Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Selamün Aleyküm Müslüman Kardeşlerim, Milli Piyango,iddaa vb. müşterek bahis gibi tertib ve oyunlar da kumardır; daha büyük kalabalıkların oynadığı kumardır, kumarın bütün unsurlarını taşımaktadır.
KUMARIN İSLAMİYETTE YASAK OLMASI Kumar haramdır.Hangi metodla oynanırsa oynansın, oyunun -önceden belli olmayan- sonunda taraflardan biri parayı kazanıp diğeri kaybediyorsa kumar gerçekleşmiştir.Birçok kişi aralarında para toplayıp çekilecek kura veya yapılacak yarışma sonunda içlerinden bir kısmı kazanıp diğerleri kaybedecekse kumardır. «Ey iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları, şüphesiz şeytan işi pisliklerdir; bunlardan kaçının ki saadete eresiniz. Şeytan şüphesiz içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan, namazdan alıkoymak ister. Artık bundan vazgeçersiniz değil mi» (el-Mâide: 5/90-91) mealindeki âyet kumarı hem haram kılmakta, hem de bu hükmün hikmetlerini sıralamaktadır: 1) Müslüman hayat ve kazancı şansa ve tesadüfe değil, aldığı tedbirler ve verdiği emeğin sonucuna bağlamalıdır. 2) Başkasının kazancı haramdır; kumar haksız kazanç yoludur. 3) Kaybeden verdiğine razı görünse bile, kalbinden kazanana kin, düşmanlık duyduğu şüphesizdir. 4) Kumar ibâdetlere engel olur. 5) Kumarın zararı bireylerle kalmaz, toplumu etkiler; üretime katılmayan, işsiz insanların çoğalmasına neden olur.
Allah Tüm müslümanları kumardan ve İçkiden korusun.Amin
MİLLİ
Piyango devlete de kazandırıyor. Milli Piyango'nun doğrudan kaynak
aktarımı kapsamında, Türkiye'yi yurtiçi ve dışında tanıtmak amacıyla,
idarenin hasılatının yüzde 10'u her yıl Tanıtma Fonu'na ayrılıyor.
Bakıma muhtaç çocuk, sakat ve yaşlı kişilere götürülen hizmetlere katkı
sağlamak için hasılatın yüzde 1'i de Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme
Kurumu'na aktarılıyor. Milli Piyango hasılatının yüzde 5'i de
İstanbul'un olimpiyatlara hazırlanması için oluşturulan Olimpiyat
Oyunları Hazırlık ve Düzenleme Kurulu için ayrılıyor. Milli Piyango
İdaresi, hasılatının yüzde 95'ini aktararak Savunma Sanayi Destekleme
Fonu'nu destekliyor. Milli Piyango, 2001 yılında kamuya 272 milyon 848
bin YTL aktarırken, bu miktar 2002'de 428 milyon 927 bin YTL, 2003'te
589 milyon 839 bin YTL, 2004'te 631 milyon 621 bin YTL oldu. Geçen sene
piyangodan kamuya aktarılan kaynakların toplamı ise 648 milyon 670
milyon YTL'yi buldu. Son beş yılda devlete aktarılan kaynaklar, 2
milyar 571 milyon 902 bin YTL'yi aştı. Böylece devletin başına son beş
yılda, 1 milyar 830 milyon dolarlık talih kuşu konmuş oldu.
Deniz ÇİÇEK/ANKARA
Milli Piyango İdaresinin Yurt Genelinde açtığı okullar:
Ankara'da sokakta yaşayan çocuklar ile madde bağımlısı
çocukların kurtarılması ve bir meslek edinerek topluma kazandırılması
için İdaremiz adını taşıyan rehabilitasyon merkezinin inşaatı
başlamıştır. Sakarya'da ise ara sanayiye teknik
eleman kazandırmak amacıyla yaptırılmakta olan Endüstri Meslek
Lisesinin bu yıl eğitime açılması beklenmektedir.
Toplumumuzun her kesimine hizmet ve destek vermeyi sosyal
sorumluluğunun bir parçası olarak gören İdaremiz, her yıl özürlü
vatandaşlarımıza tekerlekli sandalye hediye ederek, onların yaşama daha
sıkı bağlanmalarını ve yarınlara daha güvenle bakmalar amaçlamaktadır.
Milli
Piyango, iddaa vb. müşterek bahis gibi tertib ve oyunlar da kumardır;
daha büyük kalabalıkların oynadığı kumardır, kumarın bütün unsurlarını
taşımaktadır.
«Ey
iman edenler! İçki, kumar, putlar ve fal okları, şüphesiz şeytan işi
pisliklerdir; bunlardan kaçının ki saadete eresiniz. Şeytan şüphesiz
içki ve kumar yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı
anmaktan, namazdan alıkoymak ister. Artık bundan vazgeçersiniz değil
mi» (el-Mâide: 5/90-91)
Diğer fark:
Bu konuda iddia sahibi değilim sadece soruyorum; Şeytanlar (saptırıcı odaklar) Milli Piyango, Toto, Loto, İddaa ile insanların arasına düşmanlık ve kin sokabilir mi? Bunlar halihazırda salat ve zikir eden insanları bu güzel işlerinden alıkoyabilir mi?
__________________ ... Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok.
Gerçekten sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.
- Bakara, 32 -
Katılma Tarihi: 16 haziran 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 5
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Bir de şu açıdan bakalım. Kumar masasına 5 kişi oturuyor, para dönüyor dolaşıyor kartları en iyi dizen kişide kalıyor. Bu oyunlar ya da çekilişlerde de çok daha fazla insan belli miktarlarda para yatırıp, bir takım sayıların tesadüfi dizilişi sonucunda içlerinden bir kaçı kazanıyor. Bence aynı mantık. Tek farkı çekiliş ya da şans oyunlarıyla kazanılan para vergiyle aklanıyor.
Bu meselenin en zararlı yönü insanların hayatı algılamasında "şans - tesadüf" gibi kavramlara inanmalarını pekiştirmesidir.
Kazananların çoğu, "şansım yaver gitti" diyecek, kaybedenlerin çoğu da "şansım yok" diyecektir.
Halbuki hayatta tesadüfe yer ve imkan tanımak Allah'ın alemler üzerindeki mutlak kontrolünü / gözeticiliğini inkar etmek demektir.
İşin nasıl gerçekleştiği hususundaki tartışma ayrı bir konu olmakla birlikte, Yunus'un kura meselesi de işin şansa değil, takdire bağlı olduğunu göstermektedir.
Rızkın dağıtım ve takdiri de Allah'a aittir. Şanş veya tesadüf gibi kavramlar rızkın dağıtımında etkin değildir. Bu türlü yaklaşımlar, rızkın talep edilebileceği örnek yahut uygun yollar da değildir.
Fakat, Alperen'in değindiği husus da gözden kaçırılmamalı. Sonuç olarak , birilerinin bu türlü etkinlikler sebebiyle yuvası batmıyor ama asli görevlerini yerine getirmekte zaafa düşmüş bir devlet şu veya bu şekilde bu işler sayesinde bir kısım hayra vesile oluyor. Hayrı gerçekleştirmeye yarayan bedel de bu çekilişe katılanlardan elde ediliyor.
Bu işe katılanların ne kadarının böyle bir hayrı doğrudan doğruya niyet ettiği hususu ise tartışmalıdır. Bir nevi, kastedilmeksizin oluşmuş bir hayır diyebiliriz.
Fakat, her ne kadar bir hayra sebep olunsa da rızkın ne şekilde dağıtıldığı bilincinde ve şans-tesadüf gibi kavramların pekişmesi sebebiyle inançta oluşan hasar elde edilen faydadan daha fazladır.
İnsan psikolojisinin deneysel gözlemlere dayalı tespitlerine göre tutumlar şu şekilde oluşur:
Bilgi / veri , duyguyu, duygular davranışları, davranışlar tutumları oluşturur.
İnsan, tutarlı olmak, tutarlı görünmek eğilimindedir. Bazen, oturaklaşmış bir tutuma dayanmayan hareketler de sergileriz. Bu defa, iş tersine çalışır. Davranışımızı haklı ve tutarlı gösterecek inanışlar geliştiririz. Bunun en yalın ifadesi, "İnandıkları gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanmaya başlarlar" sözünde anlam bulmaktadır.
Bir insan, her ne kadar şans-tesadüf gibi kavramlara inanmıyorum dese de, insanların genel algısında şans veya tesadüf sonucu ortaya çıktığına inanılan bir sonucu umud ederek böyle bir oyuna katılır, bunu sürekli hale getirirse, davranış kendisi ile tutarlı bir inanış doğuracaktır.
Yeterli bir koruma sağlayacak inanışa sahip olmayan insanlarda davranışın oluşturduğu bu inanç arızalı bir derecede görünüm arzedebilir.
Şans ve tesadüfe inanan bir insan başına gelen her musibeti yahut nimeti de şans ve tesadüfe bağlamaya başlayabilir.
Musibetleri şans ve tesadüfe bağlayanlar;
1) Allah'ın mutlak hakimiyetini ve musibetin ezelde bilindiğini inkar etmiş olur. Böylece Kuran'ın buyurduğu hali ile, eline geçenle haksız olarak sevinmiş, elinden çıkan için de gereksiz bir üzüntü duymuş olur.
2) Bu kişiler, musibetleri kendileri dışında bir sebebe bağlayarak hatalarını düzeltme imkanını kaybederler. Şans-tesadüf, diğer insanlar, diğer koşullar hep suçlu ve sorumlu addedilir. Böylelikle, "Sana gelen her musibet, kendi elinin üretip kazandığı şeyler yüzündendir" ve "Siz ilkin kendinizi düzeltmeye bakın. Siz kendiniz doğru yolu bulunca sapanlar size zarar veremez" ayetlerindeki anlamı, çözüm yolunu yakalayamazlar.
Nimetleri şans ve tesadüfe bağlayanlar;
1) Allah'ın mutlak hakimiyetini ve nimetin ezelde bilindiğini inkar
etmiş olur. Böylece Kuran'ın buyurduğu hali ile, eline geçenle haksız
olarak sevinmiş, elinden çıkan için de gereksiz bir üzüntü duymuş olur.
2) Nimete sebep olanın Allah olduğunu, hayrın O'ndan kaynaklandığını unutur. Böyle kimselerin hakkıyla şükredebilmeleri mümkün değildir. Şükrün ne olduğunu daha doğrusu kuru kuruya "hamdolsun yarabbi, çok şükür" demekten ibaret olmadığını, şükrün; nimeti ihsan edene karşılığını ödemek olduğunu sayın Hakkı Yılmaz'ın İşte Kuran sitesinde ilgili başlıktan okuyabilirsiniz. Nimeti Allah'tan görmeyenler dolayısı ile bunun karşılığını yanlış yere ödeyeceklerdir.
Bir de; insan olumsuz durumlarda kendini / kendi sorumluluğunu arka plana iterken, olumlu durumlarda kendini / kendi marifetini ön plana çıkarma eğilimindedir. Mesela, sınavda kötü not alan, "Hoca şu notu vermiş" der, iyi not alanda, "Sınavda şu notu aldım" der.
Nimeti, şans-tesadüf gibi kavramlara bağlayanlar, nimeti somut bir şeye bağlamak yolunda iki yol izleyebilirler:
1) Nimeti, öncelikle kendilerinde olan bir marifete, bir hak ediş duygusuna bağlarlar. Bu Kuran'da anlatıldığı şekli ile Karun tarafından izlenen tavırdır. Karun , mülkünü kendi ilmi ile kazandığını iddia etmiş, bu sebeple bundan hak sahiplerine pay vermek zorunluluğunun bulunmadığını söylemiştir. Karun'un hazin sonu ibret olarak Kuran'da anlatılır.
2) Bu kimseler, başka insanları rızık verici olarak görebilirler. Böylece, efendiler, kutsal patronlar ve bunlara mutlak bağımlılık vücut bulur. Böylesi kimseler, mesela hicreti reddederler. Çünkü onlara rızık veren Allah değil, yerel - somut unsurlardır.
Biraz uzun oldu ama, görüldüğü üzere basit bir davranış sıklıkla tekrar edildiğinde kendisine uygun bir inanış doğurur. Bu insanın yaratılış kanununun şaşmaz kurallarından olan "tutarlı görünmek" ilkesinin yol açabileceği olumsuz bir sonuçtur.
Müminler için esas olan, bütüm mevcudatı sevk ve idare eden, nezdinde bu konu kapsamında, küçük - büyük diye bir ayrım bulunmayan bir Allah'a iman etmek, hayır yapmak dileniyorsa bunu da hayır yapmak kasdı ile icra etmek gerekliliğidir.
Muhabbetlerimle...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
Bu meselenin en zararlı yönü insanların hayatı algılamasında "şans - tesadüf" gibi kavramlara inanmalarını pekiştirmesidir.
Kazananların çoğu, "şansım yaver gitti" diyecek, kaybedenlerin çoğu da "şansım yok" diyecektir.
Halbuki hayatta tesadüfe yer ve imkan tanımak Allah'ın alemler üzerindeki mutlak kontrolünü / gözeticiliğini inkar etmek demektir.
İşin nasıl gerçekleştiği hususundaki tartışma ayrı bir konu olmakla birlikte, Yunus'un kura meselesi de işin şansa değil, takdire bağlı olduğunu göstermektedir.
Rızkın dağıtım ve takdiri de Allah'a aittir. Şanş veya tesadüf gibi kavramlar rızkın dağıtımında etkin değildir. Bu türlü yaklaşımlar, rızkın talep edilebileceği örnek yahut uygun yollar da değildir.
Fakat, Alperen'in değindiği husus da gözden kaçırılmamalı. Sonuç olarak , birilerinin bu türlü etkinlikler sebebiyle yuvası batmıyor ama asli görevlerini yerine getirmekte zaafa düşmüş bir devlet şu veya bu şekilde bu işler sayesinde bir kısım hayra vesile oluyor. Hayrı gerçekleştirmeye yarayan bedel de bu çekilişe katılanlardan elde ediliyor.
Bu işe katılanların ne kadarının böyle bir hayrı doğrudan doğruya niyet ettiği hususu ise tartışmalıdır. Bir nevi, kastedilmeksizin oluşmuş bir hayır diyebiliriz.
Fakat, her ne kadar bir hayra sebep olunsa da rızkın ne şekilde dağıtıldığı bilincinde ve şans-tesadüf gibi kavramların pekişmesi sebebiyle inançta oluşan hasar elde edilen faydadan daha fazladır.
İnsan psikolojisinin deneysel gözlemlere dayalı tespitlerine göre tutumlar şu şekilde oluşur:
Bilgi / veri , duyguyu, duygular davranışları, davranışlar tutumları oluşturur.
İnsan, tutarlı olmak, tutarlı görünmek eğilimindedir. Bazen, oturaklaşmış bir tutuma dayanmayan hareketler de sergileriz. Bu defa, iş tersine çalışır. Davranışımızı haklı ve tutarlı gösterecek inanışlar geliştiririz. Bunun en yalın ifadesi, "İnandıkları gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanmaya başlarlar" sözünde anlam bulmaktadır.
Bir insan, her ne kadar şans-tesadüf gibi kavramlara inanmıyorum dese de, insanların genel algısında şans veya tesadüf sonucu ortaya çıktığına inanılan bir sonucu umud ederek böyle bir oyuna katılır, bunu sürekli hale getirirse, davranış kendisi ile tutarlı bir inanış doğuracaktır.
Yeterli bir koruma sağlayacak inanışa sahip olmayan insanlarda davranışın oluşturduğu bu inanç arızalı bir derecede görünüm arzedebilir.
Şans ve tesadüfe inanan bir insan başına gelen her musibeti yahut nimeti de şans ve tesadüfe bağlamaya başlayabilir.
Musibetleri şans ve tesadüfe bağlayanlar;
1) Allah'ın mutlak hakimiyetini ve musibetin ezelde bilindiğini inkar etmiş olur. Böylece Kuran'ın buyurduğu hali ile, eline geçenle haksız olarak sevinmiş, elinden çıkan için de gereksiz bir üzüntü duymuş olur.
2) Bu kişiler, musibetleri kendileri dışında bir sebebe bağlayarak hatalarını düzeltme imkanını kaybederler. Şans-tesadüf, diğer insanlar, diğer koşullar hep suçlu ve sorumlu addedilir. Böylelikle, "Sana gelen her musibet, kendi elinin üretip kazandığı şeyler yüzündendir" ve "Siz ilkin kendinizi düzeltmeye bakın. Siz kendiniz doğru yolu bulunca sapanlar size zarar veremez" ayetlerindeki anlamı, çözüm yolunu yakalayamazlar.
Nimetleri şans ve tesadüfe bağlayanlar;
1) Allah'ın mutlak hakimiyetini ve nimetin ezelde bilindiğini inkar etmiş olur. Böylece Kuran'ın buyurduğu hali ile, eline geçenle haksız olarak sevinmiş, elinden çıkan için de gereksiz bir üzüntü duymuş olur.
2) Nimete sebep olanın Allah olduğunu, hayrın O'ndan kaynaklandığını unutur. Böyle kimselerin hakkıyla şükredebilmeleri mümkün değildir. Şükrün ne olduğunu daha doğrusu kuru kuruya "hamdolsun yarabbi, çok şükür" demekten ibaret olmadığını, şükrün; nimeti ihsan edene karşılığını ödemek olduğunu sayın Hakkı Yılmaz'ın İşte Kuran sitesinde ilgili başlıktan okuyabilirsiniz. Nimeti Allah'tan görmeyenler dolayısı ile bunun karşılığını yanlış yere ödeyeceklerdir.
Bir de; insan olumsuz durumlarda kendini / kendi sorumluluğunu arka plana iterken, olumlu durumlarda kendini / kendi marifetini ön plana çıkarma eğilimindedir. Mesela, sınavda kötü not alan, "Hoca şu notu vermiş" der, iyi not alanda, "Sınavda şu notu aldım" der.
Nimeti, şans-tesadüf gibi kavramlara bağlayanlar, nimeti somut bir şeye bağlamak yolunda iki yol izleyebilirler:
1) Nimeti, öncelikle kendilerinde olan bir marifete, bir hak ediş duygusuna bağlarlar. Bu Kuran'da anlatıldığı şekli ile Karun tarafından izlenen tavırdır. Karun , mülkünü kendi ilmi ile kazandığını iddia etmiş, bu sebeple bundan hak sahiplerine pay vermek zorunluluğunun bulunmadığını söylemiştir. Karun'un hazin sonu ibret olarak Kuran'da anlatılır.
2) Bu kimseler, başka insanları rızık verici olarak görebilirler. Böylece, efendiler, kutsal patronlar ve bunlara mutlak bağımlılık vücut bulur. Böylesi kimseler, mesela hicreti reddederler. Çünkü onlara rızık veren Allah değil, yerel - somut unsurlardır.
Biraz uzun oldu ama, görüldüğü üzere basit bir davranış sıklıkla tekrar edildiğinde kendisine uygun bir inanış doğurur. Bu insanın yaratılış kanununun şaşmaz kurallarından olan "tutarlı görünmek" ilkesinin yol açabileceği olumsuz bir sonuçtur.
Müminler için esas olan, bütüm mevcudatı sevk ve idare eden, nezdinde bu konu kapsamında, küçük - büyük diye bir ayrım bulunmayan bir Allah'a iman etmek, hayır yapmak dileniyorsa bunu da hayır yapmak kasdı ile icra etmek gerekliliğidir.
Muhabbetlerimle...
Her kelimesine katılıyorum. Yeni yılda yeni işlere başlangıç yapmak isteyenler için ne kadar anlamlı ve güzel bir yazı olmuş.
Katılma Tarihi: 11 ocak 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 77
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Aliaksoy kumar olayını güzel açıklamış.Bu tür kumar cinslerini meşrulaştırmak gerçektende çok kötü.Hatta buna Allahı ble ortak edenler var.Birisi piyango bileti alırken inşallah bana çıkar diyor,birisi yasin okumam sebebiyle bana çıktı diyor.Hep aynı mantık.Alın terine(hakkaniyet) karşı verilmiş şeytani bir nankörlüktür kumar.Sonuçta azgın bir ruh hali oluşuyor.
eklemek istediğim husus şu;bu tür kumarları devlet eliyle yürütülmesi çok kötü bir durum.Devletin bir an önce bu nankörlükten vazgeçmesi gerekli.Emeğe saygı göstermeli ve onu korumalı.Bu devletin asli görevi olmalı.Ancak malesef bu pis işte devletin rolü de var.
İnşallah bu kumarı oynayan kişiler hatalarından dönerlerde tekrar helal kazançtan rızıklanırlar.Allah hepimize hidayet nasip etsin.
__________________ ... Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok.
Gerçekten sen, herşeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.
- Bakara, 32 -
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma