Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Bu yazı Kuran İslamı sitesinden alıntıdır.
Hak Söz Dergisi, M. Kürşad ATALAR
Tarihselcilik
konusundaki tartışmalar, Türkiye’de, en genel anlamda müslümanların,
hemen her alanda ‘ilmi’ yetkinliğe ulaşamamış oldukları gerçeğinin
somut göstergelerinden birisi olarak karşımızda duruyor. Türkiye’de
‘ilmi’ çevreler, hemen daima, İslam’ı, ‘ithal’ yöntemlerle test
etmekten öte düşünsel faaliyet içerisinde olamadıkları için, bir
zamanlar tek ‘açıklama’ yöntemi olarak lanse edilen pozitivist/nesnel
modelin popülaritesini yitirmesinin ardından, bu kez de yine, ‘anlam’ı
önceleyen ve özneyi merkeze oturtan hermenötik yöntemi ithal etmekte
gecikmediler.
Yöntemin kendisi, hususiyetle, ‘tarihsel koşullar’ın önemini
vurgularken, yöntemi ithal edenler, bu yöntemin neşvu nema bulduğu
tarihsel koşulları, yöntemin kullanışlı olup-olmadığı tartışmasında
hemen hiç dikkate almadılar. Halbuki, her yöntem, bir biçimde
‘işlevsel’dir; belirli bir ‘maksad’a hizmet eder. Örneğin, postmodern
paradigma, yeryüzü cenneti vaadeden bilimsel yaklaşımın, 1960’lardan
itibaren Batı’da tılsımını yitirmesiyle ortaya çıkan toplumsal anominin
anestize edilmesinde büyük işlev görmüştür. Bu yöntemin ‘görececilik’
özelliği, bütün anlam örgülerinin çözülmesine yolaçmış, sonuçta
‘varolmanın dayanılmaz hafifliği’ ötesinde bir sahici değer(!)
kalmamıştır.
Bu, insanın, anlam dünyasının merkezine oturtulması (islami
terminolojiyle ifade edilecek olursa) insanın ilahlaştırılmasıdır.
Postmodern algılayışla atbaşı giden hermenötik, nefsini ilahlaştıran
toplumların tarihsel koşullarının damgasını üzerinde taşımaktadır ve
eğer ‘ithal’ edilecekse, bu özelliğine dikkat edilmelidir.
Ancak, Türkiye’de böyle olmamıştır. Son zamanlarda, özellikle Kur’an’ın
anlaşılması sorunsalının çözümünde bu yöntemden pekçok şey umanların,
‘metin’ yerine ‘söz’ü önceleyen malum tezi ortaya atarken, “acaba
metnin yerine ‘anlam’ın öncelenmesinin, tezin orjinal mekanında
taşıdığı anlam ne olabilir?” sorusunu, ciddi olarak sormadıkları çok
açıktır.
Bu soru, çok yalın bir mantıkla, sözü edilen ‘metinler’ üzerinde bir
şüphe doğurmalı ve ardından, bu yöntemin Hıristiyian ilahıyatında çok
anlamlı bir yere oturduğu tespiti yapılabilmeli iken, bir çırpıda
devşiriliveren bu yöntemin, bu kez Kur’an’ın orijinalitesi üzerinde bir
takım şüpheler doğurmaya aday olduğu görülmektedir. Evet, hermenötik,
İncil’i modern akla tasdik ettirmenin uygun bir aracı olarak işlev
görmektedir; zira lafzen (metin olarak) bir yığın çelişkiyi barındıran
İncil nüshaları, ancak ‘anlamın yorumlanması’ suretiyle, giderek
azalmakta olan nüfuzunu devam ettirebilir.
Ancak Kur’an için böyle bir sorun yoktur; Kur’an orijinal haliyle
elimizdedir. O halde, onu, muharref İncillerle aynı kategori içinde
değerlendiren yöntemi, başka bazı kolaylıklar sağlıyor diye
içselleştirmek mümkün değildir. Bu husus, tarihselci yaklaşımı
tartışırken, mutlaka gözönünde tutulmalıdır. Aslında,
hermenötik/tarihselci yöntemin bizde karşılığını anlamlı bir şekilde
bulacağı alan ‘hadisler’ olsa gerektir.
Zira hadislerin metni, daima tartışılmıştır ve hadisler bu yönüyle,
İnciller gibi, anlam yönünden sorgulamaya tabi tutulmuşlardır. Ancak,
bu çaba bir ‘te’vil’ çabasıdır ve sınırları çizilmelidir. Aksi halde,
te’vil edilip de ‘makul’ bir anlama kavuşturulamayacak hiçbir hadis
kalmaz. Meşhur örnekler arasında “dünya öküzün iki boynuzu arasında ve
balığın sırtındadır” hadisi ile “La ilahe illallah diyen Cennet’e
girer” hadisi verilebilir. Her iki hadisin de ‘makul’ izahları
yapılabilmektedir; ancak metni bir yana bırakarak yapılacak bu tür
yorumlarla (tevillerle) dini tarihsel süreç içerisinde dejenere
edildiği de bir vakıadır.
Üstelik, Kur’an, metin açısından hadisler gibi değildir; insan
müdahalesine maruz kalmamıştır ve hadisler gibi bir tevile de ihtiyaç
hissetmez. O halde buradan çıkacak sonuç şudur: Kur’an metin olarak
sahihtir ve ‘anlam’ı metninde içkindir. Anlam, metinden çıkarılacak;
metnin aslına uygun olacaktır. Anlamı yakalama çabalarının somut bir
sonuç vermiyor olması, Kur’an’ın sabit bir anlamının olmadığı şeklinde
anlaşılamayacağı gibi, her farklı görüşe apriori bir isabet değeri
nisbet edilmesini de gerektirmez.
İnsan, Kur’an’ı anlama konusunda yanılabilir; zira anlamanın gerekli
şartlarını yerine getirmemiş olabilir ya da anlama sürecine etki eden
başka faktörlerin de etkisi ile hata yapabilir. Kısaca sürecin
zorlukları aşıldığında, Kur’an, taşımış olduğu manaları, taliplisine
açar (Allah, yolunda gayret gösterenlere yollarını açar). Bu, ‘hakk’
olduğunu iddia eden bir din (ve onun Kitabı) için zaruridir.
‘Anlaşılamayan’ (ya da manaları konusunda emin olunamayan) bir Kitab’ın
ne gibi bir sahici değeri olabilir ki!
Metnin öznelliğine vurguda bulunan ve yorumlamanın geçerli olduğu
ortamı/tarihsel koşulları, ‘anlam’ın belirleyeni haline getiren
tarihselcilik, Kur’an sözkonusu ise, kaçınılmaz olarak, metnin
‘otantik’ değerinin yadsınması ve dönemin şartlarının ya da hakim
anlayışının Kur’an’a onaylattırılması gibi bir sonuç doğurur ki, bu,
son tahlilde, Kur’an’ın tahrif edilmesinin bir başka adıdır.
Bu temel gerekçe ile selef, metnin içeriğini, öznesine göre tayin eden
yaklaşımları hep ihtiyatla karşılamış ve ‘yorumlama imkanı’nı
bulamadığı hususlarda susmayı tercih etmiştir. “Karanlığa taş
atmamanın” yöntemi bu olmalıdır ve bu, Kur’an’ın özüne de uygundur. Bu
yöntem, tarihselcilerin iddialarının aksine Kur’an’ın ‘evrensellik’
ilkesiyle çelişmez, zira burada mana, özneye indirgenmemekte ve böylece
metin ‘dışsal’ etkilerden korunarak, onun ‘zamanlarüstülüğü’
sağlanmaktadır.
Evrensellik ile ‘çağa uygunluk’ birbirine karıştırılmamalıdır.
Kur’an’ın her çağa hitab eden bir kitab oluşu, onun her çağda farklı
anlaşılabileceği değil, manalarının her çağın insanında aynı etkiyi
(ama bir başka biçimde olsun) yapabilirliğinin göstergesidir. La ilahe
illallah’ın ortak ve tek bir manası olmalıdır ki, her çağın insanı için
sahici bir sorumluluktan bahsedilebilsin.
Aksi olursa, “taşa Allah diye tapan çobanın” inancına da meşru bir
zemin bulunabilecektir ki bunun bir diğer adı, dinin ortadan
kaldırılmasıdır. Tasavvuf, bütün bir tarihi boyunca bu yöntemi
kullanarak, ‘zahir’ (din) adına ne varsa, tümünün anlamlarının tersyüz
olmasına sebebiyet vermiştir.
Tarihselcilik de, bu yönüyle, tasavvufun ‘batın’ (öz/asıl anlam) adı
altında sistematikleştirdiği yöntemle örtüşmektedir. Şu halde
tarihselci/hermenötik yöntem, tasavvufun modern bir versiyonudur.
‘Batın’ın tayini, kişiden kişiye farklılık göstereceği için, bu
yöntemin ‘görecelik’ unsuru taşıdığı ve dolayısıyla ‘ilmi’ olmadığı da
çok açıktır (Zaten tarihen sabittir ki, tasavvufun girdiği yerde ‘ilm’
gerilemiştir).
Bu noktada metne bağlı kalma sorunu kalmayan tarihselciliğin, Kur’an
mecazları ve kıssalarla ilgili yaklaşımının ‘sembolleştirme’ çabası
etrafında şekillendiğine dikkat edilmelidir. Özellikle modern dönemde
Şeyh el-Huli’nin çabalarıyla, Kur’an tasvirlerinin sembolik ve
‘ibret-amaçlı’ olduğu ve bilhassa kıssaların tarihen vukubulmadığı
tezini işleyen ‘edebi tefsir’ yöntemi, ayetlerin maksadlarını anlama
konusunda masum bir makulleştirme faaliyetinin bir ürünü olarak
gösterilebilirse de, sonuçları itibarıyla ‘mushaf’ın otantikliğine
halel getirecek unsurları içermektedir.
Örneğin, bu yöntemle, Ebrehe’nin ordusuna saldıran kuşların
‘attıkları’ teşin bir tür taş değil de, çiçek mikrobu olduğunu ileri
sürebilmeniz mümkün iken, İsa’nın ya da Musa’nın tarihen sabit gerçek
kişiler olmadığı, Musa’nın asasının sembolden ibaret olduğu, cinlerin
yabancı insanlar olduğu… kısaca mecaz ve mucize içerikli masajların
‘ibret’ almak amacıyla Kur’an’ın hikayeleştirdiği ‘hayali’ örneklerden
ibaret olduğunu söylemeniz de imkan dahilinde olmaktadır.
Sembollerle nasihat vermeyi Allah’a yakıştıranlar, musibetle te’dib
etmenin etkisin bilmiyorlar olsa gerek ki, ‘ibret’ alınması için,
örneklemenin bizzat vukubulması şartının, muhatabı ne denli
etkileyebileceğini unutuyorlar. Bu yaklaşım, öylesine tehlikelidir ki,
kıyamet sahnelerinin dahi sembol olduğunu ve hatta gerçek kıyametin
dahi kopmayacağını ileri süren görüşlere müsait bir zemin
oluşturmaktadır.
Bu, aslında ‘edebi tefsir’ yönteminin, kendisini inkarıdır. Zira amaç
muhatabı etkilemekse, somut bir vakıanın etkileme şansı,
sembolleştirilmiş bir hikayenin etkileme şansından çok daha fazla
olmalıdır. Ama öyle görünüyor ki, bu yöntem, Kur’an kıssalarının
ardında yatan ruhu/özü arama çabasını yansıtmaktan çok, Kur’an’ın
mucizliğine halel getirecek yaklaşımlara kapı aralama sonucunu
doğurmaktadır.
Evet, metni iptal edecek her yaklaşım merduttur ve tarihselcilik de
aynı kategoride yeralmalıdır. Metni anlama konusunda karşılaşılan
sorunlar izafidir; metnin kendisinden değil, dışsal faktörlerden
kaynaklanmaktadır ve bunlar giderilebilir türden sorunlardır. Bu
sorunları çözme konusunda uygun ve kullanışlı yöntemler bulunabilir ve
bu bağlamda bir yöntem olarak, ‘semantik’i göstermemiz mümkündür.
Kelimelerin (deyimler dışında) filolojik tahlilini yapmak suretiyle,
tarihsel süreç içinde ‘kavramsallaşan’ terimleri, asli anlamlarına
kavuşturmak daima imkan dahilindedir. Asli anlamlarına kavuşturularak
kelimeleri tefsir edilen Kur’an, manalarını muhataplarına açacaktır.
Allah yolunda yürüyenlere yollarını açar.
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
|