HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Kur'an Çalışmaları
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Kur'an Çalışmaları
Konu Konu: PEYGAMBERİ AŞIRI YÜCELTME VE İNDİRGEME Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
MSER1
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 17 kasim 2006
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 199
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı MSER1

HZ. PEYGAMBER VE AŞIRI YÜCELTME

DÜŞÜN YAYINCILIK 2008

3 MUHAMMED

Mustafa İslamoğlu

 

Hz. Peygamber’in aşırı yüceltmeci peygamber tasavvuru konusundaki davranışları, Kur’an’dan bağımsız değerlendirilemez. Çünkü onun davranışlarını dokuyan ve yönlendiren Kur’an’idi. Hz. Aişe’nin diliyle söylersek “Onun ahlakı Kur’an idi.” Dolayısıyla, Hz.Peygamberin aşırı yücelteme karşı tavrı, Kur’an’ın bu konudaki tezinin pratiğe aktarılmasından başka bir şey değildi.

 

Kur’an’da geçen beş put, başlangıçta beş veli miydi.

 

İsimleri Kur’an’da geçen beş putun ilginç öyküsünü sunmamız gerek. Çünkü, bu putlarla ilgili tefsirlerde yer alan rivayetler, aşırı yüceltmeye karşı Hz. Peygamber’in neden bu denli şiddetli tepki gösterdiğini anlamamızı da kolaylaştıracaktır. Önce ayete bakalım.

 

“ Nuh dediki: Rabbim Onlar bana karşı çıktılar Onlar öyle birilerinin peşine takıldılar ki mal ve çocukları aldanıştan başka bir şeylerini artırmadı, üstelik (senin yoluna) tuzak üstüne tuzak kurdular ve dediler ki: Tanrılarınızı sakın ola terk edeyim demeyin ne Vedd ve Süva’ı, ne Yeğus ve Ye’uk’u, ve ne de Nesr’i terk etmeyin (71.21-23)

Vedd, Süva, Yeğus, Ye’uk ve Nesr… bunlar birer put ismi. Hz. Nuh’un gönderildiği toplum bunlara tapıyor. Rivayetlerden öyle anlaşılıyorki, biçim ve muhteva değiştirerek de olsa, bu putların isimleri bir kült olarak nesilden nesile taşınmış. Bazıları değişerek de olsa Hz.Peygamber zamanına kadar varlıklarını sürdürmüşler. Şimdi bu putların geçmişte ve ayetin indiği çağda hangi kabilenin totemi olduğunu, aslının neye dayandığını dile getiren bir Buhari rivayetine bakalım. İbn Abbas bu ayetin yorumunda diyor ki:

 

“Önceleri Nuh kavmine ait olan bu putlar, sonradan Arapların putları haline geldi. Vedd, Kelb kabilesinin Demetu’l Cendel’deki putuydu. Suva Huzeyl’in putuydu. Yeğes önce Murad kabilesinin putuydu daha sonra Sebe ile birlikte Cevf’te yer alan Beni Gatif’in putu oldu. Ye’uk Hemedan’ın putuydu. Nesr’e gelince o da Zi’l Kela soyundan gelen Hımyerlilerin putuydu. Bunlar Nuh kavmine mensup Salih insanların isimleriydi. Onlar öldükleri zaman, şeytan onların toplumuna onların hayattayken oturdukları mekanları kutsal adak yeri edinmelerini öğütledi. her birinin adını o kutsal adak yerlerine verdiler. (Önceleri) bunu yapıyorlardı, fakat tapınılmıyordu. Ta ki o nesiller de geçip gitti, makamlar hakkındaki gerçek bilgi unutuldu. (sonraki nesiller tarafından) ibadet edilmeye başlandı. (Buhari, Tefsir398)

 

Bu Buhari rivayetine kimi haklı itirazlar yapılabilir. Mesela şöyle bir itirazın haklılık payı vardır. Adı geçen putlar, ayette Nuh kavminin taptığı putlar olarak aktarılırken, haberde bu isimlerin Nuh kavmine mensup Salih zatlar olduğu söylenmektedir. Bu açık bir çelişkidir. Bu rivayet doğruysa, söz konusu Salih zatlar çok daha önce yaşayıp göçmüş olmalıdırlar.

 

Evet, bu rivayet kaynağından hedefine taşınırken, başına yolda kaza gelmiş olma ihtimali büyüktür. Biz bu çelişkiyi gideren cevabı büyük müfessir Taberi’nin naklettiği bir başka rivayette buluyoruz. Muhammed b.Kays, İkrime, Katade’den ayrı zincirlerle gelen rivayet şöyle: “ Bu isiler, Ademoğullarından Salih bir topluluktu. Onların izini takip eden bağlıları vardı. Bu Salih zatlar ölünce, onların bağlıları şöyle dediler. Keşke onların suretlerini yapsak, onları hatırladığımız zaman, daha bir şevkle ibadet yaparız. Ve başladılar suretlerini yapmaya. Onlar öldüler, yeni gelen nesiller onların izinden gitti. İblis Eski nesiller onlara tapıyorlar, onların yüzü suyu hürmetine yağmur yağıyordu düşüncesine fitleyerek onları ayarttı. Bu kez onlar da tapmaya başladılar” (Taberi,29/99)

 

Rivayetleri esas alırsak, burada bizi asıl ilgilendiren, bu putların bir zamanlar Salih birer insan olmalarıdır. Bu Salih insanlar, kendilerini sevenler tarafından aşama aşama yüceltilerek sonunda “ilahlık” mertebesine çıkarılacaklarını elbette bilemezlerdi. Fakat onların takipcileri, sevgilerini tabi oldukları Salih üstatlarını üreterek değil, tüketerek ifade etme yolunu seçtiler.

 

Hz. Peygamber’den sonra ortaya çıkan aşırı yüceltme

 

Aşırı yüceltmeci geleneği oluşturan temel unsurları şöyle sıralıyabiliriz.

a)      İlk nesiller arasındaki anlayış ve kavrayış farklılıkları

b)      Akli anlamaya mukabil hissi anlama

c)      Müslüman olan ve olmayan kitap ehlinin İslam’a taşıdığı eski kültür

d)      Siyasi rivayetlerin peygamber tasavvuru alanında kullanılması.

 

İlk nesiller arasındaki anlayış ve kavrayış farklılıkları

 

Resulullah’ı en iyi tanıyan isimlerin başında gelen çok sevdiği eşi Hz.Aişe’den Mesruk b.el-Ecda’ şunu aktarıyor.

 

“Bir gün Aişe’nin yanında oturuyordum. Aişe dedi ki: Ey Aişe’nin babası (Mesruk) Üç şey var ki kim bunlardan birini söylerse, Allah’a iftiraların en büyüğünü yapmış olur. “Ben “Nedir onlar” dedim. O cevap verdi. Kim Muhammed Rabbini gördü derse o kimse Allah’a en büyük iftirayı etmiş olur. “Ben yaslandığım yerden doğruluverdim ve dedim ki Ey müminlerin annesi Dur bakalım öyle acele etme: Allah “Ve onu apaçık ufukta görmüştü”(81.223) “Ve onu bir kez daha gördü”(53.13)  buyurmuyor mu” O dediki Bu soruyu bu ümmetin içerisinde Resulullah’a ilk defa soran benim. Resulullah ise: Gördüğüm sadece Cebrail’di, onu yaratılmış olduğu asli suretinde bu ikisi dışında hiç görmedim. Onu muhteşem yapısıyla  gökle yer arasını bütünüyle kaplamış halde gökten iniyor gördüm” diye cevap verdi. Hem sen Allah’ın şöyle buyurduğunu duymadın mı: “Hiçbir beşeri görüş ve tasavvur O’nu kuşatamaz, fakat O, her türlü beşeri görür ve tasavvuru çepeçevre kuşatır, yalnız O’dur her şeye nüfuz eden, her şeyden haberdar olan” (6-103) Ve yine sen, Allah’ın şu kelamını işitmedinmi: Allah bir beşerle başka bir yolla değil, ancak vahiyle ya da bir perde arkasından, ya da elçi göndererek konuşur ve dilediği kimselere izniyle vahyeder..Çünkü O çok yücedir, hikmet sahibitdir.”( Aişe devam etti) Kim Resulullah’ın Allah’ın kitabından bir şeyi gizlediğini zannederse, o da Allah’a en büyük iftirayı atmış olur. Zira Allah şöyle buyurdu: “Ey Peygamber Rabbinden sana indirilen hakikatı tebliğ et. Eğer bunu (tam) yapmazsan, O’nun mesajını (hiç) tebliğ etmemiş olursun” (5.67) (Yine o ediki) Kim Muhammed yarın ne olacağını biliyor sanıyorsa şüphesiz o, Allah’a büyük bir iftirada bulunmuş olur. Çünkü Allah şöyle buyurmuştu: “ De ki Göklerde ve yerde olan hiçbir kimse gaybı bilemez, yalnızca Allah bilir” (27-65)

 

Bu haberde geçen özellikle Hz. Aişe’nin “Kim Muhammed yarın ne olacağını biliyor sanıyorsa şüphesiz o, Allah’a büyük bir iftirada bulunmuş olur”  hükmü üzerinde ısrarla durulup düşünülmesi gereken bir noktadır. Hz. Aişe’nin aşırı yüceltmenin bu tür tezahürünü, ısrarla insan-Allah ilişkileri çerçevesinde bir sapma olarak görmesi manidardır. Oysaki bu çerçevede yanlış anlamanın objesi, görünürde Allah değil Hz. Peygamberdir. Fakat Hz.Aişe, bu tür bir yanlış anlamanın sadece peygamber tasavvurunu etkilemekle kalmayıp insanın “Allah inancını” da etkileyeceği ictihadındadır.

 

Elbette Hz. Peygamber Allah’ın bildirdiğini bilir. Onun, peygamber olmayan hiçbir insanın ulaşamayacağı Vahiy Meleği gibi çok özel bir bilgi kaynağı olduğu da bir gerçek. Ne ki, Hz.Peygamber’in yüceliğini yeterli bulmayıp ona bir parça daha karizma kazandırmak isteyen yüceltmeci gelenek, hiçbir tevile sığmayan bir yığın haber üretmekten de geri kalmamıştır.

 

Selam ve Dua ile

 

DEVAM EDECEK İNŞALLAH



__________________
Yanlız sana ibadet eder ve yanlız senden yardım bekleriz.
Yukarı dön Göster MSER1's Profil Diğer Mesajlarını Ara: MSER1
 
hasanali
Newbie
Newbie


Katılma Tarihi: 27 nisan 2007
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 9
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı hasanali

Selamlar..

mser1 paylaşım için teşekkür ederim. yazıdaki şu paragraf dikkatimi çekti;

Önceleri Nuh kavmine ait olan bu putlar, sonradan Arapların putları haline geldi. Vedd, Kelb kabilesinin Demetu’l Cendel’deki putuydu. Suva Huzeyl’in putuydu. Yeğes önce Murad kabilesinin putuydu daha sonra Sebe ile birlikte Cevf’te yer alan Beni Gatif’in putu oldu. Ye’uk Hemedan’ın putuydu. Nesr’e gelince o da Zi’l Kela soyundan gelen Hımyerlilerin putuydu. Bunlar Nuh kavmine mensup Salih insanların isimleriydi. Onlar öldükleri zaman, şeytan onların toplumuna onların hayattayken oturdukları mekanları kutsal adak yeri edinmelerini öğütledi. her birinin adını o kutsal adak yerlerine verdiler. (Önceleri) bunu yapıyorlardı, fakat tapınılmıyordu. Ta ki o nesiller de geçip gitti, makamlar hakkındaki gerçek bilgi unutuldu. (sonraki nesiller tarafından) ibadet edilmeye başlandı. (Buhari, Tefsir398)

 

 Rivayet doğru ise; Hz. Nuh zamanında saygı amaçlı başlayan bir olay sonraki nesil tarafından şeytanın aldatmasıyla tapınmaya dönüşmüş. ve bu tapınma zamanla öyle sağlamlaşmış ki peygamber zamanına kadar intikal etmiş.

Hz. Musa nın 40 gün için Harun başlarında olduğu halde bıraktığı insanların tapınışları gibi. Şeytan her millete aynı oyunumu oynadı acaba? İnsanoğlunun bişeylere tapınma ihtiyacı varda şeytan bunumu kullanıyor sürekli?  Düşünülmesi gereken bir olay

Selam ve dua ile..

Yukarı dön Göster hasanali's Profil Diğer Mesajlarını Ara: hasanali
 
MSER1
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 17 kasim 2006
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 199
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı MSER1

KONUYA DEVAM

Hz. Ömer’in şu kaygısı, yukarıda naklettiğimiz Hz.Aişe’nin duyarlılığıyla aynı değimli? Hz.Ömer, bir yolculuk esnasında, insanların bir yerde namaz kılmak için sıraya girdiğini görünce şöyle der: “Her kim namaz kılmak istiyorsa kılsın, yoksa çekip gitsin. Ehl-i Kitap, Peygamberlerinin uğrak yerlerini tapınak haline getirdiği için helak oldu.” (Fethu’l-Bari-1/231)

Resulullah’ın ve vahyin terbiyesiyle yetişen seçkin arkadaşlarının bu duyarlılığı, sonradan gelen nesiller aynen devam ettiremediler. Bilinçlerindeki kırılmanın nasıl hızlı gerçekleştiğini anlamak için yukarıda naklettiğimiz Hz.Aişe rivayetini bakmamız yeterli. Mesruk’un hicri 62 yılında öldüğünü hatırlarsak, onun ikinci nesle mensup olduğunu anlarız. O, yukarıdaki diyaloğu Hz. Aişe’nin (öl.57 h) ömrünün sonlarında gerçekleştirmiş olmalıdır. Bu konuşmada Mesruk’un, ilgili Kur’an ayetlerini vahim bir yanlış okumaya tabi tuttuğunu görüyoruz. Demek ki, eğer Mesruk bu okuyuşunu Hz.Aişe’ye açmasa, bu görüş hem de tabiin otoritesi sıfatıyla gelecek nesle yanlış olarak aktarılacak ve bu yanlış anlama sayısız örneğinde görüldüğü gibi selefin otoritesine sığınılarak meşrulaştırılacaktır.

 

Hz. Aişe Mesruk’un yanlış okumasına şiddetle karşı çıkarken bizzat Resululah’ın tanıklığına başvuruyordu. Bu hem metin hem senet açısından tartışılmaz tanıklığın bu konudaki spekülasyonları bitirmesi beklenirdi, değil mi? Ama pratik durum hiç de öyle olmadı. Resulullah’ın Miraç’ta gördüğünün kim olduğu tartışmasını makulün ve vahyin ilkeleri çerçevesinde çözen bu habere rağmen ısrarla onun gördüğünün Allah olduğu spekülasyonları yapıldı. Böylece konu, aşırı yüceltmecilerin eliyle mahsusun ve efsanenin alanına taşınmış oldu. Tabiki bir kez önü açılınca, arkasının gelmemesi söz konusu olamazdı. Ve bakın arkası nasıl geldi:

 

Ahmed, Taberani, Nebi’nin sahabelerinden olan bir adam (?) dan: “ Bir sabah Resulullah güzel kokulu nefesi ve apak bir yüzle yanımıza geldi. Sebebini sorduk ve o da şöyle dedi: Rabbim bu gece en güzel surette geldi ve dedi ki Ya Muhammed Ben de Başım gözüm üstüne, buyur Ya Rab dedim. Buyurdu ki Melei a’la  neden birbiriyle çekişiyor? Bilmiyorum dedim. Elini iki kürek kemiğim arasına koydu, hatta onun serinliğini göğüslerimin arasında hissettim, ta ki göklerde ve yerde olan şeyler bende tecelli etti.Ardından şu ayeti okudu: İşte biz böylece İbrahim’e, kalbi yatıştıracak insanlardan olsun için göklerin ve yerin melekutunu gösteriyorduk.(6-75) (Süyuti, el-Hasais 2-88)

 

İşte zaten yüce olup insanlığın ufkunda oturan Hz. Peygamber’in karizmasına “bir nevi katkıda” bulunayım derken Allah’ı cisimler dünyasına indiren yaklaşımın tipik örneği. Bu noktadan itibaren insan peygamber yerini insanüstü peygambere bırakmak zorundadır. Aslında bu tür rivayetlerin, gösterilen ilk ravilerine ve kaynaklarına aidiyeti hayli kuşkuludur.O nedenle, makulün dışındaki bu tür rivayetler, çok sonradan ya mezhebi, ya siyasi, ya da meşrebi polemiklerde kullanılmak üzere tedarik edilmişlerdi. Bu rivayetlerin en vahim sonucu, ümmetin Hz.Peygamberle ilişkisinde mahiyet değişikliğine yol açmasıydı.Bu eğilim müminin peygamberiyle olan ilişkisinin tasavvur düzleminde “yatay ilişki” den “dikey ilişki” ye geçmesiyle sonuçlandı.

 

Oysa ki Kur’an, Hz.Peygamber’in beşerliği üzerinde ısrarla duruyor ve bu gerçeği ona tekrar ettiriyordu.(bkz.18.110; 41.6) Ayrıca Hz.Peygamberin kendisi de sık sık bu konuda etrafındaki insanları uyarıyordu. İşte birkaç örnek:

 

“Allah’ım, ben de insanım, Hangi müslümana lanet etmiş, kötü söylemiş ya da el kaldırmışsam, onu o kimse için bir dua, bir bağış, Kıyamet Günü kendisiyle sana yaklaşaçağı bir araç kıl.(Darimi, Sünen,2/406, İbn Hanbel 6-107)

 

Abdullah’tan: Resulullahla namaz kılıyorduk. Fazla ya da noksan kıldı. (Rivayetin ikinci ravisi Alkame ya da İbrahim hangisi olduğunda tereddüt ettiler.) Selam verdi, sonra yüzünü bizden yana çevirdi ve dedi ki: “Eğer namazla ilgili yeni bir hüküm olursa ben size söylerim, fakat ben de bir insanım, sizin unuttuğunuz gibi bende unuturum. Eğer unutursam siz bana hatırlatınız”.( Ebu Avenc,Müsned 2,201; İbn Hanbel 1-379)

 

Ümmü Seleme’den, Resulullah dedi ki: Ben yalnızca bir insanım. Siz bir birinizle çekişip davalı olarak bana geliyorsunuz. Mümkündür ki, bazılarınız kendisini diğerlerinden daha iyi savunuyor. Ben de ondan dinlediklerimle onun lehine karar vermek durumunda kalıyorum. Ancak ben, kimin lehine kardeşinin hakkı olan bir şeyi hükmetmişsem, o ondan hiçbir şey almasın, çünkü o, onun için ateşten koparılmış bir parçadır.” (İbn Hibban,Sahih,11/460; Malik, Muvatta, Akdiye 36.1,2-79)

 

Taberani, Ebu Hüreyre’den ilginç bir rivayet aktarır: Peygamber, kendileriyle birlikte sabah namazını kıldırmak için tekbir alır. Sonra cemaate işaret eder ve çıkar. Ardından saçlarından sular damlayarak gelir ve kendileriyle birlikte namaz kılar. Sonra der ki “ Ben sadece bir insanım, ben cünüp idim, fakat unutup gitmişim.” (el-Evsat,5-317; İbn Abdilberr, et-Temhid, 1-177)

 

Hz. Peygamberin beşerliğiyle ilgili bu rivayetler, onları derleyen muhaddisler tarafından sahih sayılmışlarsa da, bir başka muhaddis çıkıp kendi içtihadına, şartlarına göre, falanca haberin problemli olduğunu iddia edebilir. Bunda usul açısından bir gariplik yoktur. Fakat haberin bizim açımızdan güvenilirlik kriteri, senedinden önce muhtevasıdır. Bu haberleri buraya almamızın nedeni, bizim tezimizi destekledikleri için değil, Kur’an’ın ruh ve maksadına örtüştükleri içindir. Değilse, Kur’an’ın ruh ve maksadına aykırı olan bir rivayet, onun senedi hakkında falanca muhaddisin “Sahih” ya da “Hasen” demesinin, tek başına o rivayeti tezkiye etmeye yetmeyeceği gerçeği, Hadis Dirayeti İlmi tarafından da tespit ve takdir edilmiş bir ilkedir.

 

DEVAM EDECEK İNŞALLAH

 



__________________
Yanlız sana ibadet eder ve yanlız senden yardım bekleriz.
Yukarı dön Göster MSER1's Profil Diğer Mesajlarını Ara: MSER1
 
MSER1
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 17 kasim 2006
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 199
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı MSER1

Akli anlamaya mukabil “hissi anlama”

 

Seçkin sahabiler, peygamber tasavvurunun makul alanından dışlanarak mahsus alanına hapsedilmesinin önüne geçmek için büyük çaba harcamışlardır. Bunların başında, Hz.Aişe, Ömer b.Hattab, Abdullah b.Mes’ud, İbn Abbas gibi isimler gelmektedir. Çünkü bu tür bir yöneliş, sünnete yaklaşım tarzını da kökten değiştirmektedir. İşte Hz.Aişe ve Abdullah b.Abbas’ın şiddetle karşı çıktığı bir hissi anlama örneği daha: Abdullah b.Ömer ve Ebu Hüreyre, Resulullah hacca giderken el-Muhassab (el-Ebtah) denilen mevkide konakladı diye bunun sünnet olduğu iddiasıyla hacıları konaklatmıştı. Hz.Aişe ve İbn Abbas bu anlayışa şiddetle itiraz etmişti.(Beyhaki,Sünenu’l Kubra,2-468) Bedrüddin ez-Zerkeşi, Hz.Aişe’nin Resulullah’ın yanlış anlaşılmasına karşı verdiği mücadelede, müdahale ederek düzelttiği hadisleri kapsayan müstakil bir eser kaleme almıştır.

 

Kadı Iyaz’ın nakline bakılırsa, İbn Ömer, hacca giderken bir yere geldiğinde sebep yokken bineğini döndürmeye başlamış, kendisine sebebini soranlara da, sebebini bilmediğini söylemiş fakat Resulullah’ı aynı mevkide bunu yaparken gördüğünü gerekçe göstermiştir.

 

Çok daha ilginci, Buhari ve Müslim başta olmak üzere birçok hadis mecmuasının naklettiği bir hadisin sonradan kazandığı çok ilginç yorumdu. Ebu Hüreyre’den: Resulullah buyurdu: “ Siz işte şu önümü/kıblemi görüyormusunuz? Vallahi ne rükunuz ne secdeniz gözümden kaçıyor; ben arkamda neler olup bittiğini de kesinlikle görüyorum.( el-Hasais1-61-Hadisin aslı için bk.Buhari 15 cemaat 42, Muslim 4 salat 28)

 

Hadis, Resulullahın namaz kıldırırken safları düzgün ve aralıksız tutma ihtarını bazı varyantlarda “Kuşku yok ki ben arkada olup bitenleri görüyorum” sözüyle pekiştirmesiydi. Kadı Iyaz’ın Mücahid’e atfen naklettiği bir yorumda şöyle deniliyordu: “ Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem, namaz kıldırmak için kalktığı zaman tıpkı önünü gördüğü gibi arkasını da görüyordu.” Bu yoruma hiç alakası olmayan şu ayeti delil getiriyordu. “Ve tekallebeke fi’s-sacidin” (secde edenler içerisindeki yönelişlerini de) (eş-Şifa) Yanlış anlamaya kurban edilmiş bir ayet eşliğinde yanlış anlaşılmış bir tabiin müfessiri referans gösterilerek yapılan yanlış yorum burada durmamış. Eş-Şifa’ya Müzilu’l-Hafa adlı bir haşiye yazan Şumunni’nin verdiği bilgiye göre, Kuduri şarihi ve el-Kunye’nin müellifi Muhtar b.Mahmud el-Hanefi, Risaletu’n-Nasıriyye adlı eserinde şu görüşü savunur: “Peygamberimiz aleyhisselam’ın iki kürek kemiği arasında iğne deliği büyüklüğünde iki gözü bulunmaktaydı.  İki gözle aradan arkayı görmekte ve elbise o gözlerin görmesini engellememekteydi…..Kadı Iyaz,Ahmed b.Hanbel ve ulemanın çoğunluğu, bu görüşün gözün görüşüyle aynı olduğunu söylemişlerdir.(Age,67)

 

Hiçbir toplumun tüm üyeleri, kabiliyet, kapasite, akıl, anlayış ve bilinç olarak birbirine denk olamaz. Bu, yaratılışın yasasına aykırıdır. Resulullah’ın içerisinde yaşadığı müminler topluluğu da bu yasanın istisnası değildir. Onlar arasındaki anlayış farkını şu örnek olay çok güzel açıklar: Hz.Peygamber, Hudeybiye’de Mekkelilerle anlaşma yaptıkta sonra, orada bulunan müminlerden bağlılık tazelemelerini (bey’at) istemiş ve bir ağacın altında onların bağlılık taahhütlerini kabul etmişti. Bu bey’at Allah’ı da Elçisi’ni de razı etmişti. İşte bu nedenle bu ağaç daha sonra “Hoşnutluk Ağacı” (Şeceretu’r-Rıdvan) adı verildi. Bu ağaç, çok geçmeden tepik bir “hissi anlama”nın nesnesi haline geldi. Hz.Ömer’in hilafeti döneminde Medine’den Mekke’ye hac için giden kafilelerin bu ağacın önünde “teberrüken” nafile namaz kıldıkları haberi Hz.Ömer’e ulaşır ulaşmaz, Hz.Ömer bir görevli yollayarak o ağacı kökünden söktürdü.(İbn Sa’d,Tabakat 2/100)

 

Aynı olayda birbirine zıt iki tavır: İlk nesle mensup bazı insanların “bereket” atfettikleri bir nesne, Hz.Ömer için “tehlike” olarak algılanmıştı. Bu noktada, elbette Hz.Ömer’in hassasiyeti Kur’an mesajının özüne uygundu.

 

Bu anlama farkı, hem entelektüel, hem sosyolojik, hem de psikolojik nedenlere dayanıyordu. Hz.Peygamber’in öz elleriyle yoğurup bilincini şekillendirdiği insanlarla, İslam’ın siyasal hakimiyetine karşı direnişin kırılışıyla kitle halinde boyun eğip teslim olan insanların kavrayışı arasında elbette fark olacaktı. Bu farkı fark etmek için, 23 yıllık nübüvvet sürecinde yıl yıl, dönem dönem ilk İslam toplumunun “sosyal davranış kronolojisi”nin çıkarılması gerekir. Bunu yapacak olanlara bir katkı olsun için şu “hissi anlama” örneğini zikredelim. Urve b.Mes’ud’un bire bir gözlemi: “ Kaza umresi yılında Kureyş Kabilesi, ashabının Resulullah’a benzerini görmedikleri bir şekilde hürmet ettiklerine şahit olunca ona belirgin bir teveccüh gösterdiler. O abdest almaya görsün; hemen başına üşüşüyor, onun hizmetini görmek için neredeyse birbirleriyle kavga edecek oluyorlardı. O tükürecek, ya da balgam atacak olsa, hemen seğirtip onu elleriyle kapıyorlar, yüzlerine ve bedenlerine sürüyorlardı. Onun saçından ne zaman bir tel düşse, hemen kapışıyorlar; o ne zeman bir emir verse, verdiği emri yerine getirmek için hücum ediyorlar; n ne zaman konuşmaya başlasa, hepsi birden seslerini kısıyorlar ve gözlerini ona dikerek bakmıyorlardı.(Şifa2-39- Beyhaki, Sünen9/200, İbn Hibban,Sahih 11-221)

 

Su içtiği kabın içine solumamayı prensip haline getirecek kadar nazik, yere tükürmeyi yasaklayacak kadar titiz, soğan sarımsak kokusuyla insan içine çıkmamayı emredecek kadar duyarlı, diş temizliğine ve ağız bakımına olağanüstü önem atfedecek kadar nezih bir peygamberin, toplumun içinde tükürdüğünü, balgam attığını söylemek, ona bilmeden eza etmek anlamına gelse gerektir. Haberin kaynağından hedefine taşınırken yolda başına gelmesi muhtemel kazaları dikkate alarak çok farklı da olsa yaşanmış bir çekirdek olaydan doğduğunu kabul etmek gerek. Bu durumda, Resulullah’ın etrafındakilerden gördüğü bu tür “avami” tavırlar karşısında hissettiklerinin, Huneyn ganimetleri için sırtındaki elbiseyi çekiştire çekiştire yırtanlara karşı hissettiklerinden daha farklı olmadığını tahmin edebiliriz.

DEVAM EDECEK İNŞALLAH



__________________
Yanlız sana ibadet eder ve yanlız senden yardım bekleriz.
Yukarı dön Göster MSER1's Profil Diğer Mesajlarını Ara: MSER1
 
MSER1
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 17 kasim 2006
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 199
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı MSER1

Hissi anlamaya, kimi zaman ayetlerin bir tür yorumundan yola çıkılarak ulaşılıyor. Şu rivayette olduğu gibi: Müminlerin Emiri Ebu Cafer Mansur, Resulullah’ın mescidinde Malik’le tartıştı. Malik ona dedi ki: “Ey Müminlerin Emiri, bu ibadethanede sesini yükseltme. Çünkü Allah Teala bir toplumu şöyle azarladı:”Sesinizi Peygamber’in sesinden daha fazla yükseltmeyin”(49.2) Ve bir toplumu da övdü:” Allah’ın Elçisi’nin huzurunda seslerini kısanlar var ya…”(49.3) Bir toplumu da suçladı: “Seni evinin dışından çağıranlar var” (49.4) Onun ölüsüne saygı, dirisine saygı gibidir. “ Ebu Cafer bu sözler karşısında sakinleşti ve dedi ki: “Ey Abdullah’ın babası, dua ederken kıbleye mi yöneleyim, yoksa Resulullah’mı?” Malik şöyle cevap verdi: “Kıyamet günü Allah katında, hem senin, hem de atam Adem’in (kurtuluş) vesilesi olduğu halde neden yüzünü ondan çevirecekmişsin ki?” (Şifa 2/41)

 

Bu örnekte ele alınması gereken birden çok husus var:

 

a)      Ayetlerle doğru istidlal şarttır. Bu ayetlerin lafzi anlamı Resulullah’a karşı hayattayken gösterilecek edebi beyan eder. Mecazi anlamı ise hem hayatında hem vefatı sonrasında onun tarafından açıklanan kesin buyrukların ve ahlaki sınırların üzerine/dışına çıkmamayı beyan eder. Tersi bir anlama, gerçek bir anlama problemi olur. Mesela Resulullah’ın kapasını vurup izin istemeden huzuruna girmemeyi emreden ayetin (33.53) aynı mantıkla ela alındığını düşünelim ? Ya da onun yanında uzun süre kalmanın onu rahatsız ettiğini söyleyen ayeti? Hz.Peygamber’in kabrini ziyaret edenleri bu ayetlerle etmeye çağırabilir miyiz?

 

b)      Hayat ve ölümün yasaları herkes için aynıdır. “Sen de öleceksin, onlar da ölecekler” (39.30) ve “Her insan ölümün acısını tadacaktır.”(3.185) ayetlerinde buyrulduğu gibi… Sanırım Ebu Cafer Mansur gibi, zulmüyle ün salmış bir yöneticinin en büyük günahı, Resulullah’ın kabrinin yanında sesini yükseltmesi değil, Peygamber’in makamına oturup onun duyurduğu ilke ve prensiplerin dışına çıkmasıydı.

 

c)      Hissi anlama istismara açıktır. Abbasi halifesi Mansur’un, İmam Malik’e yukarıdaki soruyu sorduğunda, İmam Azam Ebu Hanife’yi henüz hapsetmiş ya da katletmiş olup olmadığını bilemiyoruz.Fakat bu soru, Ebu Hanife’nin aksini ifade eden görüşüne kinaye olsun için sorulmuş gibidir. Eli Ebu anife gibi büyük imamların ve masum insanların kanına batmış olan Mansur’un yüzünü kabre mi yoksa Kabe’ye mi döneceği sorusu, aslında çirkin bir istismardan başka bir şey değildir.

 

“Sesinizi Peygamber’in sesinden daha fazla yükseltmeyin” ayetinin hissi anlamaya konu olması bu sınırda durmamıştır. Abdurrahman b.Mehdi, bu ayeti gerekçe göstererek hadis okunurken susulmasını emreder ve dermiş ki: “Onu dinlerken susmak nasıl vacipse, onun hadislerini okurken susmak da öyle vaciptir.”( Şifa 2-43) Buradaki hissi anlamanın getireceği vahim sonuç, sözü, bir insan olan Hz.Peygamberin yerine geçirecek, onu makulatın alalından çıkarıp mahsusatın alanına oturtmaktır.Bu, doğal olarak hadisi anlamın objesi olmaktan çıkarıp, tazimin nesnesi olan bir eşya konumuna yerleştirmektir. Şu örneği bu açıdan ele almakta sakınca olmasa gerek: “ Dırar b.Mürre, abdestsiz hadis nakletmeyi mekruh görürdü.”(Age 2-45)

Bu “hissi anlama” örnekleri, tabiki kişinin yaklaşımı ve bakış açısına göre değişirdi. Amacımız, bu tür duygusal bir yaklaşımın niyetini sorgulamak olamaz.Ama bizim sorgulamamız gereken asıl şey, söz konusu yaklaşımların sonuçlarıdır. Bu sonuçlar, gerçekten de hakikatin efsaneye, makulün mahsusa karıştığı bulanık bir zemindir. Bu zeminde hiçbir sağlıklı anlayış boy vermez. Böyle bir zemin, her türlü hakikati sulandırmak için istismara açıktır. Bu zeminin daha da kaygan hale gelmesini kolaylaştıran unsur, ihtida eden kimi kitap ehlinin kendi eski ve mitolojik kültürlerini de beraberlerinde getirmiş olmalarıydı.

 

Müslüman olan ve olmayan kitap ehlinin İslam’a taşıdığı eski kültür.

 

İslam’a girişiyle birlikte eski kültürü olan Yahudi kültürünü beraberinde taşıyanlara, eski bir Yahudi olan Ka’bu’l-Ahbar’ı (öl.32.h) örnek verebiliriz. Hıristiyan olan Vehb b.Münebbih’i gösterebiliriz. 

İstisnalar olmakla birlikte, bu tür insanların İslam’ı benimser benimsemez, içerisinde yetiştikleri ve kendilerini yıllar yılı şekillendiren Yahudi ve Hıristiyan kültüründen tamamıyla arındıklarını söylemek elbette doğru değildir. Özellikle söz konusu dönemde, ilim deyince rivayet anlaşılıyorsa, dağarcığında nakledilecek rivayeti olanların el üstünde tutulmaları için de bir neden yoktur.

 

İşte burada değindiğimiz psiko-sosyal nedenlerden dolayı, Müslüman olan kitap ehli, son vahyi ve onun taşıyıcısı olan Hz.Peygamberi’de kendi kitap ve peygamber tasavvurlarıyla okuyorlardı. Önümüzde birçok örneği olmakla birlikte , bunlardan sadece birini Ka’bu’l-Ahbar’ın Yahudi tasavvuruyla Kur’an okuma denemesine örnek oluştursun için buraya alabiliriz.

Kökleri Hermetik öğretiye ve oradan da Yahudi Kabbalizmine  dayanan bir yaklaşımla “Nur-ı Muhammedi” teorisinin mucidi olduğunu tahmin ettiğimiz Ka’bu’l-Ahbar, “Allah göklerin ve yerin ışığıdır”(24.35) ayetini bakın nasıl anlıyor: İkinci “nur” sözcüğü, burada, Muhammed sallallahh aleyhi vesellemdir. Allah’ın “onun nurunun örneği” sözü, “Muhammed sallallahu aleyhi vesellemin nuru” anlamına gelir.(Şifa1/17)

 

“Nur-ı Muhammed” teorisini desteklemede kullanılan bu “nur” rivayetleri, sadece aşırı mistik bir yorum olarak İslam geleneğine girmemiştir. Süyuti bu konuda bize hayli malumat veriyor. “Hakim Tirmizi, Zekvan’dan naklen aktarıyor: “Resulullah (sav)’ın, gün ya da ay ışığında gölgesinin yere düştüğü görülmemiştir. İbn Seb’in el-Hasais’inde der ki: “Onun gölgesi yere düşmezdi, çünkü o nur idi. O güneş ve ay ışığında yürüdüğü zaman onun gölgesi görülmezdi.Bazıları buna, Resulullah’ın şu duasını delil gösterdiler: “Beni nur kıl” (Süyuti,el-Hasais 1/68)

Bu tipik bir aşırı yüceltmeci yanlış anlamaydı.İkisi de gnostik tabiatlı olan Kabalacı Yahudilikle Hermetizm’in karışımından ortaya çıkan yanlış anlama, bu noktada kalmadı. İş, “Hz. Peygamber’e kim ne kadar karizma katacak?” yarışına dönüştü. Şu metinde olduğu gibi: “Muhammed sav.’ın ruhu ve cesediyle her yerde ve her mecliste hazır bulunur. Yerde ve göklerde dilediği zaman tasarruf eder ve dolaşır. Şimdi de ölmeden önceki durumundadır.(el-Cili,el-İnsanu’l-Kamil 2-46)

 

DEVAM EDECEK İNŞALLAH



__________________
Yanlız sana ibadet eder ve yanlız senden yardım bekleriz.
Yukarı dön Göster MSER1's Profil Diğer Mesajlarını Ara: MSER1
 
MSER1
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 17 kasim 2006
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 199
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı MSER1

Şifa sahibi, Hz.Peygamber’in beşerliği konusunu şöyle ela alır. “Onun özellikleri meleklerin özelliklerine benzemekte, değişimden beri bulunmaktadır.” Bu kez içi rahat etmez ve der ki:”Her ne kadar bir bedenleri ve görünür varlıkları var idiyse de, meleklerin özellikleriyle donanmışlardır.”

Aşağıdaki örnekte görüleceği gibi, bir kez yarış başladı mı, nerede duracağını kestirmek mümkün değildir. Çünkü, mitolojiye dönüştürüldüğü zaman hakikat ölür. İstikamet açısı bir kez sapmaya görsün, yol aldıkça sapma da artar, yanlış anlama temeli üzerine oturan bir mantığın övgüsü, yanlış anlamayı derinleştirmeye katkıdan başka bir işe yaramaz. Aynen Muhammed Bahaeddin el-Baytar’ın şu sözlerinde olduğu gibi: “ Bütün tasarruflarında, Muhammed sav’in durumu Allah’ın durumu gibidir. Alemde Muhammed sav’den başka yoktur…Hakikatin sonu idrak edilemez ve nihayetine vakıf olunamaz O, iman ettiğimiz gaybdandır…Beşeriyet nur olduğu için onun tüm ifrazat ve atıkları (teri,tükrüğü,bevli,gaytası) tertemiz ve mukaddestir. Vücudunun diğer cisimleri gibi gölgesi yoktur. Adem’e üfürüldüğü buyrulan nur, işte bu Muhammedi nurdur; “Allah’ın ruhu”, “Muhammed’in nurudur.” (Abdurrahman el-Vekil, Hazihi Hiye’s-Sufiyye, en-Nefehatu’l-Akdesiyye s.77)

 

Başından beri bu tür örnekleri okuyan arkadaşlarımızın aklına şu soru gelebilir. Bu tür bir tasavvura sahip olanlar, Kur’an’ın Resulullah’ın beşerliğine vurgu yapan ayetleri bilmiyorlar mı?

Bu sorunun cevabı bellidir: “Evet, biliyorlar” Bu kez, “Ya neden bu mantıkta ısrar ediyorlar?” sorusu gelecektir. İşte burada daha vahim bir anlama sorununa dikkat çekmemiz gerekiyor ki, biz buna yanlış anlama değil,”anlamın ters döndürülmesi” adını vermek zorundayız. Çünkü, bu tür bir aşırı yüceltmeci mantık, en sonunda Kur’an’daki Hz.Peygamber’in beşerliğini vurgulayan ayetleri de kendisine uygun bir “yeniden okumaya” tabi tutmaktadır. Bu tür ayetlerin başında gelen: “De ki:” Ben de sizin gibi bir insanım” ayetindeki kaf-fe-mekfufe olan “innema” birleşik edatını önce “inne” ve “ma” olarak çözüyorlar ve ardından ilgi zamiri olan “ma” yı olumsuzluk ifade eden “ma” ya çeviriyorlar. Bütün bu yapı bozum işlemlerinin ardından, metne işkence edilerek zorla idhal edilmiş şu anlamı elde ediyorlar: “De ki: Kesinlikle ben, sizin gibi bir beşer değilim.”

 

Aslında yukarıdaki sözler, makul ve mansus değil mahsus sözlerdir ve bu yaklaşım Pavlus Kilisesi’nin teslis inancındaki “İsa” doktriniyle birçok noktada uyuşmaktadır. Yukarıdaki aşırı yüceltmeci tasavvur, her dönemde kendisiyle savaşan kutuplar oluşturmakta sıkıntı çekmemiştir. İşte bu yaklaşımın doğurduğu tepkinin en tipik örneklerinden birini veren İbn Teymiyye, bu tür uçuk iddiaları, “Derecesi ve kıymeti ne olursa olsun hiçbiri beşer nurdan yaratılmamıştır.” Sözleriyle reddedecektir. Fakat gariptir ki, kendisi de teorik alanda yaşanan bu aşırı yüceltmeci tavrı pratik alana taşıyarak hukuk kodu haline getirecektir.

 

İbn Teymiyye, es-Sarimi’l-Meslul ala Şatimi’r-Resul ( Resul’e Hakaret Edenin Ensesi Üzerindeki Kınından Sıyrılmış Kılıç) adlı eserini, yukarıdaki yaklaşımdan hiç de aşağı olmayan bir duygusallıkla kaleme almıştır. İrfani bilgi sistemi mensuplarının yukarıda yaptığı aşırı yüceltmeyi, ibn Teymiyye de mensubu olduğu beyan bilgi sisteminde yapmıştır. Her iki grup da tezlerini desteklemek için en şaibeli haberleri kullanmaktan kaçınmamışlardır. Aynen rivayet olarak nakledilen şu örnekte görüldüğü gibi: “Kim bir peygambere hakaret ederse o öldürülür. Kim onun sahabesine hakaret ederse dövülür.”( İbn Teymiyye)

 

İbni Teymiyye bu eserinde aynen şöyle der: “Kendi sesini Peygamber’in sesinden fazla yükselttiği sabit olan kimsenin , bundan dolayı, haberi olmadan küfre düşmesinden ve tüm  yaptıklarının boşa çıkmasından korkulur.”

 

Bırakınız kendisinden yüksek sesle konuşan mümini, kendi canına kastedenleri dahi bağışlayan rauf ve rahim bir peygamber, kendisi adına verilmiş böylesi hükümleri görse ne derdi? Sorusu, bu tür durumlarda sorulması gereken en doğru sorudur.  Resulullah’ın, etrafındakilerin çok çok daha saygısız davranışlarına nasıl dayandığına şu rivayeti örnek gösterebiliriz: “ Uyeyne b.Hısn el-Fezari, kapıyı vurmadan ve haber vermeden Resulullah’ın odasına dalıverdi. Resulullah Hz.Aişe ile birlikte (ev hali rahatlığında) oturuyorlardı. Adam, “O yanındaki kırmızı tenli (humeyra) de kim?” diye sordu.”Ebu Bekir kızı Aişedir.” Dedi. Uyeyne, yüzü kızarmadan:” Ben sana ondan daha iyisini getireyim” teklifini yapınca Hz.Peygamber, “Ey Uyeyne, Allah bunu haram kıldı” dedi. (İbn Kesir, 33-52’nin tefsirinde, Ayrıca Siyeru A’lami’n-Nubela 2/167, el-İstiab 8/1250)

 

Beyan bilgi sisteminin muhaddis mensupları da, İbn Teymiyye’nin fıkha taşıdığı bu “aşırı yorum”dan nasiplerini almışlardır. Bunlardan Muhammed b.Mukatil, “Şayet bir belde halkı sivak’ı terk etme konusunda ittifak etseler, kafirlerle savaştığımız gibi onlarla da savaşırız.(el_Leknevi)

Ka’bu’l-Ahbar’dan sonra Vehb b.münebbih, ait olduğu eski kültüründen İslam’a taşıdığı aşırı yüceltmeci gelenekle Resulullah’ı bakın nasıl okuyor: “Ebu Nuaym ve İbn Asakir, Vehb b.Münebbih’ten nakleder: “Yetmişbir kitabı okudum. Tümünde şu gerçeği buldum. Dünyanın başından sonuna kadar gelmiş geçmiş tüm insanlığın aklıyla Muhammet sav’in aklı kıyaslandığında, bir tek kum tanesi karşısında dünyanın tüm kumları kadar tüm insanlığa üstün olduğu görülür.”( el-Hasais 1/66)

 

Daha da ilginci, Vehb b. Münebbih adının daha ilk dönemlerde tartışıldığını, onun adına hadis üretilmesine ihtiyaç duyulmasından anlamaktayız. Süyuti, Hasais’inde hem de Resulullah’ın “kendine özgü ayrıcalıklarından biri” olarak şu haberi nakleder: “İbn Adiy ve Beyhaki Ubade b. Samit’ten Resulullah sav dedi ki: “Ümmetimin içerisinde bir yiğit vardır ki, ona Vehb adı verilir. Allah ona hikmet vermiştir. Bir de Gaylan denilen bir adam vardır ki, o insanlar için İblis’ten çok daha zararlıdır.”( Süyuti,Hasais 2/133) Tehzibu’l-Hasais sahibi et-Tuleydi, bu haberi Hasais’teki uydurmalar listesinde verir.s.16 Vehb b.Münebbih’in dostları, onu Hz.Peygamber adına haber “üreterek” desteklemişlerdir.Fakat bu arada bir taşla iki kuş vurmuşlardı: Gaylan ed-Dımeşki gibi ilmi, takvası ve dürüstlüğü hasımlarınca dahi takdir edilen ve Emevi zulmüne karşı direnip, Ömer b.Abdulaziz halife olunca, onun tarafından Emeviler’in haksız yere gasbettikleri malları sahiplerine vermekle görevlendirilen, Ömer b.Abdulaziz’den sonraki yönetici tarafından hunharca katledilen “muhalif” bir isimden de öç alınmaktadır.

 

Hıristiyan kültürünü İslam’a Hıristiyanlaşma biçiminde yansıtan sadece Müslüman olan eski Hıristiyanlar değildi. Bizim tahminimiz o ki, Tedvin asrı (h.II ve III.yüzyılların ilk yarısı)nda çok önemli roller üstlenen Beytü’l-Hikme’nin Hıristiyan mütercimleri de Kilise’nin incir çekirdeğini doldurmayan teolojik kavgalarını İslam’a taşıdılar. Mesela, Me’mun tarafından Beytu’l-Hikme’nin başkanlığına atanan Huneyn b.İshak (öl.H.260) bir Nasturi Hırıistiyandı. Radikal Sünni ihtilalin sahibi Mütevekkil döneminde de kabul görecek çevirmenler kurulunun başkanlığına atanmıştır. Oğlu İshak b. Huneyn (öl.298) Mutemed, Mutezid ve Muktedir dönemlerinde yaşamış, devlet nezdin de hatırlı bir mantıkçıydı.

 

DEVAM EDECEK İNŞALLAH



__________________
Yanlız sana ibadet eder ve yanlız senden yardım bekleriz.
Yukarı dön Göster MSER1's Profil Diğer Mesajlarını Ara: MSER1
 
MSER1
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 17 kasim 2006
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 199
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı MSER1

Siyasi Rivayetlerin Peygamber Tasavvuru alanında kullanılması

 

Hayata ilişkin söyleyecek sözü olan hiçbir dinin siyaset bigane kalması düşünülemez. Kaldı ki, İslam gibi insanlığın değişmez değerlerini bünyesinde barındıran bir inanç sisteminin, hayatın içerisinde oldukça ciddi bir yeri olan siyaset alanına sırt döndüğünü söylemek, gerçeği söylememektir.

Fakat dinin siyasetin üzerinde, onun temel belirleyicilerinden biri olması başka bir şey, dinin siyaset tarafından belirlenmesi daha başka bir şeydir. Bizim burada geleneksel peygamber tasavvurunu oluşturan söylemlerden biri olarak üzerinde duracağımız konu, işte bu ikincisidir. Siyasetin dinin belirleyicileri arasında yer alması. Önce siyasetin İslam düşüncesi üzerindeki etkisi üzerine Muhammed Abid el-Cabiri’nin yaptığı şu tespitleri okuyalım:

“Gerçek şu ki, Arap-İslam düşüncesi ister yapısal ister tarihsel açıdan analiz edilsin, siyasetin bu düşünceyi yönlendirmede ve seyir güzergahını belirlemede oynadığı büyük rol dikkate alınmadıkça yapılan her türlü analiz eksik çıkacak, sonuçları yanıltıcı olacaktır… Çünkü İslam, tarihsel gerçeği bakımından aynı anda hem din hem devlet idi. Genel ideolojik çatışmada var olan düşünce de dinsel düşünce veya en azından dinle doğrudan ilişkili bir düşünce idi. Yine o, işte bu sebepten dolayı siyasetle de doğrudan ilişki halindeydi.” (Ara-İslam akımı oluşumu 365-66)

Özellikle İslami ilimlerin ilk kez oluşturulduğu Tedvin asrında derlenen ve tasnif edilen ilimlerin ilk malzemesini oluşturan rivayetlerin bir kısmı, şu yada bu şekilde, dönemin siyasal rekabetinde ya doğrudan ya da dolaylı bir biçimde kullanılmıştır. İşte bu gerçek gözardı edilerek, siyasetle uzaktan ya da yakından ilgili olan hiçbir rivayetin doğru anlamı tespit edilemez.

Burada bizi ilgilendiren, peygamber tasavvurunu yansıtan ya da oluşturan rivayetlerin, yukarıdaki anlamda dönemin siyasi çekişmelerinde lojistik destek malzemesi olarak kullanılıp kullanılmadığıdır. Buyurun. Çok masum gibi duran şu aşırı yüceltmeci rivayeti birlikte tahlil edelim:

“Ebu Ya’la, Taberani el-Evsat’ta, İbn Asakir, Hasan b.Arafe ünlü Cüz’ünde, Ebu Hüreyre’den naklen aktarırlar: “İsra gecesi’nde semaya yüceltildiğimde, orada ilk gördüğüm şey yazılı olan ismimdi: Muhammed Allah’ın Rasuludür. Ebu Bekir Sıddik da halefimdir.” (el-Hasais1/17)

 

İlk bakışta, siyasetle pek ilgisi yokmuş gibi görünen bu rivayetin, biraz dikkat etince fırkalar arası siyasi çekişmelerde kullanılmaya çok müsait olduğunu anlamakta gecikmiyorsunuz. Çünkü ilk dönem Şiaları ( siyasal taraftarlar), kendi tezlerini “efdaliyyet” (en iyinin tespiti) üzerine kurmuşlardı ve en iyinin tespiti ise epeyce müşkil bir işti. Kimin en iyi olduğunu Allah’tan başka kimse bilemezdi. Bunun tespitini insanların yapması mümkün değildi. Çünkü bu hayli görece bir şeydi. O halde, Rasulullah’tan sonra en iyinin tespitinde “yorum” dışı bir “belge” gerekiyordu ve işte o belge sahihler arasında bulunamayınca “üretilme” yoluna gidilmişti. Yani aslında yapılan şey, bir kesimin görüşlerinin “belge” haline getirilmesiydi. Çünkü “haber” olmadan hiçbir görüş ve düşünce, ilim değeri taşımıyordu.

 

Süyuti, bu hadise hiç itiraz etmemiştir. Ne ki, Süyuti yine bu eserinde, Hz. Peygamber’in okuma yazma bilmediğini üstelik ayetle delillendirerek ısrarla isbat eder. Fakat, semadaki yazıyı nasıl okuyabildiğini sorgulamaz. Bu rivayetin son cümlesi, rivayetin erken bir dönemde, Hz. Ebu Bekir’in halifeliği döneminde, onun liderliğine karşı çıkılmaması gerektiğini düşünenlerce üretildiği kuşkusunu haklı kılıyor. Bu kadarla da kalmıyor, Darekutni’nin Ebudderda’dan naklettiği metinde, “Ömer el-Faruk” ilavesi de rivayete giriyor.(Hasais) Bu, rivayetin iktidarla muhalefet arasındaki ilk siyasi kavgalar sırasında kullanıldığı intibaını veriyor. Sanırım Hz. Ali şiasından gelen rivayetlere bakma fırsatımız olsa, bunun tam zıddı rivayetlerle orada karşılaşmamız mukadderdir.

 

Yukarıdaki rivayet için söylediklerimiz aynen şu rivayet için de geçerlidir: Abdullah b. Ubeydullah el-Ensari’den rivayet edildi: “ Sabit b. Kays b.Şemmas’ın defni sırasında orada bulunanlar arasındaydım. O Yemame’de öldürülmüştü. Onu kabre indirdiğimizde ondan şöyle bir ses duyduk; diyordu ki: Muhammed Allah’ın Rasulüdür, Ebu Bekir sıddiktır, Ömer şehittir, Osman iyi ve merhametlidir. Bunun üzerine dönüp baktık, ama o ölüydü.” (Şifa,1/320)

Sadece siyasi fırkalar değil, her birinin çıkışında az ya da çok siyasi bir boyut bulunan kelami fırkalar da aynı yöntemi kullanıyordu. İşte, ilk bakışta”bu nasıl mezhep savaşlarında malzeme olarak kullanılabilir ki?” diyeceğiniz senedinin sahih olma ihtimali olan bir haber: “Ahmed, Tarih’inde Buhari, Taberani, Hakim, Beyhaki ve Ebu Nuaym Meysere’den naklen aktarıyor: “ Ey Allah’ın Rasulü, dedim, ne zamandan beri peygamberdin? Cevapladı: Adem ruh ile ceset arasındayken.” (Süyuti, el-Hasais 1/3)

Genelde Şia, özelde Beyan b.Sem’an’a nisbet edilen Keysaniyye, Şia’nın imamet düşüncesini bu ve benzer haberler üzerine oturtmuşlardır. Çünkü onlara göre imamlar da Hz. Peygamber gibi ezelde seçilmişlerdir. Ezelde yapılan bu seçime iman şarttır. Şii imamet akidesi de bu şart üzerine bina edilir.

 

Aşırı yüceltmeci süreç, sonunda tüm İslam ümmetinin peygamber tasavvurunu etkisi altına alarak, yegane tasavvur haline gelmiştir.Sonraki yüzyıllarda bu tasavvur, yuvarlandıkça büyüyen kar topu gibi mitoloji üreterek yoluna devam etmiştir. Bu sürece yakasını kaptıranlar sadece avam ya da müfrit sufiler değildirler. Adı sanı belli değerli alimler de bu süreci besleyen tavırlar ortaya koymuşlardır. Mesela Buhari şarihi Bedrüddin Ayni, Hz.Peygamber’in yeryüzündeki tüm dilleri bildiğini söyleyebilmiştir.(Bedrüddin Ayni,Umdetu’l-Kari 8/328)

 

Özetlersek, bu mitolojik tasavvur, önceleri sırf peygamberlik kurumunun karizmasına bir nevi katkı olsun amacını güderek, daha sonra “bir nevi katkı” olmaktan çıkıp Hz. Peygamber’in yerini alıyordu. Peygamber tasavvuru tamamen mitolojik hal alınca da, artık tüm varlık, bu mitsel pencerenin buğulu camında izlenen bir gölge ve hayal oyununa dönüyordu. Bu tasavvurun sahibi, camdan eşyanın tabiatına bakan biri olma konumundan çıkıp, sürekli hohladığı camın buğusunda vehmini ve hayalini izleyen biri olup çıkıyordu. Daha farklı bir ifadeyle söylersek, camdan bakması gerekenler cama bakmaya başlıyordu.

 

DEVAM EDEVCEK İNŞALLAH



__________________
Yanlız sana ibadet eder ve yanlız senden yardım bekleriz.
Yukarı dön Göster MSER1's Profil Diğer Mesajlarını Ara: MSER1
 
MSER1
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 17 kasim 2006
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 199
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı MSER1

Aşırı yüceltmeci geleneğin kendi edebiyatını oluşturmaması düşünülemezdi. Bu geleneğin oluşturduğu muazzam edebiyat, A’lam, Şemail, Hasais, Delail, Hilye gibi Siyer’in alt disiplinleri şeklini aldı. Bu disiplinlerde verilen eserler, neredeyse, yüzyıllar içersinde avam tabakasının din tasavvurunu oluşturan yegane kaynak haline geldi. Öyle ki bu kaynaklar. Köylere varana dek Müslüman halkın el kitabı hüviyetine büründü. Bu türe giren eserler köy odalarında toplanan kalabalığa akşamları okuma yazma bilenler tarafından düzenli halde okunuyordu. Yani bu tür eserler, geçmişte televizyonun şimdilerdeki yaygınlığına sahipti. Hatta, belki bu ikisinin işlevleri bile birbirine benziyordu.

 

Bu tür eserler, bir tür halk kütüphanesinin oluşmasına da zemin hazırlamıştı. Bu kütüphanenin baş yapıtları, Kan Kalesi Cengi, Hayber Kalesi Cengi gibi Hz.Ali cenkleri, Battal Gazi, Zaloğlu Rüstem, Horasanlı Ebu Müslim gibi Emevi-Abbasi dönemi kahramanlarının hayat hikayeleri, Danişmendname, Saltukname gibi Selçuklu dönemine ait kahraman-ermiş şahsiyetleri efsanevi bir üslupla ele alan eserler geliyordu. Fakat bütün bunların en üstünde, hiç kuşkusuz Ahmediyye, Muhammediyye gibi Rasulullahla ilgili eserler bulunurdu. Bunlar çoğu kez manzum olarak kaleme alınan eserlerdi ve bazılarının yazarı bilinse de kimi zaman anonim olabilirdi. Ama halk kütüphanesini oluşturan bu eserlerden bir tanesi vardı ki, Afrika’dan Asya’ya kadar Müslüman kavimlerin muhayyilesini bu kitap kadar inşa eden bir başka kitap bulunamazdı: Kadı Iyaz’ın eş-Şifası.

 

Bu eserin Süleymaniye Kütüphanesindeki yazma nüshalarını saydığınızda, Osmanlı toplumunun tasavvurunda eş-Şifa’nın nasıl vazgeçilmez ve belirleyici bir yere sahip olduğunu anlardınız. İşte biz burada , Ebu’l-Fadl Iyad (ya da Ayyad) el-Yahsubi’nin (476/1083-544/1149 m.) Osmanlı coğrafyasında meşhur olan adıyla Kadı Iyaz’ın eş-Şifa bi Ta’rif-i Hukuki’l-Mustafa adlı eserini konumuz açısından tahlil edeceğiz. Çünkü bu eser, bu alandaki en ünlü ve yaygın eserlerden biri, belki de birincisidir. Eş-Şifa’nın yanında, onun kadar olmasa da, Hasis türü eserler arasında bir numara olduğu erbabınca müsellem olan Celalüddin Abdurrahman es-Süyuti’nin (öl.911) el-Hasaisu’l-Kübra’sını da tahlil edeceğiz.

 

Amacımız, ümmetin kültür tarihinde önemli yeri olan bu eserlerin değerini küçümsemek değildir. Hoş, artık halk o eski halk da değildir. Bugün binde kaç evde eş-şifa ya da el Hasais bulunmaktadır ki? Belki bulunmayışının dini, siyasi, sosyal, tarihi ve konjonktürel nedenleri arasında, bu kitapların oluşturduğu halk tasavvurunun dine ve dini değerlere bakışını da saymamız gerekir. Her halükarda maksadımız, günümüz Müslümanlarının peygamber tasavvurunun resmini çekmek ve bu tasavvuru oluşturan kaynakları bir değerlendirmeye tabi tutarak yeniden üretmektir. Bunu yaparken, ölçümüzün modern akıl değil, sahih naklin belirlediği koordinatlar içerisinde değerlerini yeniden üreten sahih İslami akıl olmasına özen gösterilecektir.

 

Öncelikle bir hakkın teslimi vefa gereğidir: Ne kadar eleştirirsek eleştirelim, eş-Şifa gibi, el-Hasis gibi metinleri bin bir çabayla bize kazandıran geçmiş alimlerimizi minnet ve rahmetle anmak zorunda olduğumuzun bilincindeyiz. Onları, kendi çevrelerinin ve zamanlarının bir “ürünü” olarak görüyor, her birini kendi şimdi ve bura dalarında değerlendirmenin daha adil ve mutedil bir yaklaşım olduğu kanaatini taşıyoruz. Bizim amacımız, geçmişin değerlerini tesbit ederek geleceği inşa etmek için onları yeniden üretmektir. Bunun için de, geçmişimizi didik didik etmek şarttır. Bunu yaparsak, biz inanıyoruz ki, eserlerini yeniden üretmek için seçmeye tabi tuttuğumuz alimlerimizin de ruhu şad olacaktır. Çünkü onlar kendi şimdi ve bura dalarında yapabildiklerini yapmaya çalıştılar. Bize düşen ise, kendi şimdi ve bura damızdan üzerimize düşeni elimizden geldiğince ortaya koyabilmektir.  

 

DEVAM EDECEK İNŞALLAH



__________________
Yanlız sana ibadet eder ve yanlız senden yardım bekleriz.
Yukarı dön Göster MSER1's Profil Diğer Mesajlarını Ara: MSER1
 
MSER1
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 17 kasim 2006
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 199
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı MSER1

Eğer Muhammed Ümmeti’nin kurduğu en özgün bilgi sistemi olan beyan bilgi sistemini, Eski Yunan’a dayanan ve Batı aydınlanmasının temellerini oluşturan burhan bilgi sisteminden ve eski mirasa dayanan irfan bilgi sisteminden ayıran özellik nedir diye sorulsa, hiç tereddütsüz “naklin tartışılmaz hakimiyetidir” deriz.

 

Kelam ıstılahında nakil kavramı, daha çok akıl gibi bilginin temel araçlarından biri olarak kullanılır ve vahye tekabül eder. Fakat, İslam kültür mirası, sadece vahyin naklinden ibaret değildir. Belki, nakledilenler içerisinde vahiy çok mütevazı bir yer tutar. Vahiy dışındaki nakiller, daha çok rivayet genel adı altında değerlendirilir.

 

Rivayet kültürü, aslında Kur’an mesajının ilk muhatabı olan Arap toplumunun baskın kültürüdür. Yazılı olmaktan daha çok sözlü edebiyata dayanan cahiliye kültürü, anlamdan çok belagate, makulden çok mahsusa, düşünceden çok duyguya, logostan çok mitosa yatkın bir kültürdü. O kültürü oluşturan elitler, kahin-şairler, arraflar ve kıssacılar (kas ya da kuss) idi. Bu sonuncuların görevi, panayırlarda, kalabalık mekanlarda, resmi, gayriresmi tören ve şölenlerde kıssa anlatmak idi. Mesela, cahiliye dönemi Mekke’sinde yaptığı bir konuşmasını Resulullah’ın daha sonra bir vesileyle naklettiği muvahhid kıssacı İbn Saide el-Eyadi, bir “kıssacı” idi. Onun için mesleği adı halini alarak Kuss b.Saide adıyla ünlenmiştir.

 

Böylesi bur kültürün mensuplarını karanlıklardan aydınlığa çıkarmak amacını kesin ve net bir dille açığa vuran Kur’an, herhalde bununla yalnızca akide düzeyinde bir değişimi kastetmemişti. Aynı zamanda Kur’an, bu yaklaşımıyla, sözlü, hissi, retoriğe dayalı, efsaneci ve hurafeci yapısıyla kadim cahiliye aklını “karanlık” olarak tanımlamış, daha ilk ayetlerinde “kalemle öğreten Rabb”e dikkat çekerek yazılı, makul, anlama dayalı, uyarıcı ve sahih bilgiyi önceleyen “aydınlık” bir akla çağırmıştır. İşte o da “İslam Aklı”dır.

 

Kur’an’ın karanlıklardan aydınlığa olan bu devrim niteliğindeki çağrısına koşan her kişi, elbette bin yılların kültürünü bir anda yüreklerinden ve zihinlerinden tamamıyla kazıyıp atamamıştır. Kimi insanlar, Kur’an’ın çağrısını gelecek kuşaklara taşırken, kendi eski kültürlerini de onunla birlikte taşımışlardır. İlahi vahyin “Kad efleha men tezekka” (Mevcut yapıdan arınanlar kesinlikle kurtuldular) buyurduğu bir gerçektir. Bu ayetlere muhatap olan herkesin, Kur’an’ı ve Hz.Peygamber’i eski aklın tortularından “temizlenerek” anlamada aynı başarıya gösterdiğini söylemek, eşyanın tabiatına aykırıdır. Tabiki “eski anlayışın” kalıntıları, geleceğe gerek sahih rivayetlerin yorumu yoluyla, gerekse müstakil rivayetler halinde aktarılıyordu. Bu noktada şu soru gündeme gelmektedir. Hadis ilmi gibi, metodolojisi fıkıhtan dahi önce oluşmaya başlamış olan muazzam bir disiplin, göz göre göre bu duruma nasıl hoşgörü gösterdi? Bu sorunun cevabını verebilmek için şunları bilmek gerekir.

 

Rivayetlerin naklini disipliner bir açıdan incelersek, ilk nakilciler iki kesime ayırmak daha doğru olur: Hadisçiler (muhaddisun) ve haberciler (ahbariyyun). Hadisçiler, İslam ümmetinin özgün bilgi sistemi olan beyani bilgi sisteminin ilk uzmanları olarak, rivayet ve ravi hakkında birtakım ilke ve kurallar koydular. Bu ilke ve kurallar tartışılmaz değildi elbet. Hatta kendi aralarında dahi farklılıklar gösteren ilke ve kurallardı bunlar. Ne ki, yine de bilimsel anlamda bir “metoda” dayanıyorlardı. Kendilerine akan rivayetleri bu kuralların süzgecinden geçirdiler. Fakat haberciler böyle yapmıyorlardı. Onlar, yeni ilke ve usullerle değil, daha çok eski aklın yöntemleriyle çalışıyorlardı. Onun için de, hurafe, mitoloji olup olmadığına bakılmaksızın her rivayeti kayda geçirip aktarıyorlardı.

 

Tehzibu’l-Hasais sahibi et-Tuleydi’nin de isabetle vurguladığı gibi, öncekiler, helal ve haram konusunda kesinlikle itibar etmedikleri şaibeli haberleri, fıkıh bahisleri dışındaki siyer, ahlak gibi alanlarda kullanmakta bir beis görmemişlerdi. Bu konuda Süfyan Servi şöyle der: “Helal ve haram konusunda yalnızca, fazlasını ve eksiğini bilen ilim sahibi ünlü önderlerden rivayet kabul edilir. Fakat, bundan ötesi için, şeyhyerin herhangi birinden nakilde bulunmakta bir sakınca yoktur.”(et-Tuleydi) Et-Tuleydi, bu anlayışın Süfyan b. Uyeyne, İbn Mehdi, Ahmed b.Hanbel de dahil bir çoklarının anlayışı olduğundan yakınır ve ardından sözü şuraya getirir.” Sonuçta, bu görüşe sahip olanlar, ahkam dışındaki alanlarda zayıf rivayetleri almakta bir sakınca görmemekle yetinmişlerdir. Bütün bunlar uydurma olmayan haberler için geçerlidir. Ya uydurma haberlere ne demeli ? herkes ittifakla başından beri o tür haberlerin Resulullah’a  nisbet edilmesinden sakındırmışlardır.(Ay.)

 

Et-Tuleydi, fıkıh alanında kullanılmayan şaibeli haberlerin ahlak ve siyer alanında kullanılmasına hoşgörü gösterildiğini söylüyordu. Bunun anlamı, Müslümanların ahlakının ve peygamber inancının şaibeli temeller üzerine bina edilmesinden başka bir şey değildi. Şaibeli bir ahlak ve şaibeli bir peygamber tasavvurunun bu ümmeti getirip bıraktığı nokta ise, bugünden geriye doğru bakıldığında daha net görünüyordu. Kaldı ki, bu tür haberler sadece ahlak ve siyer alalında değil, Allah ve Kur’an gibi, İslami akidenin en temel esasları konusunda da aynı höşgörüye mazhar olmuşlardı. Allah’a atfedilen teşbihçi haberler ve Kur’an surelerinin faziletleriyle ilgili haberler, bunun en tipik örnekleriydi. Ama bizi ilgilendiren asıl konu, peygamber tasavvurunu belirleyen haberlerin niteliğidir.

 

DEVAM EDECEK İNŞALLAH



__________________
Yanlız sana ibadet eder ve yanlız senden yardım bekleriz.
Yukarı dön Göster MSER1's Profil Diğer Mesajlarını Ara: MSER1
 
MSER1
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 17 kasim 2006
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 199
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı MSER1

Hz.Peygamber’le ilgili haberlerin ayrı bir tasnife tabi tutulması, muhaddislerden önce haberciler eliyle oldu. Bunu ilk yapan kişi, İslam tarihindeki ilk biyografik ansiklopedi olan et-Tabakatu’l-Kübra’nın yazarı Muhammed b.Sa’ddır. (öl.188 h.) İbn Sa’d, eserinde içerisinde Resulullah’ın mucizelerinin, kendisine özgü özelliklerin toplandığı bir bölüm oluşturarak adını da A’lamu’n-Nubuvve (peygamberlik alametleri) koymuştur.

 

Tedvin asrında, hadis mecmuaları derlenirken Hz. Peygamber hakkında nakledilen haberlerin, hadis kitaplarında müstakil bablar altında toplandığını görüyoruz. Bu babların adları genellikle ya Sıfut’n-Nebi ya da Fedailu’un-Nebi şeklinde konmaktaydı. Daha sonra bu bab başlıkları altında toplanan rivayetler daha bir ayrıntılı tasnife tabi tutularak A’lam, Şemail, Hasais, Delail, Hilye gibi isimler verildi. Bu alanda yazılan ilk müstakil eser, Sünen sahibi ünlü muhaddis Ebu Davud es-Sicistani’nin A’lema’un-Nubuvvesi olsa gerektir. Arkası geldi. Bu alanda birçok eser kaleme alındı. Önceleri bir hadis derlemesi içerisinde en fazla yetmiş rivayeti geçmeyen bu edebiyat, yuvarlandıkça büyüyen kar topu gibi kendi kendini üreterek dudak uçuklatan bir hacme ulaştı. Bu alanda yazanlardan biri olan İbn Seb’, 15 ciltlik bir kitabı rivayetlerle doldurulabildi. (et-Tuleydi, Tehzibu’l-Hasaib.13)

 

A’lam ve Şemail türü, daha çok Resulullah’ın suret ve siretiyle ilgili haberleri bünyesinde toplayan eserlerdi. Şemailler bir tür Hz.Peygamber biyografisi işlevini de üstlendiler. Hasaisler ise, ona ait özellikleri bir arada toplama iddiasında olan eserlerdi. Delailler, daha çok Hz. Peygamberin peygamberliğinin ve kendi sınıfı içerisindeki üstünlüğünün delillerini bir araya getirme iddiasıyla kaleme alınmışlardı.

 

Hilyeler ise ne Arap ne de Fars edebiyatında müstakil bir disiplin sayılabilirdi. Çünkü hilyeler, bu edebiyatlarda mensur olarak Şemail eçerisinde en fazla bir alt başlık olarak yer alabilmişlerdi. Hilye türü, belki de müstakil biçimde ilk ve tek olarak Osmanlı kültüründe biçimlenmişti. Hilyeler Resulullah’ın organlarını, özellikle yüzünü, gözünü, kaşını, burnunu, saçını resmeden hadislerden oluşan seçkilerdi.

 

Önceleri risale şeklinde mensur olan Hilye edebiyatı, daha sonra ‘anlamsal’ değil ‘işlevsel’ bir hale getirilerek, Resulullah’ın yapılması yasak olan portresinin yerine ikame edildi. İlk kez Hattat Hafız Osman tarafından başlatıldığı sanılan bir uygulamayla, Hz. Peygamber’in tek bir sayfaya olağanüstü güzellikte bir hatla mensur ya da manzum bir biçimde tabir caizse ‘sözlü fotoğrafını’ çekme şeklini aldı. Onu rüyada görmeye olan iştiyak bu Hilye türüyle hem teşvik edilmiş, hem de bir nebze giderilmiş olmaktaydı.

 

Hz. Peygamber hakkındaki  haberleri derleyerek Şemail adı altında bir disiplin oluşturan ilk kişi Tirmizi’dir. Bu alanda Tirmizi’nin başlattığı atağı zirvesine taşıyan kişi Kadı Iyaz olmuştur. Bu edebiyatı tümüyle gözden geçirip çaplı bir eserde tasnif ederek sunan kişi ise el-Hasaisu’l-Kübra yazarı Süyuti’dir.

 

Biz burada, Kadı Iyaz’ın Şifasını ve Süyuti’nin Hasais’ini cerh ve tadile tabi tutacak değiliz. Gerçekte biz bu iki eseri bir ‘örneklem’ olarak ele almış bulunuyoruz. Bunlar değil daha başka eserler de olabilirdi. Fakat, hem alanlarının en ünlüsü olmaları, hem de dönemlerinin yaygın aklını ve algılama biçimini yansıtmaları, bu iki ismi bizim için cazip kılan en önemli nedendir.

 

Asıl biz burada, Şifa ve Hasais örneklerinden yola çıkarak, sonraki dönemde oluşturulan Hz. Peygamber portresini ortaya koymaya çalışacağız. Tabiki bunu bir başka maksadı gerçekleştirmek için yapacağız. O maksat da, Hz. Peygamber’in Tedvin asrı sonrasında oluşturulan fazla kurgusal, bol rötuşlu, üzerinde çokça oynanmış ‘portresinin’, Allah tarafından Kur’an’da bize tanıtılan gerçek Peygamberle örtüşüp örtüşmediğini doğru tespit edebilmektir.

 

Tüm çabamız bu iki porte arasındaki farkın fark edilmesine yönelik olacaktır. Eğer bunu fark edebilirsek, bu kez tercih yapmakla yüz yüze geleceğiz. Hangisi gerçeği?  Öyle ya, bir şey aynı anda iki farklı şey olamaz. Bir insanın bir tek yüzü vardır; hele bu peygamberse… Fakat ortada o insanın kendisi bulunmuyorsa ve ellerde, dillerde, gönüllerde, zihinlerde o insana ait farklı portreler dolaştırılıyorsa, bu durumda bize düşen, bunlardan sadece birinin ‘gerçek’ olduğundan yola çıkarak gerçek olmayanları tespit etmektir.

 

Peki ama nasıl bileceğiz hangisinin gerçek, hangisinin kurgusal olduğunu? İşte o noktada Kur’an ve sahih sünnet imdadımıza yetişecek ve biz onun kılavuzluğunda Sevgili Peygamberimiz Efendimizin gerçek portresini tespit edeceğiz.

 

DEVAM EDECEK İNŞALLAH



__________________
Yanlız sana ibadet eder ve yanlız senden yardım bekleriz.
Yukarı dön Göster MSER1's Profil Diğer Mesajlarını Ara: MSER1
 

Sayfa Sonraki >>
  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats