Biliyorum..
Bu yazı, birçok kişinin hoşuna gitmeyecek.. Kızılacak.. Tepki gösterilecek..
Ama tartışmak zorundayız.. Buna mecburuz.. Dayatıyorlar, belli şeyleri kabul ettirmek için prova yapıyorlar diyebilirsiniz.
Belki de değildir.. Belki yaşamın gerçeğidir..
Hemen karar vermeyin.. Ön yargılı davranmayın..
Neden mi söz ediyorum?
Urfa’dan sonra Konya’da, şimdi de İstanbul’da yapılan ‘kadın parkları’ndan söz ediyorum..
İsterseniz olayı anlatayım..
Bu parkların özelliği şu.. Sadece ama sadece kadınlar girebiliyor.. Yani tecrit edilmiş bölge..
Erkekle kadının bir araya gelmesini yasaklayan bir uygulama..
Laiklik kavramına aykırı mı?
Yoksa dinle ilgisi yok da gelenekler mi dayatıyor?
Gelin düşünelim.. Gelin tartışalım..
İddia şu: Kadınlar, kadınlara özgü parklara gidince nefes alabiliyor.. Evinden dışarıya çıkmalarına izin veriliyor.. Diğer kadınlarla bu sayede ilişki kurabiliyor.. Konuşuyor, derdini anlatıyor, tartışıyor, dinliyor..
Peki, onları evde tutan.. Erkeklerin var olduğu dünyaya almayan kim?
Yine erkekler değil mi..
İşte tartışmamız gereken bu..
Baştan söyleyeyim.. Prof. Minibaş Hoca’nın fikirlerine katılmıyorum..
Niye mi..
Hoca diyor ki; “Bu, iş hayatından da kadının izolasyonu sağlar. Kadınların karar mekanizmalarından uzakta, her türlü sosyal güvencesiz çalışmasını da beraberinde getirir.”
İlk bakışta doğru.. Ama..
Soru bir: Kadınlar karar süreçlerine yeterince katılıyor mu?
Soru iki: Tüm kadınların sosyal güvencesi var mı?
Yok ki..
Üç beş kadının önemli görevlere gelmesi, üç, beş kadının çok aktif olması sonucu değiştirmiyor.. Ben, milyonlardan söz ediyorum..
Sokağa çıkamayan, yaşam boyu dört duvar arasında yaşamak zorunda bırakılan kadınlardan..
Bu onların yaşama merhaba demelerinin bir yolu olabilir mi?
Tartışmalı konu..
Denilebilir ki.. Bugün park, yarın otobüs, öbür gün uçak.. Yani tecridin ilk adımı..
Bu da doğru.. Kadınları ikinci sınıf insan ilan etmenin başlangıcı.. Ama zaten milyonlarca kadın ikinci sınıf insan kimliğiyle yaşamıyor mu?
Milyonlarca kadın tecrit edilmedi mi?
Bırakın, meyhaneleri..
Kahvehaneleri..
Onları camilere bile almıyoruz..
En kutsal yeri bile yasakladık.. Çıkın Anadolu’ya, dolaşın bütün camileri, bir tek kadın göremezsiniz.. Erkekler gelmelerine izin vermez..
Niye?
Kendileri kadınlara kötü gözle baktıkları için.. Başka erkeklerin de aynı duygularla bakacaklarına inandıkları için.. Annelerini, kardeşlerini, eşlerini o kötü bakıştan korumak istiyorlar..
Camide bile..
En kutsal yerde bile..
Ne yazık ki böyle bir toplumuz biz..
O zaman.. Evde oturacaklarına, bir ömür boyu dört duvar arasında yaşayacaklarına, şimdilik erkeklerin alınmadığı parklara gidebilsinler..
Güneşle tanışsınlar, havayı içlerine çeksinler, dışarıda bir bardak çay içmenin zevkini çıkarsınlar..
Bu, hayatla kaynaşmanın ilk adımı olmaz mı?
Hayır diyorsanız.. Bu şu anlama da gelebilir: Oldukları yerde kalsınlar, toplumsal hayatı bozmasınlar, yeni bir sorun yaratmasınlar, gözümüzden uzak dursunlar..
Ne acı değil mi?
Cumhuriyetin 83. yılında bile bunları tartışıyoruz..
Kadının toplumdaki yerini konuşuyoruz.. Sadece evden dışarı çıkabilsinler diye, onlara özgü parkları anlayışla karşılamak istiyoruz..
Düşünmek bile..
Yazmak bile çok acı..
|