Yazanlarda |
|
baybora Ayrıldı
Katılma Tarihi: 06 eylul 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 547
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam,
Aşağıda maun suresinin "serbest çevirisi" yapıştırıyorum, gerekçelerimin bir kısmını "dipnotlarda" belirttim.
Katkı olursa memnun olurum,
Elbette Cehd bizden tevfik Allah(a.c)'den
*****
Hicretten Önce İnmiştir.[1]
بسم الله الرحمن الرحيم
Rahman, Rahim Allah ismiyle,
Gördün mü[2] o vahyi[3] yalanlayan (Allah’a ortak koşanı)?[4] (1).[5] İşte o,[6] korumasızı/kimsesizi[7] önemsemez[8] (2). “Hiçbir şeyi olmayan kimsenin”[9] yemeğini (bile) [10] (vermediği gibi başkasına da) verdirmez[11]”[12] (3).[13] [1-3].
Yazıklar olsun! (Bu şekilde Allah’a) yönelenlere[14] (4). Onlar, (Allah’a) yönelişlerinden[15] gafildirler[16] (5). Onlar, (Allah’a yönelmeyi bile) gösteriş[17] (olsun diye) yaparlar; (6). Az bir şeye[18] bile engel olurlar[19] (7). [4-7].
[1] Bizim anlayışımıza göre surenin zamanı Hicretten Öncedir.
[2] RaEY-te: 18:63, 25:43, 96:9,11,13, 107:1
[3] bi’d-DîNi: 82:9, 95:7, 107:1
[4] yuKeZZiBu: 27:83, 55:43, 68:44, 83:12, 107:1
[6] feZêLiKe: 21:29, 74:9, 107:2
[7] el-YeTîMe: 89:17, 93:9, 107:2
[8] yeDu’U: 107:2
Bak. 52:13
“Şiddet ve sitemle iten”
[9] el-miSKîNe: 69:34, 89:18, 107:3
Anlam için Ragıb (S-K-N) maddesi.
[10] TaÂMi: 69:34, 89:18, 107:3
[11] yeHuDDu: 69:34, 107:3
[12] Bak. 69:34, 107:3, 89:18
[13] “O, yetimi davet etmiyor, yani herkesi davet ederken, yetimi terk ediyor” anlamında olduğu da söylenmiştir.
[14] el-muSaLLîne: 107:4,
Bak. 70:22, 74:43
Yönelenler: Anlam için (96:10). Kur’ân’ı Kerim’de, Allah(a.c)’e yönelişte gösteriş yapanlar da (4:142), kullarına yönelişte gösteriş yapanlar da kınamaktadır (2:264, 4:38).
[15] SaLêTi-him: 6:92, 23:2, 70:23,34, 107:5
[16] SêHûNe: 51:11, 107:5
[17] yuRâUNe: 4:142, 107:6
__________________ Tanrı'ya inanan adam olmak kolay, ve fakat Tanrı'nın inanacağı adam olmak zor!
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
değerli bir çalışma ...
rabbim hoşnud olur inşaallah...
gazze bu gün yetim...
gazze kimsesiz...
onu itip kakanları gördün mü...
ve yazıklar olsun ona ufak bir yardımı bile çok görenlere...
hem allaha yöneldiğini söyleyip hemde bu gün gzzeye ufacık bir yardımı bile çok görenlere ...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
aliaksoy Uzman Uye
Katılma Tarihi: 05 subat 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 989
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam Baybora;
Allah'ın esenliği üzerine olsun.
[14] el-muSaLLîne: 107:4,
Bak. 70:22, 74:43
Yönelenler: Anlam için (96:10). Kur’ân’ı Kerim’de, Allah(a.c)’e yönelişte gösteriş yapanlar da (4:142), kullarına yönelişte gösteriş yapanlar da kınamaktadır (2:264, 4:38).
[15] SaLêTi-him: 6:92, 23:2, 70:23,34, 107:5
Büyük / farklı / değişik bir söz söylüyorsun. Mütercimlerin "alışkanlık"larını darmadağın ettin.
Atış menziline girdin ya Allah sabır versin.
Esenlik dileklerimle...
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
|
Yukarı dön |
|
|
Metehan2003 Ayrıldı
Katılma Tarihi: 11 ocak 2009 Yer: Micronesia Gönderilenler: 474
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam,
Mâûn sûresi, peygamberimizin misyonunu sürdüren bugünkü
müminlere hâlâ şu mesajı vermeye devam etmektedir:
Tüm insanları uyararak onlara öğreteceğiniz, tebliğ
edeceğiniz ilk ilke, onları yapılan iyilik ve kötülüğün
karşılığının mutlaka ahirette görüleceğine inandırmak
olmalıdır. Ahirete inanmayanlar kesinlikle sosyal
paylaşımda bulunmazlar. Yapar gözükseler de "dostlar
alış verişte görsün" diye yaparlar. Onlar kesinlikle
yaralı parmağa üflemezler, kimseye zırnık koklatmazlar.
Onlardan hiçbir kimseye ve hiçbir topluma yarar gelmez.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sayın Hakkı Yılmaz dan alıntıdır,aynen katılmakla
birlikte paylasmak istiyorum:
Mâûn sûresi Mekke'de 17. sırada inmiştir. sûrenin
tamamının Medine'de indiğini iddia edenler olduğu gibi,
1–3. âyetlerinin Mekke'de, 4–7. âyetlerinin Medine'de
indiğini iddia edenler de vardır. Ancak hem sûrenin
üslûp ve içeriği, hem de İzzet Derveze gibi
araştırmacıların İbn-i Abbas ve İbn Zübeyr kaynaklı
tespitleri, sûrenin kesin olarak Mekkî olduğunu
göstermektedir. sûrenin yarısının Medine'de indiği
iddiası ise, 4. âyetin "takip" veya "sebep" ف – fa 'sı
ile başlaması nedeniyle dikkate alınacak bir görüş
değildir. Çünkü sûredeki konu bütünlüğü, âyetlerin
birbirinden ayrılmasına engeldir. sûrenin Mekkî olduğunu
gösteren bir başka husus da, sûrede özellikleri
anlatılan insan gurubunun Medineli münafıklar olmayıp
adı sanı belli olan bazı Mekkeli azgınlardan oluşmuş
olmasıdır. sûre sözel olarak Mekke müşriklerini teşhir
etmekle birlikte, onların şahsında tüm dünyadaki ve tüm
zamanlardaki müşrik ve din karşıtlarının ilkelerini
ortaya dökmekte, onlara karşı alınması gereken tavırları
belirlemektedir.
SÛRENİN İNİŞ SEBEBİ: Mâverdi, sûrenin Ebû Cehl hakkında
indiğini ileri sürmüş ve iddiasını şu rivayete
dayandırmıştır:
Ebû Cehl, vasisi [velisi]olduğu bir yetimin ihtiyaç
sebebiyle kendi malından bir şey istemesi üzerine, onu
iterek isteğine kulak vermez. Kureyş'in ileri gelenleri,
alay etmek maksadıyla çocuğu peygamberimize gönderirler.
Çocuk da peygamberimizden yardım ister. Hiçbir ihtiyaç
sahibini geri göndermek âdeti olmayan peygamberimiz,
çocuğu dinledikten sonra onunla beraber Ebû Cehl'e
gider. Ebû Cehl peygamberimizin isteğine uyarak çocuğa
malını verir. Bunun üzerine Kureyşliler Ebû Cehl'e "sen
de sapıttın" diye tarizde bulunurlar. Ebû Cehl ise
onlara "Hayır sapıtmadım. Fakat onun sözleri bende öyle
dehşet uyandırdı ki, vermezsem helâk olacağımdan
korktum'' diye cevap verir.
Ayetin iniş sebebi hakkında, Ebû Cehl 'in yanı sıra,
cimrilikleri ile tanınan, yoksullara ve düşkünlere
eziyet ederek onları hor gören, itip kakan Velid b. Aiz,
Ebûsüfyan, As b. Vâil es- Sehmî, Velid b. Muğıre gibi
isimlerin geçtiği başka rivayetler de vardır.
Aslında sûrenin kimin için indiği önemli değildir. Çünkü
Kur'ân'ın hükmü sadece bu şahıslarla sınırlı olmayıp her
zaman ve her yerde, bu kişilere benzeyen, aynı
davranışlarda bulunan tüm insanları kapsayacak bir
evrenselliğe sahiptir.
RAHMAN VE RAHÎM ALLAH ADINA.
MEAL:
1. Dini yalanlayan şu kimseyi gördün mü?
2–3. İşte odur, yetimi itip kakan ve yoksulun
yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse.
4. Bu nedenle, şu namaz kılanların/şu
destekçilerin vay haline!
5. Onlar namazlarından/destek verişlerinden
gafildirler,
6. onlar, gösteriş yaparlar,
7. ve mâûnu vermezler.
TAHLİL:
1. Dini yalanlayan şu kimseyi gördün mü?
الدّين - din sözcüğü üzerinde hem Arap- İslâm âlimleri
hem de Mac Donald, A. Jeffery, L. Gadret gibi
oryantalistler ciddî araştırmalar yapmışlar, İbranice'de
ve Eski Farsça'da bu sözcüğe yazılış ve okunuş olarak
benzeyen sözcükler bulmuşlardır. İbni Menzur'un
Lisanü'l-Arab ve Zebidî'nin Tacü'l-Arus adlı
eserlerinde, örnekleriyle açıkladıklarına göre; دين -
din sözcüğü د - dal ,ى - ye ve ن - nun harflerinden
meydana gelmiştir. دين - deyn sözcüğünü oluşturan
harfler de aynı harflerdir. Üstelik deyn sözcüğünde ى-
harfi, cezim hâliyle bir mastar veznini korurken دين -
din " sözcüğündeki ى - y harfi harekesini kaybederek
harf-i med [uzatma harfi] durumuna dönüşmüş ve böylece
دين - din sözcüğü isimleşmiştir. Bu durum din sözcüğünün
deyn sözcüğünden türediğini göstermektedir.
Deyn sözcüğünün ilk anlamı borç demektir. Aslında din
sözcüğü de başlangıçta borç anlamında kullanılmaktaydı.
Fakat zaman içerisinde insanlar arasındaki alma-verme
işlemleri kapsam olarak genişleyince, buna bağlı olarak
bu ilişkileri ifade eden sözcüğün de anlamı genişlemiş
ve ceza [her şeye bir karşılık verilmesi], hak- hukuk,
nizam - intizam, sosyal düzen gibi kavramlar da din
sözcüğüyle ifade edilir olmuştur.
Din sözcüğü, konumuz olan âyette ceza anlamındadır.
Kısaca "karşılık" demek olan ceza sözcüğü, Türkçede
sadece kötülüğün karşılığı olarak anlaşılmaktadır. Oysa
جزاء - ceza , iyi ya da kötü, her türlü davranışın
karşılığıdır. Bu âyette konu edilen ve "ceza" anlamına
gelen din sözcüğü, ahirette herkesin iyi veya kötü,
yaptığı işlerin karşılığını göreceği anlamını ifade
etmektedir.
Din sözcüğünün Kur'ân'da ceza/karşılık anlamında
kullanıldığına; Nur sûresinin 25; Zariyat sûresinin 6;
İnfitar sûresinin 9. ve Tin sûresinin 7. âyetleri gibi
birçok âyet örnek olarak gösterilebilir.
Saffat sûresinin 53. âyetinde ise sözcük yine aynı
anlamda ama مدينون - medînûn şeklinde kullanılmıştır.
Ayrıca Kur'ân'da geçen tüm يوم الدّين - yevmü'd-dîn=din
günü tamlamalarının anlamı da İnfitar sûresinde detayı
verildiği gibi, "Karşılık günü"dür.
Aynı kökten gelen ve Yüce Allah'ın sıfatı ya da ismi
olarak kullanılan الدّيّان - ed-deyyân da "Yapılan işlerin
karşılığını veren, hesaba çeken, hiçbir ameli
karşılıksız bırakmayıp hayra da şerre de karşılık veren"
demektir.
Din sözcüğü daha sonra da istiare yoluyla ve mutlak
olarak "toplumsal alış-veriş, toplumsal ilişkiler,
şeriat [sosyal nizamı belirleyen ilkeler]" anlamında
kullanılır olmuştur. "Şeriat" anlamında kullanılan din
terimi, Kâfirûn sûresinin tahlilinde açıklanacaktır.
Ayetteki Sen gördün mü? hitabı, görünüşte
peygamberimizedir. Ancak; Kur'ân üslûbu gereği, bu hitap
her çağda ve her coğrafyada geçerli olup yaşayan her
akıl sahibi insanadır. Ayrıca "duydun mu?" değil de
"gördün mü?" ifadesinin kullanmasının nedeni, dini
yalanlayarak icraatta bulunanların bu yalanlayıcı
tavırlarını fikir düzeyinde değil, toplumda eylem olarak
ortaya koyduklarını belirtmek içindir. Ancak bu soru,
"evet gördüm" ya da "hayır görmedim" diye cevabı
beklenen bir soru değildir. Tam tersine, ortaya çıkan
bir durum karşısında "teaccüb [hayret etme] hislerini
ifade eden bir soru tipidir. Böyle hayret ifade eden bir
soruyla başlanması, dini yani iyi-kötü her amelin
mutlaka karşılığının alınacağını yalanlamanın şaşkınlık
uyandıran, hayret verici, tuhaf ve enteresan bir tavır
olduğunu ifade eder. Bu üslûp, muhatabını ahireti inkâr
eden insanda ne gibi bir karakter meydana geleceğini
düşünmeye davet etmektedir. Hatırlanacak olursa, aynı
soru tipi Alak sûresinde de kullanılmıştı:
Alak; 11 –13. "Gördün mü, eğer o kul doğru yol üzerinde
idiyse ya da takvayı emrettiyse! Gördün mü, eğer o
yalanlamış ve yüz çevirmiş ise!"
2,3. İşte odur, yetimi itip kakan ve yoksulu
doyurmayı teşvik etmeyen kimse.
Mâûn sûresinin bu âyetleri bize Fecr sûresinin 17–20.
âyetlerini hatırlatmaktadır.
Fecr; 17 20. Hayır… Hayır… Doğrusu siz yetimi
kerimleştirmiyorsunuz. Yoksulun yiyeceği üzerine
birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Oysa mirası
yağmalarcasına öyle bir yiyişle yiyorsunuz ki! Malı öyle
bir sevişle seviyorsunuz ki, yığmacasına!
Fecr sûresindeki bu tenkitlerin muhatabı belirgin
değildi, Bir bakıma, itham ve tenkitler ortaya
yapılmıştı. Mâûn sûresinde ise stratejinin değiştiği,
hitapların sertleştiği, safların belirginleştiği,
kimliklerin açıklandığı görülmektedir.
Ayette geçen يدعّ اليتيم - yedu'u'l yetîm deyimi birden
çok anlama gelmektedir:
Yedu'u'l yetîm ; Babasının yetime bıraktığı mirasa el
koymak suretiyle onun hakkını yemek ve onu kovmak
demektir.
Yedu'u'l yetîm ; Yardım talebiyle kendisine gelen bir
yetime merhamet etmemek, yanından kovmak, kovulduğu
halde çaresizlik nedeniyle yanından gitmeyeni iterek
uzaklaştırmak demektir.
Yedu'u'l yetîm ; vesAyet ya da velAyet yoluyla yanında
bulunan yetime, ev halkının hizmetini gördürmek ve
kahrını çektirmek suretiyle ona zulmetmek demektir.
Ancak yedu'u'l yetîm ; yukarıdaki davranışları ara sıra
değil devamlı yapmak, bunları âdet haline getirmek
demektir. Bu fiili işleyenler yetimin yalnız olduğunu,
yardım edeninin bulunmayacağını zannederek onun hakkını
yemekten sakınmaz. Ya da elinden tutar gibi görünür ama
zulmeder, yardım istediğinde kovar veya iter. Bu
yaptıklarının çok kötü şeyler olduğunu düşünmeden,
hiçbir şey hissetmeden, Allah'ın her şeyi gördüğünü
bilmeden bu tavırlarına devam eder.
Başlarını okşayacak, sahip çıkacak, ilgilenecek bir
velileri olmayan, dolayısıyla hakları yağmaya açık ve
korunmaya muhtaç yetimler, insanların yumuşaklık ve
duyarlılığına muhtaçtırlar. Ne var ki, bu çağrıyı
duymayan yedu'u'l yetîm vicdanı yetimi iter, aşağılar,
mağdur eder. Yukarıdaki âyette "dini yalanlayanlar" diye
nitelenen kimseler işte bu tür kimselerdir.
Ayette طعامالمس 03;ين - ta'âmu'l-miskîn ifadesi
kullanılmıştır. Bu ifade, miskinlere yemek
yedirmeyi/yedirmeye teşvik etmek anlamına gelen
ا طعامالمس 03;ين - it'âmu'l-miskîn' den farklı bir ifadedir.
Ta'âmu'l-miskîn ifadesi, miskinin kendi hakkı olan
yemek" demektir. Bu nedenle, yoksulu doyurmayı teşvik
etmemekle itham edilen sorumsuz ve ahlâksız kimseler
kendilerine ait bir yemeği esirgemekle değil, bizzat
yoksula ait olan yiyecekleri vermemekle
suçlanmaktadırlar. Burada çok ince bir anlatım vardır.
Verilmeyen o yemekler vermeyen o kimselerin mülkiyetinde
görünüyor olsa bile, aslında doğrudan o yoksullara
aittir. Bu şu anlama gelmektedir: O yemek, verenlerin
üzerine borç olan, yoksulun hakkı olan yemektir. Yemeği
veren, onu bir bahşiş veya lütuf olarak değil, tersine,
yoksulun hakkı olduğu için ve zorunlu olarak verecektir,
vermelidir. Yoksulun bu hakkı, Zariyat sûresinin 19.
âyetinde, Onların mallarında sâil ve mahrumların hakkı
vardır denilmek sûretiyle belirtilmiştir.
Daha önce Fecr sûresinde de açıklandığı gibi, miskin
sözcüğünün gerek fakirlik sebebiyle, gerekse fiziksel -
zihinsel yetersizlik, yaşlılık, egemen güçlerin baskısı
altında olmak gibi çok değişik nedenlerle hareketsiz
kalmış, serbest hareket imkânını kaybetmiş, boynu
bükülmüş kimse anlamlarına geldiği tekrar
hatırlanmalıdır.
Ayetteki lâ yehuddu ifadesi, hakları olan yemeği
miskinlere vermeyen kişilerin, kendileri yapmadığı gibi
başkalarını da bu işi yapmaya teşvik etmedikleri
anlamına gelir. Böylesi kişiler, fakir ve muhtaçların
çalışarak veya iş yeri açarak kendi ekmeklerini
kazanmaları yönünde herhangi bir girişimde bulunmazlar,
onlara haklarını vermezler. Bu kişiler daima efendi/lord
olmak isterler; köleleri olsun isterler; herkesin
ekmeğini aşını kendileri versin isterler; kölenin soyu
köle, işçinin soyu işçi, çiftçinin soyu çiftçi olsun
isterler.
Allah'ın burada iki bariz misalle anlattığı konu,
ahireti inkâr edenlerin ne kötü meziyet sahibi
olduklarını göstermektedir. Tabii ki, "dini yalanlayan"
kimselere ait yegâne gösterge bununla sınırlı değildir.
Şimdilik "dini yalanlayanın" sadece bu özelliği öne
çıkarılmıştır.
Burada asıl vurgulanan, ahireti yalanlayanlarda bulunan
yetimi itip-kakma, onları saygın bir hale getirmeme,
ihtiyaçlıların yemeklerini vermeme gibi ahlâki
bozukluklar değil, bu veya buna benzeyen sayısız
kötülüğün doğrudan ahireti yalanlamanın bir sonucu
olarak ortaya çıktığıdır.
İman, gönüle düşünce orada rikkat, hassasiyet ve sevgi
oluşturur. Oysa "dini yalanlayan" kimselerde vicdanın
sermayesi olan bu hasletler bulunmaz.
4. Bu nedenle, şu namaz kılanların/şu
destekçilerin vay hâline!
Ayetin başındaki bu nedenle diye çevrilmiş olan ف - fa
edatından, bu ve bundan sonraki âyetlerde sayılan kötü
niteliklerin ortaya çıkış gerekçesinin dini yalanlamaya
dayandırıldığı anlaşılmaktadır.
Bu âyetteki المصلّين - el-musallîn ve 5. âyetteki
salâtihim sözcükleri, şimdiye kadar klâsik eserlerde hep
terimsel anlamlarıyla ele alınmıştır. Bize göre, Kevser
sûresindeki salli sözcüğünden yola çıkılarak verilen
geniş bilgiler doğrultusunda, bu sözcüklerin hem
terimsel hem de sözlük anlamları ile açıklanması
mümkündür.
Mûsâllîn sözcüğünün terimsel anlamı esas alındığında,
âyetin anlamı … Şu namaz kılanların vay hâline! olur.
Sözcüğün sözlük anlamı esas alındığında ise âyet … Şu
destekçilerin vay hâline! anlamına gelir.
5. Onlar namazlarından/destek verişlerinden
gafildirler,
Ayette فى - fi edatının değil de عن - an edatının
kullanılmasından anlaşılmaktadır ki, namaz esnasında
zihinleri dalıp gaflete düşenler değil, namazın ne
olduğunu, mahiyetini, erkânını, yararını bilmeden,
atalarından gelen bir alışkanlıkla içi boşaltılmış boş
namazı kılanlar kınanmaktadır. Bu da âyette belirtilen
bu tür namaz kılanların kâfirler olduğunu
göstermektedir. Yoksa bu tanımlamaların müminlerle hiç
bir ilgisi yoktur. Eğer âyette fi edatı kullanılmış
olsaydı, bu takdirde kınananlar namazlarını kılarken
gaflete düşenler olacaktı. Yani gerçek namazı kılarken
hata yapanlar, kusur işleyenler kınanmış olacaktı. Bu
durum ise, hatasız bir kulun olamayacağı dikkate
alındığında, bütün insanların kınanması anlamına
gelecekti. Yüce Rabbimiz bu ayırımı fi yerine an edatı
kullanarak yapmış, böylelikle de namaz kılarken hata
yapması mümkün olan bütün insanlar değil, kıldığı
namazın ne anlama geldiğini bilmeyenler kast edilmiştir.
Rabbimizin kınamasına uğrayan bu kimseler, Celâleddin-i
Rumi'nin tabiriyle Ser bî zemin, dem bî hevâ [baş yere,
kıç havaya] şeklinde namaz kılanlardır.
Bu âyette geçen ساهون - sâhûn sözcüğü, Abdullah b.
Mes'ud'un mushafında lâhûn olarak yer almıştır. Bu
durumda âyetin anlamı Onlar namazı eğlence olarak
kılmaktadırlar olur ki, Enfal sûresinin 35. âyeti de
Onların Beyt yanındaki namazları, ıslık çalmak ve el
çırpmaktan ibarettir diyerek müşriklerin namazı zevk,
eğlence, tatmin aracı olarak kıldıklarını
doğrulamaktadır.
Bu noktada, müşriklerin Kur'ân'da net bir şekilde tarif
edilen bu davranışları ile günümüzde dindar geçinen bazı
kimselerin düğün-dernek ve çeşitli merasimlerde anlamını
bilmeden güzel sesli sanatçılara Kur'ân okutmaları veya
bazı kesimlerin dinî ibadet [ritüel/ayin] olarak sema,
zikir ya da sazlı sözlü semah yapmaları arasındaki
benzerlik gözden kaçırılmamalıdır.
Yukarıdaki açıklamalar salâtihim sözcüğünün terimsel
anlamı esas alınarak yapılmıştır. Sözcüğün sözlük anlamı
esas alınırsa, âyetin anlamı da "Onlar desteklerinden
gafildirler, verdikleri desteği eğlence olarak
yapmaktadırlar" şeklinde olur.
6. onlar gösteriş yaparlar,
Yani ahrete inanmadan, namazın mahiyetinden habersiz,
eğlence olarak namaz kılanlar gösteriş yapmaktadırlar. "
Ayette "gösteriş yapmak" diye çevirdiğimiz رياء - riya
sözcüğünün kökü, görmek anlamına gelen رئية - rü'yet
'tir. Sözcük riya kalıbına girdiğinde anlamı da gösteriş
olmaktadır. Gösteriş , bir kimsenin sırf "görsünler"
diye bir davranış içerisine girmesi anlamındadır.
Gösterişle amaçlanan şey, iyi görünerek insanların
kalbinde yer etme isteğidir. Bu bir karakter bozukluğu
ve alçakça bir davranıştır. Bu şekilde gösteriş
yapanlara "riyakâr" veya "mürai" denir.
"Riya" samimiyetsizliğin ve kişiliksizliğin bir
sonucudur. Bu ikiyüzlü kimseler, ya bir dünyalık elde
etmek, ya bir makama çıkmak, ya da şöhrete ulaşmak için
içten gelmeyen sahte davranışlarda bulunurlar.
Bulundukları ortama göre, çıkar sağlamayı düşündükleri
insanların hoşuna gidecek veya onlara şirin görünecek
hareketler yaparlar. Oysa onları gören, izleyen birileri
yoksa bu hareketleri yapmazlar. Zira amaçları doğru
olanı yapmak değil, çıkar sağlamayı umdukları kişilerin
gözlerini boyamaktır. Bu hareketleri ile beklenti içinde
oldukları insanları kandırmaya çalışırlar. Böylece hem
kendilerini hem de biriktirdikleri servetlerini korumuş
olurlar.
Bu tür insanlar aslında inançsız kimselerdir. Bunlar
komşularından en ufak bir yardımı bile esirgedikleri
halde, yardım ediyor gibi görünmek istediklerinde de
neredeyse televizyon kameralarını ve gazetecileri
çağırıp ne kadar yardımsever olduklarını cümle âleme
göstermeye çalışırlar. Aslında bu sözde sosyal
destekçiliklerini, satışlarını ve prestijlerini artırmak
için bir halkla ilişkiler metodu olarak kullanırlar. Bu
da yaptıkları sosyal destekçiliğin toplumda kendilerine
karşı oluşmuş karşıtlığı ortadan kaldırma amacıyla
gerçekleştirildiği anlamına gelmektedir. Ayrıca bunun
onlar için bir eğlence olduğu da meselenin bir diğer
yönüdür. Tıpkı memleketi soyup soğana çevirenlerin
birkaç okul, kültür merkezi, sağlık ocağı yapmaları
gibi... Tıpkı bazı sosyetik kulüp ve derneklerin
bayramlarda kimsesiz çocukların kaldığı yuvaları ziyaret
etmeleri gibi... Tıpkı bazı süper marketlerin reklâm
broşürlerinde, ulusal ya da uluslararası yardım
kuruluşlarına yaptıkları yardımları ilân etmeleri gibi.
Tıpkı Hıristiyan misyonerlerin aslî işleri olan
Hıristiyanlık propaganda - sını perdelemek için
sergiledikleri yoksullara yardım ve iş bulma çabaları
gibi…
Riya, Kur'ân'da en çok yerilen kavramlardan birisidir:
Bakara; 14. Ve inananlara rastladıkları vakit "inandık"
dediler. Şeytânlarıyla baş başa kaldıklarında ise, "biz
kesin olarak sizinleyiz ve onlarla yalnızca alay
ediyoruz" dediler.
Bakara; 264. Ey inanalar! Allah'a ve son güne inanmadığı
halde malını insanlara gösteriş için bağışlayan kimseler
gibi, sadakalarınızı başa kakarak ve eziyet ederek boşa
çıkarmayın…
Nisa; 38. Ve Allah'a ve âhiret gününe inanmadıkları
halde mallarını insanlara gösteriş yapmak için harcayan
kimseleri. [Allah sevmez] Ve şeytân Kim için arkadaş
olursa, o ne kötü arkadaştır!
Nisa; 142. Evet, ikiyüzlüler Allah'ı aldatmaya
çalışırlar; oysa onları aldatan O'dur. Onlar namaza
kalktıklarında tembel tembel kalkarlar, insanlara
gösteriş yaparlar ve Allah'ı da pek az hatırlarlar.
5. âyet, bize göre Medine münafıklarını değil, Mekke
müşriklerini işaret etmektedir. Çünkü Medineli
münafıkların hem namazda hem de malî yardımda riyakâr
olmalarına karşılık, Mekkeli müşrikler 7. âyette de
gördüğümüz gibi hiç malî yardımda bulunmadıkları için
sadece namazda riyakârdırlar.
Surede dikkat edilmesi gereken noktalardan biri de, ilk
âyetlerde tekil ifade kullanılmışken 4. âyetten itibaren
المصلّين - el musallîn ,الّذين - ellezîne ,هم - hüm gibi
çoğul ifadeler kullanılmış olmasıdır. Bu da bize, Mekke
müşriklerinin namazlarını evlerinde, bahçelerinde,
kimsenin olmadığı, görmediği yerlerde tek başlarına
değil, Enfal sûresinin 35. âyetinde belirtildiği gibi,
Kâbe'nin yanında ve kalabalık içinde kıldıklarını
göstermektedir.
7. ve mâûnu vermezler.
ماعون - mâûn , kendisinde insanlar için fayda bulunan
küçük ve az bir şeye denir. "Bol" sözcüğü ile zıt
anlamdadır. Müfessirlerin çoğuna göre mâûn , komşuların
birbirlerine ödünç verdiği ufak tefek eşyalara denir.
Bunlar kap - kacak, keser-balta, su kabı gibi, ıvır
zıvır denen basit eşyalardır. Bu anlamda pek kıymeti
olmayan şeyler için kullanılır. Son âyet, dini
yalanlayanların aslında çok basit şeyleri bile
vermediklerini, toplumsal yarar için ellerini ceplerine
atmadıklarını, yaralı parmağa bile üflemedikleri
mesajını vermektedir.
Mâûn sözcüğünün bazı tefsirlerde "zekât" şeklinde
çevrildiği görülmektedir. Bu yorum, âyetin delâlet
manasına dayanılarak "küçük, basit ve sıradan bir şeyi
bile vermeyen bir insanın zekât gibi malının belli bir
oranını hiç veremeyeceği" mantığı ile yapılmıştır. Gerek
bu âyetin Mekkî, zekât emirlerinin ise Medenî olması ve
gerekse Kur'ân'da açıkça "zekât" kavramının bulunması
gibi nedenlerle mâûn sözcüğüne zekât anlamı vermek
isabetli değildir.
Mâûn sûresi, dikkat edilirse, bundan evvelki sûrelerde
üzerinde durulmuş olan sosyal adalet ve sosyal paylaşım
ilkelerine ait öğretileri özetleyerek yine ön plâna
çıkarmaktadır.
Gerek Mâûn sûresini iyi anlamak ve gerekse mümin ile
mükezzibin [yalanlayıcının] bir karşılaştırılmasını
yapabilmek için yalanlayıcıların bu sûredeki negatif
tavırlarına karşılık müminlerin hangi pozitif tavırlara
sahip olduğunun anlatıldığı Bakara sûresinin 3–5.
âyetlerine bakmak yerinde olur.
|
Yukarı dön |
|
|
malik bin nebi Uzman Uye
Katılma Tarihi: 24 kasim 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 439
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
"Tüm insanları uyararak onlara öğreteceğiniz, tebliğ edeceğiniz ilk ilke, onları yapılan iyilik ve kötülüğün karşılığının mutlaka ahirette görüleceğine inandırmak olmalıdır. Ahirete inanmayanlar kesinlikle sosyal paylaşımda bulunmazlar. Yapar gözükseler de "dostlar alış verişte görsün" diye yaparlar. Onlar kesinlikle yaralı parmağa üflemezler, kimseye zırnık koklatmazlar. Onlardan hiçbir kimseye ve hiçbir topluma yarar gelmez"
selam
şu denk gelişe bakın ki az önce bir kardeşime cennet ve cehenneme imanın zorluğundan bahsediyordum, gerçekten de öyleydi, sadece zamansızlık bile başlı başına bir mesele idi, fakat tesbihe doğru yerden başlamalı idi, aksaray diye haykıran muavine rağmen o dolmuşun kadıköye gideceğini düşünemez ve aksaray dolmuşundayken kadıköye gideceğimizi hayal edemezdik, bilmediklerimizi ve tahmin ettiklerimizi görmediğimiz zamanda huzursuzluk baş gösterecekti, evet ben varım ve ben varsam benimle beraber bir de var var.tesbih benimle başlıyordu, işte haberler gerçekliğin idraki ile beraber anlamlı hale ve tanınır hale geliyordu.
bundan seneler önce elimdeki bira şişesini bırakıp ahmet kaya kasetleri tefsir derslerini bitirdiğim dönemlerde, elime mushaf yapraklarını almış ve şunu demiştim.Allah bunları yaptığım için bunlara uygun yaşadığım için beni yakacak olsa bile ben bunları yapmalıyım çünkü doğru olan bu.
yöneliş olarak doğru bir yönelmeydi fakat tesbih gene yanlış yerden başlamıştı.
yukarda söylediğiniz cümle beni dehşete düşürüyor, ve bu mantığın çeşitleri, kur'anda zina yasaklanmasaydı zina yapardım, cennet cehennem yoksa neden iylik yapıyorum, cennete cehenneme inanmayan adamlar istikrarlı iyiler olamazlar,
soru 1.gösteriş nedir?
insanlar beni takdir etsin, ben beğeni kazanayım, ben ön plana çıkayım,
soru 1'e 1 soru. neden?
insanlar takdir edilmekten hoşlanırlar.
doğru olmak mı?
mutlu olmak mı?
rahat olmak mı?
refah içinde olmak mı?
doğru olan mutlu mutlu olan kendi içinde refahda ve dolayısıyla mutmain.
tesbihi kesitlere bölersek hiç bir,
güdülerin yetilerin = meleklerin toplamı = insan.
bir habere binaen doğru olamaz.
haber bir gerçekliktir bir gerekçe değildir.
cennet ve cehennemse bir haberdir.
yaratıcının varlığı ise bir haber değil bir gerçekliktir.
bu gerçekliğin sahibinin size bu haberi verdiğine inanıyorsanız bu gerçekliği yaparsınız,
peki haber diye sunulan Allah'ın cennet ve cehennem haberlerini inkar eden gerçekte neyi inkar etmiştir.
veya gerçeğin bu haberlerine muhattab olmayan, istikrarsız doğru ve dostlar alış verişte görsünlerden midir?
Neden içime şu düşünce geliyor, dostlarım beni cennette görsünler diye ben sosyal yaralara üflüyorum, pazarı kaldır yerine cennet koy.
yeryüzünde bütün tesbihler insanda başlar yaratıcıda biter hangi alanda yapıyorsanız bu tesbihi neticesinde bir zikriniz olur.Her doğru tesbihin zikri de mutlak manada korunaklıdır, o'na şeytan önünden ve arkasından yaklaşamaz.
cennet cehennem haberleri olmasaydı olmayan sadece bir haber olacaktı.
mantık cennet ve cehennemsiz insanlar istikrarsız doğruya götürüyorsa aynı mantık şuraya vardırmalı, cennetli ve cehennemli insanlar istikrarlı doğrulardır, ama yine haberden değil gerçekten yola çıkalım ve mevcut durumun her ikisi içinde geçerli olduğunu görelim, o zaman şuraya varıyoruz insan istikrarsız bir varlıktır, bu insanı olumsuz kılıyor gibi göründü, o zaman insan her şeyi yapmaya uygun bir varlıktır.
sonuçlar sebepler değildir, sonuçları sebep edinerek eylemlerini doğru kılmak isteyenler işte onlar gösteriş için doğru yaparlar, çünkü gerekçeleri bir gerçekten başlamaz bir görüntüden yani bir haberden başlar, ve yaptıklarının özüne değil sadece kendisine bakarlar,
isa çok güzel diyor, ben kurban değil merhamet istiyorum,
amellerimizi kurban verip cennete mi talibimiz,
sureleri emellerimize kurban edip doğruluğa mı talibiz,
merhamet istiyorum kurban değil ne demek?
saçmalama daha fazla demeye gerek yok burda kesiyorum,
zina yasaklanmasaydı zina ederdim diyen adam ahidlerinize sadık kalın denmeseydi sözlerini yalıcak adamdır, cennet olmasa neden doğru olayım diyen adam bu haberi duymasaydı tefecilik bile yapabilecek bir adamdı.
bir habere binaen bir gerçeklik mi, yoksa bir gerçeğe binaen haberlerin eminliğimi,
vesselam
|
Yukarı dön |
|
|
Metehan2003 Ayrıldı
Katılma Tarihi: 11 ocak 2009 Yer: Micronesia Gönderilenler: 474
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam,
Sayın Malik bin nebi burada konu "Maun suresi".Sizin konuya nasıl bir katkıda bulunmak istediginizi anlamadım.
selam olsun...
|
Yukarı dön |
|
|
muvahhit Ayrıldı
Katılma Tarihi: 24 haziran 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 669
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Evet Malik içten ve çok güzel yazmışsın,Teşekkür.
__________________ Herkes kendi ameliyle Allah’ın huzuruna gider
|
Yukarı dön |
|
|
malik bin nebi Uzman Uye
Katılma Tarihi: 24 kasim 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 439
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam
ben teşekkür ederim muvahhit kardeşim.Rabb seni esenliğe iletsin,
Esenlik dilerim Rabbimizden,
Selam
metehan kardeşim, müsadenle bir olayı ve iki farklı tavırı paylaşmak istiyorum.
Dünyaca ünlü ve işinde parmakla gösterilebilecek ve kalitesini yaşatarak onaylatmış İtalya bir danışman var, yaşadığım şehre geldiği zaman kendisine eşlik ediyorum,ondan öğreneceklerim olduğunu düşünerek ve tabi kendisi ile vakit geçirmekten mutluluk duyuyorum.Buralarda kendisinin çalıştığı alan ile ilgili yerleri geziyoruz ve danışmanlık verdiği yetkililerle görüşmeler yapıyoruz.Hatta kendisinin danışmanlık hizmeti vermediği şirketleri bile gezip oralardaki yetkililere tavsiyeler verdiğini biliyorum.Bir gün kendisine sorum sen yaşamını bilgin ile kazanıyorsun ve bazen kendileri için çalışmadığın adamlara bile bilgini veriyorsun bu durum seni rahatsız etmiyor mu? Bana cevabı şuydu, çalıştığım alan ne kadar gelişirse ben de o kadar mutlu olurum ve dolayısıyla ilerlerim.Gittiğim bir yerde o insanların nerde hata yaptıklarından önce, neyi benden daha iyi yaptıklarını görmek ister ve kendimi düzeltmek isterim.....Bu bir tavırdır,
Kendilerine danışmanlık verdiği yetkilileri gözlemlediğim zaman ise karşıma çıkan tablo şu; Kendileri işin de markalaşmış bu insanı hedef tahtasına oturtarak kendilerinin ondan daha ileri olduğunu kanıtlamak için.O nerde yanlış yaptının peşindeler.Aynı zamanda diğer meslektaşlarının nerde hata yaptıklarını bulup kendilerinin kalitelerini onaylatmak istiyorlar...... Bu da bir tavır.
Dini tavırlarımız ilahı da dayanaklarımız yani gerekçelerimiz yani sebeplerimiz olarak düşünürsek.Alt sınıfları olmakla beraber iki temel kıble var.İylik Kötülük, Doğru,Yanlış, iki kıblenin iki tetikleyicisi var.Doğru, sorgulayıcılık.Yanlış, donukluk.İylik hassasiyet, Kötülük vurdumduymazlık.Ama kendisine kötü diyen kendisine batıl diyen tek bir insan yoktur.Yoksula Yetime yardım edenlerde,Yoksuldan yetimden yüz çevirenlerde kendilerine göre haklı,makul,iyi vesairedir.
Sen hristiyan dünyada doğan bu adamın tavrını cennete ve cehenneme inanan kaç tane kur'ancı/müslüman/sunni/şii gurupta gördün.Belki hepimiz söylüyoruz biz yoksula ve yetime yardım ediyoruz.Allah da suratımıza çarpıyor bu "esma'mızı" "O halde neden elçileri öldürüyordunuz" diyerek "sema" dan.
Peki,gördün mü "din'i yalanlayanı"
Yaşar ne yaşar ne yaşamaz.
Doğruluğumuz birilerinin yanlışlığı ile
Haklılığımız birilerinin haksızlığı ile,
Gerçeklik kazanamaz.
Bu bölümde incilin şu pasajını paylaşmak istiyorum.
Mat.7: 1 "Başkasını yargılamayın ki, siz de yargılanmayasınız.
Mat.7: 2 Çünkü nasıl yargılarsanız öyle yargılanacaksınız. Hangi ölçekle verirseniz, aynı ölçekle alacaksınız.
Mat.7: 3 Sen neden kardeşinin gözündeki çöpü görürsün de kendi gözündeki merteği farketmezsin?
Mat.7: 4 Kendi gözünde mertek varken kardeşine nasıl, 'İzin ver, gözündeki çöpü çıkarayım' dersin?
Mat.7: 5 Seni ikiyüzlü! Önce kendi gözündeki merteği çıkar, o zaman kardeşinin gözündeki çöpü çıkarmak için daha iyi görürsün.
Mat.7: 6 "Kutsal olanı köpeklere vermeyin. İncilerinizi domuzların önüne atmayın. Yoksa bunları ayaklarıyla çiğnedikten sonra dönüp sizi parçalayabilirler."
Kendi yanlışlarımıza bahane olacak karşıtların mutlaka yanlışları vardır.Sen bunu demiştin bunu yaptın ama sen de bunu demiştin bunu yaptın desen ben bunu demiştim ama bu dediğimden sonra bunu bundan dolayı yaptım.Ne güzel demiş cem karaca eskiden karpuz idik şimdi döndük bir hıyara derken ve ne güzel demiş, çete içinde çete bindik bir alamete gedeyoz kıyamete derken.
Bir müslüman ile bir hristiyan şöyle ayırırlar kendilerini. Bizim kitabımız en mükemmel kitap, bizim kitabımız korunmuş kitap.
Bir ehli sünnetle bir şii şöyle ayrılırlar:Tarihte yönetim bizim hakkımızdı, bizim tarihten aktardıklarımız daha sağlam.
Bir ehli sünnet kendi içinde şöyle ayrılır.Bizim mezhep imamımız diğerlerine göre bir gömlek daha üstün.
Bir kur'ancı ile bir mezhebci şöyle ayrılır.Bize kur'an yeter, Biz aynı zamanda alimlerimizin de sözlerine önem veririz,
Bir kur'ancı ile bir sahih sünnetci şöyle ayrıştırılır.Biz kendimiz anlarız, Biz aynı zaman da sahih sünnetle anlarız.
Bir kur'an'cı gurup kendi içinde şöyle ayrılır.Sen mealden okuyorsun ben arapça bilip tercümelerimi kendim yapıyorum.
bu böyle devam eder,
Lütfen bana gösterirmisin yetim yoksula yardımı.Gurupların ayrılma nedenleri arasında bu şekilde bir çizgi göremiyorum.Bunları neden anlatıyorum.
Din bir bütündür, bir insanın ticari yaklaşımı ne ise ailesine yaklaşımı da aynıdır, Rabbisine yaklaşımı da aynıdır,topluma yaklaşımı da aynıdır.Zira insan parçalanan bir bütün değil, toplanan bir bütündür.
Cennete inanıyoruz, yetime yoksula aylık para veriyoruz :)
komik gelmiyor mu sana da kardeşim, isanın çok sevdiğim bir sözü " Ben kurban değil merhamet istiyorum" insanın beynini çatlatacak bir söz, aynı ifade ile kur'an'ın "Kız çocukları Allah'a erkekler kendinize mi?" ifadesinin alt yapısını oluşturacak bir söz.
Yoksullara ve yetimlere yardım amellerimizi! kurban edip.Faturamızı Allah'a çıkartıp üstüne de cenent, islam,kur'an kaşelerini basarak geçerlilik mi sağlamaya çalışıyoruz.Yola çıkarız ama masraflar sana ait,
Maun suresindeki"Musallin" ifadesi bana Türkçedeki "Musallat" ifadesini uyandırıyor ki bu doğurltuda "musalla taşı" ifadesinin de ibretlik yeri var diye düşünüyorum.Derdiniz, amacımız,kıbleniz neyse ona musallat olursunuz, yani ona musallin olursunuz.Derde binaen peşinden gittiğiniz bir eylem varsa işte o zaman o yola koyuluş eylemi bir merhametin neticesidir ve sonucunda edindiğiniz kazanımda alnızın teridir.Fakat, Eyleme binaen yola koyuluş eylemi kurban diye sunulan ve kötü adem oğlunun işidir. Bu gece bir incil pasajı daha düşsün dilimize.
Mat.10: 37 Annesini ya da babasını beni sevdiğinden çok seven bana layık değildir. Oğlunu ya da kızını beni sevdiğinden çok seven bana layık değildir.
Mat.10: 38 Çarmıhını yüklenip ardımdan gelmeyen bana layık değildir.
Mat.10: 39 Canını kurtaran onu yitirecek. Canını benim uğruma yitiren ise onu kurtaracaktır.
Mat.10: 40 "Sizi kabul eden beni kabul etmiş olur. Beni kabul eden de beni göndereni kabul etmiş olur.
Birinde babam gençlik dönemleri ile ilgili bir anısını anlatıyordu, bir lokantada çalışırken patronu babamı şehir dışına yollamak istiyor tabi babam köyden daha yeni çıkmış, yüreği yüzünde ve ağzında bir delikanlı.Patron diyor ki "Al oğlum bu da senin yol paran" Babam çok şaşırıyor." Valla olmaz abi, ne demek ben giderim":)
Sizce hangi derde binaen babam o yolun "musallini" oldu.
Yoksul nasıl itilip dışlanır.
Yetime nasıl yardım edilir.
Aklımıza gelen yoksullara para toplama kampanyaları,yetimlerin başlarını okşayan ak sakallı dede profilleri.Peki, kur'an'ın yetimleri ev-bark sahibi yapma seferberliği? Ya amme hizmet vakfı ya bağış yardım kuruluşları ????
Cennete ve cehenneme inanan biz insanlar, kur'an'ı öyle sağlam tek rehber edinmiş ki öyle sağlam edinmişlerki, tekin de tekini, tekin de tekini bulan bizlerin, hayat içerisindeki ayrılıklarımız, Allah bilir ya ne kendilerimizin ne de torunlarımızın yaşayamayacağı eylemlerin derdi ve tekniği.
Yukarda incil pasajı gerçekten çetin bir yokuştu değil mi,
beled:12.Bildin mi o sarp yokuş ne?
İsanın incilde muhammedin kur'anda yaptığı çağrının musallini olmak sarp bir yokuş.
Dostum bu gün biraz daha gidelim incilden, uzadı biliyorum ama nedense bir kere musallat oldu bu dert bana.
Mat.23: 13-14 "Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Göklerin Egemenliği'nin kapısını insanların yüzüne kapıyorsunuz; ne kendiniz içeri giriyor, ne de girmek isteyenleri bırakıyorsunuz!
Mat.23: 15 "Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Tek bir kişiyi dininize döndürmek için denizleri, kıtaları dolaşırsınız. Dininize döneni de kendinizden iki kat cehennemlik yaparsınız.
dostum amaç yaralı parmağa işemek değil, amaç söylemlerimizi, düşüncelerimizi, dinlerimizi onaylatmak bunun için atmadığımız takla kalmaz, bunun için bir broker edası ile fikirlerişirket hisseleri gibi dalganlanmalarla değerli kılar, spekülasyonlarla karmaşa oluşturur.Sonra da kabullerimizi ve redlerimizi onaylattırırız.Sonrasımı sonrası yok dostum dedim ya biz ahirete yani sonrakine iman edenler değiliz, bizler sadece dünyayı yani ilk olanı isteriz, listelerimiz paket programlarımız var cebimizde hazır reçetelerimiz, verdik okudun okudum bitti.Kendisine yoksullardan haber verildiğinde bu yardım edilecekler listesinde sayılmıyor diyen bir musallin, başına pislik yağarken kıçındaki pisliği nasıl temizliceğini soran biri ile koyun sürülerinin peşine it sürüsü gibi dalan ve avcı edası ileköşeye sıkıştırp daha da semizlenmeye çalışan, kur'an profesörleri.İşte musallin bu. nne diyor du "vay o musallinlerin haline" evet neyin peşinden gidiyoruz.Sarp yokuşun peşinden gitmeden, kağıtların peşinden gidip araya bir kaç çerez serpiştirip cennet cennet cennet.
Tanrılar çıldırmış olmalıyı mutlaka izlemişsindir, gökten bir kutu kola düşüyor ve kabile işi gücü bırakıp o kutuyu çözmeye çalışıyor.Musallin oldukları peşinden gittikleri, gökten düşen kutu kolanın ne olduğu.Bu sırada kabile ne halde:),
Allah peşine düşeceğimiz şeyi bize "ketebe" eder yazar,yazgımız böyle başlar.Annenin memesine süt doğumundan beş ay sonra düşmez, bebeğin peşinden gideceği hazırdır.Bebeğin kas sistemi bebek eşşek kadar adam olduğunda çalışmaz, bir gece uyandığında bebeği arka bahçede top oynarken de görmezsin.Allah peşine düşeceğimiz şeyi, bizim sahip olduklarımıza göre yazar.Bebek ağzı ile tanırken dünyayı dişleri yoktur, besinlerini de ona göre yazmıştır Rabbisi.Bebek ellerini kullanmaya başladığında dişler yavaş yavaş çıkar ona göre de artık memedeki süt biter tabaktaki yemeklere başlanır.Sonra bebeğin korunum sistemi gelişir, artık hareket eden cisimlerin birliğini kavramaya başlar bununla beraber gene peşinden gideceği hazırdır.
Gökten kutu kola gibi kaplı bir kitap düştü.Kabiledeki insanlar gibi biz de aldık elimize o kapakları, sonra da biri sıktı kutuyu yerine koydu. Kutuyu biri sıktı yere attı öte ki geldi bu aslında daha geniş dedi o bürü geldi hayır bu aslında daha ince dedi,biri sıktı yüzüne fışkıranları eliyle temizledi, biri dedi ben kabilenin teknik mühendisiyim biri dedi ben de kabile reisiyim.Sonra böyle devam ede gitti bu kabilenin müsadelesi, o kabile şimdilerde o kutunun yapıldığı fabrikanın yerini tesbit edip kutunun orjinalini arıyor, o kabile şimdilerde kabilenin bu kutu dolayısıyla sevilen kabile olduğunu düşünüyor, o kabile şimdilerde gözleriri semaya çevirmiş acaba bir kutu daha düşer mi diye bekliyor, o kabile şimdilerde parmağını kutunun deliğine sokan ve orda parmağını sıkıştıran adamları saygı ile izliyor, o kabile şimdilerde o kutunun kıvrımlarından anlamlar çıkartarak olanı değil olacağı muhtemeli konuşuyor, Ama bi şey diyim mi o kabilenin musallat olduğu kutuyu eline alan ve sıkan ve yüzüne su fışkırtan adam o kutunun başında değil, zira o yüzüne sıçrayan sıvıyı eliyle değil diliyle yaladı , ve yoluna koyuldu, haa bu arada kabilenin kadınlarını,yaşlılarını,çocuklarını sormayın,,,,,,,
Evet gerçektende "TANRILAR ÇILDIRMIŞ OLMALI "
İsimleri hak edenler ve isimleri kullananlar.
Esenlik dilerim Rabbiimizden.Kusura bakma.
|
Yukarı dön |
|
|
muvahhit Ayrıldı
Katılma Tarihi: 24 haziran 2006 Yer: Turkiye Gönderilenler: 669
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Ağzına gönlüne sağlık Malik Bin Nebi kardeşim,Allah razı olsun.
__________________ Herkes kendi ameliyle Allah’ın huzuruna gider
|
Yukarı dön |
|
|
Metehan2003 Ayrıldı
Katılma Tarihi: 11 ocak 2009 Yer: Micronesia Gönderilenler: 474
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selam malik kardesim,
oncelikle Türkce ye hakimiyetin gercekten takdire şayan. verdigin guzel ornekler arasında en cok "kutu kola metaforunu" begendim. isa mesihte havarilere ve halka guzel ornekler verirdi.onlara anlasılması kolay son derece acık ve net betimlemeler yaparak anlatırdı gelen vahiyleri... insanları etrafına acık havada toplardı...onlara en guzel sekilde hitap ederdi.ornekler vererek.. Selam olsun o guzel Ruha Onun zamanında kasvetli Barok tarzı kliseler yoktu..Havraya da gitmezdi,zaten kahrolası ferisilerde onu almazdı havraya... Nasılda carpıttılar Onun sozlerini..Kahrolası ferisiler ve saddukiler ve zelotlar ve esseniler Halbuki ne kadar acıktı "Mujde",GİZLEDIKLERI ESKI AHITTE.
Nitekim soyle buyurmustur Rabbul-Alemin Ayeti kerimesinde: Kuran-ı Kerim » 62 / CUMA - 5
مَثَلُ الَّذِين 14; حُمِّلُو 75; التَّوْر 14;اةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُ 08;هَا كَمَثَلِ الْحِمَا 85;ِ يَحْمِلُ أَسْفَار 11;ا ۚ بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْم 16; الَّذِين 14; كَذَّبُو 75; بِآيَاتِ اللَّهِ ۚ وَاللَّه 15; لَا يَهْدِي الْقَوْم 14; الظَّالِ 05;ِينَ
Meselullezîne hummilût tevrâte summe lem yahmilûhâ ke meselil hımâri yahmilu esfârâ(esfâren), bi’se meselul kavmillezîne kezzebû bi âyâtillâh(âyâtillâhi), vallâhu lâ yehdîl kavmez zâlimîn (zâlimîne). Kuran-ı Kerim » 62 / CUMA - 5 mealen:
Kendilerine Tevrat ogretildigi halde, onun geregini yapmayanlarin durumu, sirtina kitap yuklenmis merkebin durumu gibidir. Allah'in ayetlerini yalanlayan kimselerin durumu ne kotudur! Allah zalimleri dogru yola eristirmez.
Ya O ADIGUZEL Vaftizciye ne demeli_? YAHYA ya_?? O Seria ırmagında ne Guzel ABDEST alırdı. Kusuruma bakma malik kardes cok doluyum.
Hatıladıkca icimi bir Huzun kaplar...Nasılda katlettiler bir heves ugruna o guzel insanı.. Oysa o acıkca soyle demisti:benden sonra ismi "Ahmed" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" ve bunu bizzat yanında İsa duruyorken ve Onu yardıma CAGIRMISKEN soylemisti.
İsa, açık belgelerle gelince, dedi ki: "Ben size bir hikmetle geldim ve hakkında ihtilafa düştüklerinizin bir kısmını size açıklamak için de.
Öyleyse Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Şüphesiz Allah, O, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir; şu halde O'na kulluk edin. Dosdoğru yol budur." (Zuhruf Suresi, 63-64) ve sunu da: Hani Meryemoğlu İsa da: "Ey İsrailoğulları, gerçekten ben,sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim.
Benden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi "Ahmed" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti… (Saf Suresi, 6)
Bu arada bir parantez daha acayım: Bizler neden ABDEST alırız hic dusundunmu_? Bizler tıpkı YAHYA gibi ve Isa Mesih gibi ve tabii ki Muhammed Mustafa gibi,Ellerimizi ve Rabbin bize Serefli kıldıgı yuzumuzu suyla ki onun aziz oldugu ve hafızası oldugu kesindir meshederiz.Aynı sekilde Basımızı ve ayaklarımız topraklarız. Rabbin huzuruna Pozitif enerji yuklu cıkarız. Ama bunu dahi yanlıs anlamıs veya yanlıs anlasılmasını saglamıs olanlar ne diyor_?
Gusul Abdesti Tarif ediyor:
(2.Korintliler 5:17).
Kutsal Kitap'a göre önce Kutsal Ruhu almamız sonra suyla vaftiz olmamız gerekir. Suyla vaftiz olurken önce tamamen , tüm bedenimizle suyun altına gireriz ve sonra sudan çıkarız. Suyun altına girmemizin anlamı İsa'nın bizim için çarmıhta ölüp gömülmesini simgeler. Sudan çıkışımız ise İsa'nın 3 gün sonra ölümden dirilişini simgeler ve yeni yaşama geçtiğimizi simgeler. Böylece 'Bir kimse Mesih'te ise, yeni yaratıktır; eski şeyler geçmiş, her şey yeni olmuştur.' (2.Korintliler 5:17).
simgeler..simgeler..simgeler..Ama sonradan bu dahi terkediliyor.. . Birde Elçilerin İşleri 19.bölüm 1 ve 6. ayetlere bakalım.
Pavlus Efes'te
|
Yukarı dön |
|
|
|
|