mihrmandar Katilimci Uye
Katılma Tarihi: 11 haziran 2005 Yer: Turkiye Gönderilenler: 6
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Yazılı Yayınlar Anasayfa Tebliğ İSKENDER ALİ M İ H R 1
TEBLİĞ
Dr. İskender ALİ MİHR
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
GİRİŞ
Dünyada ve Türkiye''de İslâm yaşanmıyor. Bugün bütün dünyadaki İslâm ülkelerinde ve Türkiye''de İslâm yaşanmıyor. Şeriat kaideleri ile yaşamak İslâmı yaşamak değildir. Çünkü şeriat eksiktir. Çünkü Kur''ân-ı Kerim''deki, insanı cennet mutluluğuna ve dünya mutluluğuna ulaştıran farzlar bugün uygulanmakta olan şeriatın muhtevasında yoktur. Bu sebeple şeriat uygulanan hiçbir İslâm ülkesinde İslâm yaşanmamaktadır. "Biz İslâmın 5 şartını yerine getiriyoruz, öyleyse İslâmı yaşıyoruz" diyenler İslâmı yaşamıyorlar. Türkiye''de "şeriat geri gelirse İslâmı ancak o zaman yaşarız" diyenler ise bugün yaşamadıkları gibi o zaman da İslâmı yaşayamazlar. Çünkü... Çünkü İslâm 14 asır evvel yaşandı. Peygamber Efendimiz SAV ve sahabe, sadece onlar... İslâm deyince, Kur'ân-ı Kerîm'deki İslâm anlaşılıyorsa, bu İslâmı Sahabe yaşadı bir bütün olarak. Çünkü onlar Kur'ân-ı Kerîm'in bütününe iman ettiler ve Kur'ân-ı Kerîm'in bütününü hayatlarına takbik ettiler, onu bütün safhalarıyla yaşadılar... "Ha entüm ülâi tuhibbünehüm ve lâ yuhibbuneküm ve tü'minûne bilkitâbi küllih." Al-i İmran-119 Onlar size muhabbet duymazken (sizi sevmezken, size buğzederken) siz onlara muhabbet beslersiniz. Çünkü siz kitabın bütününe iman edersiniz... Peki bugün bütün dünya müslümanları kitabın bütününe tabi oluyor mu, olmuyor mu? Olmuyor. Hem de bütün hayatî konulardaki Kur'ân-ı Kerîm emirleri uygulanmıyor. Kur'ân-ı Kerîm'de bütün emirler var. Ama hayatî önem taşıyan emirler, sahabeyi İslâm yapan emirler, onlar tatbik edilmezse, insanın İslâm olması mümkün olmayan emirler, tatbik edilmiyor... Yok edilmiş, bütün dünya müslümanlarının hayatlarından koparılmış... O emirlerki insanları mutlaka cennet ve dünya saadetine sadece onlar ulaştırabilir. Bir ihanetle karşı karşıyayız! 14 Asırda safha, safha tamamlanan bir ihanetin son safhasındayız. Kimse de vaziyetin vahametinin farkında değil...
II İSLÂMDAN NELER KOPMUŞTUR?
Diyanet Teşkilatının üst düzeyini Teşkil edenler, Türkiye'de 14 asır evvel yaşanan İslâmın yaşanmasına bilmeden engel oluyorsunuz. İslâmın yaşanması deyince şeriatı kasdetmiyorum. Bugün şeriatın tatbik edildiği ülkelerde de İslâm yaşanmıyor. Kur'ân' daki İslâm yaşanmıyor. Sahabeyi mutluluğa ulaştıran ve "Asrı Saadet" olarak zamana damgasını vuran, 14 asır evvelki İslâm yaşanmıyor. Neden yaşanmadığını farketseydiniz, ayni saflarda olurduk. İddia ediyoruzki, İslâmdan Sahabeyi, sahabe yapan büyük parçalar kopmuştur ve sizler bu kopan parçalardan haberdar değilsiniz. Neler kopmuştur İslâmdan:
1- KUR'ÂN KAVRAMLARI İSLÂMDAN KOPMUŞTUR Kavramlar Kur'ân-ı Kerîm'deki asıl anlamları yok edilerek hiç bir hedefe ulaşmayan yuvarlak lâflara dönüştürülmek suretiyle İslâmdan KAVRAMLAR koparılmıştır. 1- Mü'min olma 2- Hidayet - Dalalet 3- Sırat-ı Mustakıym 4- Takva sahibi olmak 5- Teslim 6- Zikir ve ehlizikir 7- Zühd 8- İhlas 9- Ulul elbab 10- Tezkiye 11- Tasfiye 12- Resul 13- Mürşid 14- Amilüssalihat 15- Birr 16- Abd ve Abid 17- İrfan 18- Hikmet 19- Tövbe ve Mağfiret
2- KUR'ÂN HAKİKATLERİ İSLÂMDAN KOPMUŞTUR Kur'ân-ı Kerîm'deki hakikatlere tamamen ters olan yanlış zanlar İslâma yerleşmiştir ve Kur'ân-ı Ker'îm'in hakikatleri İslâmdan koparılmıştır: Bu yanlış zanların bir kısmı aşağıdadır: 1- Allah Peygamberlerden başkasına ayet indirmez. 2- Resullerin hepsi Peygamberdir, hem de kendilerine kitap verilen Peygamberlerdir. 3- Nebiler kendilerine kitap verilmeyen Peygamberlerdir. 4- Mürşid denen Allah'a ulaştırmakla vazifeli kimse yoktur. 5- Allah'la kul arasına kimse giremez. 6- Allah Peygamberlerden başkasına vahyetmez. Vahiy Hatemül Enbiya olan Peygamber Efendimiz SAV'den sonra kesilmiştir. 7- Ruh vücuttan çıkarsa kişi ölür. Bu sebeple ölmeden evvel ruhun Allah'a ulaşması diye bir şey yoktur. 8- Dünyada rahat yoktur. 9- Dinde zorlama vardır. 10- Mürşide ulaşmak farz değildir. Mürşidsiz de cennete girilebilir. 11- Allah görülemez. 12- Allah'a ulaşılamaz. 13- Cehennemde bir süre cezalandırıldıktan sonra inananlar muhakkak cennete girer. 14- Şekil şartlarına tamamen riayet etmeyenlerin namazı kabul olunmaz. 15- Tecvide veya harflerin mahreçlerinden çıkması gereken telaffuzuna uymayan kıraatler kabul olunmaz. 16- Ircı-i emri bir ölüm emridir. 17- Allah'ın rahmet ve fazlının (nurlarının) nefsin kalbine yerleşmesiyle oluşacak tarzda nefs tezkiyesi yoktur. 18- Hidayette doğru yoldur, Sırat-ı Mustakıym de doğru yoldur. 19- Lâ ilahe illallah diyen cennete girer.
3- İSLÂMDAN FARZLAR KOPMUŞTUR
a- İnsanı cennet saadetine ulaştıracak farzlar: 1- Ruhun, Allah'a ölümden evvel ulaşması konusunda verdiği MİSAK (9 defa farz) 2- Nefsin Allah'a tezkiye olmak konusunda verdiği YEMİN (3 defa farz) 3- Fizik vücudun Allah'a, şeytana kul olmaktan kurtulup Allah'a kul olmak konusunda verdiği AHD (3 defa farz) b- Cennet saadetine, dünya saadetini de ekleyecek farzlar: 4- İRŞAD 5- DAİMİ ZİKİR 6- TESLİM c- Diğer Farzlar 7- Mürşide ulaşmak 8- Sırat-ı Mustakiyme ulaşmak 9- Takva sahibi olmak 10- Seyyiate salihatla mukabele etmek 11- Tövbe-i Nasuh
4- KUR'ÂN–I KERÎM'İN EN HAYATÎ SURESİ'NİN TATBİKATI İSLÂMDAN KOPMUŞTUR. 12- VEL-ASR Sûresindeki 4 tane 7'li basamak a- Amenu olmak (ilk 7 basamak) b- Amilussalihata (nefs tezkiyesi) başlamak (2'nci 7 basamak) c- Hakkı tavsiye etmek (3'üncü 7 basamak) d- Sabrı tavsiye etmek (4'üncü 7 basamak) VEL ASR sûresi bir insanı sıfır noktasından alarak, Peygamberlerle birlikte haşredileceği 28'inci SALÂH basamağına ulaştıran, İNSANI KÂMİL OLMA vetiresi'dir. Zamanımıza gelinceye kadar bu sûrenin 28 basamağı da İslâmdan koparılmıştır.
5- İslâmdan MUTLULUK MESAJI kopmuştur. Allah'ın bütün insanlara farz kıldığı cennet ve dünya mutluluğu artık islâmda mevcut değildir. Bilinizki Allah insanlardan tekbir şey ister: İNSANLARIN HEPSİNİN MUTLU OLMASINI. Kur'ân-ı Kerîm aslında, a - Bir saadet davetiyesidir. b - Bir saadet taahhütnamesidir. c - Bir saadet reçetesidir. Bugün Kur'ân-ı Kerîmin bu temel mesajları artık İslâm kültüründe mevcut değildir. Artık İslâm yabancıları cezbetmeyen sönmüş bir GÜNEŞ gibidir. Ama GÜNEŞ yeniden doğmak üzeredir... Diyanet İşleri Başkanlığı'nın üst seviyeli staf personeli, sayın YAZICIOĞLU zamanındaki 3 günlük semineri, ve 2 aylık semineri engellemeseydi, bu gerçeklerin hepsini hepiniz bilecektiniz. Ama şimdi bilmiyorsunuz. İslâmdan neler koptuğunu, kavramların nasıl saptırıldığını, İslâmın mutluluk mesajını ve şeytanın tuzaklarını, kısaca 14 asır evvel yaşanan gerçek İslâmı sizlere bütünüyle sadece biz anlatabiliriz. Ekteki 51 kasedimizle... İnceleyin öğreneceksiniz... Eğer yukardaki farzlar İslâm'dan kopmuşsa ve bizler onları yeniden hayata geçirmeye çalışıyorsak... Ve de Diyanet İşleri Başkanlığı yetkilileri de bize mani olmaya çalışıyorlarsa, 14 asır evvelki İslâmın yaşanmasına mani olmuyorlar mı? Ne dersiniz sevgili okuyucular?
III BUGÜNKÜ ŞERİAT KUR'ÂN’DAKİ ŞERİATTAN NEDEN EKSİKTİR? (ALLAH’A VERDİĞİMİZ 3 YEMİN)
Şeriat neden eksiktir? Şeriat Kur'ân'ın farzlarının ve sünnetin bütün kaidelerinin neler olduğunu ve nasıl tatbik edileceğini gösteren sistemin bütün değil mi? Öyleyse şeriatın Kur'ân'ın bütün farz emirlerini kapsamına alması gerekmez mi? Ve gene öyleyse, içinizden kim bize izah edebilir, aşağıdaki emirler (farzlar) nasıl olmuş da Kur'ân'da var olduğu halde, bugün artık tatbikatı yok... Allah biz insanların hepsini ezelde huzurunda topladı ve bizlerden 3 yemin aldı. "Vezkürû ni'metallahi aleyküm miysâkahülleziy ve esekaküm bihi iz kültüm semi'nâ ve eta'nâ vettekullah innallahe aliymün bizâtissudûr." Maide-7 Allah’ın size olan nimetini ve “işittik ve itaat ettik” diyerek O’na verdiğiniz yeminleri hatırlayın. O yeminlerle (Allah) sizi bağlamıştı. Allah’tan korkun. Şüphesizki Allah sinelerde olanı bilir. Bu yeminlere Allah ile ahdiniz, diyor. “Ve bi’ahdillâhi evfû.” Enam-152 Allah’a (verdiğiniz) ahdinizi yerine getiriniz. 1- Fizik vücutlarımızdan AHD aldı. “Elem ehad ileyküm ya beniy ademe en lâ tabidüşşeytanü innehü aduvvün mübiyn ve eni’büdûniy.” Yasin-60-61 Ey Ademoğulları ben sizden şeytanan kul olmayın, çünkü o size apaçık bir düşmandır, ve Bana kul olun diye ahd almadım mı? 2- Nefslerimizden YEMİN aldı. “Küllü nefsin bimâ kesebet rehinetün. İllâ ashâbel yemiyn. Fi cennât.” Müdessir-38,39,40 Bütün nefsler kazandıklarına karşılık rehinedir. Sadece yemin sahipleri müstesna. Onlar cennette (olacaklardır). “Kad efleha men zekkâha.” Şems-9 Andolsun ki, kim tezkiye olursa o felaha erer. 3- Ruhlarımızdan MİSAK aldı. “Elleziyne yûfûne bi’ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâak.” Rad-20 Onlar ki Allah’ın ahdini yerine getirirler, misaklerini bozmazlar. “Velleziyne yasilune ma emerallahü bihi en yus’ale.” Rad-21 Ve onlar Allah’ın, Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhu) Allah’a ulaştırırlar. “Velleziyne yankudune ahdallahi min badi misakihi ve yaktaune ma emerallahu bihi en yus’ale ve yufsidune filardı. Ulaike lehümül lânetü ve lehüm suiddar.” Rad-25 Ve onlar ki misaklerinden (Allah’a misak verdikten) sonra Allah’a (verdikleri) ahdlerini nakzederler (bozarlar, yerine getirmezler) ve Allah’ın O’na (Allah’a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler (ruhlarını Allah’a ulaştırmazlar). Sonrada bu yeminleri üzerimize farz kıldı. 1- Fizik vücudumuzdan aldığı AHD’i (şeytana kul olmaktan içtinab edip Allah’a kul olmayı) 3 defa üzerimize farz kıldı. “Ve bi’ahdillâhi evfû.” Enam-152 Allah’a verdiğiniz ahdinizi yerine getiriniz. Buradaki Allah’ın ahdi 3 yeminide kapsıyor. 2- “Vezkürû ni’metallahi aleyküm misâkahül leziy ve esekahüm bihi iz kültüm semi’nâ ve eta’nâ vettekullah innallahe alimün bizâtissudûr.” Maide-7 Allah’ın size olan nimetini ve “işittik ve itaat ettik” diyerek O’na verdiğiniz yeminleri hatırlayın. O yeminlerle (Allah) sizi bağlamıştı. Allah’tan korkun. Şüphesizki Allah sinelerde olanı bilir. 3- “Ya eyyühennasu’büdu rabbekümülleziy alekaküm velleziyne min kabliküm le’aleküm tettekune.” Bakara-21 Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Allah’a kul olun. Böylece takvaya ulaşırsınız. 2- Nefsimizin tezkiyesine dair aldığı YEMİN’i: (Allah’ın nurlarının nefsimizin kalbindeki afetlere hakim olmasını) 3 defa üzerimize farz kıldı. 1- Enam-152 2- Maide-7 3- “Ya eyyühelleziyne amenu aleyküm enfüseküm, lâ yedurruküm men dalle izahtedeytüm.” Maide-105 Ey amenu olanlar, nefsleriniz üzerinizedir. (Nefsinizi tezkiye ederek) hidayete ulaştığınız zaman dalâlette olan kişiler size bir zarar veremezler. 3- Ruhumuzun biz ölmeden Allah’a geri dönmesi (ulaşması) konusundaki MİSAK’ımızı 9 defa üzerimize farz kıldı.
1- Enam-152 2- Maide-7 3- “Ve enibû ilâ rabbiküm ve eslimû lehü min kabli en ye’tiyekümül’azâbü sümme lâ tünsarûn.” Zümer-54 Başınıza azap gelip çatmadan Rabbinize dönün (ulaşın) ve O’na teslim olun. Sonra kurtulazsınız. 4- “Müniybiyne ileyhi.” Rum-31 Rabbine dön (ulaş). 5- “İrci’ıy ilâ rabbiki.” Fecr-28 Rabbine dön (rücu et, geri dönerek ulaş). 6- “Fefirrû ilallah.” Zariyat-50 Öyleyse Allah’a kaç (Allah’a sığın). “Vettebi’sebiyle men enâbe illeyy.” Lokman-15 Bana ulaşanın yoluna tabi ol. 7- “İsteciybû lirabbiküm min kabli en ye’tiye yevmün lâ meredde lehü minallâh.” Şura-47 Allah’tan çare olmayacak gün (ölüm günü) gelmeden önce Rabbinizin davetine icabet edin. “Vallahü yed’û ilâ dârüsselâm ve yehdi men yeşaü ilâ sıratı mustakıym.” Yunus-25 Allah teslim yurduna davet eder ve (kendisine ulaştırmayı) Mustakıyme (Allah’a ulaştıran yola) ulaştırır. 8- “Vettebi sebiyla men enabe ileyye.” Lokman-15 Kim bana ulaşmışsa sende onun yoluna tabi ol. 9- “Velleziyne yasilune ma emerallahü bihi en yus’ale.” Rad-21 Ve onlar Allah’ın, Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhu) Allah’a ulaştırırlar. Üstelik, Allah’ın üzerinize farz kıldığı bu üç yemini sahabenin yerine getirdiğini görüyoruz. 1- Sahabe ruhlarını Allah’a ulaştırmıştır. 2- Sahabe fizik vücutlarının şeytana kul olmaktan kurtarıp Allah’a kul etmiştir.
“Velleziynectenebûttâguûte en ya’büdûhâ ve enâ bû ilallahi lehümülbüşrâ, febeşşir ıbâdi.” Zümer-17 Ve onlar şeytana kul olmaktan içtinab ettiler ve Allah’a döndüler (ulaştırdılar, vâsıl oldular). Onlara müjdeler var; kullarımı müjdele. “Elleziyne yestemi’ûnelkavle feyettebi’ûne ahseneh, ülâikelleziyne hedâhümullahü ve ülâike hüm ûlül’elbâb.” Zümer-18 Onlar sözü işitirler ve onun (sözün) ahsen olanına (en güzeline) tâbi olurlar, işte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği (Allah’a ulaştırdığı kişilerdir ve onlar ulül elbabtır (daimî zikir sahipleridir, sırrın, özün sahipleridir). Görülüyor ki sahabe, Allah’a ulaşmışlar ve Allah’a kul olmuşlar. 1- Şeytana kul olmaktan içtinab etmişler (kaçınmışlar, sakınmışlar) ve Allah’a kul olmuşlardır. (Çünkü, Allahû Tealâ “ibadi” “kullarımı” buyuruyor). Yani sahabeyi kulluğuna kabul buyurmuş. 2- Allah’a ruhlarını ulaştırmışlar. Çünkü Yüce Rabbimiz enabû illahi=Allah’a döndüler (geri dönerek Allah’a ulaştılar) buyuruyor. Ayrıca şöyle buyuruyor: Ülâikelleziyne ledâhümullahü= onlar ki Allah onları hidayete erdirdi. (Hidayet bilindiği gibi Allah’a ruhen ulaşmaktır.) “İnnelhüda hüdallah.” Al-i İmran-73 Muhakkak ki hidayet Allah’a ulaşmaktır. “İnne hudallahi hüvel hüda.” Bakara-120 Muhakkak ki Allah’a ulaşmak varya işte o hidayettir. 3- Ve sahabe nefslerini tezkiye etmişler. “...Felleziyne âmenû bihî ve azzerûhü ve nasarûhü vettebe'ûnnûrelleziy ünzile ma'ahü ülâike hümülmüflihûn.” Araf-157 İşte onlar ona (Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e) iman ederler, hürmet ederler ve yardım ederler ve onunla indirilen nur’a (Kur’ân-ı Kerim’e) tâbi olurlar, işte onlar felaha ulaşanlardır. “Kad eflâha men zekkâha.” Şems-9 Andolsun ki onu (nefsini) tezkiye eden kişiler felaha ulaşırlar. Görülüyorki sahabe felaha ermiş (cennetlik olmuş). Ancak nefsini tezkiye edenler felaha erdiğine göre, hepsi nefslerini tezkiye etmişler. Demek ki, Allah’ın üzerimize 3 defa farz kıldığı, nefsimize tezkiye ve fizik vücudumuzu Allah’a kul etme; ve 9 defa farz kıldığı ruhumuzu ölmeden Allah’a ulaştırma konusundaki 3 yemine (YEMİN, AHD ve MİSAK’i) sahabe yerine getirmişler. Öyleyse Kur’ân-ı Kerîm bunları kesin olarak farz kıldığına farzları yerine getirdiği de kesin olduğuna göre, nasıl oluyorda hiçbir din öğreten kurumda bu farzlardan artık hiç bahsedilmiyor? Bu farzlar Kur’ân-ı Kerim’in omurgasını teşkil eden farzları yerine getirenlerin cennete gireceği kesin. “Küllü nefsin bimâ kesebet rehiynetün.” Müddessir-38 “İllâ ashâbel yemiyn.” Müddessir-39 “Fiy cennât...” Müddessir-40 -Bütün nefsler iktisap ettiklerine karşılık rehinedirler. -Ama, yemin sahipleri hariç -(Onlar) cennette (olacaklardır). Nasıl bir yemin ki cennete (felaha) ulaştırıyor? “Kad eflâha, men zekkâha.” Şems-9 -Andolsun ki felaha (kurtuluşa, cennete) erenler, (nefslerini) tezkiye edenlerdir. Görülüyor ki kim nefsini tezkiye etmek konusundaki yeminini yerine getirirse cenneti kazanıyor. Her 3 yeminin yerine getirilmesi de kişiyi cennete ulaştırıyor. “Yâ eyyetühennefsülmutmainne.” Fecr-27 “İrci’ıy ilâ rabbiki râdıyeten mardiyyeh.” Fecr-28 “Fethuli fiy ibâdiy.” Fecr-29 “Vedhuli cennetiy.” Fecr-30 -Ey mutmain olan nefs! -Allah’tan razı olaraktan ve Allah’ın rızasını kazanarak Allah’a geri dön. -(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah’a ulaştırdığın zaman), (Bana kul olursun) kullarımın arasına gir. -Ve cennetime gir! Âyet-i Kerîme’lerden açıkça anlaşılanlar şunlardır: Mutmain olan, Allah’tan razı olan ve Allah’ın rızasını kazanmış, yani tezkiye olmuş bir nefsten bahsediyor. Yani Allah’a verdiği tezkiye olma yeminini yerine getirmiş bir nefs. Rabbine geri dönen bir (ruh) atıf yapılıyor. Dön emrine itaat edecek (ruh) hayatta olan bir insanın iradesini kullanması ile Rabbine dönebilir ve böylece Allah’a verdiği ölmeden Allah’a dönme misakını yerine getirmiş olur. Ne zaman bir insan nefsini tezkiye eder ve ruhunu Allah’a ulaştırırsa o zaman fizik vücudu Allah’a kul olur ve Allah onu kullarının arasına ithal eder. Ve böylece 3 yeminini yerine getiren kişi Allah’ın cennetine girmeye hak kazanır. Dikkat buyurulsun ki , cennete gidecek olanlar sadece Ademoğulları adı verilen fizik vücudlar ve bir de nefslerdir. Ruhlar ise mutlaka Allah’a geri dönecek veya döndürülecektir. Ruhun cennete veya cehenneme girmesi asla söz konusu değildir. Demek ki, her kim Allah’a verdiği yeminleri yerine getirirse o kişi cennetlik oluyor. Öyleyse insanı cennete ulaştıracağı kesin olan en önemli 3 tane farz Kur’ân-ı Kerim’de mevcut olduğu halde ve bütün sahabe bu farzları yerine getirdiği halde, bugün tatbik olunmamaktadır. Öyle değil mi? Aksini iddaa eden var mı? Bugün hayatta olan, dini insanlara öğretmekle vazifeli olanlar, hepinize sesleniyorum. Bu farzların İslâm kalesenden kopması, 14 asır evvelki şeriatın içinde var olan bu farzların insanı mutlaka cennete ulaştıracak olan bu farzların, bu günkü şeriatın içinde mevcut olmaması, bu günkü şeriatın 14 asır evvelki şeriatten, Kur’ân’daki şeriatten eksik olduğunu ispat etmez mi?
IV BUGÜNKÜ ŞERİAT KUR’ÂN’DAKİ ŞERİATTAN NEDEN EKSİKTİR (DAİMİ ZİKİR, İRŞAD, TESLİM)
Şeriat eksiktir. Çünkü insana dünya saadetini mutlaka sağlayacak 3 farz bugünkü İslâm uygulamasında mevcut değildir.
1- Daimi zikir 2- İrşad 3- Teslim
1- DAİMİ ZİKİR “Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izâtıne’nentüm feakımûssalâte, innessalâte kânet alelmu’minîne kitâben mevkûten.” Nisa-103 Namazı kıldıktan sonra, ayakta iken, otururken ve yanüstü yatarken hep Allah’ı zikredin, emniyete kavuşunca namazınızı kılın, muhakkak ki namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farz olmuştur. “Vezkürisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtiylâ.” Müzemmil-8 Allah’ın (Rabbinin) ismiyle zikret ve herşeyden kesilerek O’na dön. Görülüyor ki, Müzemmil-8 ile zikir üzerimize farz kılınmaktadır. Bir insan 3 halde bulunabilir: 1- Oturma hali, 2- Ayakta olma hali 3- Yatma hali Bu hallerin hepsinde Allah’ın adının devamlı tekrarı yani Allah’ı devamlı zikretmek emredilmektedir, üzerimize farz kılınmaktadır. Nisa 103’le (kalbin her çift atışında, iki hece ile) Allah’ın isminin bütün afetleri yok edecek tek vasıta daimi zikirdir. O zikir ki, bu sebeple Kur’an-ı Kerim’de en büyük ibadet olarak vasıflandırılmaktadır. “Ütlü mâ ûhıye ileyke minelkitâbi ve ekımıssalât, innessalâte tenhâ anilfahşâi velmünker, ve lezikrullahi ekber, vallahü ya'lemü mâ tasne'ûn.” Ankebut-45 (Habibim) Sana kitaptan vahyedilen şeyi oku (tilavet et) ve namaz kıl, muhakkak ki namaz münkerden ve fuhuştan men eder, ama Allah’ın zikri en büyüktür ve Allah ne yaparsanız bilir. Ve bugünkü şeriat düzeni içinde (daimi zikirden vazgeçtik) zikrin farz olduğuna dair hiçbir emir mevcut değildir. Daimi zikir nefsteki afetlerin hepsini yok eder. Bir insanın dünya saadetine ulaşabilmesi ise ancak nefsindeki afetlerin yok edilmesi ile gerçekleşebilir.
2- İRŞAD Yüce Rabbimiz Bakara suresinin 186. âyet-i kerîmesi ile irşadı farz kılmıştır. “Ve izâ se’eleke ıbâdi anni feinni karibü. Ücibü da’veteddâ’ı izâ de’âni, felyestecibüli velyü’minü bi le’allehüm yerşüdün.” Bakara-186 Kulların Beni sorarlarsa de ki, muhakkaki Ben onlara yakınım. Beni davet ettikleri zaman davet edenin davetine icabet ederim, ancak onlarda Benim davetime icabet etsinler ve böylece irşada ulaşsınlar. Davet bir farz oluşturur. Ama Yüce Rabbimiz davete icabeti ayrıca farz kılmıştır. “İsteciybû lirabbiküm min kabli en ye’tiye yevmün lâ meredde lehü minallâh, mâ leküm min melcein yevme izin ve mâ leküm min nekiyr.” Şura-47 Allah’tan o geri çevrilmesi mümkün olmayan gün (ölüm günü) gelmeden önce, Allah’ın davetine icabet edin. Görülüyor ki, irşad farzdır. Mürşidde farzdır. Mürşidin Allah’tan istenmeside farzdır. “Yâ eyyühelleziyne âmenûttekullahe vebteguû ileyhilvesiylete ve câhidû fiy sebiylihi le’alleküm tüflihûn.” Maide-35 Ey iman sahipleri takva sahibi olun ve (takva sahibi olmak için) O’na (Allah’a) ulaşmanıza vesileyi (Allah’a ulaşmanıza kim vesile olacaksa onu Allah’tan) isteyin. Ve Allah’ın yolunda çihat edin ve böylece felaha erin (cennet saadetine ulaşın). Tava sahibi olmak ise, mutlaka mürşide ulaşmayı gerektirir.
3- TESLİM Yüce Rabbimiz teslimi farz kılmıştır. “Yâ eyyühellezine amenûdhulû fissilmi kâffeten, ve lâtettebi’û hutuvâtişşeytan innehü leküm adüvvün mübin.” Bakara-208 Ey iman sahipleri, hepiniz teslime girin ve şeytanın izine tâbi olmayın, muhakkak ki o size apaçık bir düşmandır. Bir insanın şeytandan yarı yarıya kurtulması Allah’a ruhunu teslim etmesi ile gerçekleşir. (Basamak-22), fizik vücudunu teslimle şeytandan tamama yakın kurtulmak söz konusu olur. (Basamak-25) son teslim olan nefsin teslimi ile kişi şeytandan tamamen kurtulur. (Basamak-27) ve nefsindeki bütün afetlerden kurtulur. Ve İSLÂM olur. Hem iç aleminde, hem dış aleminde, hem de Allah ile ilişkilerde o kişi sulh ve sukûna (dünya saadetine) ulaşmış olur. “Ve mâ ümirû illâ liya’büdullahe muhlisıyne lehüddiyne hünefâe ve yükıymussalâte ve yü’tüzzekâte ve zâlike diynülkayyime.” Beyyine-5 Onlar emrolunmadırlar, ancak Allah’a hanifler olarak dinde muhlis (halis) kullar olmakla (nefsini Allah’a teslim etmekle) ve namaz kılmakla ve zekât vermekle emrolundular. İşte kayyum olan din budur. Bir insanın halis olması, onun nefsinde muhtevayı bozacak (halis olmayı bozacak) afetlerin tamamen yok olması demektir. Buda nefsin, ruh hüvviyetine girerek Allah’a teslim olmasıdır. Bundan 14 asır evvel bütün sanabe yukarıda anlatılan 3 farzıda yerine getirmişlerdi.
1- Bütün sahabe daimi zikrin sahibiydi. “Elleziyne yestemi’ûnelkavle feyettebi’ûne ahseneh, ülâikelleziyne hedâhümullahü ve ülâike hüm ûlül’elbâb.” Zümer-18 Onlar sözü işitirler ve en güzeline tâbi olurlar, onlar hidayete erenlerdir ve onlar ulûl elbabdır (daimi zikrin sahipleri). Ulûl elbab ise daimi zikir sahipleridir. “İnne fi halkıssemâvâti velardı vahtilâfilleyli vennehâri leâyâtin liûlilelbâb.” Al-i İmran-190 Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılaşında, gece ile gündüzün ihtilafıda ulûl elbab için deliller vardır. “Ellezine yezkürûnallahe kıyâmen ve ku’ûden ve alâ cünûbihim.” Al-i İmran-191 Onlar ayakta iken, oturuken ve yan üstü yatarken hep Allah’ı zikrederler.
2- Bütün sahabe irşada ulaşmıştı. “Va’lemû enne fiyküm resûlallah, lev yütıy'uküm fiy kesiyrin minel’emri le'anittüm, ve lâkinnallahe habbebe ileykümül’iymâne ve zeyyenehü fiy kulûbiküm, ve kerrehe ileykümülküfre velfüsûka vel'ısyân, ülâike hümürrâşidûn.” Hucurat-7 Bilin ki aranızda Allah’ın Resûlü var, eğer sizin çoğunuza uysaydı sizler sıkıntıya uğrardınız, lakin Allah size imanı sevdirdi, kalplerinizi müzeyyen kıldı ve size küfrü ve fıskı ve isyanı kerim gösterdi. İşte onlar irşada ulaşanlardır.
3- Bütün sahabe teslime ulaşmıştı. Teslim ihlas ile tamamlanır (27. basamak). Mürşid olmak ise ancak salâha ulaşmakla mümkündür (28. basamak). Bütün sahabenin mürşid olduğunu Tevbe 100 söylüyor. “Vessâbikuûnel-evvelûne minelmuhâciriyne vel’ansâri velleziynettebe’ûhüm biıhsânin.” Tevbe-100 Ve evvelki sabikunlar ki, onların bir kısmı ensardandı ve bir kısmı da muhacirindendi. Bir de onlara ihsanla tâbi olanlardandı. Demek ki sahabeye tâbi olunduğu kesin. Bu durumda onlar mürşid idiler. Yani 28. basamakta idiler. Öyleyse muhakkak 27. basamağı aşmış ve teslim olmuşlardı. Yukarıdaki 3 farz insana, 1- İç âleminde 2- Dış âleminde (başka insanlarla ilişkilerinde) 3- Allah ile olan ilişkilernde Sulh ve sükûna ulaşmayı yani dünya saadetine ulaşmayı mutlaka sağlar. Öyleyse bu farzların İslâm’dan kopması demek insanların hiçbir zaman dünya saadetine ulaşması mümkün olmayacak demektir. Bu temel farzlar, insanları dünya saadetin ulaştıracak olan bu temel farzlar, İslâm’dan kopmuşsa, şeriatın içinde mevcut değilse şeriat eksik değil midir? Hele sahabenin bu farzları yerine getirdiği ise?
V DEĞİŞTİRİLEN KUR’ÂN KAVRAMLARI
1- MÜMİN OLMAK Biline ki Allah’ın indinde iman açısından iki grup insan vardır. 1- Müminler 2- Mümin olmayanlar Sizlere defalarca sorduk, genede soruyoruz. Kimdir mümin? Eğer Allah’a inanan herkes mümindir diyorsanız, zannınıza göre bir tarif yaptınız. Ya da kitaplarınıza göre. Ama asla Kur’ân’a göre bir tarif değil bu... Çünkü Kur’ân-ı Kerim müminleri 3 grupta toplamış; 1- Kalplerine Allah’ın iman yazdığı kişiler. 2- Amilussalihâta (ıslah edici amellere, nefs tezkiyesine) başlayanlar. 3- Ruhları vücutlarından ayrılıp Sırat-ı Müstakiym’e ulaşanlar. Biz önce bunların neler olduğunu anlatalım hele. Sizler inceleyin... Gerek kalırsa sonra tartışırız... 1- Allah’ın kalplerine iman yazdığı kişiler mümindir. “Lâ tecidü kavmen yü’minûne billâhi velyevmil’âhıri yüvâddûne men hâddallahe ve resûlehü ve lev kânû âbâehüm ve ebnâehüm ve ihvânehüm ev aşiyretehüm, ülâike ketebe fiy kulûbihimül’iymâne ve eyyedehüm birûhin minh, ve yüdhılühüm cennâtin tecriy min tahtihel’enhârü hâlidiyne fiyhâ, radıyallahü anhüm ve radû anh, ülâike hızbullah, elâ inne hızballahi hümülmüflihûn.” Mücadele-22 Allah’a ve ahiret gününe îman eden (mümin olan) kavmi (topluluğu) Allah’a ve Resûl’üne karşı gelenlerle sevişir bulamazsın, velev ki (karşı gelen kimseler) onlar babaları veya oğulları veya kardeşleri veya aynı aşiretten olsun. Onların kalplerine îman yazılır ve onlar O’nun (Allah'ın) katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (mürşidin ruhunun başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler ve altlarından ırmaklar akan cennetlere konurlar, orada ebediyen kalacaklardır. Allah onlardan razıdır onlar da O’ndan (Allah’tan) razıdırlar. İşte onlar hizbullahtır (Allah taraftarıdırlar). Ve muhakkak ki Allah taraftarları felâha (cennete) ulaşanlardır. Ne zaman bir insana Allah’ın katından ruh ulaştırırlır. Aşağıda SIRAT-I MÜSTAKİYM ve TÖVBE bahsinde, ancak mürşidinin önünde tövbe eden kişinin üzerine Allah’ın katından (emrinden) bir ruh gönderildiğini göreceğiz. (Mümin-7) (Nebe-38,39) (Mümin-15) İşte kişi bu tövbeyi yaptığı gün Allah’ın katından bir ruh ile destekleniyor ve kalbinin içine imen yazılıyor. Yani Allah o kişinin kalbinin içine imanı sokuyor. Ve de kişi o gün hizbullah oluyor. “Kaâletil’a'râbü âmennâ, kul lem tü’minû ve lâkin kuûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil’iymânü fiy kulûbiküm.” Hucurat-14 Araplar dediler ki; “Biz mü'min olduk.” (Habibim) de ki, “Mü'min olduk.” demeyin, lâkin “İslâm (dairesine) girdik.” deyin. Çünkü kalplerinizin içine iman girmedi. Görülüyor ki, ancak Allah’ın bir kişinin kalbini imanı yazması halinde, kişinin kalbinin içine imanı Allah sokuyor. Yani kişi kendine göre değil, Allah’a göre mümin oluyor. 2- Amilüssalihata (nefs tezkiyesine başlayanlar) mümindir. “Men amile seyyieten felâ yüczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev ünsâ ve hüve mü’minün feülâike yedhulûnelcennete yürzekuûne fiyhâ bigayri hisâb.” Mü’min-40 Seyyiat (günah) işleyen kişi (daha fazlası ile değil) misli ile ceza görür. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilussalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar mü’minlerdir. Onlar cennete konulacak ve orada hesapsız rızıklandırılacakladır. Bir insanın nefs tezkiyesine başlayabilmesi için rahmet ve fazl isimli iki nurun o kişiye ulaşması (kalbine girmesi) gerekir. “Ve lev lâ fadlullahi aleyküm ve rahmetühü mâ zekâ minküm min ehadin ebeden ve lâkinnallahe yüzekkiy men yeşâ’, vallahü semiy’un aliym.” Nur-21 Allah’ın rahmeti ve fazlı üzerinize (nefsinizin gönlündeki afetlerin üzerine) ulaşamazsa, içinizden hiçbiriniz (nefsinizi) ebediyyen tezkiye edemezsiniz ve lakin Allah dilediğinin nefsini tezkiye eder, Allah işitir ve bilir. Allah dilediğinin nefsini tezkiye eder. Kimleri vazifenlendirirde bu vazifeliler insanların nefslerini tezkiye eder? 1- Peygamberler (Bakara-151) 2- Peygamber olmayan resûller (mürşidler) “Lekad mennallahü alel mü'minîne iz be’ase fîhim resûlen min enfüsihim yetlûaleyhim âyâtihi ve yüzekkihim ve yü’allimühümülkitâbe velhikmeh, ve in kânû min kablü lefî dalâlin mübîn.” Al-i İmran-164 Andolsun ki Allah mü'minlerin (başlarının) üzerine bir ni’met olmak üzere kendi zamanlarında kendi içlerinden bir Resûl (mürşid) be'as eder (hayata getirir). Onların aralarında (her kavmin içinde) onlara Allahın ayetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (bu Mürşid Resûllere tâbî olmadan evvel) onlar açık bir dalâlet içinde idiler. Ayet-i kerimeden anlaşılmaktadırki, Mürşidin ruhu kimin üzerinde ise bu ruh o kişi içinbir nimettir. Ayet-i kerimede geçen resûl kelimesi ise peygamberi değil, mürşidi kastetmektedir. Ancak bu mürşidin nimet olması ile, başlarının üzerinde Allah’ın bir nimetinin oluşması ile, mürşid müridin nefsini tezkiye etmeye başlıyor ve bunu tamalıyor. Öyleyse ıslah edici, ıslah olmaya götürücü ameller (nefs tezkiyesi) ancak bir Mürşide tabi olmakla başlıyor. Kimin amelleri ıslah edici amel ise (amilüs salihat ise) o kişi MÜMİN'dir. Bu ise görülüyor ki, mutlaka Mürşid'e tabi olmakla gerçekleştirilebilen bir vetiredir. "Yâ beniy âdeme immâ ye'tiyenneküm rüsülün minküm yekussûne aleyküm âyâtiy femenittekaâ ve esleha felâ havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenûn." Araf-35 Ey ademoğulları (yani bütün zamanlardaki insanlar) sizden olan Resûller geldiği zaman âyetlerimizi kıssa edecekler. İşte o zaman kim takva sahibi olur ve ıslah olursa, onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır. Görülüyor ki, Resûl kelimesi Resûller şeklinde çoğul olarak kullanılmış, ademoğulları tabiri de bütün zamanlardaki insanları ifade ediyor. Peygamberlerin arasında fetret devirleri olduğu cihetle, bunlar peygamber-resûller olamazlar. Bu resûllere tâbî olanların ıslah olduğu, yani nefsini ıslah ettiği,yani ıslah edici ameller (amilussalihat) yaptığı kesinlik kazanıyor. Öyleyse ıslah edici amelleri işliyebilenler ancak Mürşidlerine tâbî olanlardır. 3- Ruhları sırat-ı müstakiyme ulaşanlar mümindir. "Ve lekad saddaka aleyhim ibliysü zannehü fettebe'ûhü illâ feriykan minelmü'miniyn " Sebe-20 Andolsun ki, iblis insanlar aleyhindeki vaadini (kıyamet günü) yerine getirdi. Müminlerden oluşan bir fırka hariç, ona tabi oldular. "...Ve bi'ahdillâhi evfû, zâliküm vassâküm bihî le'alleküm tezekkerûn, ve enne hâzâ sırâtıymüstekıymen fettebiûh, ve lâ tettebi'ûssübüle feteferreka biküm an sebiylih, zâliküm vassâküm bihî le'alleküm tettekuûn" En'am 152,153 Allah ile ahdinizi yerine getirin (ifa edin), tezekkür edesiniz diye bunları size farz kıldı (emretti). İşte bu Sırat-ı müstakiymdir. Ona (Sırat-ı müstakiyme) tâbi olun. Sakın diğer fırkalara (yollara) tabi olmayın ki onlar sizi O'nun (Allah'ın) yolundan (Sırat-ı müstakiymden) ayırırlar. İşte bu Allah'ın emridir. (Farzıdır) Umulur ki, (böylece) takva sahibi olursunuz. Görülüyor ki, Sebe 20'de de, En'am 153'te de bütün fırkalar, bütün yollar var. Sebe 20'de Müminleri oluşturan bir tek fırka hariç bütün fırkaların şeytana tabi oldukları ifade ediliyor. Yani bütün fırkaların (73 fırka) içinden sadece 1 tanesi müminlerin fırkası. En'am 153'te de sadece Sırat-ı müstakiyme tabi olanların (gene bütün fırkaların arasından tek bir fırka) kurtuluşa ulaşabileceği anlatılıyor. Pekçok fırka arasından kurtulabilen bir tek fırkanın müminlerden oluştuğu ve bu tek fırkanın sadece Sırat-ı müstakiymin üzerinde bulunanlardan meydana geldiği kesinleşiyor. Görülüyor ki Mümin, ruhu ölmeden evvel vücudundan ayrılmış ve Allah'a ulaşmak üzere Sırat- Müstakiyme varmış olan, Sırat-ı Müstakiym üzerinde bulunan kişidir. Tıpkı 14 asır evvel Peygamber Efendimiz SAV ve bütün Sahabe gibi...
2- SIRAT-I MÜSTAKİYM VE TÖVBE Dahası var. Allah'a verdiğimiz yeminlerin ancak Sırat-ı mustakiyme ulaşmakla yerine getirilebileceği ifade buyruluyor. (En'am - 152,153) (Yasin- 61) Ve Sırat-ı mustakiyme tabi olmak farz kılınıyor. (En'am - 153) Onun dışında başka sebillere tabi olmanın Sırat-ı mustakiymden saptıracağı da ifade buyrulmuş. ".....Ve bi'ahdillâhi evfû, zâliküm vassâküm bihî le'alleküm tezekkerûn" Enam-152 Allah ile ahdinizi yerine getirin (ifa edin) tezekkür edesiniz diye bunları size farz kıldı (emretti) "Ve enne hâzâ sırâtıymüstekıymen fettebiûh, ve lâ tettebi'ûssübüle feteferreka biküm an sebiylih, zâliküm vassâküm bihi le'alleküm tettekuûn." Enam - 153 İşte bu Sırat-ı mustakiymdir. Ona (Sırat-ı Mustakiyme) tâbi olun. Sakın diğer fırkalara (yollara) tabi olmayın ki onlar sizi O'nun (Allah'ın) yolundan (Sırat-ı mustakiymden) ayırırlar. İşte bu Allah'ın emridir (farzıdır) umulur ki (böylece) takva sahibi olursunuz. "Ve eni'büdûniy, hâzâ sırâtun müstekıym" Yasin - 61 Bana kul olun. İşte bu sırat-ı mustakiymdir. Görülüyor ki Allah açıkca sadece Sırat-ı Mustakiyme tâbi olunmasını, ama mutlaka tâbi olunmasını emrediyor. Öyleyse Sırat-ı Mustakıym'e ulaşmak herkesin üzerine farzdır. Nedir Sırat-ı Mustakıym? Sadece "Doğru yol"dur cevabı yeter mi? Soruyoruz "Sırat-ı mustakıym" nedir? Cevap veriyorlar: Doğru yoldur. Peki "hidayet" nedir? Cevap veriyorlar: Doğru yoldur. Şimdi biz cevap veriyoruz. Bu cevapların ikisi de bize hiçbir şey söylemeyen yuvarlak lâflardır ve yanlıştır. Neden yanlıştır. Çünkü: 1- Sırat-ı Mustakıym ve Hidayet ayni şey değildir ki ikisinin cevabı da "doğru yol" olsun. 2- Sırat-ı Mustakıym herhangi bir doğru yol değildir; Sırat-ı Mustakıym Allah'a ulaştıran yoldur. 3- Hidayet ise doğru yol değildir. Çünkü hidayet herşeyden evvel yol değildir. Hidayet Allah'a ulaşmaktır. Hidayet insan ruhunun Allah'a ulaşmasıdır. Üstelik de (ölümden evvel) Allah'a ulaşmasıdır. Yani hidayet yol değil bir vetiredir. Allah'a ulaşma fenomenidir, işidir, faaliyetidir. 4- Herkese göre değişen yüzlerce doğru yol kavramı vardır. Bir occultiste göre doğru yol 7 kozmik şuur kademesinden geçerek aşağı doğru inen ve şeytana ulaştıran yoldur. O yolu doğru yol zannettikleri için o yoldadırlar. Bir matematikçiye göre iki nokta arasındaki en kısa yol doğru yoldur. İslâmın 5 şartını yerine getiren herkes "doğru yol"da olduğundan emindir. Oysaki "Sırat-ı mustakıym" üzerinde değillerdir. Çünkü bir insanın "Sırat-ı Mustakıym" üzerinde bulunabilmesi için ruhunun ölmeden evvel vücudundan ayrılması ve Sırat-ı Mustakıym'e ulaşabilmesi gerekir. Bu ise mutlaka kişinin mürşidine ulaşmasını gerektirir. Hiç kimsenin ruhu, mürşidine,hidayetçisine ulaşmadan,vücudundan ayrılıp Sırat-ı Mustakiyme ulaşmaz. Şimdi söylediklerimiz ne ölçüde doğrudur onu görelim. Önce Sırat-ı Mustakiym nedir ? "Ve min âbâihim ve zürriyâtihim ve ihvânihim vectebeynâhüm ve hedeynâhüm ilâ sıratın müstekıym" En'am - 87 Anne babalarından, evlatlarından ve kardeşlerinden seçer ve onları Sıra-ı Mustakıyme ulaştırırız. "Sâlike hüdallâhi yehdiy bihi men yeşâü min ibâdih..." En'am - 88 İşte bu Allah'ın hidayetidir ki, kullarından dilediğini bununla (Sırat-ı Mustakiym) ile hidayete erdirir. Görülüyor ki, Allah hidayete erdirmeyi dilediği kulunu Sırat-ı Mustakıyme ulaştırıyor. Niçin ulaştırıyor. Sırat-ı Mustakiym ile o kulunu hidayete erdirsin yani Allah'a ulaştırsın diye. Demek ki Sırat-ı Mustakıym bir yol ve bu yolla Allah dilediği kişiyi hidayete erdiriyor. Öyleyse Sırat-ı Mustakıym "insanları hidayete erdiren yol". Peki, hidayet nedir ? Cevabı Kur'ân–ı Kerîm versin: 1- ...İnnel hüda hüdallah... Ali İmran - 73 Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. 2- ...İnne hüdallahi hüvel hüda... Bakara - 120 Muhakkak ki Allah'a ulaşmak (var ya) işte o hidayettir. 3- ...Men yehdillahü fe hüvel mühted... Kehf - 17 Allah kimi kendisine ulaştırırsa o (o zaman) hidayete erer. Görülüyor ki, hidayet insan'ın (ruhunun) Allah'a ulaşmasıdır. Hem de ölmeden Allah'a ulaşmasıdır. Neden ölmeden evvel? Çünkü, herkes'in (ruhu) ölümden sonra Allah'a döndürülür. Azrail Aleyhisselâm tarafından ruhları Allah'a ulaştırılır. Cehennemliklerin ruhları da ölümden sonra Allah'a ulaşacağına göre, onların hidayete ermesi mümkün olmadığı cihetle, hidayet insan ruhunun ölmeden Allah'a ulaşmasıdır. Öyleyse sonuca ulaştık. Sırat-ı Mustakıym hidayete erdirdiğine göre, hidayet ise Ruhun Allah'a ulaşması olduğuna göre, Sıratı Mustakıym Allah'a ulaştıran yolun adıdır. ... Ve bütün insanların ruhlarının Sırat-ı Mustakıyme ulaşması farz kılınmıştır. Dikkat buyurun Sırat-ı Mustakıym'de olan insan değildir,insanın ruhudur. Ruhun ölümden evvel Allah'a ulaşması üzerimize 9 defa farz kılınmıştır. Bütün ruhlar Allah'a sadece Sırat-ı Mustakıym üzerinden ulaşabilirler,başka bir yol yoktur. Öyleyse sadece (En'am - 153) ile değil, ruhun Allah'a ulaşmasını farz kılan âyetler ile de Sırat-ı Mustakıym'e ulaşmamız emredilmiş oluyor. ... Ve herkes kendini Sırat-ı Mustakıym üzerinde sanıyor. Oysa ki, insan ruhunun Sırat-ı mustakıym'e ulaşması ancak kişinin Mürşidine ulaştığı gün gerçekleşir. "Yevme yekuûmürrûhu velmelâiketü saffâ lâ yetekellemûne illâ men ezine lehürrahmânü ve kaâle sevâbâ." Nebe - 38 Ruh'un ve meleklerin saf halinde durdukları gün, sadece konuşmasına Rahmanın izin verdiği kişi konuşur ve sevab söyler. "Zâlikelyevmülhakk,femen şâettehaze ilâ rabbihi meâbâ." Nebe - 39 İşte o gün Hakk günüdür, o gün dileyen kişi kendisine Rabbine ulaşan bir yol ittihaz eder (ve bu yoldan Allah'a varan ruh için Allah bir) sığınak, melce (olur). "Elleziyne yahmilûnel'arşe ve men havlehü yüsebbihûne bihamdi rabbihim ve yü'minûne bih, ve yestagfirûne lilleziyne âmenû, rabbenâ ve si'te külle şey'in rahmeten ve ilmen fagfir lilleziyne tâbû vettebe'û sebiyleke vekıhim azâbelcahiym" Mümin - 7 Onlar ki, arşı yüklenenler (melekler)dir ve o çevrede bulunan kişi(nin Ruhu, halifenin Ruh'u) rablerini hamd ile tespih ederler ve O'na(Allah'a) iman ederler ve âmenû (mümin) olanlar için mağfiret dilerler ve derler ki, - Rabbimiz senin rahmetin ve ilmin herşeyi kuşatmıştır. Tövbe ederek Senin yoluna (Sırat-ı Mustakıym'e) tabi olanlara (ulaşanlara) mağfiret eyle (günahlarını sevaba çevir) onları cehennem azabından koru. "refiy'udderecâti zül'arş,yülkıyrrûha min emrihi alâ men yeşâü min ıbâdihi liyünzire yevmettelâak" Mümin - 15 Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından dilediğinin üzerine emrinden bir ruh ulaştırır, Allah'a ulaşma günü'nün geldiğini ihtar etmek üzere Yukardaki 4 âyet–i kerîme, Allah'ın Sırat-ı Mustakıym'ine ancak tövbe ederek ruhun ulaştığını, ruhunu Allah'a (Hak'ka) ulaştırmayı dileyen kişi için Mürşidin önünde yapılan tövbenin tahakkuk ettiği günün HAKK GÜNÜ olduğunu, tövbenin sonunda bu kişinin ruhunun Allah'a doğru yola çıkmak üzere Sırat-ı Mustakıym'e ulaştığını çok açık bir biçimde anlatıyor. Ayrıca Arşı tutan meleklerin saf saf inerek Hidayetçilerin önünde yapılan her tövbede hazır bulundukları, müridin başının üzerine yerleşecek Mürşidin ruhunun ise, senin "Allah'a ulaşma günün geldi" diyerek Allah'ın emrini tebliğ ettiği ifade ediliyor. Görülüyor ki, Allah'a ulaşma günü gelen kişinin ruhu, Allah'a ulaşmak üzere, ancak el öpme, tövbe etme ve kelimei şahadet getirme ile tamamlanan bu merasimden sonra, vücuddan ayrılır ve Allah'a ulaştıran yola (Sırat-ı Mustakıym'e) ulaşır. Kısaca hiç kimsenin ruhu, Allah'ın kendisi için tayin buyurduğu hidayetçi'nin önünde tövbe etmeden Sırat-ı Mustakıym'e ulaşamaz. Bu durumda, İslâmın 5 şartını yerine getiriyor diye insanın ruhu Sırat-ı Mustakiym üzerinde olabilir mi? Kur'ân-ı Kerîm'de ALLAH cevap veriyor: - OLAMAZ. Öyleyse, 14 asır sonra uygulanmakta olan İslâm, sadece İslâm'ın 5 şartını yerine getirmeyi emrettiğine göre, insanları Sırat-ı Mustakiym'e ulaştırması mümkün değildir. Daha da ötesi bugünkü İslâm'ın tatbikatında vazifeli olanlar insanları Hidayetçiye ulaştırmak şöyle dursun, ulaştırmamak için herşeyi yapmaktadır.
Böyle olanlar Ahzab sûresinin 67 ve 68'inci ayetlerine ibretle baksınlar. Ey din öğreticileri sakın sizler bu ayetlerde geçen kübera veya sadât'lardan biri olmayın... Bugüne kadar bilmiyordunuz. Yanlış tefsirlerin doğru olduğunu sanıyordunuz. Ama artık "bizim hidayet kavramımız da Sırat-ı Mustakıym kavramımız da doğru yol'dur" diyemezsiniz... Eğer bu tebliğe rağmen diyebilirseniz ve sizlere güvenip itaat edenlerin Allah'ın yoluna girmesine mani olup, dalâlette kalmalarına sebebiyet verirseniz, işte o zaman siz yukarda geçen ayetlerdeki küberadan veya sadâtlardan biri olursunuz... Ayağınızı denk atın... Allah'ın yardımı üzerinize olsun.
VI HİDAYETTE OLMAK VEYA DALÂLETTE OLMAK
Biline ki Allah'ın indinde sadece 2 nevi insan vardır. 1- Hidayette olanlar 2- Dalâlette olanlar İnsanoğlu dünyaya geldiği andan itibaren dalâlettedir. Hidayetçisine ulaştığı güne kadar dalâleti devam eder. Yani Mürşidine ulaşmayan, Mürşidinin önünde tövbe etmeyen herkes dalâlettedir. Bunu biz söylemiyoruz. Kur'an-ı Kerîm söylüyor. Sayın Din konusundaki yetkililer: biliyoruz ki bize kitaplardan bahsedeceksiniz. Ve diyeceksiniz ki, bizim kitaplarda "İslâmın 5 şartını yerine getiren hidayettedir" yazıyor. Ama Kur'ân–ı Kerîm öyle yazmıyor, bizim söylediklerimizi yazıyor. Bu sebeple de o kitaplar ve onları yazanlar bizi hiç ilgilendirmez. Uzun söze gerek yok. İşte 10 ayet-i kerîme: 1-"fein lem yesteciybû leke fa'lem ennemâ yettebi'ûne ehvâehüm, ve men edallü mimmenittebe'a hevâhü bigayri hüden minallah,innallahe lâ yehdiylkavmezzâlimiyn" Kasas - 50 Habibim, eğer senin davetine riayet etmezlerse, bil ki onlar heva ve heveslerine tabi olmuşlardır. Kim Allah'ın davetçisine tabi olmayıp da, kendi hevasına tabi olursa ondan daha çok dalâlette olan kim vardır? 2- Men yehdillâhü fehüvelmühted..." Casiye - 23 Allah kimi Kendi Zatına ulaştırırsa, o kişi Hidayete erer. "Ve men yudlil felen tecide lehü veliyyen mürşidâ" Kim de dalâlette kalırsa, dalâlette ise o kişi için bir velî Mürşid bulunmaz. 3-"Kaâlehbitâ minhâ cemiy'an ba'duküm liba'dın adüvv, feimmâ ye'tiyenneküm minniy hüden femenittebe'a hüdâye felâ yadıllu ve lâ yeşkaâ" Taha - 123 Hadi hepiniz ordan aşağı inin! Birbirinize düşman olarak. Yaşadığınız devirde size bizden Hidayetçi geldiği zaman; kim Hidayetçimize tâbi olursa, onlar dalâlette kalmazlar, (hidayete ererler) ve şaki de olmazlar. 4-"Efere'eyte menittehaze ilâhehü hevâhü ve edallehullahü alâ ilmin ve hateme alâ sem'ıhi ve kalbihi ve ce'ale alâ basarihi gışaveh,femen yehdiyhi min ba'dillâh, efelâ tezekkerûn" Casiye - 23 Habibim, o (nefslerini kendilerine),hevalarını kendilerine ilâh edinenleri, (nefslerine,hevalarına tâbi olanları) görmüyor musun? Allah onları bir ilim üzere dalâlette bırakmıştır ve kalplerini ve kalplerindeki semi (işitme) hassasını mühürlemiş ve basarı (kalpteki görme hassası)nın üzerine gışaveh adlı bir perde kılmıştır. (çekmiştir),onları Allah'tan sonra kim hidayete erdirir? tezekkür etmezler mi 5-"Hüvelleziy be'ase fiyl'ümmiyyiyne resûlen minhüm yetlû aleyhim âyâtihi ve yüzekkiyhim ve yü'allimühümülkitâbe velhikmete ve in kânû min kablü lefiy dalâlin mübiyn" Cuma - 2 O dur ki (Allah'tır ki) ümmilerin içinde onlardan resûller ba's eder, (hayatta getirin). (Ait oldukları kavmin içindeki) insanlara, (onların lisanıyla), Allah'ın âyetlerini okusunlar diye, onların (nefslerini) tezkiye etsinler diye, onlara kitap öğretsinler diye,onlara hikmet öğretsinler diye. Bu mürşidlere,bu resûllere tâbi olmadan evvel onlar apaçık bir dalâlet içindeydiler. 6-"Lekad mennallahü alelmü'miniyne iz be'ase fiyhim resûlen min enfüsihim yetlû aleyhim âyâtihi ve yüzekkiyhim ve yü'allimühümülkitâbe velhikmeh, ve in kânû min kablü lefiy dalâlin mübiyn." Al-i İmran-164 And olsun ki mü'minler üzerine bir nimet olmak üzere kendi zamanlarında kendi içlerinde bir Resul bâ's ederiz,onların aralarında onlara Allah'ın âyetlerini tilavet eder,onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan ev vel (o mürşide tabi olmadan evvel) onlar açık bir dalâlet içinde idiler... 7- "Ve men lâ yücib dâ'ıyallahi feleyse bimu'cizin fiyl'ardı ve leyse lehü min dûnihi evliyâ', ülâike fiy dalâlin mübiyn." Ahkâf - 32 O Allah'ın davetçilerine, Allah'a davet edenlere tâbi olmayanlara (sesleniyorum diyor Allah'u Tealâ.) Onlar, Allah'ı yeryüzünde aciz bırakacaklarını mı zannediyorlar ? Oysa ki, onların da Allah'tan başka dostları yoktur. Onlar, (Allah'ın davetçisine tâbi olmadıkları için) apaçık bir dalâlet içindedirler. 8-"Ve lekad be'asnâ fiy külli ümmetin resûlen eni'büdullahe vectenibûttâguût, feminhüm men hedallahü ve minhüm men hakkat aleyhiddalâleh..." Nahl - 36 Biz bütün ümmetler içinde resûller ba's ederiz. Bu resûller (o kavimlerde yaşayan insanları) şeytana kul olmaktan kurtarıp, Allah'a kul ederler. Onların bir kısmı hidayete erdiler. (O resûllere tâbi oldukları için) bir kısmının da üzerine dalâlet hak oldu. (O resûllere, mürşidlere tâbi olmadıkları için) 9- "....Zâlike hüdallahi yehdiy bihi men yeşâ..." Zümer - 23 İşte bu Allah'ın hidayetidir ki, Allah bununla dilediklerini hidayete erdirir. "...Ve men yudlilillâhü femâ lehü min hâd." Kimi de dalâlette bırakırsa o kişi için bir Hidayetçi yoktur. 10-"Men yudlilillâhü felâ hâdiye leh, ve yezerühüm fiy tuğyânihim ya'mehûn" Araf - 186 Allah kimi dalâlette bırakırsa o kişi için bir hidayetçi yoktur. O kişiyi Allah, isyanı içinde şaşkın bir halde bırakır. Abdülkadir Geylâni Hz. SOHBETLER kitabında bu konuda aşağıdaki hakikatleri sunuyor: Sayfa 275- Siz Allah'ın Kitabına, Resurullah'ın ahlakına ve mürşidlere uymadıkça asla felah bulamaz. Kurtuluşa eremezsiniz. Sayfa 188- Ey nefs ve hevai arzularının tabiatının kulu, sen kendi görüşünde kanaat etmiş, sana hakikatleri öğretip terbiye edecek bir üstad - mürşid edinmemişsin. Sayfa 201- Sadıklara, salihlere iltihak et, onların arasına katıl, eğer kimin salih kimin münafık olduğunu ayırt edemezsen o zaman geceleyin kalk iki rakat namaz kıl. Ve deki: - Yarabbi, bana salih kullarını göster, Sana gelmemde kılavuzluk edecek kişileri göster. Muhterem Din öğreticileri yoksa siz bir HACET namazı kılarak Allah'tan kim olduğumuzu sormaya korkuyor musunuz? Sonuç sizinkinden farklı çıkarsa diye mi? Yoksa "rüya ile amel edilmez" safsatası yüzünden mi? Binlerce insan bizi nasıl buldu sanıyorsunuz? Daha uyanmıyacak mısınız muhteremler? Seçim hakkı kulun değil, Allah'ındır. "İyyake na'büdü ve iyyake nesteiyn." Fatiha-5 Yalnız sana kul oluruz ve yalnız senden istiane isteriz. "İhdinassırâtal mustakıym." Fatiha-6 Bizi Sırat-ı Mustakiym'e ulaştır. Demekki bizi Sıratâl Mustakiyme ulaştırması için Allah'tan istiane istiyoruz. İstiane öyle bir yardımdır ki yalnız Allah'tan istenebilir. Hedefi de, Sırat-ı Mustakiyme ulaştıracak olan kişiyi istemektir. İstiane namazla (hacet namazı) ve sabırla istenir. "Veste'ıynu bissabri vessalât ve inneha lekebiyretün illâ alel haşi'ıyne." Bakara-45 Sabırla ve namazla (hacet namazı) istianeyi (sadece Allah'tan) isteyin ve bu zor bir iştir. Ama huşu sahipleri için zor değildir. (Yani huşu sahiplerine hemen gösterilir.) "Vebteguu ileyhil vesilete." Maide-35 "O'na (Allah'a) ulaştırmaya (kim vesile olacaksa o) vesileyi (Allah'tan) isteyiniz" Görülüyorki Mürşide ulaşmak farz kılınmıştır. Çünkü Mürşide ulaşmadıkça kişi dalâlettedir. Dalâlette olmak ise acı bir sonla noktalanıyor.
DALÂLETTE OLANLAR CEHENNEME GİDER
Peki bir insan Dalalette ise ne olur? Önemli mi? Kur'ân-ı Kerim bu konunun cevabını açık olarak veriyor. İşte Ayeti Kerimeler: "İnnelleziyne keferu ve saddu an sebiylillâhi, kad dallu dalalen ba'iyda. Innelleziyne keferu ve zalemu lem yekûnillâhü liyagfirelehüm. Ve lâ liyehdiyeküm tariykaâ, illâ tariyka cehenneme. Halidiyne fiyha ebeda." Nisa - 167,168,169 Onlar ki küfür üzeredirler ve Allahın yolundan (Sıratı Mustakiymden, Allaha ulaştıracak yoldan) saptırırlar, (men ederler), andolsun ki onlar uzak bir dalalet içindedirler. Muhakkakki onlar küfür üzeredirler. Allah onlara mağfiret etmez (günahlarını sevaba çevirmez) ve onları tariyka (tariki mustakiyme,Allaha ulaştıran yola) ulaştırmaz,onları ancak cehennem yoluna (cehenneme ulaştıran yola) ulaştırır. "Men yehdillahü fehüvel muhted ve men yudlil fe ulaikehümül hasirun. Araf-178 Allah kimi kendisine ulaştırırsa o hidayete erer, kimi dalalette bırakırsa onlar hüsranda olanlardır. (Nefslerini hüsrana düşürenlerdir.) “Ve men haffet mevâziynuhü fe ülaikelleziyne hasiru enfüsehüm fiy cehenneme halidun.” Müminun-103 Ve tartıları hafif gelenler... işte onlar nefslerini hüsrana düşürenlerdir, cehennemde ebedi kalanlardır. "Ve lekad zere'na li cehenneme kesiyren minelcinni vel'insi lehüm kulubün lâ yefkahune biha ve lehum a'yunun lâ yubsirune biha ve lehüm azanün lâ yesmeune biha, ülâike kel'en'ami belhüm edall, ülâike humülgaafilûn" Araf - 179 Biz cehennemi insanların ve cinlerin çoğu için yarattık. Onların kalpleri vardır (onunla) fıkıh edemezler. (Kalplerinde) gözleri vardır ama onunla göremezler. (Kalplerinde) kulakları vardır. Ama onunla işitemezler. Onlar hayvanlar gibi, hatta onlardan da daha çok dalâlettedirler. Onlar gafillerdir. "Ve men yehdillahü fe hüvel muhtedi ve men yudlil fe len tecide lehüm evliyae mindunihi ve nahşurühüm yevmelkıyameti alâ vucuhihim umyen ve bükmen ve sümma, mevahüm cehennem" 17/İsra - 97 Allah kimi kendisine ulaştırırsa o hidayete erer, kimi dalalette bırakırsa o kişi içinO'ndan (Allah'tan) başka dost bulunmaz. Kıyamet günü onlar kör, sağır ve dilsiz olarak yüzleri üstü haşredilirler. Onların yeri cehennemdir. "Elleziyne dalle sa'yuhüm fiy hayateddünya ve hüm yahsebune ennehüm yuhsinuna sun'a.Ülaikelleziyne keferu biayatihi rabbihim ve likaihi fe habitat amalühüm felâ mukiymu lehüm yevmel kıyameti vezna. Zalike cezaühüm cehennemü bima keferu vettehazu âyâtiy ve rusuliy hüzüva." 18/Kehf - 104,105,106 Onlar ki, dünya hayatındaki çalışmalarında dalalettedirler. Ve onlar en iyi amelleri işlediklerini hesap ediyorlardı. Onlar Rablerinin Ayetlerini ve Allah'a Mülâkiolmayı (ölmeden evvel Ruhlarını Allah'a ulaştırmayı) örtmüşlerdir. (gizlemişlerdir) Onların amelleri boşa gitmiştir. Onlar için kıyamet günü mizan tutmayız. İşte onlar ki cezaları cehennemdir,küfür üzere oldukları için ve Ben'im ayetlerimi (Allah'ın ayetlerini) ve resullerimi istihzaya (alaya) aldıkları için... "Elleziyne yuhşerune alâ vucuhihim ilâ cehenneme ülâike ferrün mekanen ve edallü sebiylâ." 25/Furkan - 34 Onlar cehenneme yüzleri üstü haşredileceklerdir. Onların mekanları kötüdür. Ve onlar dalalette(Allah'ın yolundan saparak) dirler. "Ve lekad edalle minküm cibillen kesiyra, efelem tekûnu takilun. Hazihi cehennemülletiy küntüm tuadün" 36/Yasin- 62,63 (Şeytan) andolsunki sizden çoğunu dalalete düşürdü. Halâ akletmez misiniz. İşte bu vaadolunduğunuz cehennemdir. "İnnelmücrimiyne fiy dalalin ve süur yevme yüshabune fiynnari alâ vucuhihim zukuu messe sekar" 54/Kamer - 47,48 Muhakkak ki mücrimler dalalettedirler ve kızgın ateşte olacaklardır. O gün yüzleri üstü ateşe sürüklenecekler ve cehennemi tadın denecektir. "Kaâlû evelem tekü te'tiyküm rüsülüküm bilbeyyinât, kaâlû belâ, kaâlû fed'û, ve mâ dü'âülkafiriyne illâ fiy dalâl." Mü'min-50 (Cehennem bekçileri) derler ki, sizlere sizlerin resûlleriniz açık delillerle gelmedi mi? Derler ki, evet (geldi) Öyleyse dua edin derler. Kafirlerin duası boşunadır. Onlar sadece dalalette olanlardır. Görülüyorki Dalâlette olanlar cehenneme gidecekler. Öyleyse bütün insanların hidayete ulaştırılması için din öğreticilerinin (engel değil) yardımcı olmaları gerekmez mi? Ya öğreticilerin kendileri ?
VII İFADELER VE İRŞAD MÜESSESESİ
Eski Diyanet İşleri Başkanı muhterem Prof. Dr.M. Said Yazıcıoğlu'nun Altınoluk dergisinin Kasım1993 sayısındaki beyanatından birkaç satır almak istiyorum bu yazıma. "Sorumluluk taşıdığım dönemde Diyanet mensuplarının cemaatlerle mücadele etmemesini istedim." "Diyanet İşleri Başkanlığının cemaatlerle sürtüşme içinde olması, müessesenin lehine değildir." "... Cemaatlerin o nezih, temiz yurtlarında zararlı faaliyetlerin olduğu kanaatinde de değilim. Onun için bu müesseselerle devletin barışması gerekir." "... Diyanet her türlü grubun sevgisini, saygısını kazanmış, yaptığı ikazı dikkate alınan, otorite bir kuruluş olmak durumundadır. Böyle olmak da kolay değildir. Diyanetin bu yapı ve kadrosuyla bu saygınlığını Türkiye genelinde oturtması biraz zordur." "Bugün biz, öyle hutbe ve vaazlara şahit oluyoruz ki, cemaatin geneli o anlatılanların önündedir." "... Böylece soğuk, donuk vatandaştan kopuk bir teşkilât olarak kalırız. Mesafe katedemeyiz." "... Zaten Diyanet İşleri Başkanlığına kanunların verdiği görev, İslâm Dininin iman-ibadet ve ahlâk esaslarıyla ilgili kamuoyunu aydınlatmaktır. İslamiyet ise bunlardan ibaret değildir. Bir de muamelâta müteallik hususları var. Muamelata yönelik bir konuda vatandaş Başkanlığa müracaat etse Başkanlık yetkilileri normalde "Bu konu kanunların bize verdiği görevin dışında kalıyor, dolayısıyla biz buna cevap veremeyiz,bunun muhatabı değiliz" demesi lâzımdır." "ALTINOLUK - Diyanet dini hayatı kuşatamıyor mu demek istiyorsunuz?" "YAZICIOĞLU - Kuşatamadığı için çeşitli cemaatler oluşuyor." Aynı dergide Eski Diyanet İşleri Başkanlarından Sayın Lütfü Doğan'ın (Refah Partisi Gümüşhane milletvekili) şu sözlerini de zikretmeden geçemiyeceğiz: "1- Milletimizi islâm dini yönünden nasıl İRŞAD etmeliyiz? "2- İrşad eden zevatta bulunması gereken vasıflar nelerdir?" "3- Bu İrşad nasıl olmalıdır?" "4- İslâmiyet hangi yönden ne şekilde bütün fertlerimize en güzel bir biçimde anlatılmalıdır?" "5- Bu hizmetlerin yerine getirilmesinde karşılaşılan güçlükler nelerdir, aksaklıklar nelerdir?" "6- Bu aksaklıkların sebebi mevcudiyeti nedir ki toplumda bir takım sıkıntılar baş gösteriyor?" "Din şurasında bu konular ele alınmalı" Bu arada ALTINOLUK'un çok değerli bir teşhisi var. ALTINOLUK- Güven Konusunun bir de doğu boyutu var." "Diyanet İşleri Başkanlığı doğuya İRŞAT HEYETLERİ gönderdi. Fakat Türkiye'de sistemin genel yapısı bu irşad heyetlerinin mesajları ile uyum arzetmediği için, sistem başka alanlarda islâmın pek çok konusuyla karşı,karşıya bulunduğu hattâ boğuştuğu için bu İRŞAT HEYETLERİ'nin sözleri de etkili olmadığı gibi DİYANET'in prestij kaybettiği gibi bir durum ortaya çıktı." Altınoluk'daki ifadeleri okudunuz.
SAYIN YAZICIOĞLUNUN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Diyanet İşleri eski başkanı Yazıcıoğlu'nun sözleri bize olması lâzım geleni veriyor. "Diyanet İşleri Başkanlığının cemaatlerle sürtüşmesi müessesenin lehine değildir." Ama Diyanet işleri Başkanlığı şu anda cemaatlerle açık bir sürtüşmeyi başlatmış durumdadır. Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığından çıkan iki rapor bunun kesin ve açık delilidir. Ve bu raporların Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığınca verilmesi konuya ayrıca câlib-i dikkat bir özellik kazandırıyor. Çünkü Sayın Yazıcıoğlu, "eğer Başkanlık yetkilileri kendilerinin konuları dışında olan bir görev, bir sualle karşılaşırlarsa bunun muhatabı değiliz, diyebilmelidir" buyuruyor. Oysaki Diyanet İşleri Başkanlığı yetkilileri, (özellikle bu yetkililerden muradımız Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı ve emrindekiler...). Hiç bilmedikleri konuda ahkâm kesmeye kendilerini yeterli görüyorlar ve tabii sonu hüsran oluyor. Tavzih konusundaki Dergimizi incelerseniz, göreceksiniz ki Diyanet İşleri Başkanlığı yetkilileri hiç bilmedikleri bir konuda, hiçbir zaman yetki sahibi olamayacakları bir konuda hüküm vermek cesaretini göstermişlerdir ve hükümlerinde ne kadar yanıldıkları da ispat edilmiştir kendilerine. Öyleyse Kur'ân-ı Kerîmi sadece kendi okudukları kitaplardan öğrenenler, Kur'ân-ı Kerîmi yalnız ondan ibaret sananlar hep hüsrana uğramaya mahkûmdurlar. Bu kişisel bir sonuç olsa çok önemli değildir. Yani, Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Sayın İsmail Öner'in bir İsmail Öner olarak hüküm vermesi başka şey; Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı olarak hüküm vermesi başka şey. Hele Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı olarak verdiği hüküm onu bu işi bilenler karşısında çok zor bir duruma sokuyorsa, cehaleti ortaya çıkıyorsa. Bu hazin tablonun müsebbibi biz değiliz. Bu hazin tablonun müsebbibi, yetkilerini aşanlar, bilmedikleri konularda hüküm verme yetkisinin kendilerinde olduğunu zannedenlerdir. Diyanet İşleri Başkanlığına bundan sonra bu tarzdaki büyük gafları yapmamalarını tavsiye ederiz. Her hata işleyişlerinde mutlaka hatalarını yüzlerine vurmak mecburiyetinde olduğumuzu söylemekten üzüntü duyuyoruz. Ama eğer, Allah'ın söyledikleriyle onların söyledikleri çelişiyorsa, ve hele bildiklerinin doğru olduğunu zannederek Allah'ın söylediklerini yalanlamaya kalkıyorlarsa, bu bizim üzerimize farz olur. Öyleyse aradaki farklılığa dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Sayın Yazıcıoğlu'na gidiyoruz bir Savcı kardeşimle birlikte.. Ve kendisine Tasavvufu anlatıyoruz; yaklaşık 3 saat süren bir konuşmanın sonunda Sayın Yazıcıoğlu'nun söyledikleri çok ilginç: "- Ben kelâmcı'yım aslında tasavvufa karşı olmam lâzım, ama söylediklerinizin her noktasını Kur'ân-ı Kerîm'e dayandırdınız. Ve ben size, sizi tenkid etmek istikametinde söyleyecek bir şey görmüyorum, böyle bir şey bulamadım." Sözü uzatmaya gerek yok. Neticede Diyanet İşleri Başkanlığında,evvela en üst seviyedeki yetkililere 3 günlük bir seminer vermeye, ve arkasından da bütün müftüler için iki aylık bir seminer düzenlemeye birlikte karar verdik. Ve, Diyanet İşleri Başkanlığının yetkilileri; bu seminerleri engellemek için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Ve başardılar da... Çünkü konferans salonunu vermek de onların elindeydi, konferansı engellemek de. Engellemeyi başardılar. Onlar eğer seminerlere iştirak edebilselerdi, bu konuları bilmiş olacaklardı. Kur'ân-ı Kerîm'in bilmedikleri taraflarının ne kadar çok olduğunu öğrenmenin hüsranını şimdi yaşamak mecburiyetindeler. Öyleyse Sayın Yazıcıoğlu'nun bu sözlerine dikkat edin Ne kadar olgun bir talepte bulunuyor, ne kadar rahat standartlarla düşünüyor ve Diyanet İşleri Başkanları böyle bir statü içinde olması lâzım gelen şahsiyetlerdir. Söylediği şey son derece açık: (Bu sözü Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Sayın Özer'e ithaf ediyorum; Sayın Yazıcıoğlu'nun sözü) - Diyanetin bu yapı ve kadrosuyla bu saygınlığını Türkiye genelinde oturtması biraz zordur. Anlaşıldı mı efendim?
SAYIN LÜTFÜ DOĞAN VE İRŞAD MÜESSESESİ
Daha sonraki konular üzerinde çok durulması lâzım gelen konular olarak dikkatimizi çekiyor. Gene eski Diyanet İşleri Başkanlığından Sayın Lütfü Doğan'ın (şu anda Refah Partisi Gümüşhane milletvekilidir) sözlerine de biraz ışık tutmak istiyoruz. Sayın Lütfü Doğan diyor ki; - Din şûrasında ele alınması lâzım gelen konular şunlar olmalı: İşte bu konulardan birincisi; "Milletimizi İslâm dini yönünden nasıl irşad etmeliyiz?" İfadeye dikkat buyurulsun: İrşad kelimesi kullanılıyor. İslâm dini yönünden irşadın yetkililer tarafından yapılması gerekir. İrşad yetkisiyse herkeste bulunan bir yetki değildir. Öyleyse İrşad keyfiyetinin Diyanet İşleri Başkanlığının şimdi elinde bulundurduğu, ihata ettiği ilim sınırları içinde ifası beklenemez. Diyanet İşleri Başkanlığı şu anda sadece bir öğretmenlik durumu ifa etmektedir. İlk öğreticidir. Ve öğretebildiği sınırlarda, Allah'ın insanları cennete götürebilecek olan emirlerinin tamamen dışında kalmaktadır. Yetmez; insanları dünya saadetine götürecek emirlerinin de tamamen dışında kalmaktadır. Yaptıkları şey İslâm'ın 5 tane şartının genel standardlarının insanlara anlatılması. Bunlar fıkıh kitaplarından, hadis kitaplarından ve diğer kitaplardan öğrenerek insanlara öğretmeye çalıştıkları şeyler. Bunlar irşad değildir! İrşad: İlim sınırlarının ötesinden, Allah'ın kalp gözüyle ve kalp kulağıyla gösterdiği ve işittirdiği şeyleri belleğe almak suretiyle aklın hudutlarının ve ilim hudutlarının ötesinden irfanla insanlara seslenebilmekdir. Yani, İrşad yetkisi için ilmel yakîn seviyesi yetmez. Mürşidine ulaşabilmiş birkaç kişi müstesna, bütün Diyanet İşleri Teşkilâtı İlmel yakîn seviyesinin hudutları içindedir Kalp gözü açılmadıkça,kalp kulağı açılmadıkça hiç kimse aynel yakînin sahibi olamaz. Rabbini görmedikçe de, ki Diyanet İşleri Teşkilâtının en üstündeki kişiler Allah'ın görülebileceğine ihtimal bile vermiyorlar (Kur'ân-ı Kerîmdeki hükümlerine rağmen: Bu hükümlerden haberdar olmadıkları da kesin) hiç kimse Hakkel yakînin sahibi olamaz. Öyleyse ilmel yakîn seviyesindeki insanların öğretisi İrşad öğretisi değildir; ancak bir öğretmenliktir.
ÖĞRETİM VE İRŞAD'IN FARKLARI
Evvela "öğretim" ile "İRŞAD" müesseselerini birbirine karıştırmayalım. 1- "Öğretim", görevi öğretmek olan bir vetiredir. Oysaki "İRŞAD", sadece öğretmekle kalmaz. Öğrettiklerinin hayata tatbik edilmesini de sağlar. 2- Öğretim aklın seviyesi içinde, aklın ulaşabileceği hudutlar içinde bir ilim ifade eder. İRŞAD ise aklın hudutlarının ötesinden (Allah'tan) aldığı irfanı da devreye sokar. 3- Bütün öğretmenler ilmin sahibidir. Ama hiçbirisi İrfan sahibi değildir. Çünkü hiçbirinin kalp kulağı (semi) ve kalp gözü (basar) açık değildir. Açık olanları varsa onlar âlim sınıfına değil Arif sınıfına girerler. MÜRŞİD ise Kalp gözü ve kalp kulağı açık bir Velî olarak müridlere İrfan da öğreten kişidir. 4- Öğretmenler normal olarak: a- Hiç kimseyi Allah'a ulaştıramaz (9 defa farz olan bir vetire) b- Hiç kimsenin nefsini tezkiye edemez (3 defa farz olan bir vetire) c- Hiç kimsenin fizik vücudunu şeytana kul olmaktan kurtarıp Allaha kul edemez (3 defa farz olan bir vetire) Ama MÜRŞİD bu hedeflere Müridleri ulaştırmak için Allah'ın yetiştirdiği, Allahın üniversitesinden mezun bir Velîdir. Ve görevi bu 3 hedefe Müridlerini ulaştırmaktır. 5- Öğretim Üyeleri MÜRŞİD'in 19 vasfına sahip değildir.
MÜRŞİDİN VASIFLARI
1- Allah onun üzerinde rahim esmasıyla tecelli etmiştir. "Ve mâ überriü nefsiy, innennefse le'emmâretün bissûı illâ mâ rahime rabbiy." Yusuf-53 Yarabbi ben nefsimi ibra edemem (beraat ettiremem),çünkü nefsim bana şerri emreder,ama Rabbimin rahim (esmasıyla tecelli ettiği) nefsler hariç... 2- Mürşidin kulaklarındaki vakra kaldırılmıştır. Bu sebeple Mürşid, kendi mürşidinin söylediklerini işiterek irşada ulaşmıştır. 3- Mürşidin kalbindeki ekinnet kaldırılmış ve yerine ihbat konmuştur. Böylece O irşad makamının söylediklerini fıkıh (idrak) ederek irşada ulaşmıştır. Allah'ın yoluna girmeyenler ve insanları Allah'ın yolundan alıkoyanların kalplerine ekinnet, kulaklarına vakra konulduğunu ifade ediyor Yüce Rabbimiz. "Ve izâ kara'tel kur'âne ce'alnâ beyneke ve beynelleziyne lâ yü'minûne bil'ahireti hicaben mestûrâ." İsra-45 Sen Kur'ân-ı okuduğun zaman, seninle ahrete inanmayanlar arasına gizli bir perde çekeriz. "Ve cealna alâ kulûbihim ekinneten en yefkahuhü ve fiy âzânihim vakra, ve iza zekerte rabbeke fiylKur'âni vahdehü vellev alâ edbârihim nüfura." İsra-46 Onların kalpleri üzerine fıkıh (idrak) etmelerine bir engel (ekinnet) koyarız ve kulaklarının içine bir ağırlık (vakra) koyarız (seni işitmelerine mani olmak için) sen Rabbinin vahdetini Kur'ân da zikrederken onlar nefretle arkalarını dönerler... Ahrete inanmayanların insanları Allah'ın yoluna girmekten alıkoyanlar olduğunu Hud Suresinin 19 uncu Ayeti söylüyor. "Elleziyne yasuddune an sebiylillâhi ve yebguûnehâ iveca, ve hüm bilahireti hüm kafirun." Hud-19 Onlarki Allah'ın yolundan alıkoyarlar ve onu eğriltmek isterler onlar ahrete inanmayanlardır.. "Ve liya'lemelleziyne utûl'ilme enne hülhakku min rabbike fe yu'minû bihi fetuhbite lehu kûlûbühüm. Ve innallahe lehadilleziyne âmenû ilâ Sıratın Mustakıym." Hac-54 Kendilerine ilim verilenler bunun Rablerinden bir hak olduğunu bilsinler de buna iman etsinler diye onların kalplerine ihbat (idrak etmeyi temin edecek bir ihsan) konulur. Ve muhakkakki Allah amenu olanları Sırat-ı Mustakiym'e ulaştırır. Mürşid mutlaka Allah'a ulaştığı cihedle muhakkakki kulağındaki vakra alınmış, kalbindeki ekinnet de alınarak yerine ihbat konmuştur. 4- Mürşidlerin kalbine Allah hidayet koymuş ve bu hidayet Mürşidin kalbini Allah'a döndürmüştür. "Mâ esâbe min nusiybetin illâ bi'iznillâh ve men yü'min billâhi yehdi kalbeh.." Tegabün-11 Allah izin vermedikçe hiçbir musibet başa gelmez! kim Allah'a iman ederse onun kalbine hidayet konulur. "Men haşiyerrahmâne bilgaybi ve câe bikalbin müniyb." Kaf-33 O kişi ki, gaybde Rahman'a huşû duyar ve (Allah'a) dönmüş bir kalple (Allah'ın huzuruna) gelir. 5- Mürşidlerin hepsi velîdir. (Evliyadır) Yani Allaha dost olmuştur. Ruhunu Allah'a teslim etmiştir. Bu ilk teslimdir. "Men yehdillâhü fehuvelmühted, ve men yudlil felentecide lehü veliyyen mürşidâ." Kehf-17 Allah kimi kendisine ulaştırırsa o kişi hidayete erer, kimi de delalette (bırakırsa) o kişi için bir Velî-Mürşid bulunmaz! 6- Mürşidlerin hepsi kendilerine İndi İlâhide altın taht ihsan edilmiş ve Allah da onlara dost olmuştur. "Ve hâzâ sırâturabbike müstekıymâ kâd fassalnel'ayâti likavmin yezzekkerû Enam-126 İşte bu Rabbinin sıratı müstakiymi'dir. Allah âyetlerini tezekkür eden bir kavim için açıklar. "Lehüm dârüsselâmi inde rabbihim ve hüve veliyyühüm bimâ kânû yâ'melûn" Enam-127 Onlara Rablerinin indinde teslim yurdu vardır ve Allah onların velîsi (dostu) olmuştur amellerinden dolayı... 7- Mürşid zühd sahibidir. Zikirsizliğe karşı zahid olduğunu daimî zikre ulaşarak Allah'a ispat etmiştir. "Ve serevhü bisemenin bahsin derâhime ma'dudeh, ve kânû fiyhi minezzâhidiyn" Yusuf-20 Yusufu değersiz bir fiatla birkaç dirheme sattılar. Onlar Yusufa karşı zahiddiler. 8- Mürşid fizik vücudunu Allah'a teslim etmiş ve muhsinlerden olmuştur. Bu, ikinci teslimdir. "Ve men ahsenu diynen mimmen esleme vechehü lillâhi ve hüve muhsinun vettebe‘a millete ibrâhiyme haniyfâ, vettehazallahü ibrahime haliylâ." Nisa-125 O kişi ki, vechini (fizik vücudunu) Allaha teslim etmiş ve muhsinlerden olmuştur. Dinde ondan daha ahsen kimo kişi ki, vechini (fizik vücudunu) Allaha teslim etmiş ve muhsinlerden olmuştur. Dinde ondan daha ahsen kim vardır. İbrahimin dinine tabi olmuştur hanif olarak... ve Allah İbrahimi sevgili (dost) kıldı. 9- Mürşid daimî zikrin sahibidir. Ulûl Elbab olmak şerefine ermiştir. "İnne fiy halkissemâvâti vel'ardı vahtilâfilleyli vennehâri leâyâtin liûlil'elbâb." Ali İmran -19 Ulûl Elbab için göklerin ve yerin yaratılmasında ve gece ile gündüzün ihtilâfında ayetler vardır. "Elleziyne yezkürûnallahe kıyâmen ve ku'ûden ve alâ cünûbihim,ve yetefekkerûne fiy halkissemâvâti vel'ard." Ali İmran -191 Allahı zikrederler. Allahın gökleri ve yeri yaratması konusunda tefekkür ederler! 10- Mürşid, nefsindeki bütün afetleri Allah'ın yardımıyla (Allahın zikirle gönderdiği nurlarla) yok etmiş ve bütün afetlerden berî olmuştur. Sadece hasletlerden oluşan, ruhun fazllarından oluşan, halis bir nefse sahip olmuştur. MUHLİS sıfatını kazanmıştır. Böylece nefsini de Allah'a TESLİM etmiştir. Böylece üçüncü ve son teslimini de tamamlamıştır. Ve İSLÂM olma (Allah'a göre İslâm olma) şerefine ermiştir. "Ve mâ ümirû illâ liya'büdullahe muhlisıyne lehüddiyne hünefâe ve yükıymussalâte ve yü'tüzzekâte ve zâlike diynülkayyime." Beyyine-5 Onlar emrolunmadılar, ancak ha nifler olarak Allaha dinde muhlis (halis, saf,katışıksız) kullar olmakla ve namaz kılmakla ve zekat vermekle emrolundular. İşte bu kayyım olan dindir. 11- Mürşid, İrşada ulaşmıştır. Tıpkı sahabenin irşada ulaşması gibi... Bilindiği gibi sahabe de mürşid idiler... "Va'lemû enne fiyküm resûlallah, lev yütiy'küm fiy kesiyrin minel'emri le'anittüm,ve lâkinnallahe habbebe ileykümül'iymâne ve zeyyenehü fiy kulûbiküm, ve kerrehe ileykümülküfrü velfüsûka vel'ısyân,ülâike hümürraşidûn." Hucurat-7 Biliniz ki şüphesiz Allahın resulü aranızdadır, eğer sizden gelecek taleplere itaat etseydi siz sıkıntıya uğrardınız ve lâkin Allah sizlere imanı sevdirdi. Fıskı,küfrü,isyanı kerih gösterdi. İşte onlar irşad olanlardır. 12- Mürşidin, kalp gözü ve kalp kulağı açılmıştır. "İnne fiy zâlike lezikrâ limen kâne lehü kalbün ev elkassem'a ve hüve şehiyd. Kaf-37 Muhakkakki bunda kalbinin semi hassasına (işitme hassasına) ilka edilenler (kalp kulağına ilham edilenler) ve şahid olanlar (kalp gözleriyle müşahede ederek, görerek şahid olanlar) için bir ibret vardır. 13- Mürşid ilmel-yakiyn, aynel-yakiyn ve hakkal-yakiyn olmak üzere 3 yakiyn'in sahibidir. 1- İlmel yakiyn: Kalp gözü ve kalp kulağı açılmadan sahip olunan ilmî yakiyn. "Kellâ lev ta'lemûne ilmel-yakıyn" Tekasür-5 Dikkat edin, eğer yakiyn hasıl ederek (kesin bir ilimle) bilmiş olsaydınız... 2- Ayn'el yakiyn: Kalp gözü açıldıktan sonra, varlıklar âleminin kalp gözüyle görülmesi, (Sidretül münteha'ya kadar gök katlarının görülmesi). "Sümme leteravünneha aynel-yakıyn." Tekasür-7 Sonra onu ayn'el yakîn olarak (kalp gözünüzle) göreceksiniz. 3- Hak'kul yakiyn: Kalp gözü açıldıktan sonra rüyetin (görüşün) hak'ka ait sırları da kapsıyacak bir yakiyn hasıl etmesi, cennet ve cehennemin görülmesi ve nihayet Allah'ın görülmesi. "İnne haza lehüve hakkul-yakıyn" El vakıa-95 Muhakkak ki bu, işte o hakkul yakiyndir. "Ve innehûlehakkul-yakıyn." Hakka-51 Ve muhakkak ki o hakkul-yakiyndir. 14- Mürşid, ihlastan sonra Allah'ın söylediklerini tekrar ederek Tevbei nasuh kapısından geçmiş ve salâh'a ulaşmış kişidir. Önünde ve sağında Allah'ın salâh nuruna sahiptir. Ve Allah onun günahlarını örtmüştür. "Yâ eyyühelleziyne âmenû tûbû ilallahi tevbeten nasûha, asâ rabbüküm en yükeffire anküm seyyiâtiküm ve yüdhıleküm cennâtin tecriy mih tahtihel'enhâru, yevme lâ yuhziyllahünnebiyye velleziyne âmenû ma'ahu, nûrühüm yes'â beyne eydiyhim ve bieymânihim." Tahrim-8 Ey iman sahipleri Allah'a doğru (Allah'ın söylediklerini tekrar ederek) nasuh tövbe ile tövbe edin ki Allah sizin seyyiatinizi (günahlarınızı) örtsün ve sizi altından nehirler akan cennetlere koysun.
Öyleyse, irşad odur ki, bir insanı sıfır basamaktan alır, 27'nci basamağa kadar ulaştırır ve 28'inci basamaktaki bütün bilgileri de Allah o kişiye ulaştırır ve onu Mürşid kılar. Öyleyse irşad nasıl olmalıdır sualinin cevabını; bu 28 basamağı ibretle, dikkatle tetkik etmek suretiyle yakalayabilirsiniz ve sadece öğrenirsiniz; ama yaşayamazsınız. Öğretebilmek ve yaşatabilmek için ise o öğreteceğiniz şeyleri yaşayarak öğrenmeniz gerekir. Yetmez, Allah'ın cereyanını önce siz Mürşidinizden alacaksınız ki, Allah'a doğru yola çıkanlara cereyan verebilesiniz. Çünkü siz sadece başkalarının bu alanda da size öğrettiklerini öğrenmekle Mürşid olamazsınız. Yaşamadığınız sürece yaşatamazsınız. Ve böyle olduğunuz sürece de hiçbir zaman İrşad Makamının sahibi olamazsınız! Bir insanın Mürşid olabilmesi için evvela kendisinin Mürşidini bulması ve Ona ulaşması lâzımdır. Kendisinin Hidayete ermesi lâzımdır ki, başkalarını hidayete erdirebilsin. Allah'u Tealâ Kur'ân-ı Kerîmde buyuruyor; "Kul hel min şürekâiküm men yehdî ilal hakkı Kulillahü yehdi lil hakkı. Efemen yehdî ilalhakkı e hakku en yüttebea emmen lâ yehiddî illâ en yühdâ..." Yunus-35 - De ki: ortaklarınızdan hakka hidayet eden (ulaştıran) var mı? - De ki: Allah hakka hidayet eder. O halde hakka ulaştıran mı tâbi olunmaya daha lâyıktır, yoksa kendisi hakka hidayet olunmadıkça hidayete eremeyen mi? "...Kâlû lev hedanallahü le hedeynaküm... " İbrahim-21 (Önderleri) Derler ki; Allah bizi hidayete erdirmiş olsaydı, biz de sizi hidayete erdirirdik. "Fe kul hel leke ilâ entezekkâ, ve ehdîke ilâ rabbike fe tahşâ." Naziyat-18,19 (Musa AS Firavuna) De ki: İster misin seni (nefsini) tezkiye edip, hidayete erdireyim de Allah'a ulaştırayım huşu sahibi olasın. Öyleyse İrşad görevi nasıl olmalıdır, irşad nasıl yapılmalıdır? sualinin cevabı Allah'ın reçetesinin tatbikiyle yapılmalıdır, şeklindedir. Ve o reçeteyi, bilmeyenlerin tatbik etmesi elbette mümkün değildir. Ayrıca Allah'u Tealâ tarafından yetkili kılınmadıkça hiçkimse reçeteyi tatbik etmek imkânına da sahip değildir. Bu iş öğrenmekle de olmaz, öğretmekle de olmaz. Hayata geçirmek sözkonusu Allah'ın verdiği reçeteyi. Bu ise ancak Allah'ın vazifelendirdiği gerçek mürşidler eliyle yapılır. Bunlar Allah'tan gelen cereyanı kendi Mürşidlerinden vaktiyle alan ve ona sahip olanlardır. Sayın Lütfü Doğan'ın beşinci önerisi; İslâmiyet hangi yönden, ne şekilde bütün fertlerimize en güzel bir biçimde anlatılmalıdır? İslâmiyetin bugünkü ilim seviyesi içindeki insanlar tarafından anlatılması ve insanları cezbedebilecek; İslâmın dışındaki insanları cezbedebilecek bir hüviyete sokulabilmesi bize mümkün görünmüyor. Çünkü İslâmın temel kaideleri, çünkü İslâmın esasları (14 asır evvelki İslâmın; Sahabenin ve Peygamber efendimiz SAV'in yaşadığı İslâmın, Kur'ân–ı Kerîmdeki İslâmın muhtevası) bugünkü İslâm öğretisi içinde mevcut değil. Hatta, daha kötüsü (şu anda Diyanet İşleri Teşkilâtının da yaptığı budur) insanları Allah'u Teâla'nın o İslâmından uzaklaştırmaya çalışıyorlar. İslâm, her şeyden evvel bir saadet sembolüdür. İslâm, herşeyden evvel bütün insanları hem cennet saadetine, hem de dünya saadetine muhakkak ulaştıracak olan bir tek dini ifade eder. İslâmdan başka bir din hiç olmamıştır ve bu dinin temelindeki özellik; bütün insanları saadete ulaştırmak yetkisidir. Ve bu yetki kesindir. Kim Allah'ın Kur'ân-ı Kerîm'deki reçetesini tatbik ederse, o reçeteyle cennet saadetine ve dünya saadetine mutlaka ulaşır ve Diyanet İşlerinin 80 bin kadrosunun bu reçeteden haberi bile yoktur. Onlara göre bu reçete İslâmın 5 şartıdır. Öyleyse, ibretle dikkatle üzerinde durmamız lâzım gelen konu şu: 14 asırda İslâmdan neler kopmuş? Bu kitabımızda biz bunu kalın çizgilerle bütün olarak açıkladık. Detaylarda ise, yalnız çarpıcı olanları seçtik, bir kısmını aktarabildik sizlere. Çünkü böyle bir kitabın muhtevası içinde bunların hepsinin verilmesinin mümkün olmadığını siz de takdir edersiniz. Ama, bugünkü İslâmda insanları saadete çağıran asıl unsurlar yok edilmiş durumdadır ve bunlardan haberi olmayanlar bu unsurları bilenleri sadece kınamakla meşguller. Bu hizmetlerin yerine getirilmesinde karşılaşılan güçlükler nelerdir, aksaklıklar nelerdir? Bu suali Sayın Lütfü Doğan soruyor ve biz cevap veriyoruz ki; Bu hizmetlerin görülmesindeki en büyük güçlük Diyanet İşleri Başkanlığıdır. Diyanet işleri Başkanlığının irşadı bilmeyen yetkililerinin İrşad müessesesine saldırmalarıdır; onu yok etmeye gayret etmeleridir. Bu aksaklıkların sebeb-i mevcudiyeti nedir ki, toplumun önünde bir takım sıkıntılar baş gösteriyor? Son derece manâlı bir sual ve zannediyorum konunun odak noktasına geldik. Bu aksaklıkların sebebi mevcudiyeti nedir? Sonuca bakın: Sıkıntıların başgöstermesi. Eğer İslâmı anlatan insanlar, anlatan yetkililer insanlara Kur'ân–ı Kerîmdeki mutluluk mesajını veremiyorlarsa, onları Allah'ın hedef gösterdiği sevgiye, Allah'ın gösterdiği temel hedef olan mutluluğa (ki, Allah bütün insanlardan onların mutlu olmasından başka hiçbir şey istemez) ulaştıramıyorlarsa o zaman o irşad görevi yapılmamıştır. İnsanları mutluluğa ulaştırmakla görevli olan 80 bin kadro, görev yapamıyor demektir. Öyleyse, herşeyden evvel bu kadronun yetiştirilmesi lâzım. Sayın Yazıcıoğlu'nun şu sözlerini hiç unutamıyorum: - Eğer bizim kadromuz insanlara mutluluğu aşılayabilseydi, cemaatler oluşmazdı. Ve isterdik ki bizim kadrolarımız bu görevi yapsın. Zaten bizim ziyaret sebebimiz buydu Sayın Yazıcıoğlu'nu. Öyleyse, Diyanet kadrosu bugün insanlara Allah'ın mutluluğunu verebilecek olan bir yapıda değil. Ne olması lâzım? Diyanet İşleri Teşkilâtının bütün yetkililerinin süratle insanlara İslâmın saadet mesajını verebilecek olan bir noktaya ulaştırılmaları gerekir. Onların yüksek tahsilleri, doçent olmaları, profesör olmaları, onlara bunu sağlamaz. Bunu sağlayacak olan insanlar da her devirde Allah'u Tealâ tarafından yetiştirilmişlerdir ve bu yetiştirilen insanlar bugün gene vardır. Onların yardımıyla Diyanet İşleri Teşkilâtının saadet mesajı verebilecek seviyeye getirilmesi rahatlıkla mümkündür. Aslında Allah'ın insanlardan istediği şey sadece insanların, mutluluğudur. Ve bu mesajın verilmesi yetmez. İnsanların o hedefe, yani mutluluğa ulaştırılması gerekir. Ve bir insan Mürşid olmadıkça hiç kimseyi mutluluğa (ne cennet saadetine, ne de dünya saadetine) ulaştıramaz. Elbette hiç kimse zorla İrşad olmaz, zorla Mürşid de olmaz. Olmayanlar, o hedefe gitmeyecek olanlar bu konunun sadece bilgilerini öğrenirler. Ama, öğrenebilecekleri başka bir kurum yok. Şu anda dünya üzerinde hiçbir dini kurumda ve hiçbir üniversitede insanlara İslâmın saadetini gösterebilecek olan unsurların hiçbirisi verilmiyor. Yetmez; bilinmiyor da... Bunu verebilecek seviyede olanlar yalnız Allah'ın Mürşidleri dir ki, onlar bu görevden bilerek isteyerek men edilmeye çalışılıyor. Ve gerçek odur ki, bütün müftülerin, bütün Diyanet İşleri camiasının kendilerinin saadete ulaşması da, başkalarının saadete ulaştırılmaları da bir takım insanlar tarafından, yetkililer tarafından engellenmiştir. Öyleyse meselenin sonuna geldik; Meselenin sonunda şunu görüyoruz ki, İslâm şûrası konusunda, din şurâsı konusunda bizim söyleyecek son bir sözümüz var: Din şurâsının en büyük eksikliği nedir biliyor musunuz sevgili okuyucular? Din şurâsının en büyük eksikliği, Allah'ın mürşidlerinin o Şurâ'ya davet edilmemiş olmasıdır. Ve Din şurâsı sonuçlarını vermiş durumda... Notlar alınmış; yapılması lâzım gelen işler kararlaştırılmış. Ama bu işlerin , bütünü içersinde insanları cennet ve dünya saadetine ulaştıracak olan temel faktörlerin neler olduğu, nasıl insanlara aşılanacağı, insanların nasıl saadete ulaştırılacağı konusu bir sıfır olarak kalmıştır. Bu konuda en ufak bir girişim mevcut olmadığı gibi, insanları o hedeflere götürebilecek olan asıllar, özellikle başka insanlardan saklanmaya çalışılıyor. Ve Allah'ın mürşidleri, bütün insanlara bir fitne odağı gibi gösterilmek isteniyor. Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan ve Din şurâsından beklenen bu değildi. Diyanet İşleri Başkanlığının hedefi eğer insanlara mutluluk getirmekse, ahlâklı bir toplum yetiştirmekse, bu istikametteki temel hedefini Diyanet İşleri Başkanlığı kendi eliyle yok etmiştir, Din Şurâsında. Gelecek günlerde yeniden bir Din şurâsının Mürşidlerle birlikte toplanması İslâmın mutluluğa götürücü hüviyetini yeşertmesi, ihya etmesi açısından büyük önem taşımaktadır. 14 asır evvel Sahabenin yaşadığı İslâmı yaşamakta olan Mürşidlerin, Diyanet İşleri Teşkilâtı ve Üniversitelerin İlâhiyat Fakülteleri ile koordineli olarak, elele gönül gönüle bir çalışmaya girmesinde sayısız faydalar görüyoruz. Aksi halde din öğreticileri iskeleye bağlı bir kayığın küreklerini çekmeye devam edeceklerdir.
VIII VEL ASR SURESİ VE 28 BASAMAK "Vel'asri innel'insâne lefiy husrin illelleziyne âmenû ve amilûssâlihâti ve tevâsav bilhakkı ve tevâsav bissabr." Asra yemin ederim. Muhakkakki insanlar hüsrandadır. Ama amenu olanlar, amilüssalihata (islah edici amellere başlayanlar), hakkı tavsiye edenler, sabrı tavsiye edenler hariç. Görülüyorki Vel asr suresinde 4 kademe var. Bunların herbiri aşağıda göreceğiniz gibi 7 basamaktan oluşuyor. 1- Amenu olanlar (7 basamak) 2- Amilüssalihata (islah edici amellere, nefs tezkiyesine) başlayanlar (7 basamak) 3- Hakkı tavsiye edenler (7 basamak) 4- Sabrı tavsiye edenler (7 basamak)
1-AMENU OLMAK (İLK 7 BASAMAK) Birinci kademede amenu olmaya ulaşılıyor. Amenu olmanın 7 basamağı şunlardır:
1- Olaylar İnsanların etrafında olaylar cereyan eder. Allah'ın bu olaylardan muradı, insanları hidayete erdirmektir. Ne yazıkki insanlar olayları genellikle yanlış değerlendirirler. "Kütibe aleykümülkıtâlü ve hüve kürhün leküm, ve asâ en tekrehû şey'en ve hüve hayrün leküm, ve asâ en tühıbbû şey'en ve hüve şerrün leküm, vallahü ya'lemü ve entüm lâ ta'lemûn." Bakara-216 Savaşüzerinize, onu kerih görseniz de, (hoşunuza gitmese de) farz kılındı. Kerih olduğunu düşündüğünüz (kabul ettiğiniz) öyle şeyler vardır ki sizin için hayırdır. Hoşunuza giden öyle şeyler de (olaylar da) vardır ki sizin için şerdir. Ve Allah bilir,siz bilmezsiniz. Allah bütün insanları Allah'a ulaştıran sebillere vasıl etmek ister. Talebi sadece budur. "İnnâ hedaynâhüs sebîle, İmmâ şakîren ve immâ kefuran" Dehr-3 Biz insanları yollara ulaştırırız. dileyen şükredenlerden olur, dileyen küfredenlerden olur. Allah'ın insanları sebillere ulaştırmaktan hedefi, Allah'a vasıl etmek ve onlara cennet saadetini yaşatmaktır.
2- Olaylar karşısındaki intibalar Olaylar yaşanırken, mukayese edilir, muhakeme edilir ve değer hükümleri devreye sokularak bir sonuca ulaşılır. "İnnâ hedaynâhüs sebîle, İmmâ şakîren ve immâ kefuran" Dehr-3 Biz insanları yollara ulaştırırız. dileyen şükredenlerden olur, dileyen küfredenlerden olur.
3- Nefsin kalbinde irşad yoluna doğru bir meyil oluşması Muhakeme hükme esas olan düşünce sistemidir. Kişi vardığı hükümle Allah'a ulaşmak istikametinde bir meyil duyarsa şükredenlerden olacaktır. Eğer şeytanın "gayy" yoluna meyil duyarsa küfredenlerden olur. Eğer kişi Allah'ın irşad yoluna meyil duyarsa Allah'ın olaylarla insanları ulaştırmak istediği ilk hedefe ulaşmış olur. “Lâ ikrâhe fiyddiyni... kad tebeyyenerrüşdü minelgayyi femen yekfur bittaguti ve yumin billah, fekad istemseke bilurvetil vuska." Bakara-256 Dinde zorlama yoktur, irşad yollarıyla, (Allah'a ulaştıran yollarla); gay yolları, (şeytana ulaştıran yollar) birbirinden kesin şekilde ayrılmıştır. Kim Tâgutu reddeder ve Allah'a iman ederse (irşad yolunu seçerse) andolsun ki (Allah'tan) kopması mümkün olmayan sağlam bir kulba yapışır. Burada Allah'tan kopması mümkün olmayan kulp mürşidin elidir. Çünkü mürşid ihlasa ulaştığı zaman, yani mürşid olduğu kademeden bir kademe evvel artık Allah'tan kopması mümkün olmayan muhlislerden birisi olur. Allah'ın ihlas sahibi kullarından birisi olur. Ve kulun irşad yolunu seçmesi halinde elbette ulaşacağı yer mürşiddir.
4- Allah'ın rahim esmasının kişi üzerinde tecellisi Allah'u Tealâ'nın 2 tane temel esması var. Birisi rahman esması, birisi rahim esması. Rahman esması bütün insanlar için geçerli olduğu halde, rahim esması Allah'a verdiği yeminleri yerine getirecek olan insanlar için geçerlidir. Onların üzerinde rahim esmasıyla Allah'u Tealâ tecelli eder. Allah bütün insanların ruhunun Allah'a ulaşmasını diliyor. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, bu kişi Allah'ın rızasına tabi olmuştur. "Ve mâ überriü nefsiy, innennefse le'emmâretün bissûi illâ mâ rahime rabbiy.." Yusuf-53 Yarabbi, ben nefsimi ibra edemem,beraat ettiremem çünkü nefsim bana şerri , (kötü olanı, sui olanı) emreder ama rabbimin rahim (esmasıyla tecelli ettiği nefsler) müstesnadır.
5- Allah'ın sebillerine ulaştırmak konusunda kişiden razı olması "Yehdiy bihillâhü menittebea rıdvânehu sübülesselâmi ve yühricühüm minezzülümâti ilannûri biîznihi ve yehdiyhim ilâ sıratın müstakiym." Maide-16 Kim Allah'ın rızasına tabi olursa, Allah onları (Allah'a) teslim yollarına, (teslim sebillerine) ulaştıracaktır. Ve onları zulmetten izni ile nura çıkaracaktır ve onları sırat-ı mustakıyme ulaştıracaktır. Görülüyorki Allah'ın rızasına tabi olan kişi muhakkak teslim yollarına ulaştırılır. Yani mürşide ulaştırılır.
6- Allah'ın işittirmesi Allah'u Tealâ insanlara onların kulaklarına koyduğu vakrayı almak suretiyle işittirir. Allah'u Tealâ insanların kulağına eğer Allah'u Tealâ'ya ulaşmayı dilemiyorlarsa, vakra isimli engel koyuyor. Bu vakra isimli engel o kişinin irşad makamının söylediklerini işitmesine engel oluyor. Bilindiği gibi duymak kulağın görevidir, kulak duyar ama kişinin işitebilmesi kulağına ulaşan şeylerin manâsına varmasıyla mümkündür. Allah insanların kulaklarına koyduğu vakra ile bunu engelliyor. (İsra-45,46) "Ve lev alimallahü fiyhim hayren le'esme'ahüm, ve lev esme'ahüm letevellev ve hüm mu'ridûn" Enfal-23 Eğer Allah onların içinde bir hayır görseydi (hayır olduğunu bilseydi) onlara işittirirdi. (Ama içlerinde hayır olmayanlar, Allah'a ulaşmayı dilemeyenlere) Allah onlara işittirseydi bile yüz çevirirlerdi ve dönerlerdi. Demekki Allah eğer kişinin kalbinde bir hayır görürse onun kulağındaki vakrayı açıyor ve kişiye işittiriyor. Allah'ın davetine icabet edecek olanların işitenler olduğunu söylüyor. Demekki Allah'u Tealâ işittiriyor, işitenlerde davete icabet ediyorlar. "İnnemâ yesteciybülleziyne yesme'ûn, velmevtâ yeb'asühümullâhü sümme ileyhi yürce'ûn." En'am-36 Sadece onlar davete icabet ederler ki, onlar (işitir bulunurlar); işitenlerdir. Ölüleri ise Allah diriltir, sonra O'na döndürülürler.
7- Allah'ın aklettirmesi (idrak ettirmesi) Allah'u Tealâ'nın insanların kalblerine koyduğu bir engel var. Bu engel ekinnet adını alıyor. Ekinnet, o kişinin kalbindeki idrake mani oluyor. Ve Allah'a ulaşmayı dilemiyenler için Allah'ın koyduğu bir engel. Kim Allah'u Tealâ'ya ulaşmayı dilerse Allah onun kalbindeki ekinneti kaldırıyor ve yerine ihbat isimli bir anlama müessesesi getiriyor. O zaman kişi irşad makamının sözlerini hem işitmiye başlıyor (kulağındaki vakrayı aldığı için Allah'u Tealâ), hem de (kalbindeki ekinneti alıp yerine ihbat koyduğu için) idrak etmiye başlıyor. "Ve liya'lemelleziyne utûl'ilme enne hülhakku min rabbike fe yu'minû bihi fetuhbite lehu kûlûbühüm. Ve innallahe lehadilleziyne âmenû ilâ Sıratın Mustakıym." Hac-54 Kendilerine ilim verilenler bunun Rablerinden bir hak olduğunu bilsinler de buna iman etsinler diye onların kalplerine ihbat (hûşuyu temin edecek bir idrak) konulur. Ve muhakkakki Allah amenu olanları Sırat-ı Mustakiym'e ulaştırır. Kişi işitemezse ve idrak edemezse ne olur? O zaman o kişinin gideceği yer cehennemdir. Aşağıdaki Ayeti Kerimeler bu hususu açıklığa kavuşturuyor. "Tekâdü temeyyezü minelgayz,küllemâ ülkıye fiyhâ fevcün se'elehüm hazenetühâ elem ye'tiküm neziyr kaâlû belâ kad câenâ neziyrün fekezzebnâ ve kulnâ ma nezzelallahü min şey' in entüm illâ fiy dalâlin kebiyr ve kaâlû lev künnâ nesma'u ev na'kılü mâ künnâ fiy ashâbissa'ıyr." Mülk-8,9,10 Kıyamet günü cehenneme gidecek olanlar cehennemin kapılarında toplanırlar ve zümre zümre ayrılarak oradan cehenneme girerler. Cehennem bekçileri onlara derler ki; -size (ikaz ediciler, nezirler, resûller, mürşidler) gelmediler mi? Onlar derler ki; -evet, Andolsunki bize ikaz ediciler (nezirler) geldi. Ve biz onların söylediklerini yalanladık. Ve Allah birşey indirmemiştir, dedik. Sizi büyük bir dalâlet içinde görüyoruz, dedik. Eğer, biz onların söylediklerini işitmiş ve idrak etmiş olsaydık, burada azgın ateşte mi olurduk? Bu birinci yedi basamağı bitiren kişiler amenu olanlardır. Allah'u Tealâ'nın Hac-54 ün sonunda söylediği gibi amenu olanlar Sırat-ı Müstakiyme ulaştırılacak olanlar, amenu olanlar Allah'a ulaştırılacak olanlar. Çünkü Hud Suresinin 29. Ayeti Kerimesinde Allah'u Tealâ Hz. Nuh'a amenu olanların Allah'a mutlaka ölmeden evvel ulaşacaklarını söyletiyor. Böylece kişi amenu olduğu zaman ilk 7 basamağı aşmış oluyor. Şimdi beraberce Vel asr suresine bakalım Allah'u Tealâ buyuruyor :"Vel'asr innel'insâne lefiy husrin illelleziyne âmenû." Asra, yemin ederim insanlar hüsrandadırlar. Ama amenû olanlar hariç (ilk 7 basamağı aşanlar hariç). İlk 7 basamak burada tamamlanıyor
2- ISLÂH EDİCİ AMELLERE (AMİLÜSSALİHATA) ULAŞMAK (2 NCİ 7 BASAMAK)
İkinci kademede amilüssalihata (Nefsi ıslah edici ameller) ulaşılıyor. Basamaklar aşağıdadır. 1-Allah'ın Nefsin kalbine hidayet koyması Allah'u Tealâ’dan insanların kalbine rahmet ve fazl isimli iki tane nur inzal edilir. Dördüncü basamakta bu konu izah ediliyor. Ama bu yukarından aşağıya Allah'u Tealâ'nın inzal ettiği, indirdiği nurların bir kalbin içine (nefsin kalbinin içine) girebilmesi için, şeytana dönük olan nefsin kalbinin Allah'a dönmesi gerekir. İşte bu kalbi Allah'a yukarı döndürmek için Allah'ın ilk yaptığı şey o kişinin nefsinin kalbine hidayet koymasıdır. "Mâ esâbe min nusiybetin illâ bi'iznillâh ve men yü'min billâhi yehdi kalbeh.." Tegabün-11 Allah izin vermedikçe hiçbir musibet başa gelmez! kim Allah'a iman ederse onun kalbine hidayet konulur.
2- Nefsin kalbinin Allah'a dönmesi Ne zaman Allah'u Tealâ bir nefsin kalbine hidayet koyarsa bundan Allah'u Tealâ'nın muradı o nefsin kalbini Allah'a döndürmektir. "Men haşiyerrahmâne bilgaybi ve câe bikalbin müniyb" Kaf-33 O kişi ki, gaybde Rahman'a huşû duyar ve (Allah'a) dönmüş bir kalple (Allah'ın huzuruna) gelir. Görülüyorki insanların bir kısmı, (cennnete gidecek olanlar) Allah'a dönmüş bir kalble Allah'ın huzuruna çıkıyorlar. İşte bir kalbi Kaf Suresinin 33. Ayeti Kerimesindeki bir hale getirmek, yani o kalbi Allah'a döndürmek, Allah'ın o kişinin nefsinin kalbine koyduğu hidayetle gerçekleşiyor. Bundan muradı var Allah'u Tealâ'nın. İnsanın kalbi Allah'a döndüğü zaman, zikrettiğinde Allah'tan inen rahmet ve fazlın o kalbin içine girmesi sözkonusu olur.
3- Göğüsten nefsin kalbine Allah'ın rahmet yolunu açması Eğer bir insanın göğsünden kalbine Allah rahmet yolunu açmamışsa o kişinin göğsüne zikir yaptığı zaman Allah'ın rahmeti ulaşır. Ama bu rahmet göğüsten tekrar Allah'ın katına döner ve kalbe girmez. Kalbe girmediği sürece kişinin iç aleminde gerekli olan aydınlatmayı yapmaz. Kişinin kalbinde Allah'ın nurları yerleşemez, çünkü kalbe ulaşamaz. Bunu sağlamak üzere Allah'u Teâla insanların göğsünden kalbine bir yol açıyor. İşte bir kişinin göğsünü teslime açması Allah'u Tealâ'nın o kişinin göğsünden kalbine bir yol açması anlamına geliyor. "Efemen şerehallahü sadrehu lil'islâmi fe hüve alâ nurin min rabbihi" Zümer - 22 Allah'ın göğsünü teslime açtığı kişi Rabbinden (kalbine) gelen bir nur üzere değil midir? Görülüyorki sadece Allah'ın göğsünü teslime açtığı kişinin kalbine bir nur ulaşabiliyor. Eğer Allah'u Teâla kişinin göğsünü teslime açmazsa, o kişinin kalbine bir nur ulaşması mümkün değildir. Öyleyse Allah'u Teâla'nın bir kişinin göğsünü teslime açması o kişinin kalbine nuru ulaştırmak içindir. "Femen yüridillâhü en yehdiyehü yeşrah sadrehü lil'islâm..." En'am-125 Allah kimi kendi Zatına ulaştırmayı dilerse o kişinin göğsünü teslime açar, (şerheder)
4- Zikirle kişinin kalbine rahmet ulaşması Allah'u Tealâ'nın zikri ile Allah'ın katından gelen rahmet ve fazl kişinin göğsüne ulaşır. Ve bu rahmetle fazl Allah'u Tealâ'nın çift olarak indirdiği iki tane nurun adıdır. Bu nurlar Allah'ın katından aşağı doğru indirilir, inzal edilir. "Allahü nezzele ahsenelhadiys,kitâben müteşâ bihen mesâniy, takşa'ırru minhü cülûdülleziyne yahşevne rabbehüm, sümme teliynü cülûdühüm ve kulûbü hüm ilâ zikrillâh, zâlike hüdallahi yehdiy bihi men yeşâ,ve men yudlililâhü femâ lehü min hâd." Zümer-23 Allah, katından ihdas ettiği şeylerin (nurların) ahsen olanlarını ikişer ikişer kitaba müteşabih olarak, (kitaba benzer olarak, kitapta anlatılana eşdeğer şekilde) ikişer ikişer indirir. Onların ciltleri bundan (nurlardan) ürperir ve Rablerine huşû duyarlar. Sonra ciltleri ve kalpleri Allah'ın zikri ile yumuşar. (titrer, aydınlanır) İşte bu Allah'ın hidayetidir ki, dilediğini bununla (Allah'ın nurları ile) hidayete erdirir. (Allah'a ulaştırır) Kimi de dalâlette bırakırsa onun için bir hidayetçi yoktur. Görülüyorki Allah'ın katından inen iki tane nur insanların ciltlerini ürpertiyor, huşu sahibi yapıyor. Sonra da onların kalblerini Allah'ın zikri yumuşatıyor, titretiyor, aydınlatıyor. Ve bunun sonucunun da hidayet olduğunu söylüyor Allah'u Tealâ.
5- Kişinin huşuya ulaşması Kişi zikir yapıyor, zikrini de arttırıyor ve kişinin kalbine Allah'ın rahmeti ve fazlı geliyor. Ama kişinin kalbi mühürlü. Bütün insanların kal.bleri mürşidlerine ulaşana kadar mühürlüdür. (Casiye Suresi 23 Ayeti Kerimesi gereğince). İşte bu mühürlü olan kalbe ulaşan Allah'ın rahmeti ve fazlından, yalnız rahmet mührün kenarından sızarak içeriye girebilir. Eğer bu sızan rahmet o kişinin kalbinde yüzde 2 çevresinde bir nur oluşturursa, işte bu nokta o kişinin huşuya ulaştığı noktadır. "Elem ye'ni lillezîne âmenû en tahşeâ kulûbühüm lizikrilâhi... Ve ma nezele minel hakkı." Hadid-16 O amenu olan kişinin kalbinde Allah'ın zikriyle ve Haktan inen şeyle, (bu zikrin oluşturduğu,zikir sebebiyle vücuda gelen,zikir sebebiyle Haktan inen şeyle) huşû oluşması zamanı daha gelmedi mi? Görülüyorki zikir ve zikrin sebebiyle oluşan Hakk'tan inen nur, o kişinin kalbinde huşu oluşturuyor.
6- Huşuya ulaştıktan sonra Hacet namazı kılacak kişiye Allah'ın mürşidini göstermesi Allah'u Tealâ istianenin neticesinde Mürşidin görülmesinin zor birşey olduğunu, ama huşu sahipleri için zor olmadığını söylüyor. İstiane, yalnız Allah'tan istenen yardımın adı. İstiane adlı yardım ile kişi mürşidini Allah'u Tealâ'dan istiyor. Kişi huşuya ulaştığı zaman, hacet namazını kılıyor, Allah'tan istianeyi yani mürşidini istiyor, Allah'da ona mutlaka mürşidini gösteriyor. "Veste'ıynu bissabri vessalât ve inneha lekebiyretün illâ alel haşi'ıyne." Bakara-45 Sabırla ve namazla (hacet namazı) istianeyi (Mürşidinizi Allah'tan) isteyin ve bu zor bir iştir. Ama huşu sahipleri için zor değildir. (Yani huşu sahiplerine hemen gösterilir.)
7- Kişinin mürşidine ulaşarak tövbe etmesi ve nefs tezkiyesine (ıslahı nefse) başlaması Mürşidine ulaştığı zaman, kişinin kalbinde 4 tane işlem tamamlanmıştır. 1- Allah o kişinin kalbine hidayet koymuştur. 2- Allah o kişinin kalbini Allah'a çevirmiştir. 3- Allah o kişinin göğsünden kalbine yol açmıştır. 4- Allah o kişin göğsünün içine imanı yazmıştır. "Ve ketebe fiy kulubihim imane" Mücadele-22 Ve onun kalbinin içine imanı yazarız. Bir kişi mürşidine ulaştığı takdirde, o gün Allah'u Tealâ (Mücadele Suresinin 22. Ayeti Kerimesi gereğince) hem kişinin başının üzerine mürşidinin ruhunu ulaştırıyor. Hem de o kişinin kalbine imanı yazıyor. Bu 4 şart tamamlandığı zaman, o kişi zikir yaptığında Allah'tan gelen rahmet, kişinin göğsüne gelir, göğsünden kalbine ulaşır. Kalbdeki mühürü Allah açarak kalbinin içine imanı yazdığı için, mühür artık açılmıştır. Ve zikir yaptıkça kalbin içine rahmet fazl ve salavat isminde üç tane nur girmiye başlar. Rahmet fazl ve salavat ismindeki üç tane nur kişinin kalbine girerse, o kişi nefs tezkiyesine başlamıştır. Çünkü Nur Suresinin 21. Ayeti Kerimesinde Allah'u Tealâ buyuruyor. "Ve levlã fadlullahi aleyhim ve rahmetühu ma zeka minküm min ehadin ebeda." Nur-21 Ve Allah'ın fazlı ve rahmeti üzerinize olmazsa, yani nefsinizin kalbine ulaşmazsa içinizden hiçbiriniz ebediyen tezkiye olamazsınız, nefsinizi tezkiye edemezsiniz. Öyleyse şimdi ne görüyoruz o kişinin nefsinin kalbinden içeriye hem rahmet giriyor, hem fazl giriyor, hem salavat. Yani rahmet ve fazl beraberce o kişinin kalbine giriyorlar ve böylece bu kişi nefs tezkiyesine başlıyor. Böylece kişinin ıslahı nefse, amülüs salihata başladığını görüyoruz. Vel asr Suresine bakalım beraberce, ne diyordu Allah'u Tealâ? Vel'asr innel'insâne lefiy husrin illelleziyne âmenû ve amilûssâlihâti. Asra yemin ederim muhakkakki insanlar hüsrandadırlar.Ama amenû olanlar hariç ve (ıslah edici amellere başlayanlar), ıslah edici ameller işleyenler hariç.
3- HAKKI TAVSİYE ETMEK (3 ÜNCÜ 7 BASAMAK)
Üçüncü kademede nefsin 7 basamakta temizlenmesi ve tezkiyeye ulaşması ve buna paralel olarak da ruhun hakka ulaşması söz konusu. Basamakları aşağıda olan bu kademenin son basamağında kişi Hak'kı tavsiye edecek noktaya ulaşacaktır. 1- Nefsi emmare'nin (şerri emreden nefs kademesi) aklanması ve ruhunun 1inci gökkatına ulaşması Bir insanın nefsinde 7 kademe var. Bu 7 kademenin birincisi emmare (şerri emreden nefs kademesi). Kişi ne zaman emmare kademesini tamamlayabilirse nefsinin kalbinde yüzde 7 nisbetinde kalıcı nur oluşur, ve kişinin ruhu zemin kattan birinci kata kadar yükselmiye başlar. "Ve mâ überriü nefsiy, innennefse le'emmâretün bissûi illâ mâ rahime rabbiy." Yusuf-53 Yarabbi ben nefsimi ibra edemem (beraat ettiremem),çünkü nefsim bana şerri emreder, ama Rabbimin rahim (esmasıyla tecelli ettiği) nefsler hariç...
2- Nefsi levvame'nin (kınanan, suçlanan nefs kademesi) aklanması ve ruhun 2 inci gök katına ulaşması Nefsi levvame kınanan bir nefs kademesi demektir. Ne zaman bir insanın nefsinin kalbinde zikrin artmasıyla Allah'tan gelen nurlar ikinci yüzde 7 lik bir kalıcı nur oluşturur. İşte o zaman kişi nefsi levvameye ulaşmıştır. Nefsini kınayan bir kişidir bu artık. Ve ruhu da ikinci gök katına ulaşmıştır. "Fe lâ uksimu binnefsi levvâmeti.." Kıyame-2 O levvame nefse kasem ederim, yemin ederim.
3-Nefsi mülhime'nin (Allah'tan ilham almaya başlayan nefs kademesi) aklanması ve ruhun 3 üncü gök katına ulaşması Nefsi mülhime Allah'tan ilham alan bir nefs kademesini ifade eder ve kişi artan zikriyle nefsinin kalbinde yüzde 7 daha nur, kalıcı nur oluşturduğu zaman, nefsi mülhimeye ulaşmış olur. Allah'tan ilham almaya başlamıştır. Ruhu da 3. gök katına ulaşır. "fe'elhemehâ fücûrehâ ve takvâhâ.." Şems-8 O nefse takvası ve fücuru ilham edilir,
4- Nefsi mutmainne'nin (tatmin olan, doyuma ulaşan nefs kademesi) aklanması ve ruhun 4 üncü gök katına ulaşması
Ne zaman bir insan, nefsinin kalbinde 4 tane yüzde 7 kalıcı nur oluşturursa o kişinin mutmain (tatmin olan, doyuma ulaşan) bir nefse sahip olması sözkonusudur. Ruh da 4. gök katına kadar yükselmeye başlar. Kişi ne zaman nefsindeki hırs adı verilen afeti yenerse mutmain olur ve Allah'ın verdiğinin kendisi için yeterli olduğunun farkına varır. "Yâ eyyetühennefsül mutmainnetü " Fecr-27 Ey mutmain olan nefs!
5- Nefsi radiye'nin (Allah'tan razı olan nefs kademesi) aklanması ve ruhun 5 inci gök katına ulaşması Bir kişinin nefsinin kalbindeki kalıcı nurlar yüzde 35 şi bulduğu zaman, (beşinci yüzde 7 ile) o kişi radiye kademesinin sahibidir. Ve Allah'tan razı olur. Allah'tan kişinin razı olmasının sebebi bir evvelki kademede Allah'ın verdiklerinin yeterli olduğunun farkına varmasıdır. "İrci'ıy ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh." Fecr-28 Rabbine dön (rücu et,geri dönerek ulaş), sen O'ndan razı, O da senden razı olarak.
6- Nefsi mardiye'nin (Allah'ın kulundan razı olduğu nefs kademesi) aklanması ve ruhun 6 ncı gök katına ulaşması Gene Fecr Suresinin 28. Ayeti Kerimesi gereğince kul ne zaman nefsinin kalbinde yüzde 7 daha nur oluşturursa o zaman Allah'ta ondan razı olur ve ruhu da 6. gök katına kadar yükselmiye başlar. "İrci'ıy ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh." Fecr-28 Rabbine dön (rücu et,geri dönerek ulaş), sen O'ndan razı, O da senden razı olarak.
7- Nefsi tezkiye'nin (yarıdan fazlası nurlarla dolan nefs kademesi) aklanması ve ruhun 7 nci gök katına ulaşması ve Allah'a (Hak'ka) kavuşması Nefsi tezkiyede 7 tane yüzde 7 lik nur, yüzde 49 a ulaşır. 2 de huşudan oluşan nur vardı, böylece o kişinin kalbindeki nurlar yüzde 51 e ulaşır. Yani başlangıçta yüzde yüz karanlıklardan ibaret olan nefsin kalbinin, yüzde 51 i nurlarla dolar. Bu nurların karanlıklara hakim olması demektir. Ve kişinin nefsini tezkiye etmesi demektir. Ruhu da Allah'a (Hakk'a) ulaşır. İşte ancak Hakk'a ulaşan bir kişi Hakk'ı tavsiye edebilecek bir seviyeye gelir. Ve Vel asr Suresinin 3.yedi basamağı burada tamamlanmış olur. Gene beraberce Vel asr Suresine bakalım: Vel'asr innel'insâne lefiy husrin İllelleziyne âmenû ve amilûssâlihâti ve tevasav bil hak. Asra yemin ederim muhakkakki insanlar hüsrandadırlar.Ama amenû olanlar hariç ve ıslah edici ameller işleyenler hariç ve Hakk'ı tavsiye edenler hariç. "... Ve men tezekkâ feinnemâ yetezekkâ linefsih, ve ilallâhilmasıyr" Fatır-18 Kim nefsini tezkiye ederse, kendi nefsi için tezkiye olur ve ruhu Allah'a doğru seyreder, (Allah'a ulaşır).
4- SABRI TAVSİYE ETMEK (4 ÜNCÜ 7 BASAMAK)
Dördüncü kademede kişi sabra ulaşacak ve sabrı tavsiye edecek duruma gelecektir. Basamaklar: 1- Ruhun Allah'a teslim olup, Allah'ın Zatında ifna olması (Fena Makamı) (1'inci TESLİM) Kimin ruhu Allah'a ulaşırsa o ruh Allah'ın zatında ifna olur. Ve Allah'ın zatı o kişiye meab olur. O kişinin ruhuna sığınak olur. Ve ruh Allah'a ulaşmıştır. Allah'a teslim olmuştur. Allah'da o kişinin ruhuna sığınak olmuştur. "Zâlikelyevmül hakk, femen şâettehaze ilâ rabbihi meâbâ.." Nebe-39 İşte o gün hak günüdür ve (hakka ulaşmak) isteyen kişi, hakka ulaştıracak olan yolu; Sırat-ı müstakiym'i kendisine yol ittihaz eder. Rabbi (ona) sığınak olur. "Velleziyne yasılûne mâ emerallahü bihi en yûsale " Rad- 21 Ve onlar Allah'ın O'na (Allah'a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını) Allah'a ulaştırırlar. Görülüyorki Allah'u Tealâ kendisine ruhun ulaştırılmasını emretmiş ve insan da ruhunu Allah'a ulaştırmıştır ve vuslata ermiştir. Böylece onun ruhu Allah'ın zatında ifna olmuştur. Fani olmuştur.
2- Ruhun Allah'ın ihsan ettiği İndi İlahi' deki altın taht'a (sürur veya eraik) ulaşması (Bekâ makamı) "Lehüm darüsselamü inde Rabbehüm ve hüve Veliyuhüm bima kânu ya'melûn" En'am - 127 Onlar için Rablerinin indinde darüsselâm (altın taht, teslim yurdu) vardır. Ve Allah onlara dost olmuştur amellerinden dolayı. Allah'u Tealâ kime bir (teslim yurdu adını verdiği) altın taht, (Kur'ân-ı Kerim'de adı eraik veya surür olan bir altın taht) ihsan ederse, o kişinin ruhu, o tahta ulaşır. Ve sonsuza kadar orada baki kalır. Bu makamın adı bu sebeple Beka makamıdır.
3- Zikrin günün yarısını aşması (Zühd makamı) Bir kişinin zikri ne zaman günün yarısından öteye geçerse o kişi zikirsizliğe karşı zahid olduğunu Allah'a ispat etmiştir. Yani zikre değer verdiğini Allah'a ispat etmiştir. Bu sebeple zühd makamının sahibi olur. Zühd bir kimsenin bir şeye değer vermemesi ve onun zıddına değer vermesi anlamına gelen bir ifade taşıyor Kur'ân-ı Kerim'imizde. "Ve serevhü bisemenin bahsin derâhime ma'dudeh, ve kânû fiyhi minezzâhidiyn." Yusuf-20 Yusufu değersiz bir fiatla birkaç dirheme sattılar. Onlar Yusufa karşı zahiddiler.
4- Fizik vücudun Allah'a teslimi (Muhsinler makamı) (2'nci TESLİM) "ve men ahsenu diynen mimmen esleme vechehü lillâhi ve hüve muhsinun vettebe‘a millete ibrâhiyme haniyfâ,vettehazallahü ibrahime haliylâ" Nisa-125 Ve o kişi ki, vechini (fizik vücudunu) Allaha teslim etmiş ve muhsinlerden olmuştur. Dinde ondan daha ahsen kim vardır. İbrahimin dinine tabi olmuştur hanif olarak... ve Allah İbrahimi sevgili (dost) kıldı. Görülüyorki kişi fizik vücudunu Allah'a teslim etmiş ve muhsinlerden olmuştur. Ne zaman bir insan Allah'ın bir emanet olarak kendisine verdiği fizik vücudu emanet verenin (Allah'ın) bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiç bir fiili işlemeyen, bir noktaya ulaştırabilirse o zaman, emanetin sahibine de emanete de ihanet etmemiş bir duruma ulaşırki fizik vücudu Allah'a teslim olur.
5- Daimi zikre ulaşmak (Ulûl Elbab olmak) Ne zaman bir insan, otururken de ayaktayken de, yatarken de Allah'u Tealâ'yı zikrederse, daimi zikre ulaşır. İşte son 7 basamamağın 5. si daimi zikre ulaşmak, yani Ulul- elbab olmaktır. "İnne fiy halkissemâvâti vel'ardı vahtilâfilleyli vennehâri leâyâtin liûlil'elbâb" Ali İmran -190 Ulil Elbab için göklerin ve yerin yaratılmasında ve gece ile gündüzün ihtilâfında ayetler vardır. "Elleziyne yezkürûnallahe kıyâmen ve ku'ûden ve alâ cünûbihim, ve yetefekkerûne fiy halkissemâvâti vel'ard..." Ali İmran -191 Onlar ayakta iken, otururken ve yan üstü yatarken hep Allahı zikrederler. Allahın gökleri ve yeri yaratması konusunda tefekkür ederler!
6- Nefsin bütün afetlerinin yok olması ve yerlerini ruhun faziletlerinin alması (İhlas makamı) nefsin Allah'a teslimi (3'üncü TESLİM ) Ne zaman bir insanın daimi zikir sebebiyle kalbine gelen nurlar o kişinin nefsinin kalbindeki bütün afetleri yok ederse ki, daimi zikir mutlaka bu hedefe ulaştırır. O zaman o kişi halis olmuştur. Yani nefsinin kalbinde hiç bir afet kalmamıştır. Yalnız Allah'ın nurlarından oluşan bir kalbin sahibidir. Artık nefsinin kalbindeki muhtevayı bozabilecek olan hiçbirşey yoktur. O zaman bu kişi halis olur. "Ve mâ ümirû illâ liya'büdullahe muhlisıyne lehüddiyne hünefâe ve yükıymussalâte ve yü'tüzzekâte ve zâlike diynülkayyime." Beyyine-5 Onlar emrolunmadılar, ancak hanifler olarak Allaha dinde muhlis (halis, saf,katışıksız) kullar olmakla ve namaz kılmakla ve zekat vermekle emrolundular. İşte bu kayyım olan dindir. Ve Allah'u Tealâ'ya teslim olur . Çünkü Allah'ın kendisine verdiği üç emaneti de Allah'a teslim etmiştir. Böylece kişi burada 6. basamakta İSLÂM olma şerefine erer. İslâm kelimesinin asli anlamı teslim olmaktır. Gerçek teslim burada gerçekleşir vekişi İSLÂM olur.
7- Tevbe-i Nasuh'tan sonra Salihlerden biri olma (Salâh makamı) Sabrın sahibi olma ve sabrı tavsiye edecek seviyeye ulaşma. Ve ihlastan sonra kişinin nefsindeki bütün afetler yok olunca bir seher vakti Allah'u Teala o kişiyi Tövbe-i Nasuha davet eder. Ve Allah'ın söylediği kelimeler tek, tek tekrar edilmek suretiyle Tövbe-i Nasuh gerçekleşir. "Yâ eyyühelleziyne âmenû tûbû ilallahi tevbeten nasûha, asâ rabbüküm en yükeffire anküm sayyiâtitüm ve yüdhıleküm cennâtin tecriy mih tahtihel'enhâr, yevme lâ yuhziyllahünnebiyye velleziyne âmenû ma'ah, nûrühüm yes'â beyne eydiyhim ve bieymânihim yekuûlûne." Tahrim-8 Ey amenu olanlar Allah'a nasuh tövbesiyle tövbe edin ki Rabbiniz sizin seyyiatinizi örtsün ve sizi altından nehirler akan cennetlere koysun, Allah'ın Peygamberlerini ve onunla beraber olanları mahzun etmiyeceği o gün onlar nurları önlerinde ve sağlarında olarak yürürler. Böylece kişi başının üzerinde salah nuruyla salihlerden birisi olur ve nefsinin kalbinde bulunan afetlerden sabırsızlık afeti yok olur. Ve kişi sabrın sahibi olur. Ve sabrı tavsiye edebilecek bir hüviyet kazanır. Vel asr Suresi de burada tamamlanır. "Vel'asri innel'insâne lefiy husrin illelleziyne âmenû ve amilûssâlihâti ve tevâsav bilhakkı ve tevâsav bissabr" Asra yemin ederim. Muhakkakki insanlar hüsrandadır. Ama amenu olanlar hariç (İlk 7 basamak), amilüssalihat işleyenler hariç (islah edici ameller işleyenler, nefs tezkiyesine ulaşanlar) (ikinci 7 basamak), Hakk'a ulaşıpda Hakk'ı tavsiye edenler hariç (üçüncü 7 basamak), sabra ulaşıp, sabrı tavsiye edenler hariç (dördüncü 7 basamak). Bundan 14 asır evvel sahabe nerede birbirlerini görürlerse selamlaştıktan sonra ilk işleri birbirlerine Vel asr Suresini okumak olurdu. Önemli mi? Evet... Sıfır noktasından Allah'ın en üstün seviyedeki velisi olduğu yere bir insanın ulaşmasının bütün safhaları (28 Basamak) Vel asr Suresinin muhtevası içinde yer almıştır. İmam-ı Şafi Hz. Vel asr Suresi için şöyle söylüyor: Eğer Kur'ân-ı Kerim kaybolmuş olsaydı (ki olmaz ama, olsaydı) Vel asr Suresi O'nun bütün muhtevasını tek başına ifade etmeye yeterdi. Ne yazıkki İslâmdan kopan diğer hususlarla beraber Vel asr Suresinin gerçek muhtevası da İslâmdan kopmuş durumdadır. Biz bu yazımızla Vel asr Suresinin gerçek hüviyetini sizlerin bilgisine sunmak istedik. Bu sebeple, başkalarının Vel asr Suresinden hiçbir zaman çıkaramıyacağı bu sonuçları, sahabenin çıkarması ve devamlı bu sureyi okumaları muhakkakki sebepsiz değildir. Hepinizin salâha ulaşması dileğiyle...
IX DİN ÖĞRETİCİLERİNİN SORUMLULUĞU
Yüce Rabbimizin Kur'ân-ı Kerîm'de 9 defa farz kılmış olmasına rağmen, insan Ruhunun ölümden evvel Allah'a ulaşması konusu, halâ birçok din öğreticisi tarafından bilinmiyor. Yetmez, bir de aksi iddia ediliyor. Yani "insanın ruhu vücuttan ayrılırsa insan ölür. Öyleyse ölümden evvel ruh vücuttan çıkamaz" zannediliyor. Bu husus öğreticiyi kesin bir sorumluluk altına sokmaktadır. 1- Elleziyne lâ yercune likaena ve radu bilhayateddünya vatmeennu biha elleziyne hüm an ayatina gafilun. Yunus - 7 Onlar bize (Allaha) ulaşmayı (ölmeden evvel ulaşmayı) dilemezler ve dünya hayatından razıdırlar ve onunla tatmin olurlar, onlar ayetlerimizden gafil olanlardır. 2- Kad hasırelleziyne kezzebu bilikaillahi ve ma kânu muhtediyn. Yunus -45 Andolsunki onlar hüsrandadırlar. Allaha ulaşmayı (ölmeden evvel Allaha ulaşmayı) tekzib ettikleri (yalanladıkları) için. Ve onlar hidayete eremezler (Ruhlarını ölmeden Allaha ulaştıramazlar) “Ve men haffet mevâziynuhü fe ülaikelleziyne hasiru enfüsehüm fiy cehenneme halidun.” Müminun - 103 Tartıları hafif gelenler... İşte onlar nefslerini hüsrana düşürenlerdir, cehennemde ebedi kalanlardır. 3- Velleziyne yankudune ahdallahi min badi misakihi ve yaktaune ma emerallahü bihi en yus'ale ve yufsidune fiylardı. Ulaike lehümül lânetü ve lehüm suiddar. Rad - 25 Ve onlar ki misaklerinden (Allaha misak verdikten) sonra Allaha (verdikleri) ahdlerini nakzederler. (bozarlar, yerine getirmezler) ve Allahın Ona (Allaha) ulaştırılmasını emrettiği şeyi keserler. (Ruhlarını Allaha ulaştırmazlar). Yeryüzünde fesat çıkarırlar. Lanet onların üzerinedir ve cehennem (kötü yurt) onlar içindir. "İnnelleziyne keferu ve saddu an sebiylillâhi, kad dallu dalalen ba'iyda. Innelleziyne keferu ve zalemu lem yekûnillâhü liyagfirelehüm. Ve lâ liyehdiyeküm tariykaâ, illâ tariyka cehenneme. Halidiyne fiyha ebeda. " Nisa - 167,168,169 Onlar ki küfür üzeredirler ve Allahın yolundan (Sıratı Mustakiymden, Allaha ulaştıracak yoldan) saptırırlar, (men ederler), andolsun ki onlar uzak bir delalet içindedirler. Muhakkakki onlar küfür üzeredirler. Allah onlara mağfiret etmez (günahlarını sevaba çevirmez) ve onları tariyka (tariki mustakiyme, Allaha ulaştıran yola) ulaştırmaz,onları ancak cehennem yoluna (cehenneme ulaştıran yola) ulaştırır. 4- İnnelleziyne yektumune ma enzelna minel beyyinati velhüda min bâdi ma beyyennahü linnâsi fiylkitabi ülâike yel'anühümüllahü ve yel'anühümüllâinun Bakara - 159 Onlar ki beyyinelerden (İspat vasıtaları, açıklamalar) indirdiğimiz şeyleri ve hidayeti (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı) ketmederler (saklarlar,gizlerler). Biz onları insanlar için kitapta beyan ettikten (açıkladıktan) sonra... Allah da onlara lanet eder, lânet edenler de. "İnnelleziyne keferu ve matu ve hüm küffarün ulâike aleyhim lânetullahi vel melaiketi vennâsi ecmain." Bakara - 161 Onlar küfür üzeredirler ve kafir olarak ölmüşlerdir. Allahın, meleklerin ve insanların lâneti onların üzerinedir. "İnnel hüda hüdallah." Al-i İmran - 73 Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (Hayatta iken) "İnne hüdallahü hüvel hüda. " Bakara - 120 Muhakkak ki Allah'a ulaşmak (ölmeden evvel) varya işte o hidayettir. Men yehdillahü fe hüvel muhted Kehf - 17 Allah kimi Kendisine ulaştırırsa o hidayete erer. 5- Ülaikelleziyne keferu biayatihi Rabbihim ve likaihi fehabitat amalüh Kehf - 105 Onlarki Allah'ın ayetlerini ve O'na (Allaha) mülâki olmayı (ulaşmayı) küfrederler. (inkâr ederler,örterler, Allaha dünya hayatında iken ulaşmak yoktur derler) onların amelleri boşa gitmiştir. 6- “Felâ mukiymu lehüm yevmel kıyameti vezna. Zalike cezaühüm cehennemü bima keferu vettehazu âyâtiy ve rusuliy hüzüva.” Kehf - 105,106 Onlar için kıyamet günü mizan tutmayız. İşte onlar ki cezaları cehennemdir,küfür üzere oldukları için ve Ben'im ayetlerimi (Allah'ın ayetlerini) ve resullerimi istihzaya (alaya) aldıkları için... Ümid ederizki Yüce Rabbimiz yukardaki Ayetleri sizler için değil, Allah'a ölümden evvel ulaşmaya inanmıyan başkaları için indirmiştir. Muhakkak öyledir, efendim... Yukardaki meallere bir itirazınız varsa bilmek isterim. Ama lütfen, onları yazanlara karşı olan yüksek saygınızı öne sürerek, Kur'ân-ı Kerîm'in lâfzına ve ruhuna uymayan, meallerin arkasına saklanmayın, olmaz mı.. Secde 24'e göre Allah bütün davetçileri, hidayetçileri,Veli Mürşidleri (Kehf-17) kendisi vazifeli kılar. Bu vazifeyi verdiklerinin hepsi de RESUL'dür. (Peygamber olmayan, Allaha davet eden, hidayete vesile olan Resuller) Aşağıdaki Ayeti Kerîmeler onların Resuller olduğunu ama Peygamber olmadıklarını açıklamak için buraya alındı: "Menihteda feinnemâ yehtediy linefsih, ve men dalle feinnemâ yadıllu aleyhâ, ve lâ tezirü vâziretün vizre uhrâ, ve mâ künnâ mu'azzibiyne hattâ neb'ase resûlâ" İsra - 15 Kim hidayete ererse kendi lehine hidayete erer, kim de dalalette ise o kendi aleyhine dalalettedir. Kimse kimsenin günahını yüklenmez. Biz, bir Resul (Mürşid) göndermedikçe kimseye azap etmeyiz. Demekki bütün insan topluluklarında yaşayan herkese, her millete, ayrı, ayrı Resuller gönderiyor Allah'ı Tealâ... "İz erselnâ ileyhimüsneyni fekezzebûhümâ fe'azzeznâ bisâlisin fekaâlû innâ ileyküm mürselûn" Yasin- 14 Biz o zaman kendilerine (İsa'nın havarilerinden) iki Resul göndermiştik te onları yalanlamışlardı. Biz de bir üçüncü (Resul) ile bunları takviye etmiştik de: "gerçekten biz size gönderilmiş Resulleriz" demişlerdi. "Vesiykalleziyne keferû ilâ cehenneme zümerâ,hattâ izâ câühâ fütihat ebvâbühâ, ve kaâle lehüm hazenetühâ elem ye'tiküm rüsülün minküm yetlûne aleyküm âyâti rabbiküm ve yünzirûne küm likaâe yevmiküm hâzâ, kaâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetül'azâbi alelkâfiriyn" Zümer- 71 Kafirler bölük bölük cehenneme sürülür. Nihayet oraya vardıklarında cehennem kapıları açılır ve cehennem bekçileri onlara şöyle der: "Size içinizden, Rabbinizin ayetlerini okuyan ve sizi bugüne kavuşmakla ikaz eden Resuller gelmedi mi?" Onlar: "Evet geldi" derler. Fakat azâb sözü kafirlerin üzerine hak olmuştur. Cehennemdeki insanlar bütün zaman ve mekân koordinatlarını temsil ettiklerine göre, Peygamberler arasında ise fetret devirleri olduğuna göre bu Resullerin Peygamber olması mümkün görünmüyor. Öyle değil mi? "Ve mâ erselnâ min resûlin illâ bilisani kavmihi liyübeyyine lehüm,feyudillullahi men yeşâü ve yehdiy men yeşâ', ve hüvel aziyzülhakiym." İbrahim- 4 Biz, her Resulü, onlara apaçık anlatabilmesi için ancak kendi milletinin diliyle gönderdik. Allah dilediğini dalalette bırakır, dilediğini de hidayete erdirir. O, aziz ve hakiymdir. "Ve câe min aksalmediyneti recülün yes'â kaâle yâ kavmittebi'ûlmürseliyn." Yasin- 20 (O sırada, Resullerin geldiğini haber alan Allah'a inanmış) bir adam (Habib-ün Necar) şehrin ta ucundan koşarak geldi (ve şöyle dedi:) "Ey kavmim, bu gönderilen Resullere uyun!" Kesinleşiyorki her resul Peygamber değildir. Resullerle alay edenler ise mizan tutulmasına lâyık görülmeyenlerdir. Yani amel defterlerinin sevap tarafında hiç derecat olmayacaktır. Ey din öğreticileri, sakın olaki Allah'a ölümden evvel ruhun mülâki olmasını inkâr etmeyesiniz... Artık bilmeyenlerden değilsiniz... Sorumluluğunuz söz konusu... 7-Ve kaalu Rabbena inna eta'na sadetenâ ve küberaena fe edallûnessebiyla. Rabbena atihim difeyni minelazabi vel'anhüm lâ'nen kabiyra. Ahzab - 67,68 Ve derler ki : Rabbimiz muhakkakki biz sadâtlara (din öğretmekle vazifeli olanlar) ve büyüklerimize (hükümet,devlet erkânı ve üst seviye idareciler,bürokratlar) itaat ettik ve yoldan (Allaha ulaştıran yoldan) saptık (delalete düştük) Rabbimiz onlara 2 kat azap ver ve onları büyük bir lânetle lânetle.
X TEBLİĞ
Sizlere sesleniyorum bütün kademelerdeki din öğreticileri, İlâhiyat Fakültelerindeki Sayın Profesörler, Diyanet İşleri Teşkilatındaki Sayın üst seviye görevliler. Ve vaziyetin vahametinin farkındamısınız diye soruyorum. İslâm kalesinden burçların koparıldığının, kapılarının, yok edildiğinin, kale duvarlarında rahneler açıldığının ne yazık ki farkında mısınız ? Hiçbirinizi kınamıyorum ve suçlamıyorum. Çünkü bütün insanlar sadece öğrendiklerini öğretebilirler. Sizlere neler öğretildiyse, sizler ancak onu öğretebilirsiniz. Öyleyse hiç kimse, sizlere öğretilmeyen şeyleri, öğrenmediğiniz şeyleri, neden başkalarına öğretmiyorsunuz diye sizleri suçlayamaz. Ama bu tebliği okuduğunuz zaman... O zaman sorumluluğunuz başlıyor. Eğer siz başkalarına dini öğretmekle vazifeli iseniz, göreviniz buysa sakın aşağıdaki Ayeti Kerimenin muhtevasındaki bu günün "küberası veya sadâtları" olmayın. "Ve kaâlû Rabbenâ innâ eta'na sâdetenâ ve küberâenâ fe'edallûnessebiylâ." Ahzab-67 Ve derlerki muhakkakki biz sadatlarımıza ve büyüklerimize itaat ettik ve (Allah'ın) yolundan dâlalete saptık. Rabbenâ âtihim dı'feyni minel'azâbi vel'anhüm lâ'nen kebiyrâ." Ahzab-68 Rabbimiz onlara azaptan 2 kat ver, ve onları büyük bir lânetle lanetle... Büyükler, devlet ve hükümet erkânı, idareciler ve bürokratlardır ama ya sadâtlar? Onlar insanlara dini öğretmekle vazifeli olanlardır. Yani sizlersiniz Sayın din öğretmekle vazifeli olanlar... Hiç biriniz böyle bir sorumluluk taşımıyordunuz. Ama artık sorumluluğunuz olacak. Çünkü bunca insanın cehenneme gitmesine ancak sizler mani olabilirsiniz. Sizlere ulaşmaya çok çalıştık... Bütün üniversitelere müracaatta bulunduk. İslâm ın ne olduğunu anlatalım. Dinimizden neler koparıldığını gözler önüne serelim diye... İlmî tekebbürünüz mü, yoksa sizi haklı gösterebilecek başka sebepler mi, bizim size ulaşmamızı reddettirdi sizlere... Sadece 2 fakülte hariç. İzmir İlâhiyat Fakültesi ve Erzurum İlâhiyat Fakültesi... Allah onlardan razı olsun. Bir de eski Diyanet İşleri Başkanı Sayın Yazıcıoğlu... Allah ondan da razı olsun. Ey Diyanet İşleri Teşkilatındaki Sayın yetkililer: Sayın Yazıcıoğlu'nun uygun gördüğü 3 gün süreli bir seminer verecektik de, bütün müftüler ve sizlere İslâmdan neler koparıldığını anlatacaktık. Buna mâni oldunuz. Acaba büyük bir vebâl yüklenmediniz mi? Bununla kalmadınız ve bu semineri takip edecek olan 2 aylık seminere de mâni oldunuz. Sayın Diyanet Vakfı Yetkilileri konferans salonunu bir defa hariç bize tahsis etmemeyi başardınız. Harika... Ve Diyanet İşlerindeki Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Sayın İsmail ÖNER, hiçbir Kur'ân-ı Kerîm incelemesi yapmadan, "Risalet Nurları"nı bizim uydurduğumuzu ima etmişsiniz yazınızda. Ve orada yazılanların "Kur'ân-ı Kerîm'e ve İslâm dininin değişmez esaslarına, ve sünnete kesin olarak aykırı" olduğunu iddia etmek cesaretini göstermişsiniz. Tebrikler... Peki şimdi her ifadenin Kur'ân-ı Kerîm Ayeti Kerimelerine mutlaka dayalı olduğunu ispat eden cevabımıza ne diyeceksiniz bakalım?... Aziz kardeşim, görüyorsunuzki Kur'ân-ı Kerîm sadece size öğretilen ayetlerden ibaret değil... Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm'de yok edilmek istenen Allah'ın hakikatlerinin doğrusunu, hiçbir Kur'ân-ı Kerîm mealinde bulmak mümkün değil. Bugün Türkiyedeki Kur'ân-ı Kerîm mealleri 20'nin üzerindedir. Diyanet İşleri Başkanlığının Üst Seviyedeki Heyetlerine hazırlattığı Kur'ân-ı Kerîm meali de ayni şekilde hatalı. Elbette ihanet değil. Çünkü ihanet bugünkü nesle ait değil. İhanet asırların damgasını taşıyor. Biliyoruz ki sözkonusu heyetin yetkilileri de diğerleri gibi bize diyecek ki, - Eski büyük alimlerin birçok Kur'ân-ı Kerîm tefsiri var. Biz her Ayeti Kerîme için onlardan en uygun gördüğümüz bir tanesini alırız. Onlara olan derin saygımızdan dolayı meali değiştiremeyiz. Tıpkı Türkiye Gazetesinin cevabı gibi... Türkiye Gazetesinin "Bir Bilene Soralım" sütununda bugüne kadar çok sayıda Kur'ân-ı Kerîme ters düşen bilgiler yayınlandı. Mektupla ikaz ettik olmadı. Adam gönderdik ve onlara tespit ettiğimiz bilgilerin yanlış olduğunu ispat ettik. Sonuç mu? Sonuç çok çarpıcı. Bize buyurdular ki; - "Bu sorumluluk bize ait değildir. Biz hangi konuda bir şey yazarsak kaynak gösteririz. Kendiliğimizden yazmadığımız cihetle, sorumluluk bize ait değildir." - Peki, Ayeti Kerîmeler şunlar şunlar olduğuna göre yazdığınız hususlar Kur'ân-ı Kerîme ters düşmüyor mu? Ayeti Kerîmelerin arapçalarını inceleyip te doğru söylediğimiz anladıkları zaman diyorlar ki; - "Bu konunun tartışmasına girmeyi, referans gösterdiğimiz büyük alimlere saygısızlık sayarız. Sizin muhatabınız biz değiliz, onlar." - Peki, onlara olan saygınız sebebiyle sizden aldıkları yanlış bilgileri doğru zannedenlere verdiğiniz zarar ne olacak? Bu vebalin altından nasıl kalkacaksınız ? Gelelim Diyanet İşleri Başkanlığına: Yoksa, Diyanet İşleri Başkanlığı, bizim verdiğimiz mealler doğrudur. Allah ne söylemişse biz de onu yazmışızdır demek cesaretini gösterebilecek mi? Eğer öyle ise pek çok misalden sadece birini alalım: Rad sûresi 20 ve 21'inci Ayeti Kerîmeler; "Elleziyne yûfûne bi'ahdillâhi ve lâ yenkudûnelmisâak velleziyne yasılûne mâ emerallahü bihi en yûsale ve yahşevne rabbehüm ve yehâfûne sûelhisâb" Onlar Allah ile ahdlerini ifa ederler (yerine getirirler) Ve (Allah'a verdikleri) MİSAK'lerini bozmazlar (yerine getirirler.) Ve onlar Allah'ın O'na (Allah'a) ulaştırılmasını emrettiği şeyi (Ruhu) O'na (Allah'a) vasıl ederler (ulaştırırlar) Rablerine huşu duyarlar ve kötü hesaptan korkarlar. Ayeti Kerîme'de Allah'ın söylediği kılıkılına aynen böyle değil mi? Bir itirazı olan var mı? Bu Ayeti Kerîme, İnsan Ruhunun ölümden evvel Allah'a ulaşmasını Allah'ın emrettiğini ve böylece bunu üzerimize farz kıldığını gösteren çok önemli bir Ayeti Kerîme. Çünkü insanın cennet mutluluğunu yaşaması buna bağlı. ...Ve aşağıda göreceğiniz bütün Kur'an-ı Kerîm tefsirlerinde gerçek saptırılmış ve gizlenmiş durumda. Ne yazık ki Diyanet İşleri Başkanlığının Tefsiri de aynı durumda... İşte Ayeti Kerîme mealleri aşağıda sunulmaktadır: 1- Onlar Allah'ın Ahdini yerine getirirler, anlaşmayı bozmazlar. Rad-20 Onlar Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi birleştirirler. Rad-21 DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI 2- Onlar ki, Allah'u Tealâ'nın ahdine (emir ve farzına) vefa ederler (muhalefet etmezler) kendileriyle Allah'u Tealâ veya kul arasında verdikleri sözü hiçbirini bozmazlar. Ve onlar ki, Allah'u Tealâ'nın vasledilmesini (riayet edilmesini) emrettiği şeyi vaslederler. Allah'u Tealâ'dan ürkerler (nehyedilen şeylerden sakınırlar ve) fena hesaptan korkarlar. AYNTABİ MEHMED EFENDİ 3- Onlar ki Allah'ın ahdini yerine getirirler. Anlaşmayı bozmazlar. Onlar ki Allah'ın, riayet edilmesini emrettiği hukuka riayet edenler, Rablerine saygı besleyenler ve hesabın kötülüğünden korkanlardır. ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR 4- Onlar ki, Allah'ın tevhid ahdini yerine getirirler, verdikleri sözü bozmazlar. Onlar ki Allah'ın gözetilmesini emrettiği hakları gözetirler (akrabalık bağlarını devam ettirirler ve iyilikte bulunurlar) Rablerine saygı beslerler ve kötü hesaptan korkarlar. A. FİKRİ YAVUZ 5- O sağduyu sahipleri ki Allah'a verdikleri sözü yerine getirirler, anlaşma ve sözleşmeleri bozmazlar. Onlar ki Allah'ın ulaştırıp (yerine getirilmesini) emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rablerinden derin bir saygı ile korkarlar ve hesabın kötüye gitmesinden endişe duyarlar. TERCÜMAN 6- Onlar ki Allah'ın ahdini yerine getirirler ve anlaşmayı bozmazlar. Ve onlar ki Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi birleştirirler. Rablerinden korkarlar ve kötü hesaptan ürkerler. FİZİLAL-İL-KUR'AN-SEYİD KUTUP 7- Onlar ki, Allah'u Tealâ'nın ahdini yerine getirirler ve misaki bozmazlar. Ve onlar ki Allah'u Tealâ'nın bitiştirilmesini emrettiği şeyi bitiştirirler ve Rablerinden haşyette bulunurlar ve fena hesaptan korkarlar. ÖMER NASUHİ BİLMEN 8- Onlar ki Allah'ın ahdini yerine getirirler, misakı bozmazlar. Onlar ki Allah'ın ulaştırılmasını (İdame ve riayet edilmesini) emrettiği şeyi ulaştırırlar. (Ona riayet ederler) Rablerinden korkarlar, (bilhassa) kötü hesaptan endişe ederler. HASAN BASRİ ÇANTAY 9- Onlar ki Allah'ın ahdini yerine getirirler, verdikleri sözü bozmazlar. Onlar ki Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyleri birleştirirler. (akrabalık bağlarını devam ettirirler, mü'minlere iyilikte bulunurlar) Rablerinden korkarlar ve kötü hesaptan endişe ederler. ABDULLAH AYDIN 10- (O akıl sahipleri ki) onlar Alah'ın ahdini yerine getirirler, verdikleri sözü bozmazlar. Onlar Allah'ın gözetilmesini emrettiği şeyleri gözeten (akrabalık bağlarını koparmayıp onlara iyilik eden), Rablerinden sakınan ve kötü hesaptan korkan kimselerdir. HAZIRLAYANLAR: Bir Heyet (5 kişilik) (SUUDÎ ARABİSTANDA BASILMIŞTIR) 11- Onlar (elestü) Bezminde Cenabı hak ile olan Ahdü misakı nakzetmeyip, Allah'ın ahdini yerine getirenler, o misakı bozmayanlar. Allah'ın birleşmesini emrettiğini birleştirirler. Sılai Rah'me riayet ederler. ŞEMSETTİN YEŞİL 12- Onlar Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Doç. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK
Görülüyor ki, bütün mealler İnsan Ruhunun Allah'a ulaşmasına dair olan Ayeti Kerîme'yi kuşa çevirmişler. Hiçbirisinde Allah'a ulaştırılacak bir şeyden bahsedilmiyor. Allah'ın söylediklerine en yakın olan Yaşar Nuri ÖZTÜRK'ün meali. O da ulaştırılacak olan şeyin "bihi" = O'na (Allah'a) ulaştırılacağını kasitli olarak devre dışı bırakmış. Malûm ya bu takım "Allah'a değil vayhe teslim olunur" iddiasında... Yunus sûresinin 45. Ayeti Kerîmesi Allah'a ölmeden evvel mülâki olmayı (ulaşmayı) tekzib edenlerin (yalanlayanların) hüsranda olduğunu (cehenneme gideceğini) ifade ediyor. "Kad hasırelleziyne kezzebu bi likaillahi vema kânu muhtediyn" Yunus - 45 - Andolsun ki onlar Allah'a mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhunu Allah'a ulaştırmayı) tekzib ederler, onlar (nefslerini) hüsrana düşürenlerdir. Onlar hidayete eremezler. (Allah'a dünya hayatında ruhlarını vâsıl edemezler.) Ayeti Kerimenin gerçek meali bu. Gelelim Kur’ân-ı Kerim tefsirlerine 1- ... Allah'ın karşısına çıkmayı yalan sayanlar kaybetmişlerdir. Zaten doğru yolda değillerdir. DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI 2- Allah'ın huzuruna çıkacaklarını inkâr edip de, hidayet yolunu tutmamış olanlar muhakkak en büyük ziyana uğramışlardır. ElmalıLı Muhammed Hamdi 3- Allah'u Tealâ'ya kavuşmayı (ba's ve cezayı) tekzip edip de doğru yolu tutmamış olanlar, gerçekten hüsrana düşmüşlerdir. Anytabi Mehmet Efendi 4- Allah'ın huzuruna çıkacaklarını inkâr edip doğru yolu tutmamış olanlar, muhakkak ki en büyük ziyana uğramışlardır. Abdullah Aydın 5- Allah'a kavuşmayı yalanlayanlar cidden zarara uğramışlardır Tercüman 6-. Allah'a kavuşmayı yalan sayanlar hem ziyana uğramışlar, hem doğru yolu bulamamışlardı. Prof. Seyyid Kutub 7- Allah'ın karşılarına çıkacaklarını yalan sayıp da doğru yolu tutmamış bulunanlar muhakkak en büyük zarara uğramışlardır. Hasan Basri Çantay 8- ... Allah'ın huzuruna çıkacaklarını, O'na kavuşacaklarını yalan sayıp (O'nun peygamberlerine, kitaplarına iltifat etmeyip) doğru yolu bulamamış olanlar muhakkak hüsrana düşmüş bulunacaklardır. Füyüzat - Şemseddin Yeşil 9- ... Allah'u Tealâ'ya çıkacaklarını yalan sayanlar, muhakkak ki hüsrana uğramışlar. Ve doğru yola ermiş olmamışlardır. Ömer Nasuhi Bilmen 10- ... Allah'ın huzuruna çıkacaklarını inkâr edip de hidayet yolunu tutmamış olanlar, muhakkak en büyük ziyana uğramışlardır. Fİkrİ Yavuz 11- ... (Ahirette) Allah ile karşılaşmayı yalanlayıp doğru yolu tutmamış olanlar gerçekten ziyana uğrayanlardır. Hazırlıyanlar: Bir Heyet (5 kişilik) (SUUDÎ ARABİSTANDA BASILMIŞTIR.) Görüyorsunuz ki başta Diyanet İşleri Başkanlığınınki olmak üzere, bütün tefsirler Allah'a ruhun (ölmeden evvel) kavuşmasını, ölümden sonra insanın fizik vücudunun Allah'ın huzuruna çıkması olarak, veya ölümden sonra Allah'a kavuşmak olarak, ifade etmişler. Oysaki mülâki olmak, hidayete ermekle birlikte kullanılmış ve her iki kavram da insan ruhunun ölmeden evvel Allah'a kavuşmasını ifade ediyor. Kişi Allah'a ölümden evvel mülâki olmayı yalanlıyorsa, elbette hidayete eremez, yani ruhunu ölmeden Allah'a kavuşturamaz. Sonuç olarak, bu kadar açık bir biçimde Allah'a ruhun ölümden evvel ulaşmasından bahseden Ayeti Kerîme'nin esas anlamı saptırılmış... İşte Allah'ın ayetleri böyle örtülüyor... Kur'ânı Kerîm boyunca temel kavramların nasıl değiştirildiğini ve yuvarlak laflara dönüştürüldüğünü, Ve Özellikle ALLAH'A İNSAN RUHU'NUN ÖLMEDEN EVVEL ULAŞMASI İLE İLGİLİ konulardaki ve diğer hayatî konulardaki bütün ayeti kerîmelerin asıl manâlarının nasıl gizlendiğini 100'lerce Ayeti Kerîmede tespit ettik. Burada ele aldığımız misaller sadece 2 tane. Mealler kasıtlı bir şekilde hakikatleri örtmüş durumda. Ve ortalıkta Sahabeyi, İslâm yapan hükümlerin hiçbiri kalmamış... Bütün insanların mutluluğunu hedef alan İslâm artık mevcut değil. Yok edilmiş... Kimler bu konuda sorumluluk duyuyorlarsa onlara sesleniyorum. Üniversiteler, Diyanet İşleri Başkanlığı ve MİHR Vakfı ve sorumluluk duyan Allah'a dönük insanlar hepimiz bir araya gelip, Allah'ın söylediklerini (Ama sadece Allah'ın söylediklerini) esas alan yeni bir Kur'ân-ı Kerîm meali hazırlamalıyız. Bu bir zarurettir. İslâma mutlaka 14 asır evvelki, Kur'ân'daki İslâm hüviyeti kazandırmak mecburiyetindeyiz. Eğer sizler bu konuda bizimle bir araya gelmezseniz, ne kadar gayret ederseniz edin bunu gene başaramıyacağınızı biliyoruz. Sizler bilmiyor musunuz? Bugüne kadar ne yaptınız? Yaptıklarınıza ve yapılanlara bir baksanıza...! Tefsirlerin bir kısmı değil, hepsi, hepinizin yaptığı mealler hakikatleri gizler durumda... Çünkü sizler o hakikatlerden haberdar değilsiniz. Bizimle uğraşmayı bırakın ve bizimle beraber olun. Çünkü bizden öğrenmek mecburiyetinde olduğunuz çok şey var. Bilinizki sizlerin Kur'ân-ı Kerim dışındaki kitaplardan öğrendiğiniz bilgiler, ne sizi kurtarabilir, ne de bu bilgileri öğrettiğiniz kişileri... ..Ve Hz. Ömer Kur'ân-ı Kerim dışındaki bütün kitapları, defterleri toplatıp neden yaktırdı acaba... Hanefi Mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri, Mürşidini bulup tabi olduktan sonra şöyle buyuruyor. "Eğer Numan Mürşidini bulamasaydı mahvolmuştu." Şâfi Mezhebinin kurucusu İmam-ı Şâfi Hazretleri ise Şeybânı Rai ismindeki bir çoban Mürşide neden teslim oluyor acaba? Acaba dünyadaki en büyük 2 mezhebin kurucusu neden sizler gibi düşünmüyor? Sizlerin tâbî olduğunuz mezhepleri kurabilecek çapta olan bu büyük alimler acaba neden Mürşidlerine ulaşıp arif olmak, Velî olmak gereğini duydular ? Sakın Mürşidin de İrşadın da farz olduğunu idrak etmiş olmasınlar... Bir düşünün bakalım. Yoksa sizler onlardan üstün müsünüz? Sahabe, Peygamber Efendimiz SAV'den sonra, Hz. Ebubekir'e, Hz. Ömer'e, Hz. Osman'a, Hz. Ali'ye (Hülafai-Raşidine) tâbî olmadılar mı? Tâbiin sahabeye, tebe tabiin tabiine tâbî olmadı mı? Zamanımıza kadar zincirin halkalarında hiç bozukluk olmadan tabiiyet müessesesi devam etmedi mi? Eğer tâbi olmayanlar dalalette ise. Dalâlette olanlar cehenneme gidecekse... Eğer belirgin özelliği "Mürşide tabi olmak gereksizdir" şeklinde ifade edilebilecek olan bilgilerinizle, ne sizler, ne de onları öğrettiğiniz insanlar kurtulamıyacaksa... O zaman bu büyük Vebali nasıl taşıyacaksınız? Dualarımızla...
__________________ 13/RAD 22:ONLAR, SABıRLA RAB’LERININ VECHINI (ZAT’ıNı, ZAT’A ULAŞMAYı, ALLAH’ıN ZAT'ıNı GÖRMEYI) ISTEYENLER VE NAMAZı IKAME EDENLER, ONLARı RıZıKLANDıRDıĞıMıZ ŞEYLERDEN GIZLI VE AÇıKÇA INFÂK EDERLER.
|