Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Kardeşlik Devrimi
1- “Sor; “Göklerde ve yerde ne varsa kimindir?” Cevap ver: “Sevgi ve merhameti (rahmet) kendine farz kılmış olan Allah’ındır.” (En’am; 6/12).
2- “Rabbin isteseydi bütün insanlığı bir tek ümmet yapardı. Bu yüzden birbirlerine karşı çıkıp duracaklardır. Ancak Rabbinin sevgi ve merhameti (rahmet) ile bağışladığı kimseler hariç; zaten Allah onları bunun için yarattı” (Hud; 11/119).
3- “Biz seni insanlığa yalnızca sevgi ve merhamet (rahmet) için gönderdik.” (Enbiya; 21/107).
Bu ayetlerin birincisi Yaratanın neyi temel amaç edindiğini, ikincisi insanoğlunun ne amaçla yaratıldığını, üçüncüsü de insanların içinden peygamberlerin ne amaçla seçildiğini açıklıyor. Hepsinde de aynı kelime; sevgi ve merhamet (rahmeten)…
Yazı boyunca bu ayetleri lütfen aklınızda tutun.
***
İslam, Mekke’de “itiraz”, Medine’de “devlet ve toplum” olarak doğdu.
Hiç düşündünüz mü, acaba İslam’ın Medine’de bir devlet ve toplum olarak doğuşunun köklerinde ne yatmaktadır?
İslam, özellikle Medine’de ilk nasıl duyuldu? Nasıl yayıldı?
Peygamberimiz, Medine’ye gelince ilk ne söyledi? İlk yaptığı neydi?
Medine’de yükselttiği devlet ve toplum binasının harcında ne vardı?
Bunların ne olduğunu bilirseniz, İslam’ın bir devlet ve toplum olarak yükselişinin köklerinde neyin yattığını, dahası hangi değerler üzerinde bina edildiğini de anlamış olursunuz.
***
İslam’ın Medine’de ilk nasıl duyulduğuna dair ipucu niteliğindeki şu rivayet bir çok şeyi anlatıyor olmalı:
“ Mekke’de bir peygamber çıkmış, bize zinayı haram kılıyor, bizi üfürükçülükten men ediyor” diyerek Peygamberimiz hakkında ilk haberi Medine’ye yayan Medine’li cinci ve falcı bir kadındı. Kendisi Neccar oğulları kadınlarından Fatıma binti Numan’dı.” (İbni Saad; Tabakat)
Dikkat ediniz, Mekke’de bir peygamber çıkıyor, Medine’de bundan telaşa kapılan cinci ve falcı bir kadın oluyor!
Peki, Medine’ye ilk gelen ve orada İslam’ı yayan, bir nevi Medine’yi peygamberimizin gelişine hazırlayan kimdi?
21 yaşında bir genç: Mus’ab bin Umeyr…
Mekke’nin zengin ailelerinde yetişmiş, gösterişli endamı, yakışıklılığı, siyah dalgalı saçları ile sokakta yürürken Mekkeli kızların pencerelere üşüştüğü o Mus’ab ki, Uhut’da Hz. Peygamberin etrafında etten duvar ören genç sahabelerden biriydi. Hz. Peygamberin yanında ölümüne savaşmıştı. Kılıç darbeleri ile sancağı tutacak kolu kalmayınca, sancağı hemen yanında vuruşan kendisi ile aynı yaşlardaki (26) Hz. Ali almıştı. Mus’ab şehit olduğunda genç bedenini saracak doğru dürüst bir elbisesi olmadığından, aşağı çekilse yukarısı, yukarı çekilse aşağısı açılmıştı.
Bu genç bedeni böylesine ölümü göze aldıran neydi?
Hz. Peygambere Medine’de “kevser” (çokluk, nimet, devlet, ümmet) işte bu gibi sahabelerin çalışması, yiğitliği ve fedakârlığı sayesinde yağmur olup yağmıştır. Ona verilen kevser işte bu alnı öpülesi gençlerden başkası değildir.
Mus’ab’ın Medine’de yaptığı henüz büyük bölümü nazil olmamış, Kur’an ayetlerini okuması ve yayması faaliyeti idi. Ahlakı, dürüstlüğü, yiğitliği ve mertliği ile yeni bir genç, yeni bir insan prototipi çiziyor ve herkesi hayrette bırakıyordu.
Haftada bir gün bir yerde toplantı düzenliyor ve coşkulu konuşmalar yapıyordu. Böylece Medine’nin her evinde İslam konuşulmaya başlandı. Toplantıları cuma günleri yaptığından, Hz. Peygamber Medine’ye gelince bunu sürdürerek kalıcı hale getirdi ve bu toplantılar daha sonra gelen ayetlerle “Cuma namazına” dönüştü.
Demek ki Medine binasının harcında Mus’ab gibi “sahabe gençliğinin” alın teri, heyecanı ve kanı vardır. Zaten kanaatimce İslam esas itibariyle bir “gençlik hareketi” olarak doğmuştur. İlk Müslümanların yaş oranına bakın bunu rahatlıkla görürsünüz.
***
Hz. Peygamber Medine’ye işte bu Mus’ab’ın çalışmalarının meyve vermesi sonucu geldi. Medine’ye geldiğinde ilk sözlerinin ne olduğunu merak ediyorsanız lütfen şu rivayeti dinleyiniz:
“Resulullah Medine’ye geldiği zaman halk, ona doğru üşüştü. “Resulullah geldi!” seslerini duyunca bende onu görmek için halkın arasına karıştım. Resulullah’ın yüzünü görünce anladım ki onun yüzü yalancı yüzü değildir. Resulullah’tan işittiğim ilk söz şu oldu: “Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız. İman etmedikçe de cennete giremezsiniz. Aranızda sevgiyi artırmak istiyorsanız selamı yayınız” (İbni Saad ; Tabakat, Buhari; Edebül-müfred).
İlk sözleri bunlar…
Peki, ilk yaptığı iş neydi?
Medine’ye hicretten beş ay sonra, Mescidin yapılmakta olduğu sıralarda “kardeşlik” ilan edildi. Buna göre Enes bin Malik’in evinde toplanan sahabeler tek tek “Şu şununla, bu bununla” diyerek kardeş yapıldı. İkişer ikişer kardeş yapılan sahabelerin sayısı 100’ü geçmekteydi. (İbni Saad; Tabakat).
Mekke’den göçenler, Medineli Müslümanların evlerine onar onar yerleştirildi. On kişi, bir koyunun sütünü bölüşüp içerlerdi. (İbni Abdulber; İstiab).
Bununla da kalmayıp, Hz. Peygamber, Medine’de bulunan diğer din mensuplarını da, ünlü “Medine Sözleşmesi” çatısı altında toplayarak, diğer insanlardan ayrı “ümmet” ilan etti. Sözleşme metninde en çok hangi kelimenin geçtiğine baktığımızda, “adalet” ve “maruf”tan (ortak iyi) başkası olmadığını görürüz.
İşte 7. yüzyılda insanlık aleminde bir devlet ve toplum görünümünde tezahür eden İslam’ın “Medenî” kökleri bunlardır: sevgi, merhamet, kardeşlik, adalet…
Daha sonra gelen ayetlerin bütün özü bu değerleri ete kemiğe büründürmek içindir.
***
Bu değerler, önceki peygamberlerin de temel amacıydı. Örneğin Hz. İsa, etrafında toplanan havarilerle bir kaptan ortak yemek yerdi. Buna “agape” denmekteydi. Kimse tek başına yemek yemezdi. Yemek yiyeceği zaman mutlaka birlikte olacağı bir “kardeş” arardı.
İncil’de geçen şu rivayete bakınız:
“İsa konuşmasını bitirince bir Ferisi (Gelenekçi din adamı) onu evine yemeğe çağırdı. O da içeri girerek sofraya oturdu. İsa’nın yemekten önce yıkanmadığını gören Ferisi şaştı. İsa şöyle dedi: “Siz Ferisiler bardağın ve tabağın dışını temizlersiniz, ama içiniz açgözlülükle ve kötülükle doludur. Ey akılsızlar! Dışı yapanla içi yapan aynı değil mi? Siz yemeği başkasıyla bölüşün o zaman sizin için her şey yıkanmış olur. Ama vay halinize Ferisiler! Siz nanenin, sedefotunun ve her tür sebzenin ondalığını verisiniz de adalet ve Tanrı sevgisini ihmal edersiniz. Ondalıkla uğraşacağınıza asıl bunları yerine getirmeniz gerekirdi. Vay halinize ey Ferisiler! Tapınaklarda en seçkin yerlere kurulmaya, meydanlarda selamlanmaya bayılırsınız. Vay halinize ey Ferisiler! İnsanlara taşınması güç yükler yüklersiniz, kendiniz ise bu yükleri kaldırmak için parmağınızı bile kıpırdatmazsınız. Vay halinize! Peygamberleri öldürürsünüz, sonra da üzerlerine anıtlarını dikerseniz. Bilgi kapısının anahtarını alırsınız, kendiniz bu kapıdan girmediğiniz gibi, girmek isteyene de engel olursunuz.” (Luka; 11-37-47, Matta; 23:1-36, 12: 38-40).
***
Demek ki başta Hz. Muhammed (s.a.v) ve Hz. İsa olmak üzere peygamberlerin mesajının en derununda sevgi, merhamet, kardeşlik ve adalet yatmaktadır. Bu değerlerin kökleri doğrudan doğruya Kur’an’ın bizzat kendisidir.
Bunların olmadığı yerde dinî şekilciliğin, Ferisi kasıntısının, sahte dindarlık gösterilerinin bir manası yoktur.
Bir zamanların cemaat ve tarikatlarında, birbiri için kullanılan “kardeş” (ihvan) hitabının çoktandır, ikbal kapılarını açan “bizim adamımız” manasına dönüşmüş olması ne hazindir!
Kardeş (ihvan) kelimesinin, artık, her biri “kendi yanındaki ile sevinen” yani kendini hak diğerini batıl gören hizip mensuplarının “kod adı” gibi algılanır olması ne hazindir!
Bu tür hiziplere şu ikazı yapmalı: Titreyip kendine gelme ve kardeşliğin Kur’anî manasını keşfetme zamanı gelmedi mi?
***
Kardeş sözcüğü, “karındaş” kelimesinden geliyor. Aynı karından (rahimden) doğan demek. Anne karnı anlamındaki rahim ise “sevgi ve merhamet yuvası” manasındadır. Bu ise Allah’ın en temel isimlerindendir.
Arkadaş ise, “arkada duran, arka çıkan” demektir. Sahabe de “sohbet eden, konuşan, dertleşen, derdini açabildiğin kişi” manasındadır. Sana arka çıkmayan, iyi günde kötü günde yanında olmayan, her tür derdini açamadığın veya konuşamadığın kimse senin ashabın (arkadaşın) değildir.
Dost (veli) ise, kol kanat geren, can yoldaşı olan, üzerine titreyen manasına gelir.
Şu halde kardeşlik, dostluk ve arkadaşlık, “sevgi ve merhamet yumağı olmak” demektir.
Bu şekilde kurulmuş Medine’deki kardeşlik, dostluk ve arkadaşlık ortamını Kur’an bakın nasıl ifade ediyor:
“İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda cihat edenler, onlara kucak açıp yardım edenler… İşte bunlar gerçek mu’minlerdir. Bağışlanma ve en güzel rızıklar onlar içindir. Bundan sonra iman edecek, hicret edecek ve sizinle beraber cihat edecek herkes sizdendir. Bu şekilde sevgi ve merhamet yumağı haline gelenler artık Allah’ın kitabında birbirlerinin can yoldaşlarıdır! Allah her şeyi biliyor; bundan hiç şüpheniz olmasın.” (Enfal; 8/74).
***
Bugün bizlerin Medine’de ki o büyük “kardeşlik devrimine” ne kadarda ihtiyacı vardır!
Zira, bu devrim bütün devrimlerin anasıdır.
Bunu kendi gönül halkasında gerçekleştirenleri kimse tutamaz!
Allah’ın eli onların üzerinde olur. Medine’de yürüdüğü gibi, bugün de onları tarihin meydanına çıkararak yürür. Allah’ın vaadi haktır: “Allah’a dayanan” ve kendi içinde “kardeşlik devrimini” gerçekleştiren ezilenler (müstazafîn) yeryüzünün önderi olacak! (Kasas;28/ 5)
Bencilliğin, egoizmin her yanı sardığı, eski çağların para tanrısı Mammon’un adeta geri geldiği, eski Mezopotamya’nın verimlilik ve başarı tanrısı Ba’l’in hortlatıldığı çağımızda, adı er-Rahman (sevgi ile dopdolu), el-Adl (adalet) olan ve kendisinden başka tanrı bulunmayan tek Allah’a inananlara ne büyük işler düşüyor!
Şu an çağımız, tıpkı Medine’de olduğu gibi sevgi, merhamet, kardeşlik ve adalet devrimine muhtaçtır. Bunu yapacak olanlar da bu çağın göğsüne iman ve salih amel tohumları ekerek büyüyecek olan, bu çağın çocukları olan bizleriz. Çünkü her çağın öyküsü o çağda yazılır. Her çağda yeniden kurulur cümleler…
Onun için olsa gerek Kur’an “Çağ dile gelsin!” (Asr: 1) diyerek, o çağın mü’minlerini dile gelmeye, konuşmaya, söze, harekete, eyleme (amele) çağırıyor. “Allah Daru’s-Selam’a çağırıyor” (Yunus; 10/25) diyerek de, bütün beldeleri, ülkeleri ve dahi dünyayı Evrensel Adalet ve Barış Yurdu’na (Daru’s-Selam) dönüştürmeye çağırıyor. Bunu şu an, bu dünyada ve hemen şimdi yapmamızı istiyor.
Eğer buna inanıyorsak, hemen yanı başımızdaki arkadaşımızdan, komşumuzdan, beldemizden, ülkemizden başlamalıyız.
“Sünnettir” diye yemeğin kabını iştahla temizlemeye çalışacağımıza, Hz. İsa’nın dediği gibi, içindekini yemeği olmayanla bölüşmeliyiz. Ancak o zaman sünneti yerine getirmiş oluruz.
***
Şarkılar nağme oldu, üzerimize ay doğdu
Beklemekle bize bir hal oldu
Şehre sığmadık deve hakem oldu
Biz geldik, Kardeş dedik, Ensar dedik
Develer bile anladı da
Bir insan anlamadı bizi
Bölüştük ne varsa ekmeği aşı
Harç yaptık şehre sevgiyi barışı
Bağrımızdan çıktı Bilal’in haykırışı
Hayyalesselah, Hayyalelfelah dedik
Hançereler bile anladı da
Bir insan anlamadı bizi
Recep İhsan ELİAÇIK
__________________ En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir.
Birbirini anlamayan...
Can Yücel
|