asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
KIBLE
Salât
konusunda açıklığa kavuşturulması gereken bir diğer önemli husus da
“kıble”dir. Çünkü bazıları, kıblenin konu edildiği Bakara/142-151
âyetlerinin, “yönelişte birliği sağlamak üzere namazda yüzün Ka‘be'ye
çevrilmesi şartını getirdiği” yolunda iddialar ortaya atmış ve “salât”
kavramı gibi “kıble” kavramının da içini boşaltarak asırlardır bu
şekilde dayatmışlardır. Hâlbuki aşağıdaki tahlillerinde görüleceği
gibi, zikredilen âyetlerde “namaz”, hatta “salât” diye bir sözcük
bulunmadığı gibi, kıble konusunun da namaz ile uzaktan-yakından bir
alakası bulunmamaktadır.
القبلة [qıble] sözcüğünün aslı, ق ب ل [q-b-l] köküdür. Bu sözcüğün قَبل [qabl] kalıbı, “önce”; قُبل [qubl] kalıbı ise, “ön” anlamında olup دُبُر [dübür/arka] sözcüğünün karşıtıdır. Qıble sözcüğü de “ön” anlamı ekseninde, جهة [cihet=yüzün gösterdiği yön; ön yön] demektir.
Qıble sözcüğün türevlerinden olan qabîle [sık yüz yüze gelen halk], muqâbil, muqâbele [karşılık, karşılık verme] gibi türevleri Arapça'daki anlamlarıyla Türkçe'ye de geçmiştir.
Kur’ân'da geçtiği âyetlere dikkat edildiğinde qıble
sözcüğünün, fiziksel konuma göre “ön yön” anlamında değil; “görüş,
inanç, ilke olarak üzerinde bulunulan, bakılan ve gidilen yön”, yani
“sosyal- siyasal hedef; strateji” anlamında kullanıldığı görülür.
Öyleyse qıble sözcüğüne, kısaca, “hedef” veya “strateji” demek daha uygundur.
İnsanlardan sefihler [aklı ermeyenler]; “Bunları, üzerinde bulundukları
kıbleden [hedeften, stratejiden] çeviren nedir?” diyecekler. De ki:
“Doğu ve batı yalnız Allah'ındır. O, dilediği/dileyen kimseyi dosdoğru
yola kılavuzlar.” (Bakara/142)
Bu âyette, aklı ermezlerin, mü’minleri, Bunları, üzerinde bulundukları kıbleden [hedeften, stratejiden] çeviren nedir?
diye itham edecekleri önceden açıklanmakta, dolayısıyla gaybdan haber
verilmek sûretiyle bir mucize ortaya konulmaktadır. Diğer taraftan
Rasûlullah ve mü’minler, yapılacak ithamları ve bunlara verilmesi
gereken cevabı Allah'ın haber vermesi sayesinde, kendilerine yeni
hedefler gösterileceğini, bu hedeflere yürürken bazı fikrî saldırılara
maruz kalacaklarını anlıyor ve bunlara karşı koymaya hazırlanıyorlar.
سفيه [sefîh] kelimesi, “aklı kıt ve hafif olan” demek olup, âyette süfehâ
[sefihler/aklı ermezler] şeklinde çoğul olarak zikredilmiştir. Bilerek
ya da bilmeyerek gerçek dışı konuşan, yalan söyleyip iftira atan bu
“sefihler” ile kasdedilenler ise, Medîne'deki Yahudiler ve
münâfıklardır: Ve onlara, “İnsanların inandığı gibi inanın”
denilince, “Biz, o aklı ermezlerin inandığı gibi mi inanacağız!”
derler. Dikkatli olun! Şüphesiz onlar, aklı ermezlerin ta kendileridir.
Velâkin bilmiyorlar. (Bakara/13)
Kıble konusu ile ilgili âyetlerin ilki olan Bakara/142'nin iniş sebebi
ve ortamı hakkında klasik kaynaklarda şu nakil ve görüşler yer
almaktadır:
Hadis imamlarının rivâyet ettiklerine göre İbn Ömer –lafız Mâlik'e
aittir– şöyle demiştir: Müslümanların Kuba'da sabah namazını kıldıkları
bir sırada birisi yanlarına gelip şöyle dedi:
-- Bu gece Rasûlullah'a (s.a) Kur’ân-ı Kerîm nâzil oldu ve Ka‘be'ye yönelmesi emredildi.
Onlar da oraya yöneldiler. O sırada yüzleri Şam tarafına
[Beytu'l-Makdis'e doğru] yönelmiş idi, Ka‘be'ye doğru döndüler.
Buhârî'nin el-Bera'dan rivâyetine göre Rasûlullah (s.a) Beytu'l
Makdis'e doğru onaltı ya da onyedi ay süreyle namaz kıldı. Ancak
kıblesinin Beytullâh'a doğru olmasını arzu ediyordu. Onun (Beytullâh'a
doğru) kıldığı ilk namaz ikindi namazıydı. Onunla birlikte bir topluluk
da namaz kılmıştı. Peygamber (s.a) ile birlikte namaz kılanlardan
birisi, rükûda olan bir mescid halkının yanından geçti ve şöyle dedi:
--Allah adına şâhidlik ederim ki ben Peygamber (s.a) ile birlikte Mekke'ye doğru namaz kıldım.
Bunun üzerine onlar da oldukları gibi Beytullâh'a doğru yöneldiler.
Kıble, Beytullâh'a doğru değiştirilmeden önce (eski) kıbleye doğru
namaz kılıp öldürülmüş [şehid düşmüş] birtakım kimseler vardı ki onlar
hakkında ne diyeceğimizi bilemiyorduk. Bunun üzerine yüce Allah, Allah imanınızı zayi edecek değildir (Bakara/143) âyetini inzâl buyurdu.
Görüldüğü gibi bu rivâyette ikindi namazından, Mâlik'in rivâyetinde ise
sabah namazından söz edilmektedir: Bu buyruk, Peygamber'e (s.a)
Selemeoğulları Mescidinde farzın iki rekâtini kıldıktan sonra nâzil
olmuş, o da namazda iken yüzünü Ka‘be'ye doğru çevirmiştir. O bakımdan
bu mescide, Mescidu'l-Kıbleteyn [iki kıbleli mescid] adı verilmiştir.
Ebu'l-Ferec'in zikrettiğine göre Abbad b. Nehîk bu namazda Peygamber
(s.a) ile birlikte bulunuyordu. Ebû Ömer, et-Temhîd adlı eserinde, Akabe beyatında bulunan kadınlardan birisi olan Eslem kızı Nuveyle'den şöyle dediğini zikretmektedir:
-- Öğlen namazını kılıyordum. Bu sırada Abbad b. Bişr b. Kayzî gelip
şöyle dedi: “Rasûlullah (s.a) kıbleye –veya Beytu'l Harâm'a– doğru
yöneldi. Bunun üzerine, erkekler kadınların yerine, kadınlar da
erkeklerin yerine geçti.”
Bu âyet-i kerîmenin namaz kılınmadığı bir sırada nâzil olduğu da
söylenmiştir. Çoğunluğun rivâyeti bu şekildedir. Ka‘be'ye doğru kılınan
ilk namaz ise, ikindi namazı olmuştur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Başkası ise şöyle demektedir: “Peygamber (s.a) Medîne'ye geldiğinde
Yahudilerin kalplerini ısındırmak istedi. Onların imana gelmelerini
daha da teşvik etmesi için onların kıblelerine doğru yöneldi. Onların
inatları açıkça ortaya çıkıp da onlardan ümidini kesince Ka‘be'ye
döndürülmeyi arzu ettiğinden semaya doğru bakıp dururdu. Hz. İbrâhîm'in
kıblesi olduğundan dolayı Ka‘be'yi seviyordu.”
Bu açıklama da İbn Abbâs'tan nakledilmiştir.
Burada hemen belirtelim ki, Kur’ân'da konu edilen “kıble”nin, bu
nakillerde yer alan “namazda yönelinen yön” ile; kıble değişikliğinin
de, Mescid-i Aksa'dan Mescid-i Harâm'a dönmekle hiçbir alakası yoktur.
Bu anlayışlar, Müslümanlığı yozlaştırmak, dinin ilkelerini işe yaramaz
hâle getirmek için zaman içerisinde yerleştirilmiştir. Çünkü, kulluk
için bir yön tayin etmeye kalkışmak, her şeyden önce Kur’ân'a aykırıdır:
Ve doğu, batı yalnızca Allah'ındır. Öyleyse her nereye yönelirseniz
artık orası Allah'ın yüzüdür. Şüphesiz Allah, vâsi'dir, O, en iyi
bilendir. (Bakara/115)
“Tazarruan dua hâlindeki [namazdaki] yönelme”nin ise, yüzün fizikî
olarak bir yöne çevrilmesi ile alâkası yoktur; bu, manevî bir
yönelmedir ve böyle olduğu da aşağıdaki âyetlerden anlaşılmaktadır:
Kalben O'na yönelenler olarak, O'na takvâlı davranın, salâtı ikâme
edin, müşriklerden; dinlerini parça parça bölmüş, fırka fırka olmuş
kimselerden de olmayın. –Her fırka kendi yanlarındaki şeylerle
böbürlenmektedir.– (Rûm/31-32)
İbrâhîm'de ve o'nunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek
vardır. Hani onlar kavimlerine, “Biz sizden ve sizin Allah'ın
astlarından taptıklarınızdan uzağız. Biz sizi inkâr ettik. Ve siz bir
tek olarak Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda ebedî bir
düşmanlık ve buğz belirmiştir” demişlerdi. Yalnız İbrâhîm'in babası
için, “Senin için mutlaka mağfiret dileyeceğim. Ve Allah'tan olan
hiçbir şeye gücüm yetmez” demesi hariç. –Rabbimiz! Yalnız Sana
dayandık, Sana yöneldik. Ve dönüş ancak Sanadır. Rabbimiz! Bizi inkâr
edenler için bir fitne kılma! Bizi bağışla! Rabbimiz! Şüphesiz Sen azîz
ve hakîm'in ta kendisisin!– (Mümtehine/4-5)
Allah'a kulluk için mutlaka bir yön tayin etmeye kalkışmanın Kur’ân'a
aykırı olduğu ortaya konulduktan sonra, Bakara/142'nin tahlili
çerçevesinde yapılması gereken bir diğer iş de, bu âyette geçen Yahudi
ve münâfıkların, Bunları, üzerinde bulundukları kıbleden [hedeften, sosyal-siyasal stratejiden] çeviren nedir?
sözleri ile kasdedilenin [Müslümanların kıblesinin ne olduğunun ve
onların neye yöneldiklerinin] tesbit edilmesidir. Ancak bu tesbit
yapılırken gözden kaçırılmaması gereken bir husus vardır: “Kıbleden
çevrilme” kavramı, kesinlikle eski hedef ve stratejilerin bir tarafa
bırakıldığı anlamına değil, ilk hedef ve stratejilere ilâveten, yeni
hedef ve stratejilerin belirlendiği anlamına gelir!
İLK KIBLE [SOSYAL HEDEF, STRATEJİ]:
Kur’ân'a bakıldığında, ilk vahiyden bu âyetlerin indiği döneme kadarki
âyetlerde hedef ve stratejinin; “tevhidin öğretilmesi, öğüt, uyarı,
Kur’ân ile cihad, müjdeleme, sabretme, af ve hoşgörü ile muamele”
olduğu görülür.
YENİ KIBLE:
Aşağıdaki âyetlerde açıkça görüleceği gibi, Müslümanların yeni hedef ve
stratejilerini ise, salâtın ikâmesi [okulların açılması, sosyal destek
kurumlarının oluşturulması ve ayakta tutulması], zekâtın alınması,
ma‘rûfun emredilip münkerden nehyedilmesi, hikmet [zulmü engelleyip
adaleti sağlayan ilkeler] ile hareket edilmesi, gerektiğinde de
savaşılması… kısaca İbrâhîm'in Mescid-i Harâm'daki uygulamalarının
tatbik edilmesi; eğitim-öğretim eksenli bir yapılanma ile devlet hâline
gelinmesi oluşturmaktadır.
Ve işte böyle Biz, siz, insanlar üzerine şâhidler olasınız, Peygamber
de sizin üzerinize şâhid olsun diye sizi hayırlı bir ümmet kıldık.
Üzerinde olduğun bu kıbleyi kılmamız da yalnızca; elçilere uyan
kimseleri, iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayıralım diyedir. Bu
[tesbit ettiğimiz kıble], elbette, Allah'ın hidâyet ettiği kimselerin
dışındakilere çok büyüktür. Ve Allah imanınızı kaybedecek değildir. Hiç
şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
(Bakara/143)
Bu âyette, kıble [hedef] büyütülmesi sebebiyle, son ümmetin diğer
ümmetlere şâhid olan hayırlı bir ümmet olacağı ve bu sayede inananla
inanmış gözükenlerin ayrışacağı, yeni hedefin inanmamış kimselere çok
ağır ve zor geleceği bildirilmiştir.
Gerçekten de, yeni hedefler arasında yer alan “salâtın ikâmesi”,
huşûdan yoksun olanlara çok ağır gelmiş ve bu durum değişik âyetlerde
net olarak ifade edilmiştir:
Bir de sabırla, salâtla [eğitime, öğretimle, sosyal destek
kurumlarıyla] yardım isteyin. Şüphesiz bu [salât ve sabırla yardım
isteme], saygılı olanlardan; gerçekten Rabb'lerine kavuşacaklarına ve
gerçekten kendilerinin O'na dönücü olduklarına inanan kimselerden
başkasına çok ağır gelir. (Bakara/45-46)
Şüphesiz ki münâfıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki O,
onların aldatıcısıdır. Ve onlar, salâta kalktıkları zaman tembel tembel
kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar. Ve Allah'ı ancak, pek az olarak
anarlar. (Nisâ/142)
Ayrıca bu inançsız kimseler, Tevbe ve Enfâl sûrelerinde açıklandığı
gibi, savaşa gitmemek veya Müslümanları savaştan caydırmak için
ellerinden geleni artlarına koymamışlar, her vesileyle gerisin geri
dönmüşlerdir:
Ve Muhammed, ancak bir elçi. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir.
Şimdi eğer o ölür veya öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz? Kim
de geri dönerse, Allah'a hiçbir şekilde zarar veremez. Allah
şükredenleri mükâfatlandıracaktır. (Âl-i İmrân/144)
Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz şu küfretmiş kimselere uyarsanız,
onlar, sizi topuklarınız üstünde gerisin geriye çevirirler de siz
kaybedenlerden oluverirsiniz. (Âl-i İmrân/149)
Yeni kıble sayesinde, bu kıbleye yönelen ümmetin hayırlı bir ümmet
olacağının açıklanması, bu ümmetin, kendilerine verilen hedef ve
stratejileri gerçekleştirmek üzere “emr-i bi'l-ma‘rûf ve nehy-i
ani'l-münker” yapmaları ve i‘lâ-i kelimetullah için dışa açılmaları
esasına dayanmaktadır.
Siz
insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder,
kötülükten vazgeçirmeye çalışır ve Allah'a inanırsınız. Kitap Ehli de
inansaydı, kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onların bazıları
mü’mindirler, pek çoğu da yoldan çıkmış kimsedirler. (Âl-i İmrân/110
Lisân; 7/227-234 “Qbl” mad.
Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.
العصمة للّه وحده - el-Ismetü lillâhi vahdeh
[Kusursuzluk sadece Allah’a mahsustur]…
Hakkı YILMAZ
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|