Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
.SİLMEDE İNSANLAR OKUSUN COOK BİLEN ZAT
Bu konuda bizim dışımızda yapılmış diğer çalışmalara da atıfta bulunduk. Sanıldığı gibi bu yaklaşım, son dönemlerde birkaç modernistin veya Hıristiyan’ın, başka bir deyişle İslam düşmanlarının ortaya attığı bir konu değildir. Bu tevhid/İslam inancına gönülden bağlı Müslümanların bir vahiy ve Resulullah savunusudur ki, Kur’an dışı vahyin var olduğu iddia edildiği günden bu yana varlığını sürdüregelmektedir. Bu, Kur’an’ı ve Resulünü yeniden yeryüzüne indirme ve hayatın içinde layık olduğu yere çıkarma mücadelesidir.Ancak bunları görmek için kitabın sayfalarını çevirip onu okumak gerekirdi.
Ancak bu sözler sadece bugüne özgü değildir. Çamur atmak ve karalamak bu tür insanların her zaman yapageldiği şeylerdir. Hiçbir bilgi ve belgeye dayanmadan ayetleri bağlamından ve nüzul ortamından ayırarak lafızcı bir yaklaşımla alt alta dizme dışında herhangi bir yeni bir şey söylememektedirler. Bu yazıda söylenenleri özetlersek, geçmişi de özetlemiş oluruz.
1- Resule Kur’an dışında herhangi bir vahiy gelmediği iddiasının, modernistlere ve Hıristiyanlara ait bir söylem olduğu,
2- Resule Kur’an dışında herhangi bir vahiy gelmediğini ifade edenlerin, Hırıstiyani bir yaklaşıma ve Peygamberi devre dışı bırakan bir din kavrayışına sahip oldukları,
3- Resule Kur’an dışında herhangi bir vahiy gelmediğini ifade edenlerin, “hadislerin, dolayısıyla Peygamberin dinin dışına çıkarıldığı, böylece bu kişilerin nefislerine uygun (aslında ‘bilime ve bilimselliğe uygun demek daha doğru olacaktır) bir din vasatı oluşturdukları,
4- Kur’an’ın, Resule Kur’an dışında vahiy geldiğinin hiçbir şüpheye mahal bırakmaksızın ispat ettiği, Vahy-i Gayri Metlüvün ve Peygamberin Hüküm Koyma yetkisinin Kur’an şemsiyesinin altına alındığı hususlardan olduğu,
5- Kendilerinden farklı düşünenlerin, Hz Muhammed (S.A.V)siz bir İslam hevesinde oldukları için, Müslümanların peygambere olan sevgilerini izharını şirk olarak görmekte ısrar ettikleri,
6- Ayrıca bu insanlara, konjonktüre göre, “mezhepsiz”, “vehhabi”, “sapık” “alevi” “müsteşriklerin uşağı”, modernist, “Yahudi”, Hiristiyan”,“hastalıklı yaklaşım içinde olmak” gibi yafta ve yakıştırmaları yapılagelmiştir. Üstelik bu yaftalamalar, konu ile hiçbir ilgisi olmayan ayetler ve Resullullah’a ait olduğu ifade edilen hadisler alet edilerek yapılmaktadır.
Gerçek Hayat dergisinin 267.sayısındaki bu yazı önyargının neler yaptıracağını gösteren çarpıcı bir örnektir. Oysa biz hem kitabımızın girişinde, hem de kitabımızla ilgili yapılacak tenkitlere ortam sağlamak için oluşturduğumuz, www.vahiysavunmasi.com adlı sitede kitabımızı niçin yazdığımızı, neleri amaçladığımızı uzun uzun ifade ettik. Kar’an’ın ve Resullah’ın nasıl hayatın ve tarihin dışına çıkarıldığını örnekleriyle göstermeye çalıştık. Müslümanlar bugünkü cahil, çıkarcı, zelil ve zavallı konumlarına bir günde ulaşmadılar.
Bilindiği gibi, Müslümanların hicri birinci yy’da yaşadığı travmalar, onları çevre kültürlerin etkisine açık hale getirdi. Özellikle, Yahudi ve Hıristiyan geleneği ile İran ve Bizans kültürlerinin çekim alanlarına girerek kendilerine yabancılaştılar. Bu yabancılaşmanın bir yansıması olarak ortaya çıkan tepki hareketleri, bedevi çöl kültürünü kutsamalarına neden oldu. Böylece dilde ve düşüncede “Harici mantığı” da denilen bir zahirileşme süreci başladı. Her olgu lafızcı yaklaşımlarla ele alınır oldu.Bu zahirileşme ve lafzileşme süreci, çevre kültürlerin etkisiyle oluşan mistik/tasavvufi anlayışlarla kaynaşınca, tanımlanması zor bir dünyevileşmeyi ortaya çıkardı.
Böylece Kur’ani bütün kelime ve terimler, dünyevileşen , üstelik zâhir-bâtın ikilemi arasında sıkışıp kalan anlayışlara göre yeniden yorumlandı. Bunun sonucu olarak Kur’an’ın belirlediği hedefler ve Resullah’ın pratikleri de bu anlayışlar çerçevesinde şekil değiştirdi. Oluşan yeni durumun meşrulaştırılması işi de, çevre kültürlerin yönlendirmesi ile icat edilen Kur’an dışı vahiy anlayışına havale edildi. Artık toplumun yönetime katılmasının, istişarenin, köleliliğin kaldırılıp, özgürlük alanlarının genişletilmesinin, kadınların günlük hayatta, toplum içinde özgür bireyler olarak yer almasının, paylaşmanın anlamı kalmamıştı. Zaten İslam dışı çevre kültürlerin etkisiyle inşa edilen ve doğaüstü güçlerle donatılan Resulullah’ı, örnek almak da bu yeni konumundan dolayı imkansız hale gelmişti.
Artık O, kendisinde “güzel örneklik” bulunan bir resul değil, sadece kutsanan, kendisinden şefaat istenilen, yarı tanrı, melek bir resul olmuştu. Çünkü örnek olma ve örnek alma ancak aynı sorumluluk düzlemi üzerinde gerçekleşir. Farklı ontolojik düzlemlere ait varlıkların birbirine örnek olması söz konusu değildir. Resulullah’a yamanan bu yeni durum, O’nun getirdiği dini, temel hedeflerinden uzaklaştırmış, o dinin temel kaynağı Kur’an’ı da bir âyin kitabına dönüştürmüştü. Kimsenin aklına “ne oldu da böyle oldu” diye sormak gelmiyordu.
İlk nesilden/ilk muhataplardan sonra gelenlerin önemli bir kısmının, şu veya bu nedenle vahiyle ilişkileri kesilerek, O’nu ya arkalarına attılar ya da O’nun kelime ve kavramlarının içini boşaltarak, sahip oldukları somut /zâhiri/lafızcı veya bâtıni bakış açılarına göre yeniden inşa edip yorumlayarak, gerçekteki anlam ve hedefleriyle bağını koparttılar. Böylece bilerek veya bilmeyerek O’nun nurunun ve hidayetinin önünü tıkadılar. Kur’an vahyinin gerçek mesaj ve hedefinden saptırılmasını ve bunun sonuçlarını bugün çok farklı alanlarda görmemiz mümkündür. Kur’ani herhangi bir kavramı, örneğin, hikmet, fısk, mescid, şefaat, sünnet, Risâlet ve vahiy kavramları incelendiğinde bu kelimelerdeki anlam kaymaları açıkça görülebilir. Aynı sorunlar uygulamalara yönelik konular için de söz konusudur. Örneğin, kölelik, sadaka/paylaşma, miras, yönetim/istişare ve kadının toplumsal statüsüne yönelik ayetlerin yorumlanmasında olduğu gibi...
Tüm bu sapma ve yanlış uygulamalar ortaya koymaktadır ki, ilk neslin Kur’an algılamaları ile sonraki nesillerin Kur’an algılamaları ve bu algılamalara dayanarak ortaya koydukları uygumlalar arasında önemli farklılıklar vardır. Bu farklılığın bizce temel nedeni Müslümanların sonraki dönemlerde sahip oldukları zâhiri/lafızcı ve bâtıni/mistik anlayışlardır. Bu anlayışların meşrulaştırılarak, kök ve budak salması da çevre kültürlerden devşirilen Kuran dışı vahiy anlayışı ile mümkün olmuştur.
İşte bu kitapta, Kur’an vahyi ve onun Resulü bu anlayışlara karşı savunulmaktadır. Çünkü mevcut İslam algılamamız bu anlayışlar üzerine bina edilmiştir. Kur’an ayetlerini de bu algılamaya göre okumaktayız. Böyle olunca, metin olarak okuduğumuz şey Kur’an olmakla beraber, onu zihinsel işleme tabi tutmaya başladığımızda, yani onu anlam sahamıza indirmeye başladığımızda, anlamlar üzerinde oluşan buharlaşma onu gerçeğinden ve hedeflerinden uzaklaştırmaktadır. Bu anlam buharlaşmasının çarpıcı bir örneği de bize kabul etmediğimiz, insafa sığmayan yakıştırmalarda bulunan Nihat Nasır’ın yazısıdır.
Moderatör Notu: Lütfen konuları ilgili başlıklar altında müzakere
edelim yada yeni bir başlık açalım. Alıntınız bu gerekçeyle taşınmıştır. Ve lütfen alıntılarda kaynak belirtelim.
|