünü açarak, ihbatı koymuştur ve kişi âmenû olmuştur.
Âmenû olan kişiye Tegabun Suresinin 11. âyet-i kerimesine göre Allahû Tealâ buyuruyor:
64/TEGABUN-11: Mâ esâbe min musîbetin illâ bi iznillâh(bi iznillâhi), ve men yu'min billâhi yehdi kalbeh(kalbehu), vallâhu bikulli şey'in alîm(alîmun).
Allah’ın izni olmadan (kimseye) bir musîbet isabet etmez. Ve kim Allah’a âmenû olursa Allah, onun kalbine ulaşır (hidayet eder). Ve Allah, herşeyi bilendir.
Allahû Tealâ hidayetle kalbe ulaşır:
50/KAF-33: Men haşiyer rahmâne bil gaybi ve câe bi kalbin munîb(munîbin).
Kim gaybte (görmeden) Rahmân’a huşû duyarsa, (onun kalbine ulaşan Allah, o kişinin kalbini Kendine çevirir, bu sebeple) O’na dönük bir kalple (Allah’ın huzuruna) gelir.
Şeytana dönük olan nefsin manevî kalbini Allah Kendisine çevirir:
6/EN’AM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Artık Allah kimi hidayete erdirmeyi dilerse onun göğsünü teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine pislik (azap, darlık, güçlük) verir.
Allahû Tealâ kişinin göğsünü şerheder, yarar, teslimlere açar. Göğsünden nefsin manevî kalbine rahmet yolunu açar. Böylece kişi 6 tane kalp şartının sahibi olur:
Allah;
1- Kişinin kalbindeki ekinneti almış, kalbin mührünü açmıştır.
2- Fıkıh hassasının mührünü açmıştır.
3- Kalbe ihbat koymuştur.
4- Kalbe hidayetle ulaşmıştır.
5- Kalbi Kendisine çevirmiştir.
6- Kalbe giden rahmetin yolunu açmıştır.
Altı tane kalp şartının sahibi olan bu insan, zikretmeye başladığı an Allah’ın katından fazl ve rahmet göğsüne gelir, Zumer Suresinin 22. âyet-i kerimesine göre:
39/ZUMER-22: E fe men şerehallâhu sadrehu lil islâmi fe huve alâ nûrin min rabbih(rabbihi), fe veylun lil kâsiyeti kulûbuhum min zikrillâh(zikrillâhi), ulâike fî dalâlin mubîn(mubînin).
Allah kimin göğsünü İslâm için (Allah’a teslim için) yarmışsa artık o, Rabbinden bir nur üzere olur. Allah’ın zikrinden kalpleri kasiyet bağlayanların vay haline! İşte onlar, apaçık dalâlettedirler.
Gelen fazl ve rahmetten, fazl henüz içeriye giremez. Çünkü kalbe îmân yazılmamıştır. Ama rahmet içeriye sızar. Bu kişi Hadid Suresinin 16. âyet-i kerimesine göre huşû sahibi olmuştur.
Allahû Tealâ, İslâm’ın 2. safhası olan mürşide tâbî olmayı farz kılmıştır. 14 asır evvel, Resûlallah’ın sünnetine uygun olarak, sahâbenin hepsi Mürşidlerin Hası olan Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimiz’e biat etmişler, tâbî olmuşlardır (Fetih-10). Mumtehine Suresinin 12. âye-t-i kerimesine göre hanımlar da biat etmişlerdir. Bizim için örnek olan Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimiz ve sahâbeye uygun olarak Allahû Tealâ da mürşidimizi hacet namazı ile Allah’tan isteyerek bu farzı yerine getirmemizi, sormamızı emretemektedir.
Mürşid kimdir? Mürşid, Kur’ân’daki İslâm’ı 7 safha 4 teslimi yaşayarak iradesini de Allah’a teslim eden, Allah tarafından irşada memur ve mezun kılınan kişidir.
22 basamakta ruhunu,
25. basamakta fizik vücudunu,
26. basamakta nefsini,
28. basamağın 5. kademesinde de iradesini Allah’a teslim etmiştir.
İşte Allahû Tealâ’nın irşada memur ve mezun kıldığı kişi Allah’a ulaştıran bir yol üzerindedir. Allahû Tealâ onu hidayetle vazifeli kılarak insanları Allah’a davet etmesini emretmiştir.
Mu’min Suresinin 38. âyet-i kerimesini görelim:
40/MU’MİN-38: Ve kâlellezî âmene yâ kavmittebiûni ehdikum sebîler reşâd(reşâdi).
Âmenû olan adam şöyle dedi: "Bana tâbî olun ki sizi irşad yoluna ulaştırayım."
Mürşide tâbiîyet, İslâm’ın ikinci safhasıdır. Ve bu safhaya ulaşan kişi, Mu’min-39’da açıklanıyor:
40/MU’MİN-39: Yâ kavmi innemâ hâzihil hayâtud dunyâ metâun ve innel âhirete hiye dârul karâr(karâri).
Ey kavmim! Bu dünya hayatı, sadece (geçici) bir metadır (faydalanmadır). Ve muhakkak ki ahiret karar kılınacak (devamlı kalınacak) yerdir.
Yunus Suresinin 7. Âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ buyuruyor ki:
10/YUNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ
vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
Allah’a ulaşmayı dilemeyenler, dünya hayatından razı olanlar, Allah’ın âyetlerinden gâfildirler, dünya hayatından mutmaindirler. Ama Allah’a ulaşmayı dileyenler, ahiret hayatının sahipleri olan kişilerdir. 40. âyet-i kerimeye göre Allah’a ulaşmayı dilemekle ne olur?
40/MU’MİN-40: Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu'minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(hisâbin).
Kim bir seyyiat (kötülük) işlerse, onun mislinden başkası ile cezalandırılmaz. Kadın veya erkeklerden kim salih amel (nefs tezkiyesi) işlerse, (işte) o mü'mindir. İşte onlar cennete alınırlar (konulurlar). Orada hesapsız rızıklandırılırlar.
Allah’a ulaşmayı dileyen kişi eğer bir seyyiat işlerse misliyle cezalandırılır. Ama altı tane kalp şartının sahibi olarak zikretmeye başladığı an mutlaka kişiyi Allahû Tealâ huşû sahibi kılar. Ve mürşidine ulaştırır. Ve mürşid bakın ne diyor:
“Ey kavmim! Ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz ise beni ateşe çağırıyorsunuz.”
Hanif Dostlardaki kardeşlerimiz!
Biz, sizi kurtuluşa çağırıyoruz, Allah’a davet ediyoruz siz ise buna mani oluyor, ateşe çağırıyorsunuz.
Mu’min Suresi 42. âyet-i kerime:
40/MU’MİN-42: Ted'ûnenî li ekfure billâhi ve uşrike bihî mâ leyse lî bihî ilmun ve ene ed'ûkum ilel azîzil gaffâr(gaffâri).
Siz beni, Allah’ı inkâra ve hakkında ilmim olmayan bir şeyi, ona ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ve ben, sizi Azîz ve Gaffar olana (Allah’a) çağırıyorum.
Allah’a ulaşmayı dileyin diyorum.
Mu’min-43:
40/MU'MİN-43: Lâ cereme ennemâ ted’ûnenî ileyhi leyse lehu da’vetun fîd dunyâ ve lâ fîl âhireti ve enne mereddenâ ilâllâhi ve ennel musrifîne hum ashâbun nâr(nâri). Beni kendisine çağırdığınız şeyin bir hükmü yoktur. Onun, dünyada ve ahirette bir daveti (yetkisi) de yoktur. Muhakkak ki bizim dönüşümüz Allah'adır. Ve muhakkak ki müsrifler (haddi aşanlar), onlar, ateş ehlidir.
Biz, sizi Allah’a çağırıyoruz.
Mu’min-44 , Ve mürşid diyor ki:
40/MU’MİN-44: Fe se tezkurûne mâ ekûlu lekum, ve ufevvidu emrî ilâllâh(ilâllâhi), innallâhe basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız (anlayacaksınız). Ve ben, işimi Allah'a havale ederim (bırakırım). Muhakkak ki Allah, kullarını görendir.
Çünkü iradesini Allah’a teslim eden kişi Allah’ın koruması altındadır.
Mu’min-45’te ise:
40/MU’MİN-45: Fe vekâhullâhu seyyiâti mâ mekerû ve hâka bi âli fir’avne sûul azâb(azâbi).
Böylece Allah, onların yaptığı hilelerin kötülüklerinden onu korudu. Ve firavun ailesini, azabın kötüsü kuşattı.
Ve sizin gibi Hidayet Çağı’nda Kur’ân hakikatlerinden habersiz olanların, Allah’a ulaşmayı dilemedikleri taktirde mutlaka azabın kötüsüyle cezalandırılacaklarını hiç unutmayın.
Fatiha Suresi Kur’ân’ın anahtarıdır. Günde 5 kere namazda sadece Allah’a kul oluruz istiane denilen yardımı sadece Alllah’tan isteriz. Kul olabilmek için Allah’a ulaşmayı dilemek gerekir 14. asır evvel cahiliyye dönemini yaşayan sahâbe şeytanın kuluydular. Ancak Resûlallah’ın davetine uyarak Allah’a yöneldiler, Allah’a ulaşmayı dilediler ve kendilerini şeytana kul olmaktan kurtardılar:
39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya'budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinab ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar) çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
İşte Allah’a ulaşmayı dileyerek Allah’a kul olanlara Allahû Tealâ da onlara birtakım ihsanlarda bulunuyor. Bu ihsanların sonucu olarak o kişi on birinci basamakta huşû sahibi sahibi oluyor. Bakara Suresinin 45. âyet-i kerimesine göre:
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).
(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (yardım) isteyin. Fakat muhakkak ki bu (hacet namazı ile Allah’a ulaştıran mürşidi sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
Neden mürşid? Çünkü istianeyi istiyoruz. Bu istianeyle, bu yardımla bizi Sıratı Mustakîm’e ulaştır diyoruz. Bu yardımın bizi kesinlikle Sıratı Mustakîm’e ulaştırması gerekir. Ama bu Sıratı Mustakîm başlarının üzerinde ni’met bulunanların yoludur. Öyleyse bu birinci Sıratı Mustakîm değil. Yani İbrâhîm Suresinin 1. âyet-i kerimesinde ifade edildiği gibi Sıratı Azîzil Hamid değil, Sıratı Seviyye’dir. Birinci Sıratı Mustakîm, Allah’a ulaşmayı dilemekle; İkinci Sıratı Mustakîm, mürşide tâbî olmakla gerçekleşir.
Allahû Tealâ Meryem Suresinin 43. âyet-i kerimesinde İbrâhîm (A.S)’ı bize misal veriyor, buyuruyor ki:
19/MERYEM-43: Yâ ebeti innî kad câenî minel ilmi mâ lem ye’tike fettebi’nî ehdike sırâtan seviyyâ(seviyyen).
Ey babacığım, muhakkak ki; bana, sana gelmeyen bir ilim gelmiştir! Öyleyse bana tâbî ol. Seni, Sıratı Seviye’ye (düzgün, seviyeli, Allah’a ulaştıran yola) hidayet edeyim (ulaştırayım).
İşte istianeyi isteriz, bizi Sıratı Mustakîm’e ulaştırman için.
1/FATİHA-7: Sırâtallezîne en’amte aleyhim gayril magdûbi aleyhim ve lâd dâllîn(dâllîne).
O (Sıratı Mustakîm) ki; üzerlerine ni’met verdiklerinin yoludur. Üzerlerine gadap duyulmuşların ve dalâlette kalmışların (Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin) yolu değil.
Ni’met nedir? Devrin imamının ruhudur.
Allahû Tealâ Secde Suresinin 24. âyet-i kerimesinde buyuruyor:
32/SECDE-24: Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû
bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).
Ve onlardan, emrimizle hidayete erdiren imamlar kıldık ve sabır sahibi oldukları ve âyetlerimize (Hakk’ul yakîn seviyesinde) yakîn hasıl etmiş oldukları için.
Bu ikinci Sıratı Mustakîm’de olanlar başlarının üzerinde devrin imamının ruhunu bir ni’met olarak taşıyanlardır. Yani devrin imamının ruhu başlarında olmayanların hiçbirisi ikinci Sıratı Mustakîm’e ulaşamaz. Neden Allah’tan soracağız? Çünkü Allahû Tealâ buyuruyor:
16/NAHL-9: Ve alallâhi kasdus sebîli ve minhâ câir(câirun), ve lev şâe le hedâkum ecmaîn(ecmaîne).
Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm’e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah’ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.
Allah’a giden yolun tayini Allah’a aittir. Allah’a ulaştıran yolun dışında cehenneme götüren iblisin gayy yolu, Allah’a ulaştırmaz. Meselâ kişi Allah’a ulaşmayı dilemiyorsa dünya kadar hacet namazı kılsa, Allah hiçbir zaman mürşidi göstermez. Eskiden yaşayan Allah’ın bir evliyası ne güzel buyurmuş; diyor ki:
“Demek ki bu zamanda bir kâmil mürşid var mı acep?
Bu sözü söyleyen henüz olmamış ehl-i edep” (henüz Allah’a ulaşmayı dileyen bir kişi değil).
Her halükârda hacet namazı Bakara Suresinin 45. âyet-i kerimesine göre kılınır. Hz. Muhammed (S.A.V). Efendimiz buyuruyor ki:
“Hz. Cebrail kardeşim, bana iki çeşit namaz öğretti. Bunlardan bir tanesi istihare, diğeri hacet namazı.”
İstihare namazı, bilinmeyen gaybî bir bilgiye ulaşmak için kılınan bir namazdır. Perşembeyi cumaya bağlayan gece boy abdesti alınarak kılınır.
1. rekât: Subhaneke + Fatiha + Kâfirun
2. rekât: Fatiha + İhlâs
Sağ taraf üzerine zikirle yatılır. Gerçekten o gece rüyasında kişiye beyaz ve yeşil renk gösterilmişse dileğinin pozitif istikamette olduğunu, siyah ve kırmızı renk gösterilmişse talebinin geçerli olmadığını Allahû Tealâ kendisine anlatır.
Hacet namazı, bir gaybî bilgiyi öğrenmekten ziyade ötesine geçerek hacetin yerine gelmesini istiyorsa, tıpkı mürşid gibi, hem mürşidini öğrenecek hem ona ulaşmayı gerçekleştirecekse, o zaman hacet namazı kılınır. Hacet namazı 4 rekâtlık bir namazdır.
1. rekât: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsi + İhlâs + Felâk + Nas, yanlıs?
2. rekât: Fatiha + İhlâs + Felâk + Nas
3. rekât: Fatiha + İhlâs + Felâk + Nas
4. rekât: Fatiha + İhlâs + Felâk + Nas
Kişi huşû sahibi ise Allahû Tealâ kişiye mürşidini göstereceğini garanti ediyor:
2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne). Sabırla ve namazla (hacet namazı ile Allah’tan) istiane (mürşidinizi) isteyin. Ve muhakkak ki o, zor bir iştir ama huşû sahipleri hariç (onlar için zor değildir).
Allahû Tealâ Nisa Suresinin 59. âyet-i kerimesinde buyuruyor :
4/NİSA-59: Yâ eyyuhellezîne âmenû atîûllâhe ve atîûr resûle ve ulil emri minkum fe in tenâza’tum fî şey’in fe ruddûhu ilallâhi ver resûli in kuntum tu’minûne billâhi vel yevmil âhir(âhiri), zâlike hayrun ve ahsenu te’vîlâ(te’vîlen).
Ey îmân edenler! Allah’a, Resûl’e ve sizden olan idarecilere (emir verme yetkisinin sahiplerine) itaat edin. Eğer bir hususta ihtilâfa düşerseniz, Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız onu, Allah’a ve Resûl’üne götürün. Bu, hem hayırlıdır, hem de tevîl (yorum) bakımından en güzelidir.
Allah’a arz etmek istihare ve hacet namazıyla gercekleşen bir olgudur. Resûl’e arz etmek konusunda ise Allahû Tealâ “bilmiyorsan ehli zikre sor” diyor.
21/ENBİYA-7: Ve mâ erselnâ kableke illâ ricâlen nûhî ileyhim fes’elû ehlez zikri in kuntum lâ ta’lemûn(ta’lemûne). Ve senden önce, vahyettiğimiz rical (erkekler) den başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline (daimî zikrin sahiplerine) sorun.
Yunus Emre bir kıtlık zamanında Hacıbektaş kasabasına gidiyor, Hacı Bektaş Velî’den buğday almak üzere… Hacı Bektaş Velî “Himmet mi dilersin, buğday mı?” dediğinde, kafasında sadece buğday olan Yunus Emre, “buğdayı verin, gideyim” diyor. Ve yola çıkıyor. Bir müddet sonra “Bana iki teklifte bulundu himmet mi buğday mı diye, acaba himmet ne ola ki?” diyor. Ve kalbine Allah’ın verdiği ilhamla geri dönüyor:
“Efendim böyle bir şey söylediniz himmetin ne olduğunu bilmiyordum. Şimdi soruyorum himmet nedir? Benim koyunlarımı güder mi? Bakmakla yükümlü olduğum kişilerin karınlarını doyurur mu?” Hacı Bektaş Velî:
“Himmet seni güder, sen de onlar için çalışıp karınlarını doyurursun.” buyuruyor.
Öyleyse her halükârda kesinlikle ve kesinlikle İslâm’ın ikinci safhasını Allah üzerimize farz kılmıştır ki, bu da mürşide tâbiiyettir. 14 asır evvel sahâbenin hepsi Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimiz’e tâbî olmuştur. Ve Kur’ân-ı Kerim, tâbiiyetini gerçekleştirmeyen hiç kimsenin nefs tezkiyesini gerçekleştiremeyeceğini, nefs tezkiyesi olmadan dünya saadetine ulaşamayacağını bize bildirmektedir. Allah sadece ahiret hayatında cennetine gitmemizi değil, hem ahirette cennete gitmeyi hem bu dünyada cenneti yaşamayı ister.
Allahû Tealâ’nın izahı gayet açık. Kur’ân-ı Kerim’de mürşide tâbî olmayı farz kılmış. Hangi resûl varsa mutlaka Allah’a davet etmiş. Allah’a ulaşmayı dileyen herkes mutlaka ona tâbî olmuş. Ve Allah’ın bütün insanlar için seçtiği hanif dînini, 7 safha ve 4 teslimi yaşamıştır.
Hanif Dostlardaki kardeşlerimiz biz, sizin hidayetinizi dileriz, sizi de çok seviyoruz. Umarız ki Efendimiz’den öğrendiğimiz, sizlere ulaştırdığımız bu açıklamalarımızdan gerekli öğüdü alır da, Allah’a ulaşmayı dilersiniz. Dilerseniz bu, sizin için bir kurtuluştur. Dilemediğiniz taktirde Allah’ın emrettiği dizayn içerisinde, Allah’ın Resûl’ü, Mehdi (A.S), sizin üzerinizde muhafız değildir.
Allah razı olsun.
lutfi tumturk [lutfi_tumturk@yahoo.com]
|