HANiFDOSTLAR.NET

 

Kuran Müslümanı
 

(Şahıs odaklı din anlayışından Allah odaklı din anlayışına...)

Ana Sayfa Hanif Mumin  Iste Kuran Kurandaki Din  Kur'an Yolu  Meal Dinle Sohbet Odasi Hanifler E- Kitaplik Kütüb-i Sitte ?  ingilizce Site Kuran islami Aliaksoy Org  Hasanakcay Net Tebyin-ül Kur'an Önerdiğimiz Siteler Bize Ulasin

 

- Konulara Göre Fihrist

- Saçma Hadisler

- Hadislerin-Sünnetin İncelemesi

- Haniflikle İlgili Sorular Cevaplar

- Misakın Elçisi Kim?

- Kuranda Namaz/Salat

- Onaylayan Nebi

- Kuranda Namaz/Salat

- Enbiya 104

- Kuranda Yeminler

- Adem Hakkında Sorular

- Ganimetleri Resulün Eline Nasıl Vereceğiz?

- Allahın ındinde YIL ve DOLUNAYLAR

- Abese ve Tevella

- Hadisçilerce Tahrif Edilen Ayetler

- Mübarek Yer, Mübarek Vakit

- Arkadaş Peygamber

- Kuranın İndirilişinden Günümüze Gelişi

- Bir Türban Sorusu

- Kuran ve Bize Öğretilenlerin Farkı

- Namazın Kılınışı

- Hadislere Göre Namaz

- Kuranda Salat Namaz mıdır?

- Kuran Yetmez Diyen Uydurukçular

- Bizler Hanif Dostlarız

- Sahih Hadis mi İstersiniz?

- Hakkı Yılmaz'ın Tebyin Çalışması

- Kur'anı Anlamada Metodoloji

- Tarikatçıların Çarpıttığı Birkaç Ayet

- Nasıl Kur'an Okuyalım?

- Kur'anı Kerim Nedir?

- Kur'anda Oruç

- Allah'sız Bir Din ve Allah'sız Bir Kur'an İnancı

- Kuransız Bir İslam Anlayışı ve Müşrikleşme

- Meal Çalışmasına Davet

- Allah Şahit Olarak Kafi Değil mi?

- Doğru Hadisleri Ne Yapacağız?

- Kur'andaki Muhammed ve Peygamberlerin Misyonu

- Mahrem, Avret, Ziynet

- Nur Suresi Çeviri-Yorum

- Cilbab

- Resule İtaat Ne Demektir?

- Hadis Kalburcuları ve Kalburları

- Kur'anı Kerim'in İndiriliş Gayesi

- Kur'anda Amellere Karşı Cahili Yaklaşım

- İslamdışı İnanışlara Kur'andan Örnekler

- Biri Şu Haram Üretim Tesislerini Kapatsın

- Tasavvufta İslam Var mı?

- İslamda Delil Sorunu

- Kurban Kesmek

- İlahi Hitabın Serüveni

- Ecel Nedir?

- Şirk, İşrak, Müşrik, Müşareke, Müşterik

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Peygamberlere Karşı Rabbani Yaklaşımlar

- Salat-ı Tefriciye yada Zikri Çarpıtmaya Bir Örnek

- Mucize Nedir?

- Ayrılıkların Nedenleri

- Sıfır Hata veya Kur'an

- Haniflik Nedir?

- Rabıta İle Şeyhlere Tapanlar

- Hadis Zindanının Mezhepçi Mahkumları

- İslam Dininin Öğrenilmesinde Kaynak Sorunu

- Fasık ve Münafıkların Genel Tanımlaması

- Hadisler, Hıristiyanlık ve Selman Rüştü

- Kur'anı kerim'in İndiriliş Gayesi

- Müstekbirlere Karşı Cahili Yaklaşım

- Halis-Hanif İslam

- Kur'anda Şefaat

- Fuhuş Tellalı Tefsirciler

- Hayızlıyken Neden Namaz Kılınmasın?

- Cebrail, Vahiy, Melek

- Dindarlıkta Müşrikleşme Temayülü

- Büyü Yapan ve Yaptıranlar

- Yaratılış, Adem, Havva

- Kur'an Yerel mi, Evrensel mi?

- Reform Dinde mi, Dindarlıkta mı?

- Ne Mutlu Tağutu Olmayanlara

- Peygambere Saygı(?)

- Hadislere Kanıt Diye Gösterilen Ayetler

- Allah Nazara Karışmadı mı?

- Kur'anı Kerimle Amel Etmek Mümkün mü?

- Kur'anda İnkar Edenlerin Vasıfları

- Müminlerin Vasıfları

- Allah'ın Vasıfları

- Kur'anın Vasıfları

- Dine Karşı Cahili Yaklaşımlar

- Kur'an Merkezli Din

- İrin Küpü Patladı; Mevlana

- Hurafe ve Bidatlar

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Hz. İsa'nın Ölümü

- Allah'ın Mesajının Adı: Kelamullah

- Allah'ın Resule Uyarıları

- Kur'ana Göre Tenkit ve Eleştiri Nasıl Olmalı?

- Kur'anda Sevgi

- Sofuların Devlet Desteğiyle Desteklenmesi

- Hans Von Aiberg Aldatmacası

- Kabir Azabı Safsatası

- Kur'an Kıssalarının Önemi; Masal Değiller

- Kur'anda Toplumsal Sünnetler

- Tefsirde İsrailiyyat

- Kardeş Evliliği Olmadan Çoğalma

- Hans Von Aiberg Tutuklandı

- Kur'anda Tevbe Kavramı

- Yaşar Nuri Öztürk'ün Yorumuyla Namaz

- Karadelikler; Bir Büyük Yemin

- Mezhepçilerin Ümmi Açmazı

- Kabe Nedir? Mekkede midir, Kudüste mi?

- Kur'anda Ruh Kavramı

- Kur'anda Nefs Kavramı

- Amin Kavramı ve Putperestlik

- Diyanet İşleri Başkanlığının Sitemize Cevabına Cevaplar

- Resul ve Nebi -1

- Resul ve Nebi -2

- Sapık Bir Fırka: Hansçılar

- Cihad mı, Çapulculuk mu?

- Kur'an Deyip Namazı Yok Sayanlar

- Cennete Sadece Müslümanlar mı Girecek?

- Kur'anda El Kesme Cezası var mı?

- Nazar veya Göz Değmesi Var mı?

- Şehadet Getir, Münafık(?) Ol

- Kur'anda Eleştiri Metodu

- Hacc Mekkede mi, Bekkede mi?

- İslami Tebliğde Kur'an Metodu

- Saptırılan Kavram: Mekruh

- Kur'anda Cuma Namazı var mı?

- Of Be Kader, Allah mı Suçlu Yoksa Biz mi?

- Kader Açısından Cebir ve İhtiyar

- Baban Peygamber Olsa Ne Yazar

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Vahdet-i Vücud, Şirkin Alası

- Tasavvufi Bilginin Kaynağı Vahiy mi?

- İslam'da Resullük Son Bulmuştur

- Teveffi Kelimesi ve Arap Dili

- Tasavvuf Üzerine Düşünceler

- Nefis Mertebelerinin İç Yüzü

- Allah Rızası Anonim Şirketi; Tarikatlar

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -1

- Tasavvuf ve Eşcinsellik -2

- Nakşi Şeyhi Allah'ın Avukatı mı?

- Kur'anda "ve+la" Öbeği

- Putlar ve Tapanlar

- Son Peygamberimizin Okuma Yazması

- Mesih ve çarpıtılan Bir Ayet

- Hac İzlenimleri

- "Üzerinde 19 var" da Son Nokta

- Secde Emri

- Kur'andaki Hac

- Aracıların Gaybı Bildiği İnancı

- Tarikatçı - Müşrik Karşılaştırması

- Gazali'nin Kadına Bakışı

- Kur'anda Kadına Verilen Önem

- Başörtüsü Allah'ın Emri Değil

- Başörtüsü Takmak Kur'anda Var mı?

- Kur'anda Kadın Dövmek Var mı?

- Cariye, Köle; Utanmaz Mealciler

- Kadına Yönelik Şiddet

- Sünnet Edilen Kızın Öyküsü

- Erkekçe ve Kadınca Meal Konusu, Nebe 33. Ayet

- Harem - Selamlık Kimin Emri?

- Zina, Evlilik ve Örtünme Adabı

- Cariyeleri Aç, Hür Kadınları Kapat (!)

- Çok Eşliliği Yasaklayan Ayetler

- Kur'ana Göre Evlilik Hukuku

- 2 Kadın = 1 Erkek, Uydurma mı?

- Danimarkalı mı Sapık, Buhari mi?

- Ebu Hanife, Cariyenin Avreti

- Nisa 25, Hür Kadın ve Fahişe İfadesi

- Maymunların Hadisi ve Recm Vahşeti

- Hz. Muhammed'in Tebliği

- Peygamberi Tanrılaştırma

- Angarya Haline Getirilen İbadet

- Buhari'nin Hadislerini Buhari Yazmamıştır

- Hadis ve Sünnet Gerçeği

- Uydurma Hadisler, İslamın Kara Boyası

- Hadisler Dinin kaynağı Olamaz

- Uydurmaların Sınırı Yok; Şeytan Geyiği

- Beşeri Hükümler Neden Kutsal Oluyor?

- Hadis - Kur'an Çelişkisi

- Kur'anda/Dinde Olanlar ve Olmayanlar

- Cehennem'den Çıkış Yok

- Kur'anda Tağut

- Ebu Hureyre Gerçekte Kimdir?

- Hadis - Mantık Çelişkileri

- Kurban ve Kurban Bayramı Nereden Geliyor?

- Hadislere Göre Kur'an Eksiktir

- Bildiri: İslam Anlayışında Reform

- Arapça mı, Arap Saçı mı?

- Koca mı Üstün, Allah mı?

- Esbab-ı Nüzül Komedi Hadisleri

- İşte Geleneğin Dini

- Ulul Emir İle Kim Kastediliyor?

- Kul Hakkı

- Yezidi Bir Gelenek: Aşure Tatlısı

- Hz. İbrahim'den Asrımıza Dersler

- Taklitçiliğin Boyutları

- Seb-ul Mesani Nedir?

- Kelle Sayılarak Gerçek Bulmak

- Kıyamet - Mahşer Günü ve Sonrası

- Kur'anda Namaz Vakitleri

- Kur'anda Cuma Konusu

- Salih Olmak Yetmez

- Hudeybiye Anlaşması Uydurma mı?

- Kitap Yüklü Eşekler

- Kur'andaki Hac

- Hz. Nuh'un Oğlu Kimdi? İftira mı?

- Ruhun Ağırlığına Başka Bakış

- Hz. İbrahim Yalancı Değildi

- İncil'de Kadına Bakış

- Şirkin Büyüğü Küçüğü Olur mu?

- Kur'andaki Abdest ve Hijyen

- Din de Bir Araçtır

- Kur'an Okumanın Zararları

- Kur'anda Dua Ayetleri

- Kur'anda Tarih Kavramı ve Bilinci

- Şekilsel Secde Kur'anda Yok mu?

- Salat ve salatı İkame

- Kur'andaki Emr Kavramı Üzerine

- Dindar İnsanlar Şirk Koşar

- Alak Suresinin İlk Beş Ayeti

- Men Arefe'nin Çözümü

- Kur'andaki Av Yasağı

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Kur'anda İnsan Hukuku

- Din Büyüklerini Tanrılaştırma

- Allah'a ve Muhammed'e Değil

- Kur'andaki Örnek Tevekkül

- Şekilsel Rüku Kur'anda Yok mu?

- Hz. İbrahim Kuşları Kesti mi?

- Ehli Sünnet Dininin Anayasası

- İnsan Allah'ın Halifesi mi?

- Kur'an Üzerinde Düşünmek

- Şirkin Kuyusuna Düşenlere Uyarılar

- Kur'an Ölülere Okunmak İçin mi İndirildi?

- Ayda Okunan Kur'an Masalı

- Hz. İbrahim, Safa ve Merve Masal mı?

- "Haç"er-ul Esved (!)

- Mevlana Sahte Bir Peygamber Değil mi?

- Tasavvufun Tanrısı İki Zıttır

- Kur'andaki Tasavvuf: Teveccüh

- Önce Batıl ve Hurafe İle Savaşalım

- Resuller Haram Kılamaz mı?

- Elçi Muhammed ile İnsan Muhammed'in Farkı

- Tarikatlarda Aracılar Rezaleti

- Nur Suresi 31. Ayet Nasıl Çarpıtılıyor?

- Sırat Kıldan İnce, Kılıçtan Keskin mi?

- Kur'anda Zalimler

- Bütün Mehdileri Çöpe Atıyoruz

- Kur'ana Göre Ramazan Ayı ve Haram Aylar

- Tasavvufçuların İlahı; Varlık ve Yokluk

- Tasavvufçuların Küçük Putları

- Sünnet Etmek yaratılışı Değiştirmedir

- Son Peygamberimizin Mektupları

- Fıtrat ve Namaz Vakitleri

- Mescid-i Aksa Nerede?

- Büyük Kandırmaca: Hadis

- Kur'an Neden Arapça Olarak İndirilmiştir?

- Kimin dini? Kimin Kitabı? Kimin Meali?

- Evliya Kelimesinin geçtiği Ayetler

- Şimdiye Kadar Yaşanan İslam

- Ayın Yarılması Diye Bir Mucize Yoktur

- Kabe Dikili Taş Değil mi?


Up | Down | Top | Bottom
 
Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.

Yunus Suresi 105

Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.

Enam Suresi 79

İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.

Ali İmran Suresi 67

Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.

Nahl Suresi 123

De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.

Ali İmran Suresi 95

Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.

Hacc Suresi 31


Up | Down | Top | Bottom

HABERLER

 

 








 

 

  Hanif Islam

 

Genel Tartışma
 Hanif Dostlar Ana Sayfa -> Genel Tartışma
Konu Konu: din tıbba benzer... Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazanlarda
Gönderi << Önceki Konu | Sonraki Konu >>
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

'Din ilimleri, Tıp bilimlerine benzer'



Prof. İlhami Güler, Din ilimlerini, Tıp bilimlerine benzetti ve "Tıp bedeni korumaya çalışır; din ise ruhu. Fıkıh, doktorluk ve hastane hizmeti vermeye Kelam ise teorik tıbba benzer" dedi.

İsmail Doğu'nun röportajı



Ankara Üniversitesi İlahşiyat Fakültesi Kelam Bölümünde Öğretim Üyesi olan Prof. İlhami Güler ile, Kelam, Felsefe, Fıkıh, Tasavvuf, geçmişin ve bugünün düşünsel problemleri, düşünce sorunlarının yaşamsal karşılıkları üzerine oldukça geniş ve kapsamlı entelektüel bir sohbet gerçekleştirdik. Derin düşüncelere ve araştırmalara, tartışmalara ve eleştirilere neden olabilecek bu sohbeti istifadelerinize sunuyoruz.



Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Erzurumluyum, Dadaşım, yiğit defterinde başım; Ankara üniversitesi İlahiyat Fakültesinde hocayım. 48 yaşındayım.



Siz bir kelamcısınız. Kelam problemlerinin bugün okunurken spekülatif olarak karşılanmasının nedeni nedir sizce? Bağlamından koparılarak okunmaya / anlaşılmaya çalışılması mı? Yoksa, kelam problemlerinin bizzat kendisi de bu tür bir anlayışa izin verir nitelikte midir?

Kelam ilmi, İslamın doğduğu Arap yarımadasından çıkıp kuzeye doğru -kadim inançların coğrafyasına doğru- yayılırken, karşılaşılan inanç problemlerini çözmek; ve Kur’an’ın, ‘Gayb’ alanına ilişkin, İman ve akaid alanına ilişkin ifadelerini, rasyonel, doktriner bir yapıya kavuşturmak için geliştirilmiş bir savunma sanatıdır. Bu disiplinin evrensel konuları olduğu gibi (iman, tevhid, nübüvvet, mead, bilgi, varlık vs); tarihten, toplumdan kaynaklanan yerel (kader, iman-amel ilişkisi, imamet-siyaset-vs) sorunları da olmuştur. Din ilimleri, Tıp bilimlerine benzer. Tıp bedeni korumaya çalışır; din ruhu. Din ilimleri içinde Fıkıh, doktorluk ve hastane hizmeti vermeye benzer. Kelam ise teorik tıp bilimine benzer. Teorik tıp, halk için süpekülatiftir, fakat bu onun hayati öneme haiz olmadığı anlamına gelmez. İlacı daima doktorlar verdiği için, halk fakihleri tanır. Halk, ilaç ve tedavinin de, aslında ‘Akaid’ gibi yorumsal olduğunu bilmez. O, bunları hakikatın kendisi sanır. Kelamın, Halk nezdinde diğer alimler tarafından gözden düşürülmesine, bazı Kelamcıların hasbi olarak hakikatı bulma / görme yerine, mugalata / demagoji yapması da etkili olmuştur.



Kelam disiplininin ilgilendiği problemler gerçekte ne kadar yerli? Bu problemlerin dış etkene bağlanması mümkün mü? Eğer bu mümkünse, bu sizce nasıl bir değer ifade eder?

Türkiye’de eleştirel düşünceye (Reddiye geleneği) dayanan ciddi ve köklü bir ilahiyat geleneği olmadığı için, ilahiyat fakültelerinde yapılan çalışmalar anakronik ve akademik yükselme motivine bağlı. İlim ve düşünce, gelenek işidir. Cumhuriyetin dinle ilişkisi problemli olduğu için, dini düşüncenin gelişmesi, çiçeklenmesi konusunda herhangi bir adım atmamıştır. Halk baskısı - oy kaygısı ile açılan ilahiyat fakültelerinin çapı da, el yordamı ve kendi kendine ancak bu kadar olur. Türkiye’de dini düşünce, hafıza yoğunluklu (geleneksel) olduğu için, tarihteki konuları işliyor. Eski sorunları yeni bir tarzda ele alamadığı gibi; yeni sorunları kendi gözü ve aklıyla da ele alamıyor. Eski çözümleri estetize etmeyi marifet (bilgi) sanıyor. ‘Bizim oğlan (ilahiyatçı) Bina (gelenek) okur; döner döner yine okur.’



Kelami problemlerin siyasi yapıyla ilişkilendirilmesi sizce ne kadar doğrudur? Zira bu yaklaşımın, kelam problemlerinin bizzat metnin kendisinden değil metin dışı problemlerin metne giydirilmesi anlayışından hareketle, çoğu zaman kelama karşı bir eleştiri şekli olarak da kullanılmasına yol açmıştır. Kur’an metni, gerçekten bu problemlerin doğmasına teşkil ediyor mu?

Kelami problemlerin siyasetle ilişkisi iki şekildedir. Birincisi, erken dönemde kader ve imamet (şia) sorunlarında olduğu gibi, problemin kendisi bizzat siyasal olarak doğuyor; ikincisi ise, Sünniliğin hakimiyetinde olduğu gibi bir yorum, siyasal iktidar tarafından kitlelere resmi ideoloji olarak benimsetiliyor, veya amiyane deyimle dayatılıyor. Fucoult, hakikat veya bilgi ile iktidar arasındaki ilişkiyi ortaya koymuştur. Problemin metinden doğması veya metin dışından doğması önemli değildir. Önemli olan, problemin sahici ve hayati olmasıdır. Bugünkü sorun, ilahiyat fakültelerindeki akademisyenlerin daimi sorunları metanetli, evrensel bir dil ile ele alamamaları, güncel sorunları da ‘soru’ olarak görememeleridir. Örnek olarak, ilahiyat fakültelerindeki tezlere ve konularına bakmak yeterlidir. Bu çalışmalar, bilinçli bir temellükten ziyade, ezbere / taklidi bir tekrardır.



Kelam tartışmalarında sıkça geçen kocakarı imanı nasıl bir değer ifade eder? Bu, kelam tartışmalarının gereksizliğine ifade eden bir atıf mıdır? Yoksa, her şeye karşın takınılacak bir duruma mı işaret eder?

‘Kocakarı imanı’ söylemi,taklidi imanın muteber olup olmadığı sorunuyla ilgilidir. Münhasıran kocakarıyı değil de, toplumun ortalamasını muhatap alan Kur’an, imanın gerçekleştirilmesi için insanların varlıklar üzerine, nimetler üzerine düşünmelerini, atalarını körü körüne taklit etmemelerini ister. Kişinin hakkında asgari bilgisi olmadığı şeyin peşine gitmemesini, aksi taktirde öte dünyada sorumlu tutulacağını söyler (17/26). Kur’an, müşrik bir toplumun siyasal önderi olan Firavun’un karısının, mevcut dini - kültürel ortamı yırtarak imana erişmesini mü’minlere örnek olarak verir (66/11). Kocakarı imanı söylemi, samimiyeti ve koşulsuz teslimiyeti ima eder. Birincisine evet, ama ikincisi alabildiğine tehlikelidir. Bilinçsiz ve bilgisiz samimiyetin dinde hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Samimiyetle dağa, taşa, ineğe, buzağıya…tapan insanlar vardır. Bu nedenle Kur’an, ‘imanınız sizlere ne kötü şeyler emrediyor?’(2/93) diye serzenişte bulunur. Tıp ve sağlık benzetmesine dönecek olursak, herkesin elbetteki doktor olması beklenemez; ancak, koruyucu hekimlikte olduğu gibi, herkesin sağlığını koruması, bunun için gerekli bilgileri öğrenmesi; hasta olduğunda sahasında uzman bir doktora gitmesi gerekir. Kaldı ki, insanın Allah ile olan ilişkisi ‘akaid’ ilişkisi değil; iman ilişkisidir. İlişkiye girdiğin varlığın ahlaki karakterini, Kur’an’a dayanarak doğru tanımak gerekir. Diğer türlü, Allah’a inandığını söylersin; fakat pratikte kontrolsüz bir güce taparsın; veya tarihten, toplumdan, doğadan ve insanlardan kaynaklanan kötülükleri götürüp Allah’a iftira edersin. Özetle, iman konusunda Kur’an’ın koyduğu hedefle, kocakarı imanını muteber görme hedefini mukayese edecek olursak, ikincisi, İslam toplumlarının düşüş ve çürüme dönemlerinin bir standardıdır. Kocakarı imanını savunmak, tıp bilimi ve doktorluk mesleğine rağmen Kocakarı ilaçlarıyla tedavi olmayı savunmaya benzer. Kocakarı imanı eğer bir erdem ise, Hindu, Hırıstiyan veya Müslüman kocakarıların imanı arasındaki fark nedir? Kur’an, gücü oranında herkesi düşünceye dayanarak iman etmeye çağırırken; insanları taklit ile teslimiyete çağıranlar, aslında tembelliğe çağırıyorlar demektir. Adını da, ‘teslimiyet’ diye iyi bir şey olarak koyuyorlar.



Kelami tartışmaların gündelik hayatla ilişkilendirilmesi meselesi ve bir anlamda sizin kitap başlığı olarak da koyduğunuz teo-politik bir yaklaşım biçimi hususunda neler söylemek istersiniz?

‘Politik Teoloji Yazıları’ adlı kitapta derlediğim yazıların ortak paydası, egemen Seküler / Hümanist, Liberal / Kapitalist paradigmanın / siyaset felsefelerinin, insanlığı şartlandırdıkları gibi, insanlığın pozitif ve negatif anlamda en büyük ahlak faturalarının ortaya çıktığı siyaset alanının İslami anlamda Tanrıdan ve Dinden bağımsız olmadığını ortaya koymak; siyasetin dine bağlı olduğu orta çağlarda Tanrı ve Din adına hangi yollarla, nasıl istismarların ve insan harcamalarının olduğunu sorgulamak; Tanrının tutulmasından / öldürülmesinden, ihmal edilmesinden veya siyasetten kovulmasından sonra dünyanın (insanlığın) başına gelenlerin öncesiyle (dinler çağıyla) mukayesesini yapmak; ve bu bağlamda ortaya konan laiklik, demokrasi, teokrasi, şeriat, egemenlik, cihad, terör vb kavramları, İslami bağlamda irdelemektir.



Aslında çok net olarak ithaftan da anlaşılacak olan Allah’ın Ahlakiliği adlı eserinizin yazılış amacını da düşünürsek, kişilerin ahlak anlayışı ile tanrı anlayışı arasındaki ilişkiyi nasıl yorumlarsınız?

Allah’ın mahiyetini bilmiyoruz. Kutsal kitaplar, bize onun ahlaki karekteri hakkında bilgi verir. Tevrat ve İnciller, otantik / sahih olmadığı için, onların tasvirlerine güvenemeyiz. Geriye Kur’an kalıyor. Tarihte oluşan üç önemli Kelam ekolü (Mutezile, Eşarilik ve Maturidilik), Kur’an’a dayanarak değişik tasavvurlar oluşturmuşlardır. Bunlardan Mutezile ve Maturidiliğinki birbirine yakındır. Mutezile, Adalet sıfatına; Maturidilik ise Hikmet sıfatına vurgu yapar. Eşarilik Kudret, İrade ve Merhamet sıfatlarını önceler. Tarihsel ve siyasi nedenlerden ötürü Sünniliğin Allah tasavvuru, Eşariliğe dayanır. Kolayca anlaşılacağı gibi, kudret / irade ve merhamet vurgusu, Allah tasavvurunu mutlaklaştırarak, bildiğimiz anlamda ‘ahlaktan’ bağımsızlaştırır: ‘Hikmetinden sual olunmaz’ Allah anlayışı, böyle ortaya çıkar. Allah tasavvurunun insan davranışlarına yansıması, ‘Kader’ inancıyla gerçekleşir. Ne yaptığı belli olmayan veya insana neler yapabileceği tahmin edilemeyen Allah tasavvurunun, insanın benliğini ve özgürlüğünü yıkacağı ortadadır. Güç, potansiyel olarak tehlikelidir; mutlak güç (ahlak ile kendini mukayyet hale getirmemiş güç), insan oğlu için mutlak tehlikelidir. Kontrolsüz güç, güç değildir. Ben, kitabımda egemen Eşari tasavvurunu eleştirerek, Mutezile -Maturidi tasavvurla yer değiştirmeyi önerdim. Bu tasavvurların, Kur’an’ın bütünlüğünden çıkarılacak ideal tasavvura daha yakın olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, rahmetli Muhammet İkbal ve Fazlurrahman’dan da istifade ettim. Fazlurrahman’ın ‘Ana Konularıyla Kur’an’ adlı çalışmasının birinci bölümünde, Kur’an’a dayanarak geliştirdiği ‘Merhametle yoğrulmuş Adalet’ sıfatlarına dayanan Allah tasavvuru, bana göre daha mükemmeldir. İnsanlar, teorik olarak Allah’ın adil, merhametli, iyi olduğuna inanıyor; bunda bir sorun yok. Fakat, pratikde tek tek olaylara, fiillere geldiğinde, Allah’a öyle fiiller isnad ediyorlar ki, insanın kanı donuyor. Bu, Allah tasavvurunun mutlak irade / kudret ve merhamete dayanmasından kaynaklanıyor. Adeta, ‘Allah’dır, ne yaparsa yeridir’ deniyor. İnsanlar, kendi cüzi iradelerinin dışındaki sınırın, bütünüyle külli irade ile çevrildiğini sanıyor. Halbuki, cüzi irademizin diğer komşuları, tarih, toplum ve doğadır. Bize gelen kötülük ve iyilikler, buralardan da geliyor olabilir. Kur’an’ın, ‘Allahı gereği gibi takdir edemediler’ uyarısı, sadece müşrikleri kapsayan bir uyarı değildir. Her insan bu yanlışa düşebiliyor. Bu nedenle, her insanın doğru bir tasavvur edinebilmesi için, biraz gayret etmesi gerekiyor.



Kur’an’ın bizzat kendi metninin esas alınması ve bu esas alışta da Kur’an’da kullanılan kelimelerin ilk dönem dil bilginlerince nasıl ele alındıysa öyle ele alınması konusunu biraz açabilir misiniz?

Kur’an ayetleri, zayıf akıllı bazı insanların sandığı gibi maden ocaklarına veya daha derine daldıkça inciler ve mercanların çıkarıldığı okyanus diplerine benzemez. Peygamber de, şair olmadığı için, edebi oyunlar oynamıyordu. Allah, meramını, ortalama Arabın anlayacağı seviyede, gayet net ve açık olarak söyledi, ve onlar da anladı. Kur’an, defaatle söyleminin kolay, mubin (açık) ve beliğ olduğunu söyler. Belağat, sözün muhatap tarafından, hemen ve kolay anlaşılması demektir. Erken dönemde, tarihin ilerlemesiyle nüzul kontekslerine ilişkin bilginin kaybolması, dilin canlı olması hasebiyle diyakronik bağlamda kelimelerin anlam değişmesine uğraması, ve en önemlisi, Arap olmayan milletlerin Müslüman olmasıyla, arabın anlama sorunu olmadığı mecaz ifadelerin yanlış anlaşılması sorunu (mücessime, müşebbihe) ortaya çıktı. Mutezile -büyük önderleri hep dilcidir-, mecaz sorununu; diğer dilciler ve müfessirler de, ‘sebeb-i nüzul’ ve dil sorunlarını çözmeye çalıştı. Yani Kur’an’ın, muhataplarına ‘ne dediğini’ ortaya koymaya çalıştılar. Daha sonra bazı anlam kazıcısı veya avcısı Müfessir ve Kelamcılar, Ali İmran suresinin 9.ayetinde geçen ‘Müteşabihat’ kavramını -ayetteki durağı ileri taşıyıp- istismar ederek; Mutasavvıflar, Zahir-Batın uydurmasıyla; Fakihler ise, Kıyas aracılığı ile, bir anlama gelen ayetlere binlerce anlam yüklediler. Esasında, ‘Ay’ metaforuyla anlaşılması gereken -Allah’tan gelen ışığı (nur) insanlara yansıtan- Kur’an’ı ‘Güneş’ metaforuna çevirerek, sürekli anlam ışıttılar. Oysa, insandaki güneş akıldı. Yapılması gereken de, Hz.Ömer, Ebu Hanife ve ‘Makasıd’ okulunun yaptığı gibi, ‘İstihsan’yapmaktı. Yani Kur’an metnini istismar etmek değil, olayları ‘Te’vil’ etmekti; Asl’ına (Kur’an’a) götürmekti, Olayların yorumunu yapmaktı. Teşri’i sürdürmekti. Özetle, Kur’an’ın ilk muhataplarına ‘ne dedi’yi arama çabası, ve bir de bazı hukuki hükümlerde bugün iniyor olsaydı ‘ne derdi’yi arayanların dışındaki bütün yorumcular, metin sömürücüleridir.



Bu açıdan sembolik dil hakkındaki eleştirilerinizi öğrenebilir miyiz?

Halefullah ve Arkoun’a katılarak, Kur’andaki ‘Kıssa’ anlatmlarında bazı ‘Mitik’ unsurların bulunduğunu kabul ediyorum. Adem kıssası, Ashab-Kehf, Zulkarneyn, Musa-Hızır hikayesi, Nuh Tufanı vs gibi. Müteşabihat konusuna gelince, erken dönem bir çok müfessirin görüşünü benimseyen Muhammed Esed’e katılarak bunun ‘Gayb’ alanından (Allah, Ahiret, Melek, Cinn vs), insanlara ‘teşbih’ yaparak bilgi vermek olduğu kanaatindeyim. Gayb alanının mahiyetini, beş duyu ve akıl ile kavrama imkanımız olmadığından dolayı, Al-i İmran suresinin 7. ayetinde bunların te’viline girişmeme önerilmiştir. Yahudi ve Hırıstıyanların hatası, bunları keyiflerince tevil edip sapmalarıdır. Teslis buradan çıkmıştır. Tasavvuf’un yaptığı ‘Batıni tevil’in de, bunlardan farkı yoktur. Kadı Abdulcabbarın dediği gibi, eğer Batıni tevil doğru ise, Allah’ın bir kavme, anlamadıkları başka bir dilde hitap etmesi meşrudur. Oysa Kur’an, bu fikri saçma bulur (41/44). Gayb, sonsuz, metafizik veya Allah ve Ahiret gibi alanlarda konuşmanın teoloji ve felsefe tarihinde en mükemmel ifadesi, tenzih ve teşbihi birleştiren Allah hakkındaki şu ifadedir: ‘Leyse kemislihi şey’un, vehuvessemiu’l-basir: O’nun benzeri bir şey yoktur; O, işiten ve görendir’ (42/11). Cümle, görünüşte çelişik gibidir; oysa değildir. Cümlenin birinci bölümü, onun mahiyeti ile ilgilidir; ikinci bölümü ise insana nisbetle onun sıfatlarıyla ilgilidir. Sıfatları hakkında Kur’an’daki bilgiler olmasaydı, biz onunla iman ve ibadet ilişkisine giremezdik. Sıfatlarını teşbih (müteşabihat) yoluyla biliriz. Ancak, sıfatların ontik özünü bilemeyiz. Bundan dolayı da, metafizik gevezelik yapmayı benimsemeyen; ve ilimde, düşüncede derinleşmiş olanlar (er-Rasihune fi’i-ilmi): ‘İnandık, hepsi rabbimizin bildirmesidir’ (3/7) derler. ‘Kalplerinde hastalık bulunanlar ise, benzetmeleri tevile girişirler.’ (3/7)



Kelam disiplini için geliştirilen eleştirilerin tarzı, aslında felsefe ve tasavvuf için de yapılmakta. Hal böyle iken bir kelmacı, tasavvufa ya da felsefeye karşı yapılan eleştirilere neredeyse aynen katılmakta ve ona karşı fazlaca bir müsamaha geliştirmemektedir. Halbuki felsefeye ve tasavvufa karşı geliştirilen itirazların, hiç değilse birkaç yönü, kelam için de geliştirilmiş ve bu sebeble kelam disiplini de payını almıştır. Siz kelam disiplininin tasavvuf ve felsefe karşısındaki bu yönünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Din hakkında spekülatif felsefi düşünce, dini metinlere bağlı rasyonel düşünce (teoloji) ve mistik tecrübe denebilir ki, dini düşüncenin, evrensel, daimi formlarıdır, ve her dinde karşılaşılır. Bunların birbirleriyle kavgaları da daimidir. Bu bölünme ve ardından da kavga, İslam düşünce tarihinde de vuku bulmuştur. Aslında bunlar, dine karşı insani - psikolojik temel yaklaşım tarzlarıdır. İlahi dinin kurucu tecrübesi, bu insan tipleri karşısında nötrdür. Kurucu tecrübeye en yakın olanın, kutsal kitabın nazil olduğu dilin gramerine, belağatına sadık kalarak, metni rasyonel sınırlarına taşımak olduğu kanaatindeyim. Bunu da, İslam tarihinde Fıkıh ve Kelam yapmıştır. Cabiri, bunlara ‘Beyan’ bilimleri diyor. Kutsal metni beyan ediyorlar. Felsefe ve Tasavvuf, dışarıdan gelmiş, kökü dışarıda ve fakat kutsal metni kendi köklerine göre yorumlayan disiplinlerdir. İslam filozofları olan Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd, Yunan felsefesini ‘Burhan’ olarak görüp, Kur’an’ı buna göre yorumluyorlardı. Bu noktadan bakınca, Gazalinin onlara saldırısı meşru idi. Mutasavvıflar ise, Yeni-Eflatuncu veya Hinduizmin mistik öğretilerini esas alıp, Kur’anı bunlara göre yorumluyorlardı. İbn Arabi ve Mevlana örneklerinde olduğu gibi. Sufilere göre ‘şeyh-i ekber’ olan İbn Arabi, Kelamcılara ve Fakihlere göre ‘şeyh-i ekfer’dir. Bundan dolayı, hem fakihler, hem de kelamcılar, haklı olarak sufilere saldırıyorlardı. Meşrebinize (düşünme tarzınıza, psikolojinize) göre, bunlardan birinde yer alabilirsiniz. Ancak, Kur’an’ın bütünlüğü bağlamında bir ‘İslam’ kimliğini önemsiyorsanız, psikolojinizi biraz zorlamak zorundasınız. Bahsettiğim çizginin, Selefiyye veya Hadis Ehli çizgisinden ayrı bir yol olduğu açıktır.



Kelam disiplini bir felsefe içerebilir mi? Mesela Wolfson’un ifadesiyle kelam felsefesi tabiri ne kadar uygunluk arzeder bir kelamcı için?

Mutezili Kadı Abdulcabbar’ın 20 ciltlik ‘el-Muğni’adlı eserinde yaptığına bakarsanız, Kelam bir ‘Din Felsefesi’dir. Genel anlamda ‘Felsefe’, salt akıl ile yapılan bir düşünce faaliyetidir. Kelam ise, Kur’an metni üzerine yapılmış bir düşünce faaliyetidir. Amaç, metnin doktriner bütünlüğünü, tutarlı bir şekilde ortaya koymaktır. Teolojiyi felsefeden ayıran temel husus, bir kutsal metnin otoritesini rasyonel ön-kabuldür. Bu manada felsefe, ip-siz ve sap-sızdır.



Mu’tezili düşüncenin kelam içindeki yerinin önemli olduğu söylenmekle birlikte Mutezile’nin bir dönem Abbasiler döneminde iktidar olmasının Mutezili düşünceyi gerilettiği ve(ya) durdurduğu şeklinde yaklaşımlar da bulunmakta. Sizce bu eleştiride haklılık payı var mı?

Mutezile, ortaçağın bütününe egemen olan mitik düşünce çağında Logos’u (aklı, düşünceyi) savunan bir ekoldü. Öncelikle genetik bir uyuşmazlık söz konusuydu. Ehl-i Sünnet, mitosu yeterince barındırdığı için, kitlelerin psikolojisine uygundu. Geleneğe yaslanmaktan ziyade, kurucu - rasyonalist düşünce sistemlerinin, totalitarizme yatkın bir tabiatları vardır; ve Mutezile, bu zaafa düşmüştür. Yalnız, Abbasiler döneminde kendini Mutezileye yakın gören birkaç tane halifenin yaptıklarından bütün bir ekolü ve onun düşünürlerini sorumlu tutmak haksızlıktır. Mutezilenin, geleneği (sünnet) büyük ölçüde dışlayan ve oldukça akli olan sisteminin kitlelerden benimsenmesini beklemek anlamsızdır.



Kelam disiplini deyince hemen akla Maturidi ve Eşari kelamı, yani Sünni kelamcılık geliyor. Her ne kadar son dönemlerde Mutezili düşünce üzerine çalışmalar yoğunlaştıysa da, Şii, Harici ve Mutezili kanat, hep geri planda kalmakta. İsimlerine bile yansıtılan bu akımların gereği gibi incelenmediği ve onlardan istifade edilmediği düşüncesine katılıyor musunuz? Yoksa onlardan alınacak pek de bir şey yok mu?

Büyük gövdeli din ve düşünce doktrinlerinin ‘ekol’ doğurma kabiliyetleri, milletlerin yeni kuşaklar doğurma kabiliyetlerine benzer. Kısırlık vuku bulursa, milletin sonu gelir. İslam düşüncesi, ortaçağda doğurduğu saydığınız yaşlı çocukları sayesinde yaşıyor. Yapılması gereken, hayli ‘yaşlı’ abilerimizden de istifade ederek, yeni çocuklar doğurmaktır. Batı düşüncesi bunu yapmayı başardığı için, birçoğu ‘***’ olan çocukları, bütün dünyaya egemen.



Gazali’nin felsefe karşısındaki tutumu malum. Bundan dolayı da kimilerince bu tutum, İslam Düşüncesinin gerileme döneminin başlangıcı olarak kabul edilir. Tabi buna karşın, asıl bu söylemin oryantalist bir yaklaşım olduğunu söyleyenler de yok değil. Bir başka açıdan da Gazali’nin felsefeye karşı duruşundaki “kararlılığı”nın, tasavvufa karşı söylemlerine yansımadığından da dem vurularak çifte standartlıkla itham edildiği de olmuştur. Gazali’nin bu tavrının kelam içindeki etki-tepkileri sizce nasıl olmuştur?

Kanatimce İslam düşüncesi, Gazalinin yaşadığı ortaçağ ikliminde ve toprağında, tohumunun taşımış olduğu potansiyelleri bütünüyle aktüelleştirmişti. Ortaçağın dar ve durgun zaman algısında düşünce, ancak o kadar hızla devinebilirdi. Düşünce, büyük ölçüde kaygının, kirizin ve kaosun ürünüdür. Muzaffer fetih toplumlarında kılıç konuşur. Gazzali, İslam filozoflarının şahsında Yunan metafiziğinin, islamın, Kur’an’ın Gayb’ını tehdit ettiğini gördü, ve haklı olarak onlara saldırdı. Eğer İslam düşüncesinin takatı kalmış olsaydı, yeni çiçeklenmeler olabilirdi. Bu saldırı, hem siyasal, hem de entelektüel bir saldırıdır. Gazzali’nin ömrünün sonunda gidip de, o dünyayı aşağılama (Zühd) ideolojisine saplanmasına gelince, en genelde İslam düşüncesinin, özelde de Gazzali’nin ihtiyarlamasına bağlamak gerekir. Canlılar, ölüme doğru ölüm-ötesine tutkulanır. ’İhyau’l-Ulumi’d-Din’deki ‘Ahiret Ahlakı’, bu dekadansı ifade eder. Kur’an’ın, baştan sona kadar bir ‘Dünya Ahlakı’ olarak ‘Salih Ameli’ önerdiğini biliyoruz. Gazzali’nin ‘İhyau’l-ulum’ da yaptığı şey, klasik İslam ilimlerinin ortaya koyduğu dünya görüşünü götürüp Tasavvufa indirgemekti. Medrese ve Şeriat alimleri, uzun süre bu ideolojiye karşı direnmiş ve mücadele vermişti. Ne varki Kuşeyri, ‘er-Risale’ adlı eseriyle, Tasavvufu Sünniliğe eklemlemeyi daha önce başarmıştı. Gazzali, bu ideolojiyi, sadece dinin içinde bir din olarak değil; dinin (İslam’ın) ‘üstünde’ bir din olarak kurmayı başardı. Cezbedici Şaman kökenden gelen Türklerin genel olarak bu dine meftun olmaları, Antropolojik araştırmaları gerektiren ayrı bir konudur. Tarihçi Yılmaz Öztuna: ‘Yunan’ın Felsefesi, Arab’ın Kelamı (doğrusu Şeriatı İ.G.) varsa, Türk’ün de Tasavvufu vardır’ diyor. Tasavvufu, Türklerin yaratmadığını biliyoruz. Ancak, Türklerin bu kanalla ‘İslam’(?) ile tanışmaları hasebiyle, ‘Türk (folk) İslamı’nın Tasavvuf ağırlıklı olduğunda şüphe yoktur. Bu gerçekler, Türklerin daha sonraları -özellikle Maveraünnehir bölgesinde-, İslami ilimlere bazı katkılarını gölgelemez.



Madem kelam disiplininin ele aldığı konular bu kadar ilginç ve çok yönlü; madem bu problemler, Kur’an’nı anlama ve İslam’a yöneltilen idddialara karşı bir cevap niteliği de taşımakta, o halde neden bugün bu disiplin değerini ve(ya) zenginliğini yitirmiş durumda?

Sadece Kelam değil, bütün İslam disiplinleri vehimlerini, düşünce yaratmalarını büyük ölçüde miladi 13. yüzyılda tüketmişlerdi. Bu tarihten sonra bana, bir tane yeni düşünce ekolü gösteremezsiniz. Ondan sonrası, tezyin ve büyük ölçüde tekrardır (telhis, haşiye, şerh ve zeyl). Geviş getirmedir, cepten yemedir. Düşüncenin, akıldan / zekadan hafızaya kaymasıdır: Schoolastic düşünce dedikleri budur. Hırıstıyanlar, İslam filozofları aracılığı ile devraldıkları Meşşai (Yunan) felsefesinin teorik çıkmazlarını görüp ona pratik (Experiance) boyutunu eklemledikleri için, bu vartadan zor da olsa çıkmayı başardılar. İbn Sina ve İbn Rüşd, bizde ölürken, onlara hayat üflüyordu. Türklerin kurmuş olduğu güçlü merkezi siyasal - askeri otoriteye dayanan imparatorluk yapılarının düşünceye değil, disipline, bürokrasiye ihtiyaçları vardı. Medreseyi ve İslam ilimlerini bunun için kullandılar. Osmanlı çöktüğü zaman, paralel olarak İslami disiplinler de, tarihsel olarak misyonlarını tamamlayıp medrese kurumlarının çökmesiyle, bir ‘Episteme’ olarak çökmüştü. Artık, bu dünyanın çocukları da, bu bilgiye itibar etmiyordu. Batıya gidiyorlardı; Üniversiteler, çoktan insanlığın aydınlanma merkezleri olmuştu. Bir toplumun yaşamının korunmasında, onun bilinci / beyni olması gereken entelektüel / ilmi düşüncenin, Osmanlıda doruklarda olduğunu söyleyen gelenekçi - milliyetçi ilahiyatcıların ne kasdettiklerini ben anlamıyorum. Ayinesi iştir kişinin; lafa bakılmaz. Cumhuriyetin kurucu kadrolarının dine bakışlarını da biliyoruz. Yükselen Batı uygarlığı gözlerini kamaştırdığı için, dine, ortaçağ kalıntısı, zamanla kendiliğinden elimine olacak cahil halkın saplantısı olarak bakıldı. Bu cahil halkın saplantısından vazgeçmeyerek kurdurduğu İmam-Hatip liseleri ve İlahiyat Fakültelerinde öğrenilen ve öğretilen dini düşüncenin çapı da, ancak bu kadar olur. Oxford üniversitesi gibi köklü geleneği olan kurumlarımız mı vardı ki, teolojik düşüncemizin çapsızlığından şikayet ediyoruz.? Ne kadar ekmek, o kadar köfte.



Modern dönemdeki kelam problemleri sizce nedir? Modern çağın problemlerine karşı geçiştirilebilecek bir kelam disiplini sizce nasıl olmalı?

Birçok tarih felsefecisinin, medeniyet tarihcisinin ve filozofun (Danileviski, Spengler, Toynbe, Schubart, Berdayev, Northrop, Schweitzer, Sorokin, Heidegger, Levinas….) üzerinde uzlaştığı şey, 16. yüzyıldan sonra giderek yükselen Hümanist / Seküler / Duyumcul / Kahraman / Prometauscu kültürün, üst-sistemin dünyaya egemen olduğu bir ‘Bunalım çağında’ yaşıyor olduğumuzdur. Liberal-Kapitalizm veya Globalizm, bu kültürün sonucu veya pratiğidir. Post-Modernizim, bu kültüre, kendi içinden oldukça güçlü eleştiriler yöneltti. Ancak, Avrupa’nın dışındaki kültürlerden yöneltilmiş ciddi bir eleştiri henüz yoktur. Kanaatimce, çağdaş bir İslami düşünce, önce kendi tarihini sorunsallaştırarak, kritik ederek, sonra da Kur’an’da tekrarlanan İbrahimi-Monoteist dini düşüncenin temel önermelerine önce samimi bir şekilde yeniden iman ederek, onları, metanetli / muteber bir düşünce diliyle yeniden ifade ederken; diğer taraftan, Batının modern ve post modern düşüncesinden kendi mukaddemlerine uygun unsurları beslenme mantığıyla kendi gövdesine emebilir. Bu, bir eklektisizm değildir; kimliğinin ve kişiliğinin temel parametreleri sabit / belirlenmiş bir öznenin (geleneğin) kendini geliştirmesidir. Maalesef, bugün, hem İslam dünyasında, hem de Türkiye’de, egemen Batı düşüncesinin özünü kavrayacak ve onu yerelleştirebilecek (Avrupa), kendini ‘tarihin sonu’ olarak ilan edebilen kibrine karşı çıkacak, onu -hakkını vererek- tarihi yerine oturtabilecek düşünürler yok denecek kadar azdır. Şiddetle zuhur eden bir şeyin özünü gizlemesinden dolayı; birçok insan, sanayi, endüstri ve teknolojinin ötesinde, Batının kültürel / metafizik / ahlaki özünü göremiyor. Olanı, olması gereken olarak algılıyor. Modernizm, Batı-dışı toplumlarda hala muteber ve moda. Egemen kültürün çıkmazlarını, krizini görenler ve onu kıyasıya eleştirenler, yine kendileri. Kültürel genetik olarak soyut düşünceyle (felsefe, bilim-teknik) fazla başı hoş olmayan; ‘Efkar’ı (fikrin çoğulu), üzüntü olarak algılayan Türklerin bazı ’akıllı’ları ise, yüz sene önce: ‘Madem İslam’da ekmek (ganimet) kalmadı, biz de Batıya gidiyoruz’ dediler. Bunların kaygısının ‘Medenilik’ değil, avantadan cep doldurma olduğunu, AB müzakereleri sürecinde bugün daha iyi anlıyoruz. AB’nin art niyetleri, burada konumuz dışında. Vefakar, saf Anadolu halkı ise, dili olmasa da, kalbiyle, hâlâ İslam’ın ‘Hakdin’ olduğuna inanıyor; bir sürü hurafeyle karışık olsa da. Sorun, Batının İslam’ı konuşlandırmış olduğu dinlerden bir ‘din’ olma konumuna itiraz ederek, onu evrensel bir düşünce / kültür ve üst-sistem olarak düşünüp / üretip, sonra da dünyanın sorunlarını parça-parça çözmeye çalışmaktır.



__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
adalet
Uzman Uye
Uzman Uye
Simge

Katılma Tarihi: 02 ekim 2006
Gönderilenler: 1195
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı adalet

 Dikkatle okunması gereken bir röportaj.Alıntıladığınız için sağolun  ama kaynağını da verseydiniz daha  iyi olurdu Asım bey.Özellikle kocakarı imanı hakkında güzel şeyler söylemiş.Halkın yüzde doksanında var bu inanç. Hukuk profu olduğu halde hala takkeyle namaz kılan veya çocuk yaşta kızlarla evlenmeye cevaz veren hocalar mevcut,memlekette.

__________________
"Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Yukarı dön Göster adalet's Profil Diğer Mesajlarını Ara: adalet
 
asım
Uzman Uye
Uzman Uye


Katılma Tarihi: 14 agustos 2008
Yer: Turkiye
Gönderilenler: 1700
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı asım

evet din tıbba benzer...

ağrıyı dindirmek ilahi bir sanattır demiş bir tıp büyüğü...

önce zarar verme demiş başka birisi...




__________________
O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Yukarı dön Göster asım's Profil Diğer Mesajlarını Ara: asım
 
muhliskul
Ayrıldı
Ayrıldı
Simge

Katılma Tarihi: 26 nisan 2007
Yer: Australia
Gönderilenler: 854
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP Alıntı muhliskul

Merhaba, Ilhami Gulerin yazisinin bazi teferruatlar haric cogunluguna katiliyorum.

Iste Kuran aydininin kavrayisi boyle derin olmadir. 

Umarim sozleri dogru  anlasilir ve hedefinden saptirilmaz.

Dinin tibba benzetilmesi onun degisik alanlarla ilgilenmesini izah etmektedir.

Yukarı dön Göster muhliskul's Profil Diğer Mesajlarını Ara: muhliskul
 

Eğer Bu Konuya Cevap Yazmak İstiyorsanız İlk Önce giriş
Eğer Kayıtlı Bir Kullanıcı Değilseniz İlk Önce Kayıt Olmalısınız

  Yanıt YazYeni Konu Gönder
Yazıcı Sürümü Yazıcı Sürümü

Forum Atla
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme
Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme
Sizin yetkiniz yok forumda konu silme
Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme
Sizin yetkiniz yok forumda anket açma
Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma

Powered by Web Wiz Forums version 7.92
Copyright ©2001-2004 Web Wiz Guide
hanif islam

Real-Time Stats and Visitor Reports Sitemizin Gunluk, Haftalik, aylik Ziyaretci  Detaylari Real-Time Stats and Visitor Reports

     Sayfam.de  

blog stats