Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Çokla Övünme ve “Naîm” Kur’ân-ı
Kerîm, insanı Hak’tan eğleyen şeylerin başında servet biriktirmeyi ve
oğullarla övünmeyi sayar. Şu âyet onlardan birisidir: “İman edenler! Servet (mal) iniz ve oğullar (evlad) ınız sizi Allah’ın zikrinden eğlemesin.”[1] İnsanın
mal tutkusu bütün zamanlarda aşağı yukarı aynı kalmış fakat hakimiyet
kurma eğilimini kamçılayan çok oğul/çocuk sahibi olma isteği hep
değişmiştir. Bu eğilim ortaçağda, kabile ve ırk taassubu, siyasi
yandaşlık ve mezhepçilik olarak ortaya çıkar. İnsanın bu zaafı şimdiki
zamanlarda kendisini makam hırsı, cemaatçilik, kulüp ve dernek
yandaşlıkları olarak gösteriyor.
Kur’ân,
servet ve oğullar gibi insanı gerçeğe karşı oyalayan şeylere lehv der.
Bütün zamanlarda insanın yakasını bırakmayan ihtirası da bu lehv
cümlesinden sayar: “Bırak onları yesinler, bir süre yararlansınlar ve ihtiras (emel) onları eğlesin (lehv), ama yakında bilecekler."[2] Her asırda bütün çekiciliği ile süregelen ticaret ve alışveriş tutkusu da Kur’ân-ı Kerime göre bu lehvlerdendir.[3] Dahası, Kur’ân’a göre oyalayıcı her türlü söz (lehve’l hadîs[4]) bile bu cinsten olabilir. Böylece söze benzeyen yönlendirici yazı ve müzik de lehv kapsamına alınmış olur. Yalnız
burada temas edilmesi gereken önemli bir husus vardır. Bu sayılanlar
insanı gaflete düşürebilir. Allah’ın kitabından alıkoyabilir, Hak ve
hakikatten uzaklaştırabilir. Ama bunların her biri, aynı zamanda bu
hayatı yaşamanın zaruretleridir. Evlat, yaratılış kanunlarının zorunlu
bir sonucudur. Çocuk, kişinin babasına nispetle kendisidir. Mal canın
yongasıdır. Ticaret rızık kazanmanın ahlaki ve meşru görülen bir
yoludur. Emel olmadan da hiç bir gayret gerçekleşmez. Yine herkesin
malumudur ki, amelsiz emel boş olduğu gibi emelsiz bir amel de
gerçekleşemez. İyi bir ameli emel edinmek elbette hayırlıdır.[5] Kaldı ki Kur’ân hayatı tamamen terketmeyi salık veren bir ruhbanlık önermemiştir. Öyleyse
yukarıda sayılan lehviyyâtın her biri Kur’ân’ın tamamen terkedilmesini
önerdiği şeyler olamaz. Yüce Kitap belki bunlarda ölçünün
kaçırılmasını; çoğaltma yarışını ve onlarla övünmeyi istemez. İtidali
tavsiye eder. Nitekim bir yandan bu hayattan nasibin unutulmaması
gerektiğine işaret ederken[6], diğer yandan bu hayatı tümüyle alıkoyucu diye niteler: “Ve şimdiki hayat, bir oyun ve eğleyiciden başka bir şey değildir.”[7] O
hâlde Kur’ân lehviyyâtın bütünüyle terk edilmesini değil, belki onlarla
ölçünün kaçırılmamasını istiyor. Çeşitli pasajlarında da bunu
başarabilmenin yolunu gösteriyor. İnsan çoğun ardına düşmesin, Rabbine
dayansın, çoğu verene yönelsin diyor. İşte bütün bu tafsilat inişte onaltıncı sırada olan Tekâsür sûresinde yoğunlaştırılmıştır: “Sizi çoğaltma yarışı eğledi,” “Çoğaltma yarışı” yahut çokla övünme, eğledi (lehv) sizi. “Çoğaltma yarışı” diye tercüme ettiğimiz kelime metinde et-tekâsür[8]şeklinde
geçer. Bu “çokla övünme” anlamına da gelebilir. Aynı kelime bir de
Hadîd suresinde servet ve oğullarda çoğaltma yarışı formuyla kullanılır: “Bilin
ki, şimdiki hayat ancak bir oyun ve eğleyici (lehv) den, bir süsten,
aranızda bir övünmeden, mallarda ve oğularda çoğaltma yarışından
ibarettir.”[9] Tekâsür suresi şöyle devam eder: “kabirleri ziyaret edinceye kadar.” Mal düşkünü, mevki müptelası,kendisini ticaret ve alışverişe
kaptırmış, ihtiraslı kimselerin gözü kararmıştır. Onlar kabristanı
görmez, kabir ziyaretinden de hoşlanmazlar. Onların oraya tek
ziyaretleri, dönüşü olmayan son bir ziyaret olur. Ölünceye kadar
çoğaltma yarışı yönlendirir onları. Sure şöyle devam eder: “Hayır, hayır! Yakında bileceksiniz! Sonra, hayır, hayır! Yakında bileceksiniz!” “Hayır, hayır! Kesin bilgiyle bilseydiniz,” Müfessirler,
“Bilseydiniz” sözcüğüne verilmesi gereken cevabın gizli olduğunda
ittifak etmiş gibidirler. Bizce, sözün devamını bu şartın cevabı
saymaya bir engel yoktur: “elbette görürdünüz Ateşi.” Yani,
servet, makam, ticaret, yandaşlık, tûlu emel ve benzeri şeyler gibi
hayatınızı kuşatan Haktan eğleyiciler (lehviyat) i anlasaydınız, sizi
beklemekte olan ateşi de elbette görürdünüz. Sûre devam ediyor: “Sonra onu kesin görüşle göreceksiniz, ardından da hiç kuşkusuz o gün, Naîmden sorguya çekileceksiniz.” Yani kabirleri son ziyaretinizde anlayacaksınız. Daha sonra da diriltilip naîm üzerine bir sorguya çekileceksiniz. Peki naîm nedir? Naîm
çok nimet demektir. Bunlar da Kur’ân yorumcularına göre Allah’ın ikramı
olan şeylerin her biridir. O zaman çoğaltmaya ve çokla övünmeye konu
olan her bir şey de nimet diye nitelenmiş demektir. Dilimize nimetler diye çevrilen bu kelimeyle kast edilen şeyin, risalet olduğunu söyleyen yorumcular da vardır.[10] Kur’ân’ın
genel üslubuna bakıldığında da, çok nimet, hep nimet olan üstün
nitelikli cennetlere naîm dendiği görülür. Ancak Kur’ân kendisinden
sorulacak şey hakkında daha çok insanların eylemlerine vurgu yapar.
Başka bir pasajında da nimetlerin sorulacağından söz etmez. İşte bu
durum naîm üzerinde biraz düşünmemizi gerekli kılmaktadır. Tekâsür
Sûresinden bir müddet sonra nazil olan Hümeze Sûresinde,
“Biriktirdikleri servetle sonsuz yaşayacaklarını düşünenlerin
fuâdlarını tutuşturulmuş ateşin saracağı” bildirilir.[11] Bu
iki sûre tertipte de ard arda yer alır. Bu yakınlık, kendisinden
sorulacak olan nimet üzerinde farklı bir şey düşünmemizi gerekli kılan
bir boyut kazandırmaktadır. Şimdi şu âyeti okuyalım: “Size işitme, göz ve dimağlar verdi. Belki şükredesiniz?” [12] “Kuşkusuz işitme, göz ve dimağ; gerçekten, insan bütün bunlardan sorguya çekilecektir.”[13] İşitme,
göz ve dimağ anlama yetisini oluşturan şeylerdir. İlk ikisi bedensel,
üçüncüsü ise düşünsel zihin. Hisler sem ve basar, dimağ ise fuâd
şeklinde ifade ediliyor. İlk âyette zihinsel faaliyet alanları
belirleniyor, son âyette ise İlahî sorgunun bunlara yapılacağı
bildiriliyor. Kur’ân
suçluların azaba maruz kalmalarının sebebini de, vahye kulak
vermemeleri yahut düşünmemeleri olarak gösterir. Şimdi şu âyete bakalım: “Eğer dinlemiş olsaydık veya akletmiş olsaydık, cehennem (saîr) ehli içinde olmazdık.”[14] Suçlular,
eğleyici şeyler (lehviyyat) e karşı hislerini yahut akıllarını
çalıştırmadıkları için azaba uğradıklarını öteki hayatta itiraf
ederler. Bu âyette düşünme, dinleme fiiline atfediliyor. Demek ki onlar
bu iki işten birisini yapsalardı yetecekti. Vahye kulak verseler, yahut
akıllarını kullansalardı doğruyu bulacaklardı. Şimdi dilimize nimetler diye çevrilen, kendisinden sorulacak olan naîm üzerinde düşünebiliriz. Arap Dilinde, mukabilinde teşekkürü gerektiren her türlü ikrama nimet denir.[15]
Nimet deyince ilk akla gelen de insana mutluluk ve zevk veren yaşamsal
gereçlerdir. Ve onlar elbette sınırsızdır. Onları saymaya kalksak
sayamayız.[16] Ancak
bir hayvana yedirilip içirilen rızka nimet denmez. İkram, onu takdir
edecek, karşılığında teşekkür edebilecek âkıl (nâtık) birisine
yapılmalıdır. Bu
durumda Hümeze sûresinde kendisinden sorulacağı bildirilen şey, güven,
sıhhat, uyku, yiyecek, giyecek, gölge ve soğuk su gibi şeyler değil
onları şükre yahut küfranı nimete dönüştürebilecek anlama yetisi
olmalıdır. Çünkü her türlü rızık, ikram ve ihsan ancak bu kabiliyet sayesinde nimete dönüşmektedir. Elbette Peygambere verilen Risâlet de mecnunlar ve hayvanlar için değil ancak bu kabiliyeti olanlar için birer nimettir. Hem insandaki dinleme ve anlama kabiliyeti naîm gibi genel ve süreklidir. Eğer
bu doğruysa, Hümeze Suresinde herkesin uhrevi sorumluluk kapsamına
alındığını söyleyebiliriz. Risâletten haberi olsun olmasın herkesin.
Tabi akıl nimetinden mahrum bırakılanlar dışında. Doğrusunu Allah bilir. AHMET BAYDAR
[3]
“Onlar öyle kimseler ki Allah’ın zikrinden, Namaz kılmaktan ve zekâtı
vermekten ne ticaret ne de alışveriş onları alıkor.” Nûr 24/37. [4]
“İnsanlardan öylesi vardır ki bilgisizce Allah yolundan saptırmak ve
onu alaya almak için alıkoyan sözü satın alır.” Lokmân 31/6. [6] “Ve
Allah’ın sana verdiği şeylerde, son yurdu ara, bu dünyadaki nasibini de
unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi, sen de iyilik yap.” Kasas 28/77. [7] En’âm 6/32, Ankebût 29/64. [8]
Metinde tekâsür şeklinde geçen kelime bir hadiste fakirliğin mukabili
olarak kullanılır: “Hakkınızda fakirlikten korkmuyorum, ama tekâsürden
korkuyorum.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis no; 7728, 10535.) [10]
Çünkü Kur’ân pek çok pasajında peygamberin getirdiği mesajı nimet
kelimesinin kök harfleriyle niteler. Hatta bazı yorumcular, Duhâ
suresindeki, “Rabb’inin nimetini anlat” ifadesini, “Kur’ân’ı anlat”
şeklinde yorumlarlar. [11] Bu, ‘İlâhî cezâlandırmanın, insanın havsalasını, anlama yetisini aşan boyutta olacağından mecaz gibidir. Sure şöyledir: “Vay haline her ayartıcı kınayıcının, ki servet toplar ve onu sayıp durur, servetinin kendisini ölümsüzleştireceğini düşünür!“Hayır, hayır! Hiç kuşkusuz, Hutame’ye atılacaktır. Ve Hutame’nin ne olduğunu sana ne bildirecek?“Allah’ın -tutuşturulmuş- ateşidir, dimağlara kadar çıkan! Evet, o üstlerine kapatılacaktır, uzatılmış sütunlar halinde!” [15] Deveye ve aralarında deve bulunan hayvanlara en’am denmesi de onların şükre en layık ikram olmasındandır. [16] Nahl 16/18, İbrahim 14/34.
SONSÖZ SİTESİNDEN ALINTIDIR...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|