Yazanlarda |
|
kutsalgölge Uzman Uye
Katılma Tarihi: 06 ekim 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 148
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Selam hanif dostlar! Bildiğiniz üzere Mustafa belgeseli bayağı bir ses getirdi! Olumsuz görenler olumlu görenler.Bu sitenin forum konularını ilgilendirmiyor diyen arkadaşlar da olabilir.Etkin bir tebliğ göreviyle hareket eden hanif dostların bu konu üzerinde de forum ilkelerine sadık kalarak,rencide edici olmadan sağ duyulu bir iştişare kaydıyla bu konudaki görüş alış verişlerinide paylaşması sosyal,tarihi ve siyasi olarak hepimizin aklına takılan sorulara cevap olabilir.Evet, ölen her kişinin işi ALLAH'a kalmıştır.
Belgeselin baş aktörü hakkında çok kitap yazılmasıyla beraber,başta nutuk olarak 6-7 kitap okumuştum. En son okuduğum Taha Akyol'un Ama Hangi Atatürk isimli toplumun geniş bir kesiminden taktir almış çalışmasıydı.Okuyanlarında gözlemlediği gibi,kitap zamanın akışına göre,şartları çok iyi kullanmış,olayların gidişatına göre düşünceleri şekillenmiş,bir taraftan bakılarak anlaşılamayacak bir komutanı,reis-i cumhur'u anlatıyor.
Siyasi duruşu haricinde,manevi dünyasıyla alakalı hatırladığım iki kitap vardı.Biri Yar.Doç.Dr.Abdulrahman Kasapoğlu'nun yüzlerce kaynak üzerinden oluşturduğu 500-600 sayfalık "Atatürk'ün Kuran Kültürü" isimli kitap, diğeride Prof.Dr.Yurdakul'un anılarından derlediği (kitabın ismini hatırlamıyorum) çalışmadır.
Zor ama 'çok' kısaca özetlersem kitaplar şunu anlatıyordu; Mustafa, yeri gelir göz yaşlarını akıtacak kadar müslüman,yeri gelir Kuran'daki bazı ayetlerin üzerinde tevsir edecek derecede düşünen, binaenaleyh gelenekçilerden farklı bir islam anlayışını savunan biriydi.
Belgeseli hazırlayan gazeteci,1 saati aşkın belgeseli M.Kemal'in meclisteki son konuşmasını anlatan kısımla kendince;izleyicilerin en çok odaklanması gereken yere bağlamış.
M.Akif'in dediği gibi gelenin keyfi için geçmişime sövemem, eleştiririm,tartarım,kulaktan duyma bilgileri tabu etmeden ve zanla hareket etmeden deliller üzerinden yorum getiririm.
Hanif dostlar olarak,yalnış anlaşılmasın polemik konusu yapmadan,ne kışkırtma ne propaganda yapmadan konu ve kişiler hakkında doğru düşünmek için,zihnimizi şekillendirmek için dostlarıma şunu soruyorum; "Gökyüzünün hükümdarlığını alıp,yeryüzüne indirmek" nasıl anlaşılmalı?
Sağlıcakla.................................................. ........................!
Şu sözüde yazmak istedim; Büyük insanların heykelleri, yaşamlarında üzerlerine atılan taşlardan yapılırmış!
|
Yukarı dön |
|
|
atakan2007 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 16 mart 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 171
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Arkadaşlar Atatürk'ün dine bakışı ile ilgili hazırlanmış güzel bir çalışma var. Onu sizinle paylaşmak istiyorum. Bu yazıyı okuyunca Atatürk'e kimlerin düşmanlık ettiğini anlamakta kolay olur.
ATATÜRK’ÜN DİN ANLAYIŞI ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER
Mehmet Emin BAYAR
Diyanet İşleri Başkanlığı
Teftiş Kurulu Başkanı
Din, evrensel bir olgudur. Din, insanla beraber var olmuş ve insanla birlikte varlığını sürdürecektir. Tarihin hiçbir devresinde dinsiz bir cemiyetin ve dini yok sayan hiçbir devletin var olduğu görülmemiştir. Çünkü insan, maddi tarafı yanında manevi tarafı da olan bir varlıktır. İnsanın manevi ihtiyaçlarını karşılayan olguların en başta geleni dindir.
Din, fertleri mukaddes duygu, ortak şuur ve vicdan etrafında birleştiren bir amil olduğu gibi, toplumları yükselten onların gelişmesini sağlayan bir kurumdur. Din, ahlaki bir müessese olarak insanlara yön veren ve kişiyi içten kuşatan, kucaklayan bir disiplindir. Din anarşinin, haksızlığın, adaletsizliğin, kötülüğün, zulmün, şiddetin, terörün, cehaletin, rüşvetin düşmanıdır. Dini duyguları zayıflamış, manen çökmüş toplumların varlıklarını devam ettirebilmeleri oldukça güçtür.
İnsan sosyal bir varlık olmakla birlikte onun bir de iç dünyası vardır, Yalnızlık, çaresizlik, korkular, kederler, hastalıklar, kayıplar, musibet ve felaketler karşısında ona ümit, teselli ve güven sağlayan en son sığınak din olmuştur. Bugün artık dünyada dine dönüş olayı yaşanmaktadır. Dinin yeniden itibar kazanmasında, bir asırdan beri bilgi ve tefekkürün artması, aydınların konuya ilgi göstermesi ve geçmişte olduğu gibi sosyal, siyasi ve milletlerarası olaylar üzerinde dinin belirleyici gücünün fark edilmesi etkileyici olmuştur.
Tarih boyunca milletimiz için güç ve moral kaynağı olan İslam dini, kültürümüzde derin izler bırakmış, kalkınma hamleleri huzur, saadet, birlik, beraberlik, düzen ve intizamın ana kaynağı olmuştur. Bundan dolayı Türk devletleri içinde din hizmetlerini organize eden kurumlar, devlet mekanizması içinde yer almış ve bu müesseselere önemli fonksiyonlar yüklenmiştir
Bilindiği üzere Mustafa Kemal Atatürk'ü n modern Türkiye'nin inşasında ayrı ve müstesna bir yeri bulunmaktadır. Atatürk, modern Türk devletini, önündeki bütün düşünsel ve pratik problemleri büyük bir ustalıkla ve ileri görüşlülükle çözerek kurmuştur. O, bir taraftan İslami değerleri devlete temel yaparken, diğer taraftan çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşabilmek için köklü reformlara girişerek devlet kurumlarını re-organize etmiştir. Bunu yaparken milli ve manevi mirası asla reddetmemiş, bilakis bu değerleri Batı dünyasını yakalama gayretine ivme kazandıran bir unsur olarak telakki etmiştir.
Halkçı bir önder olan Atatürk, Türk toplumunu çağdaş uygarlık istikametine doğru dönüştürmek için giriştiği inkılaplarında öncelikli olarak Türk milletinin köklü manevi değerlerine dayanmıştır. Onun belirgin olarak göze çarpan başarısı, dini doğru bir şekilde anlaması ve ondan ülkenin dirilmesi ve kalkınması için hakkıyla yararlanmasıdır. Nutku, söylev ve demeçlerine baktığımızda sürekli olarak İslamiyet'e ait kavramlara demeçlerine baktığımızda sürekli atıfta bulunduğunu görmekteyiz. bir Konuşmalarında Kur'an ait ayetlerine referansta bulunmuş, Hz. Muhammed'in hadislerini zikretmiş ve İslam'ın çeşitli meseleleri ile ilgili bakışını belirtmiştir.
Bu konuşmalardan, Atatürk'ün dinine bağlı bir lider, İslamiyet hakkında geniş ve zengin bilgisi olan bir kimse olduğunu anlıyoruz. Konuşmaları dikkatlice tahlil edildiğinde, onun din anlayışının çağının mevcut birikiminin çok ötesinde olduğunu görüyoruz. Dini taassubun çok yaygın olduğu, din adına softaların halk üzerinde tesir ve nüfuz elde ettikleri, Osmanlı'dan kalma medrese geleneğinin hala direnç gücüne sahip olduğu bir dönemde aşağıda tafsilatıyla vermeye çalışacağımız fikirleriyle Atatürk, din alanında da çağdaş görüşlere sahip olduğunu ortaya koymuştur. Çünkü onun 1920 lerin koşullarında söyledikleri aradan bunca yıl geçtikten sonra bugün ülkemizin ilahiyatçılarının birçoğu tarafından İslam'ın sahih yorumu olarak ileri sürülmektedir.
|
Yukarı dön |
|
|
atakan2007 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 16 mart 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 171
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Konuyu daha fazla uzatmadan burada Atatürk'ün din konusunda dile getirmiş olduğu ve muhtelif kaynaklarda yer verilen sözlerinden tespit edebildiklerimizi burada zikretmek yerinde olacaktır:
"Türk milleti dindar olmalıdır yani, bütün sadeliğiyle dindar olmalıdır demek istiyorum. Bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum... Din şuura muhalif, ilerlemeye engel hiçbir şey ihtiııa etmiyor. "
"Bizim dinimiz en tabi ve makul dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmu~tur. Bir dine tabü olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. "1
"Ey Arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür- Adalet-i ilahiye, O'nun tecellilerine bakarak diyebiliriz ki, insanlar iki sınıfta, iki devrede mütalaa olunabilir, ilk devir insanlığın çocukluk ve gençlik deııridir. İkinci devir, insanlığın kemal devridir. "
"Ey millet! Allah birdir, şânı, büyüktür. Allah'ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe memur ve resul olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki Kur'ani azimuşsândaki nusustur. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir, temel dindir. Çünkü dinimiz akla mantığa hakikate tamamen uyuyor. Eğer akli mantığa, hakikate uymamış olsaydı bununla diğer ilahi ııe tabi kanunlar arasında aykırılıklar olması gerekirdi. Çünkü bütün kanunları yapan Cenab-ı Haktır. "2
"Din, bir ııicdan meselesidir. Herkes ııicdanın emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Dü~ünce ve tefekküre karşı değiliz. Biz sadece din i~lerini, millet ve devlet i~leriyle karıştırmamaya çalışıyoruz, kasta ve füle dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere fırsat ııermeyeceğiz. "3
Din ııardır ııe lazımdır, Temeli çok sağlam bir dinimiz var malzemesi iyi. Fakat bina uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayı takııiye etmek lüzumu hissedilmemi~. Aksine olarak birçok yabancı unsur (tefsirler, hurafeler gibi) binayı fazla hırpalamış, Bugün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilemez, Ancak zamanla çatlaklar derinleşerek ve sağlam temeller üzerinde yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır, "4
"Efendiler.." Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek danışmak için yapılmıştır. Millet işlerinde her kişinin zihninin başlı başına çalışması lazımdır. İşte biz de burada din ve dünya için geleceğimiz ve istiklalimiz için ııe en çok milli egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım, Ben yalnız kendi düşüncelerimi söylemek istemiyorum, Hepinizin düşündüklerini anlamak istiyorum. Milli ülküler milli irade yalnız şahsın düşünmesinden değil tüm millet fertlerinin ülkülerinin toplamıyla yaratılır... " "Milletimiz dil ve din gibi kuııvetli iki hazineye sahiptir. Bu faziletleri hiç bir kuııvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamayacaktır ve alamaz. "5
"Bizim dinimiz hiçbir ııakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir, Allah'ın emrettiği şeyi, kadın ve erkek beraber olarak ilim ve kültür edinmeleridir, Kadın ve erkek, bu ilim ve kültürü aramak ııe nerede olursa oraya gitmek ııe onunla dolu olma zorundadır. Îslam ve Türk tarihi tetkik edilirse görülür ki bugün kendimizi bir türlü kayıtları bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur. Türk sosyal hayatında kadınlar ilim, kültür ııe diğer hususlarda erkeklerden katiyen geri kalmamışlardır, Belki daha ileriye gitmişlerdir,
"Minberlerin halkın anlayacağı bir dille ruh ve dimağa hitab olunmakla İslam ehlinin ııücudu canlanır, iman kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur. Fakat buna nazaran hatiplerin haiz olmaları lazım gelen özellik yetenek ııe dünyanın gidişini bilmeleri çok önemlidir. "
Bizde ruhbanlık yoktur, Hepimiz eşitiz ve dinimizin ahkamını eşit olarak öğrenmeliyiz, Her fert dinini, diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır, orası da mekteptir, 6,
"Bu başarının, kutsal topraklarımızı düşman istilasından büsbütün olarak kurtaracak olan kesin zaferin hayırlı bir başlangıcı olmasını Tanrının lütfundan dilerim.”
"Biz ne Bolşevik'iz, ne de Komünist: Ne biri, ne diğeri olamayız, Türkler milliyetperııer ve dinlerine hürmetkar bir millettir, Bizim hükümet şeklimiz tam bir Demokrat Hükümetidir. "'
Zikrettiğimiz bu alıntılar dikkatlice tahlil edildiğinde Atatürk'ün zihninde,
1. Dini toplumlar için bir değer kabul ettiği, bu değerden yoksun toplumların varlıklarını uzun süre devam ettiremeyecekleri,
2. İslam dini, insan tabiatına uygun hükümleri ihtiva ettiğini, onda mündemiç tabii kuralların keşfi için de gerçek din alimlerine
ihtiyacın olduğu,
3. İlahi ve tabii kanunlar arasında herhangi bir tezadın bulunmadığı, 4. Dinin esasının değişmez özelliğe sahip olduğu, bunun dışında sosyal hayatı tanzim eden tali kuralların zaman ve mekandaki farklılaşmaya uygun olarak değişebileceği,
5. Doğru yorumlandığı takdirde dinin ilerlemeye mani olmadığı,
Şeklinde düşüncelerin yerleşmiş olduğu sonucuna varılmaktadır.
Atatürk'ün, İslamiyet'in yüzyıllar boyu oluşan mevzi ve kişisel yorum ve ayrıntılarından ziyade, dinin başlangıçtaki durumuna ve temel ilkelerine ve kısacası ed-din kavramına önem vermiş olması önem arz etmektedir. Ayrıca mezkur ifadeler, ifade sahibinin dinle ilgili gerçekleri tüm çıplaklığı ile bildiğine gayet güzel delil teşkil etmektedir.
Atatürk hiçbir zaman dine karşı olmamıştır. Onun mücadele ettiği, din maskesi altında insanların sömürülmesi, dini kullanarak kendine makam, mevki ve çıkar sağlayarak dini yozlaştıranlardır. Onun gerçek anlamdan neden şikayetçi olduğu hususu, 16 Mart 1923'te Adana'da Türk Ocağında esnaf ve sanatkarlarla yaptığı konuşmasında ortaya çıkmaktadır:
"Bizi yanlış yola sevk eden habisler, bilirsiniz ki, büyük ölçüde din perdesine bürünmüşler saf ve nezih halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz. Görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve melanetten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırdılar. Halbuki, elhamdülillah, hepimiz müslümanız, hepimiz dindarız. Artık bizim dinin icabını öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızın babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler, bize dinimizin esaslarını anlatmaya kafidirler. Buna rağmen hafta tatili, dine mugayirdir gibi hayırlı, ve akla, dine muvafık meseleler hakkında, sizi iğfal ve idlale çalışan habislere iltifat etmeyin. Milletimizin içinde hakiki ve ciddi ulema vardır. Milletimiz bu gibi ulema ile müftehirdir. Onlar milletin emniyetine ve ümmetin itimadına mazhardırlar. Bu gibi ulemaya gidin: Bu efendi bize böyle diyor, siz ne diyorsunuz deyiniz. Fakat suret-i umûmiyede buna da ihtiyaç yoktur.
Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir miyar vardır. Bu miyarla hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz"8
Bu sözlerden, Atatürk'ün dar çerçeveli din anlayışına, din sömürücülüğüne, taassuba ve yobazlığa karşı tavır aldığı, ulusumuzu bunlara karşı uyanık tutmak istediği açık ve seçik bir şekilde bunlara karşı anlaşılmaktadır.
Bunun yanısıra Atatürk'ün dinin pratiklerini yerine getirmeye de karşı olmadığı, görevini aksatmamak kaydıyla herkesin dini vecibelerini dilediği gibi yerine getirebileceğini istediği anlaşılmaktadır: Bir gün Atatürk'ün yakın arkadaşı Necip Ali kendisine, müşterek dostları Münir Hayri Egeli'nin namaz kıldığını söyler. Münir beyi sevmeyenler bu durum karşısında kovulacağını düşünürler. Ancak Atatürk onlara: "Batmak üzere olan bir gemide bulunsanız, herhalde "Yetiş Ya Gazi! demez, Allah dersiniz. Bundan daha tabii ne olabilir", der ve Münir beye de dönerek: "Dünyadaki işlerine zarar vermemek şartıyla namazını kıl, heykel yap, resim de" cevabını verir.9
Atatürk'ün dine yaklaşımını doğru anlayabilmek için onun irtica kavramına hangi anlamları yüklediği konusunun bilinmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Yukarıda da zikrettiğimiz gibi, Atatürk dinin ilerlemeye mani bir unsur olmadığı, bilakis insanları içten kuşatan ve onları manen motive ederek ilerlemenin temel güdüsünü teşkil ettiği kanaatindedir.
Atatürk irticaı, din karşıtlığı değil, inkılap karşıtlığı olarak algılamaktadır. Bir söylevinde;
"İnkılabımızın umde-i asliyesi Türkiye Cumhuriyeti halkının tamamen "asri" ııe bütün mana ııe eŞkaliyle medeni bir heyeti ictimaiyye haline isal etmektir. (Söyleıı ve Demeçler) "Efendiler, hayatın felsefesi, tarihin garip tecellisi şudur ki, her iyi, her güzel, her nâfi şey karşısında, onu imha edecek bir kuııvet belirir, Bizim lisanımızda buna irtica denir. (İzmir Halkı ile Konuşma, Ankara, 1982, s. 109). "Milleti teceddüt vadisinde durdurmaya çalışmak için irticâkar fikirler perverde edenler muayyen bir sınıfa istinad edebileceklerini zannediyorlar. Bu katiyen bir vehimdir, bir zandır" demektedir (Söylev ve Demeçler).
Atatürk aynı zamanda milli egemenlik ilkesine karşı çıkışı da irtica olarak değerlendirmektedir:
"Unutulmamalıdır ki, milletin hakimiyetini bir ~ahısta yahut mahdud şahısların elinde bulundurmakla menfaat bekleyen cahil ve gafil insanlar vardır... Bu gibilere mürteci ııe hareketlerine de irtica derler. Katiyetle söylerim ki, hakimiyet-i milliyemizin her zerresini şu veya bu suretle takyid etmek isteyenler en koyu mürtecidirler (Söylev ve Demeçler).
Bunun yanısıra Atatürk din ve devlet işlerini birbirinden ayrılmasına karşı çıkanları da mürteci olarak nitelendirmektedir:
"Din, bir ııicdan meselesidir. Herkes ııicdanın emrine uymakla serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünce ve tefekküre karşı değiliz. Biz sadece din işlerini millet ııe deıılet işlerine karıştırmamaya çalışıyor, kasda ııe füle dayanan taassupkarâne hareketlerden sakınıyoruz. Mürtecilere asla fırsat vermeyeceğiz" (Söylev ve Demeçler).
|
Yukarı dön |
|
|
atakan2007 Uzman Uye
Katılma Tarihi: 16 mart 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 171
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Bu söylediklerinden anlaşıldığına göre Atatürk irticaı; ülkenin ihtiyacı olan iyi, güzel ve yararlı şeyleri almak suretiyle yenileşme yolunda yürümemizi engelleyen, milli egemenlik ilkesine karşı çıkarak saltanat ve hilafetin geri gelmesini istemek, din istismarcılığı yaparak din işleri ile devlet işlerini birbirinden ayırma projesine karşı tavır sergilemek ve bundan politik çıkar ummak biçiminde kendini gösteren her türlü fiil ve davranışın adı olarak algıladığı sonucuna varmak mümkündür.'°
İslâm tarihine baktığımızda dinde politik çıkar, ya da maddî kazanç sağlamak isteyenler daima toplumların inançlarını sömürdükleri, ayrıca, kara cehalet içerisinde bırakılan halkın, gerçek din ilkelerinden gittikçe uzaklaştırıldıklarına şahit olmaktayız. taassubun da doğurduğu menfi sonuçlara dair tarihi belgeler ortadadır. Örnek verecek olursak: 1831 yılında veba gibi korkunç ve öldürücü bir hastalık Türkiye'nin sınırlarına dayanmıştır. Osmanlı Hükümeti, bu öldürücü salgın hastalığa karşı halkı korumak için gemilerin karantina altına alınmasına karar verir. Fakat toplumda etkili ve belli bir gücü bulunan tutucu kimlikli kimseler: "Bu bidattır; karantina denilen şey Frenk âdetidir. Ehl-i Islam dininde buna riayet asla caiz değildir" diye baş kaldırmışlardır. Devlet; sağlık, akıl, şeriat yollarının hepsine başvurduğu halde "İstemeyiz" gürültüsünü bastıramamıştır. Bu yüzden tam 7 yıl vapurlara karantina uygulanamamıştır. Tutucular karantinaya karşı direnişini sürdürdükleri için hükumet 1838 yılında Takvim-i vekai gazetesinde "edille-i şeri'ye ve Akliye" yani Şer'i ve Akli Deliller başlıklı bir yazı yayınlatmak durumunda kalmıştır.11
Hülasa, yukarıda anlatılanlar Atatürk'ün dindar ve sağlıklı bir din anlayışına sahip olduğunu açık bir Şekilde gözler önüne sermektedir. Hal böyle iken bazı kesimlerce ortaya atılan “Atatürk'ün yeni Türkiye'yi kurarken ve inkılaplarını yaparken İslam dini hakkındaki tümüyle olumlu sözlerinin, Cumhuriyet rejiminin kurulmasında ve inkılapların yapılmasında, karşılaşılabilecek kitle engelini yumuşatmak amacıyla söylenmiş olduğu" şeklinde fikirleri, kabul etmek mümkün değildir, Bunların tümüyle hayal mahsulü ve maksatlı olduğu açıktır. Çünkü Atatürk'ün bir din aliminin ki kadar doğru dinle ilgili bu sözleri, ancak samimi bir dindar ve gerçek bir yurtsever ve halkçı kimseden sadır olabilir.
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ATATÜRK, her alanda olduğu gibi milletimize İslam Dininin temel esaslarının ve bid'atlardan arındırılmış olarak ve girmiştir doğru kaynaklardan sunulabilmesi için büyük gayretlere girmiştir.
Onun Meclis Başkanlığı döneminde 03 Mart 1924 tarihinde çıkarılan 429 Nolu Kanunda Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuş, dini müesseselerin, cami ve cami ve mescitlerin yönetimi, müftü, vaiz, imam-hatip ve müezzin- kayyımların tayin ve azilleri bu teşkilata verilmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluşunun 2. yılında 21 şubat 1925 tarihinde bütçe müzakerelerinde, “dini neşriyat" üzerinde durulmuş, Kur'an-ı Kerim meali ve tefsirinin, hadis-i şerif tercemelerinin devlet tarihinde imkanlarıyla yaptırılması kararlaştırılmış ve bu iki işin masrafları için o günün maddi imkansızlıkları içinde Diyanet bütçesine 20 bin liralık ek ödenek konulmuştur.
Neticesinde, Elmalı Hamdi YAZIR'ın hazırladığı "Hak Dini Kur'an Dili, Yeni Mealli Türkçe Tefsir" adlı 9 ciltlik meal ve tefsir ile, Ahmet Naim ve Prof.Dr.Kamil MİRAS'ın hazırladıkları" Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi" adlı 12 ciltlik hadis tercemesi ortaya çıkmış, tüm masraflar devlet bütçesinden karşılanmıştır.
Sonuç olarak şunları söylemek mümkündür: Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılacağı 23 Nisan 1920 Cuma günü, yurdumuzun her köşesinde Milli ve dini törenler yapılması maksadıyla uzun bir program hazırlamış ve bu büyük tarih olayının bütün milletimize yüksek bir heyecanla duyurulması hususunda bir tamim yayınlamıştır. Yayınlanan bu tamimde Meclis'in açılışının, özellikle kutsal gün olan Cuma günü yapılacağı, manevi bir güç sağlaması bakımından Hacı Bayram Veli Camiinde kılınacak Cuma namazını müteakip Kur'an okunup, dualar yapılacağı ve bilahare Meclis'e gidilerek dua okunup kurban kesileceği, Meclis'e gidilmeden önce hatim okunacağı, ancak; hatimin son bölümünün Meclis'in önünde okunacağı, yurt sathında da Kur'an ve hatim okunacağı ve Salavat-ı Şerife getirileceği, ayrıca Cuma namazından önce uygun suretle mevlidi şerif okunacağı belirtilmiştir 12
Bu tamim gereğince de, 23 Nisan 1920 Cuma günü Ankara'nın Ulus semtinde Hacı Bayram Veli Camiinde kılınan Cuma Namazından sonra Peygamberimizin Sancak-ı Şerif-i ve Sakal-ı Şerif-i taşınarak tekbirlerle, salat-ü selamlarla, şimdi Ulus meydanı altında müze olan Meclis binasına gelinmiş, kesilen kurbanlardan, yapılan dualardan sonra saat 13.45'ten en yaşlı üye olan Sinop Milletvekili Şerif Beyin Başkanlığında 120 Milletvekiliyle Türkiye Büyük Millet Meclisi açılıp tarihi görevine başlamıştır.
Devlet ve millet adına modern Türkiye'yi inşa etmek üzere yola çıkan Mustafa Kemal ATATÜRK, her halükarda Türk toplumunun tarihi değerleri ile İslam'ın bütün değerlerine bağlı kalmış ve önüne geçtiği milletin mensubu olduğu dil, din, tarih, sanat, kültür değerlerine ilgisiz kalmayı ve onları silip atmayı hiçbir zaman düşünmemiştir.
|
Yukarı dön |
|
|
gondolcu Uzman Uye
Katılma Tarihi: 07 haziran 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 450
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
selamlar,
Bu değerli çalışmaların için teşekkürler,
sn.atakan2007.
Mustafa filmi, bu ülkeyi yugoslavya,ırak veya afganistan yapmak isteyen
okyonus ötesinden ısmarlanmıştır.
__________________ saygılarımla
Aaydın
|
Yukarı dön |
|
|
kutsalgölge Uzman Uye
Katılma Tarihi: 06 ekim 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 148
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Burda amacımız; kimseyi itham altında bırakmadan yada birilerini düşündüğümüz gibi biri olduğuna uğraşma çabasından uzak bir yaklaşımı amaçlamaktır.
Belgeselde gözlemleyebildiğim kadar atakan2007 arkadaşın alıntılarını azda olsa içermekteydi, lakin son meclis konuşmasıyla alıntıların yapıldığı tarihlendirmeler arasında ömür bazında belirli bir zaman farkı olması beni işkilendirdi. 21.11.2008 akşamı bu konu hakkında kanal b'de bir program yapıldı.Programa katılan kişiler son cümleler hakkında bir yorum getirmeden programı bitirdiler.Tabi ancak belgeseli izleyenler tartışabilir.
Sağlıcakla!
|
Yukarı dön |
|
|
tarık1972 Yasaklı
Katılma Tarihi: 23 kasim 2008 Gönderilenler: 7
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
“Biz cahil dediğimiz zaman mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, klâsik tahsil görmemiş olanlardan da hakikati gören âlimler çıkabilir.” (Atatürk 22-3-1923 S.D.Cilt 2. Sahife: 136)
“İnsanlara feyiz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir, ekmel (en mükemmel) dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen tevâfuk (muvâfık) ve tetâbuk (uygun) etmektedir. Eğer akla, mantığa ve hakikate tevâfuk (muvâfık) etmemiş olsaydı, bununla diğer kavânin-i tabiiyye-i ilâhiye (tabiattaki ilâhi kanunlar) beyninde (arasında) tezat olması icab ederdi. Çünkü bilcümle kavânin-i kevniyyeyi (mevcudatın kanunlarını) yapan Cenâb-ı Hak’tır.” “Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura, muhalif, terakkiye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor.” “Milletimiz din ve dil gibi temelli iki fazilete sahiptir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamaz!” "EFENDİLER UZMAN KİŞİLERCE BİLİNİR Kİ, YASA YAPAN İNSANLAR BİR TAKIM SEÇKİN NİTELİKLERE SAHİP OLMAK ZORUNDADIRLAR. O NİTELİKLERDEN BİRİNCİSİ ŞUDUR EFENDİLER; YASAYI ÖNEREN, YASA YAPAN, YASA KOYAN BİR KİŞİ, İNSANLIĞIN BÜTÜN DÜŞÜNCE VE DUYGULARINI HERKESTEN DAHA ÇOK SEZİNLEMİŞ VE KAVRAMIŞ OLMALIDIR! ÖTE YANDAN DA BENLİĞİNİ HERKESTEN DAHA ÇOK VE TÜMÜYLE, BÜTÜN KAPSAMIYLA BUNLARDAN SAKINDIRMAK GÜÇ VE YETENEĞİNE SAHİP OLMALIDIR! BU SEÇKİN NİTELİĞE SAHİP OLMAYAN KİŞİLER, İNSAN TOPLULUĞU İÇİN YASA YAPMAK HAK VE YETKİSİNDEN YASAKLANMIŞLARDIR! EFENDİLER! YASALAR EGOİST DUYGU VE DÜŞÜNCELERE DAYANILARAK VE ONLARA BAĞLANARAK YAPILAMAZ." (S.D.Cilt 1, T.D.T.ENST.Yayını 1989,Sahife:213,1-12-1923)
“Gerçekleri bilen, yüreğinde ve vicdanında, mânevi ve kutsal hazlardan başka zevk taşımayan insanlar için, ne kadar yüksek olursa olsun, maddi makamların hiçbir değeri yoktur.” (S.D.Cilt 1, Sahife:264,30-Temmuz-1922,T.D.T ENST.Yayını,1989)
“Cenab-ı Hak riayetkâr kılmaya mecbur tuttuğu insanların esasen âl-i vicdanındaki ihtiyacat-ı hakikiyesini tamamen bilir. Binaenaleyh gönderdiği kitap tamamen o ihtiyacata mutabık hükümler ihtiva eden bir kitaptır. Ve efendiler! İlmi hakikatin en son emrettiği kanun böyle olabilir. Taklit ile, tebdil ile (değiştirme ile) kanun olamaz, kanun, kanun-u hakiki olmak lâzımdır, kanun-u tabii olmak lâzımdır. Yani, kanun-u ilâhi olmak lâzımdır.” “Yazgısını, KENDİNİ ZİNCİRE BAĞLAYAN KİŞİLERE bırakan uluslar, o kişilerin keyif ve emellerine oyuncak olmaya karar vermiş, boğun eğmiş sayılırlar. Bu tür uluslar, talihlerini ellerine bıraktıkları insanlar başarılı oldukça o insanların daha güçlü baskısı altında kalırlar. Başarılı olmazlarsa; felâket, çökme yalnız o insanları değil, onlara bağlı olan sosyal toplumu da bulur. O halde, her iki ihtimalde de böyle bir ulus felâkete uğrar.” (S.D. Cilt 2,T.D.T ENST.Yayını Sahife 30, Ocak 1922)
__________________ Doğrudan Kuran ile almalıyız ilhamı
Asrın idrakine anlatmalıyız İslamı
MEHMET AKİF ERSOY
|
Yukarı dön |
|
|
kutsalgölge Uzman Uye
Katılma Tarihi: 06 ekim 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 148
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
22.03.1923 - 1.12.1923 - 30.07.1923 - 01. .1922
???????????????????????????????????????????????
|
Yukarı dön |
|
|
gondolcu Uzman Uye
Katılma Tarihi: 07 haziran 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 450
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
ATA nın Can dündar a mektubu
Utandım çocuk
Beni anlatan bir film yapmışsın .
Kızgınım, utanç içindeyim.
Sana değildir kızgınlığım. Filmdeki Mustafa'dan da utanmış değilim.
Başaramamışım, bundandır utancım.
Komutam altında, bu vatan için kanını akıtan Türk askerlerinden utandım.
"Özgürlük" demiştim, benim karakterimdir. .
"Bilim" demiştim, tek yol göstericidi.
Sen, "Karanlıktan korkardı" demişsin benim için.
Korkardım evet. Bu ulusu boğmak isteyen karanlıklardan çok korktum.
Ama insaf be çocuk, korkup da kaçmadım ya.
Söküp atmadım mı o karanlığı bu ülkenin üzerinden?
Diktatör demişsin bir de. Hiç okumadın mı çocuk?
Nerde benim nesilleri emanet ettiğim öğretmenler?
Anlatmadılar mı sana?
Başkomutan olarak cepheden cepheye koşarken ve bütün kararları tek başıma alabilecekken neden bir meclis kurdum ben çocuk? Böyle diktatör olur mu?
Ah be çocuğum.
Neden, nasıl düşman ettiler seni bana?
Baktım aşktan, sevgiden, aileden bahseden güzel şeyler yazmışsın bugüne kadar.
Belli ki,çalışkansın, zekisin. Kara cüppeleri ile milletin ümüğüne çökmüş olan yobazları çok iyi anlarım da çocuk, seni anlayamıyorum.
Onlar zaten hiç sevmedi beni. Yüzyıllardır süren iktidarlarını çekip almıştım ellerinden.
Sevmeyecekler beni elbette..
Peki sen çocuk, sen neden kol kola girdin bu kara kalplilerle?
Dedim ya, sana değil kızgınlığım.
Başaramamışım.
Anlatamamışım demek ki özgürlüğün kıymetini, bağımsız bir ulusun, onurlu özgür bireyi olmanın ne büyük bir nimet olduğunu.
Yazık olmuş, onca vatan evladının kanına, onca ananın göz yaşına. Veremem ki şimdi hesabı, ne o gencecik bedenlere, ne de gözü yaşlı analara.
"Bu muydu uğruna bizi ölüme gönderdiğin vatan?" derlerse,
"Bu nesiller miydi,ölen evlatlarımızın kanıyla kurduğun ülkeyi emanet ettiğin?"
diye sorarlarsa ne derim ben onlara be çocuk?
Olmadı be çocuk...
Olmadı.
__________________ saygılarımla
Aaydın
|
Yukarı dön |
|
|
|
|