Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Ey Din Baronu! Ey simsar! Dinle Kitap’tan…
“Baron” kelimesi Orta Latince’de “engel” anlamına gelen “barra” dan geliyor. Fransızca’ya “barre”, İngilizce’ye de “bar” olarak geçmiş… Türkçe’de kullanılan bar, ambargo, bariyer, baraj, barfiks, barmen, baro kelimeleri de bu kökten.
Bunların hepsinde “engelleme, çevirme, bir yerde toplama” manası var. Hatta bizde Erzurum ve Artvin yöresi halk oyunlarına Ermenice’den geçen grup, topluluk, insan çemberi anlamında “bar” deniyor. Bu durumda bar, çember halinde yapılan dans oluyor;
Bahçası var bağı var
Ayvası var narı var
Atamızdan yadigâr
Bizde ata barı var
Demek ki “baron”; engelleyen, çeviren, çembere alan, bir yerde toplayan, kendi tekeline alan, çembere aldığı şeyin etrafına “baraj” ören, buna uymayana “ambargo” uygulayan demek…
Bu durumda “din baronu” da, dini sembol ve değerleri tekeline alan, bunların etrafına çember ören, “baro” gibi herkesi bu çatı altında toplamak isteyen, “bar” gibi herkesin burada oynamasını isteyen, dışta kalana “ambargo” uygulayan ve aforoz eden, dini değerlerin etrafına “baraj”, önüne de “bariyer” koyarak kendi tekeline alan demek oluyor…
“Simsar” kelimesi ise Arapça’ya tâ Aramice’den geliyor. Aramice’de “srsür/spsir” aracı, mahabbet tellalı demek. Yüzyıllar boyu aynı anlamı koruyarak Arapça’ya aracı, komisyoncu manasında geçmiş. “İstismar” da birinin iyi niyetini kötüye kullanmak, sömürmek demek…
“Simsar” ile “sülük” arasında şöyle bir benzerlik var: Sülük, tatlı sularda yaşayan, vücudunda yirmi iki sindirim kesesi olduğu için bir kezde ağırlığının sekiz katı kan emebilen bir hayvan.
Simsar da öyle…
Hele din simsarı tam bir sülük. O da tatlı sularda yaşar, eziyete fazla gelemez, kolay yoldan kazanmayı çok sever. Dine sülük gibi yapışır ve yirmi iki sindirim sistemi olduğu için ağırlığının kat kat fazlası rant emer…
“Simsar” çok eski bir kelime olduğuna ve Aramice gibi Arapça’nın atası bir dile yüzyıllar öncesinden girdiğine göre simsarlık çok eski meslek…
Bu nedenle simsarlar tarih boyunca Allah, Kitap , Peygamber gibi “tatlı suların” etrafında bitmişler ve bunlara sülük gibi yapışarak emmişlerdir.
***
İslam’ın ilk doğuş yıllarında “kahin” ve “mecnun” denilen kişiler devrin simsarları, Ebu Leleb, Ebu Cehil ve Velid bin Muğire gibi tefeci bezirganlar da baronlarıydılar..
Kahinler kehanetlerde bulunur, mecnunlar gizli güçlerle konuşarak onlardan gelecekle ilgili haber aldıklarını söylerler, tefeci bezirganlar da Kabe’nin etrafını çevirerek gelen hediyeleri iç eder ve onlardan geçinirlerdi. 7-8 büyük tefeci bezirgan Mekke’nin kaderine el koşmuştu. Kabe’ye gelen kurbanlık (hedy), deve ve sığırları (en’am) iç etmeye dayalı bir düzen kurmuşlardı (Yeda Ebu Leheb).
Yani anlayacağınız Mekke’deki dini sembol ve değerler etrafında tam bir simsarlık ve baronluk hüküm sürüyordu. Mekke’nin ileri gelenleri Kabe’ye sülük gibi yapışmış emiyorlardı.
Kahinler ve mecnunlar da halkın dini duygularını, umutlarını ve gelecek beklentilerini sömürüyorlardı. Firavun’un büyücüleri gibi buradan besleniyorlardı. Verdikleri sırlı, tılsımlı, büyülü bilgiler ve kehanetlerden dolayı rant elde ediyorlar, din iman işlerinin sadece kendilerinden sorulacağını, bu işin kompedanının kendileri olduğuna inanıyorlardı.
Günlerden bir gün ümmi yani “halkın bağrından çıkan”, din baronu ve simsarı çevrelerin hiç birisinden gelmeyen bir “öksüz” çıkıp da “Yıkılsın Ebu Leheb’in düzeni, yıkılsın!” (Tebbet yeda Ebu Leheb ve tebbe) diye haykırınca telaşa kapıldılar ve onu asla affetmediler. Türlü düzenler kurarak, önüne “bariyer”ler çekerek, “ambargo”lar uygulayarak engellemek istediler. Çünkü onlar Kabe’nin “baronu” ve “simsarı” idiler. Allah bula bula bu öksüzü mü bulmuştu? Vahiy Mekke’nin ve Taif’in iki “baronu”ndan birine indirilmeli değil miydi?!!
***
Kur’an daha ilk ayetlerde dedi ki: “O, ğayb hakkında cimri değildir.” (Tekvir; 24)
Yani peygamber ğaybtan bilgiler veriyor, vahiyler alıyor; fakat onu kâhinlerin ve mecnunların kendilerine saklamaları gibi kendine saklamıyor. Hepsini açıklıyor ve bu açıklamalarından dolayı kâhinler ve mecnunlar gibi ücret istemiyor. Vahiy onun mesleği, aldığı bilgiler de servet kaynağı değil… Bu vahiyleri kendini zengin etmek için okumuyor. O bir din tüccarı, iman simsarı, Kabe baronu, umut hırsızı, kâhin, rahip, mecnun veya parlak sözlerle göz boyayıp insanların cebine göz diken bir şarlatan değil… Allah’tan aldığı ne varsa onu olduğu gibi ileten vicdanın ve merhametin evrensel sesi o!...
Kur’an’ın daha ilk ayetlerde ısrarla peygamberin bir kahin, mecnun veya sihirbaz olmadığını söylemesi bu nedenle çok manidardır. Aslında bu, tarih boyunca Tanrı, Kitap, Peygamber gibi dini değer ve sembollerin yakasından bir türlü düşmeyen din baronları ve simsarların köküne kibrit suyu dökmek demekti.
Demek ki risalet, kahinlik, mecnunluk ve bezirganlık gibi baron ve simsar yatağı asla değildir!
***
Dahası var…
Bakın, “Alak” suresinden hemen sonraki “ilk mesajlar” da ne denmişti;
“Sen ey yalnızlığa bürünen!
Kalk ve uyanışı başlat!
Haykır: Allahuekber!
Güzel ahlâkı kuşan!
Kötülüğe bulaşma!
Servet yığma hayallerine kapılma!
Daima Rabbinle birlikte ol ve güçlüklere göğüs ger” (Müddesir; 1-7)
Sondan bir önceki ayete dikkat ediniz…
Genellikle meallerde “Yaptığın iyiliği başa kakma” diye çevrilen fakat aslında “Servet yığma hayallerine kapılma” (Ve la temnun testeksir) demek olan bu ayet din baronluğu ve simsarlığının panzehiridir.
Ayette geçen “umn/umniye” hayal, kuruntu, temenni, “istiksâr” da çoğalmak, zengin olmayı istemek, servet biriktirmeyi talep etmek demek. Nitekim Tekâsür suresinde de bu anlamda kullanılmıştır; “Bir zenginlik yarışıdır (tekâsur) gidiyorsunuz; tâ mezarlarınıza varıncaya kadar süren…” (Tekâsur; 1)
Demek ki daha ilk ayetlerde, yani daha işe yeni başlamışken, hareketin henüz başındayken, peygamberliğe daha yeni başlamışken peygamber uyarılıyor:
“Çoğalma (istiksâr) temenni etme!”
Yani: Yapacaklarını getiri beklentisiyle yapma… İyiliği yay ve yaşa ama iyilikten servet yığan, onu para, makam, mevki elde etmenin aracı olarak görenlerden olma... Yaptığın peygamberlikten dolayı maddî karşılık bekleme… Allah’ın peygamberi olmanın getireceği ayrıcalığı zengin olmak için atlama tahtası olarak kullanma… Din baronları gibi ayet alıp ayet satma… Din istismarından uzak dur! Sadece Allah rızası için, sırf iyilik için çalış… Peygamberliği servet yığılan bir meslek olarak görme… Allah’ın dini üzerinde sektör oluşturulmasına asla izin verme... Şu Kâbe’deki Tanrı ve kutsallık istismarına dayalı dini oligarşiyi yık! Bir zamanlar İsa da mabede girerek masaları sandalyeleri din adamlarının başına çalmış ve “Allah’ın evini ticarethaneye çevirdiniz, ey engerek soyu!” diye haykırmıştı… Çünkü Allah’ın evi servet kapısı değildir! Din sektör, vahiy meta, peygamber pazarlamacı, sana inananlar da müşterin değildir! Bunlar üzerine kurulu istismara son ver! Çünkü din yalnızca Allah’a has kılınmalı, vicdanın ve merhametin yalın sesi olmalıdır…
***
Tabi bunlar peygamberimiz bunları yapacağından söylenmiyor. Sonraki çağlarda peygamberin yolundan yürüyen, onun kürsüsünden konuşan, Allah, Kitap, Peygamber davası güden, her devirde yeniden uyanış hareketleri başlatmak isteyen, bunun için “hizmete” soyunanlara sesleniliyor.
Deniyor ki: Yani “Allahuekber” diyerek meydanlara atılanlar! Rabbinin büyük adını yüceltmek isteyenler! Büründüğü yalnızlıktan çıkıp ayağa “kalkarak” insanları uyanışa çağıranlar!
Önce kendi elbisenizi temiz tutun. Yani güzel ahlak sahibi olun. İnsanlar sizin elinizden ve dilinizden emin olsun. Her biriniz birer el-Emin olun. Kokuşmayın, tefessüh etmeyin, pisliğe, hırsızlığa, yolsuzluğa bulaşmayın. Kendi ahlaki enerjinizle yükselin. O sizi götüreceği yere götürecektir.
Sonra bu işlere başlarken servet yığma hayallerine, zengin olma sevdalarına kapılmayın. Allah, Kitap, Peygamber davası bunun kapısı değildir. Bu kürsüden konuşuyorsanız bunun bedeline katlanmak zorundasınız. Bu bedeli ödeyerek yaşayacaksınız. Aksi halde o kürsüden inin. Servet ve zenginlik arıyorsanız bunun yolu Allah, Kitap, Peygamber davası değildir. Rızkın onda dokuzu ticarettir. İnsanların barınma, giyinme, yeme ihtiyaçlarını giderecek işler yapın mesela; dağları delin, kervanlar oluşturun, atölyeler kurun, ihracat, ithalat yapın, alın, satın… Şeriatta bütün bunlar caizdir ancak kazandığınızı yine bölüşmek, paylaşmak şartıyla…Fakat bu kapı yani Allah, Kitap, Peygamber kapısı servet yığma ve zenginlik yarışına girme yeri değildir. Aksi halde “din baronu” ve “din simsarı” olursunuz. Yolundan gittiğiniz peygamber bunları ortadan kaldırmak için gelmişti. Okuduğunuz Kitap insanlıkta artık bunlara son vermek için nazil olmuştu…
***
Dikkat ediniz!
“Müslümanlar hep fakir kalmalıdır” demiyoruz. “Müslümanlar din üzerinden servet yığamazlar” diyoruz. Başka kapıya!
Allah bunu daha ilk ayetlerinde peygamberine yasaklamıştır. O da ömrü boyunca buna bağlı kalmıştır. Bu bilinçli bir tercih, asil bir tavır, klas bir duruş, evrensel bir mesajdır.
Allah, Kitap, Peygamber davası aynı zamanda bir “kamu” davasıdır. İyilik, adalet, özgürlük gibi insanlık davasıdır.. Yüce değerler ve evrensel ülkülerdir. Bunlar paraya, servete tahvil edilemez. Kişisel rant için araç ve atlama tahtası olarak kullanılamazlar.
Bu davaya atılanlar, örneğin her biri birer “kamu” alanı olan belediyelerden, devlet kurumlarına kadar, tıpkı peygamberin yaptığı gibi, Mekke’de nasılsa Medine’de de öyle yaşar, Hira’dan indiği elbise ile Aişe’sinin kucağında hayata veda eder.
Bugünkü tabirle çeketi ile gelir ve çeketini alır gider….
Baron ruhlu ve simsar tiynetli olanların bunu anlaması hayli zor ama “Servet yığma hayallerine kapılma” (ve la temnun testeksir) ayetinin çağları aşıp gelen evrensel mesajı bu değilse nedir? ***
“Bilmiyorum belki çıkamam bir daha buraya
İşte sırtım! Hakkı olan gelsin almaya
Hayır! gidemezsin kim gitti dersi vurun
Hayyulayemuttur yaşayan yerinize oturun
Hazırlan dedi Cibril karardı mehtap
Geride birkaç kap ve Kitap…
Kara toprak bile anladı da
Bir insan anlamadı bizi”
Recep İhsan ELİAÇIK
haber10.com
__________________ En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir.
Birbirini anlamayan...
Can Yücel
|