Yazanlarda |
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Hanif ne demektir? Cahiliye döneminde haniflik nasıldı?
Cahiliye
denilen İslam Öncesi Dönemde insanların çoğu putperest müşrik
olmalarına rağmen İslamın da kabul edeceği itikadi, ameli bir çok
güzellikleri de devam ettirmişlerdir. İslamın zuhuru sırasında bu
müsbet yaşantıyı sergileyen bir çok insan vardı. Peygamberimizin (a.s.)
annesi, babası ve özellikle kendisi ne ile amel ediyordu. Bir inanç ve
ibadet hayatı var mıydı? gibi konulara açıklık getirmesi bakımından bu
konunun açıklanması gerekli olacaktır.
Hanîf kelimesinin menşei
ve anlamı hakkında değişik görüşler bulunmaktadır. Menşeinin Arapça,
İbranice, Süryanice ve Habeşce bir kökten geldiği hususunda farklı
anlayışların olduğu görülmektedir.
Mesudi, Arapçalaşmış
Süryanice bir kelime olduğunu ve bununla Sabiilerin kastedildiğini ,
Yakubi ise bu kelimeyi, Hz. Davud (a.s.)’ın savaştığı Filistinliler
için kullanmakta ve onların yıldızlara taptıklarını belirtmektedir .
Ancak Arapça sözlüklerde, kelime menşei hakkında bir bilgiye
rastlanmadığı halde, manâsının hanefe kökünden “meyletmek, yönelmek”
manâsına geldiğini anlamaktayız. Hz. İbrahim (a.s.)’ın kavmine,
putperestliğe iltifat etmeyip, Allah’ın dinine İslam’a döndüğü için
Hanif denilmiştir. Ebu Amr da Hanîf kelimesini, hayırdan şerre veya
şerden hayıra meyleden diye açıklasa da, sözlük manasında ve İslami
literatürde mutlak bir manada bir meyletmek değil, “dalaletten
istikamete, diğer dinlerden hak dine dönmek” anlamında kullanılmış,
haktan batıla yönelmek ise “cnf” köküyle ifade edilmiştir . Şu halde
Hanif kavramı, eğriliği bırakıp doğrusuna gideni ifade etmiş ve Hz.
İbrahim (a.s.)’ın milletine ad olmuştur ki, başka dinlerden ve batıl
mabutlardan çekinip, yalnız bir Allah’a yönelen muvahhid için
kullanılmıştır .
Cahiliye devrinde, sünnet olduktan sonra
Kabe’yi ziyaret eden kimseye hanîf denilirdi. Zira bu güzellikler Hz.
İbrahim ( a.s.) dininden geriye kalanlardan bazılarıydı.
Kur’an-ı
Kerim’de hanif kelimesi 10 yerde, çoğulu hunefa ise iki yerde
geçmektedir. Bu on iki yerin dokuzunda hanifliğin müşriklikten farklı
ve onun karşıtı olduğu belirtilmekte, aynı zamanda sekiz yerde de Hz.
İbrahim ( a.s.)’ın imanını ifade etmekte, bu sekiz yerin birisinde de
din manâsına gelen millet kelimesi yer almakta, bir yerde de bizzat Hz.
İbrahim (a.s.)’ın kendini hanif diye nitelemektedir.
Hanif
kelimesi Kur’an-ı Kerim’de bir taraftan Hz. İbrahim (a.s.) ın imanını
ifade etmek için ve müşrikliğin karşıtı olarak kullanılırken, diğer
taraftan Hz. İbrahim (a.s.) ın Hıristiyan ve Yahudi olmadığı , bilakis
ehl-i kitabın hanifler olarak Allah’a kulluk etmekle emrolunduğu
vurgulanmaktadır.
Hanifliği, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta
aramanın gereği yoktur. Hepsi bir Allah’ın dinidir. Zamanla bazı
bozulmalar olmuş, İslam bütün bozulma ve eğrilikleri düzelterek,
güzelliklerin devam etmesine müsaade etmiş, yanlışlıkları ise tashih
etmiştir. Yoksa Hanifliği Yahudi ve Hıristiyanlığın devamı gibi görmek
hatalı olur. Nitekim Kur’an-ı Kerim, “Ey ehli kitap İbrahim hakkında
niçin tartışıyorsunuz? Halbuki Tevrat ve İncil kesinlikle ondan sonra
indirildi. Siz hiç düşünmez misiniz? İbrahim ne Yahudi ne de
Hıristiyan’dı, fakat o bir hanif ve müslümandı, müşriklerden de
değildi.” buyurarak hem hanifliğin Yahudi ve Hıristiyanlıktan önce
olduğunu kesin bir dille ifade eder, hem de Hz. İbrahim (a.s.)’ın
yerini belirler.
İslam ve din-i kayyım’lıkla eş anlamlı olan
hanifliğin, Araplardan putlara tapmayan, bir tek ilahın varlığına
inanan ve O’na kulluk eden bir cemaate işaret ettiğini rahatlıkla
söyleyebiliriz. Bunlar hunefa veya ahnef diye de bilinirler ve bizatihi
kendileri Yahudi ve Hıristiyan olmadıklarını, Hz. İbrahim (a.s.)’ın
dinini takip ettiklerini ve Allah’a şirk koşmadıklarını ifade ederler.
Hanif
kelimesinin, Kur’an’daki anlamıyla hadislerde de geçtiğini görmekteyiz.
Hz. Peygamber (a.s.) “Allah katında hangi din daha makbuldür?” diye
sorulduğunda “kolaylaştırılmış haniflik” diye cevap vermiştir.
Buhari’de geçen başka bir rivayete göre , Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, hakiki
dini aramak amacıyla Şam’a gitmiş, rast geldiği bir Yahudi ve
Hıristiyan alimlerine dinlerini sorup, beklediği cevabı alamayınca
kendilerine hangi dini önerdiklerini sormuş, onlar da hanifliği tavsiye
etmişler, hanifliğin ise İbrahim (a.s.)’ın dini olduğunu, O’nun
Hıristiyan ve Yahudi olmadığını, sadece Allah’a kulluk ettiğini
belirtmişlerdir.
Peygamberimizin (a.s.), “Allah, kullarımın
hepsini hanif olarak yarattım, buyurdu” ifadesi ile “Ben Yahudilik ve
Hıristiyanlık ile değil, kolaylaştırılmış haniflikle gönderildim” sözü
beraber düşünüldüğünde, hanifliğin, bütün peygamberlerin tebliğinde
ortak olan ilkeleri içine aldığı ve İslamın da bu ilke ve esasları
yaşatan bir din olduğu ve Hz. İbrahim (a.s.) gibi Hz. Peygamber
(a.s.)’ın da aynı dini tebliğ ettiği sonucuna varılabilir.
Netice
olarak, cahilî dönemdeki haniflik hakkında farklı görüşler ileri
sürülmüşse de , yukarıda ifade edilen rivayet ve izahlar ışığında,
bunların Cahiliye toplumu içinde yaşayan muvahhid, Yahudilik ve
Hıristiyanlıktan değil de, Hz. İbrahim (a.s.) dininden geriye kalan
bazı güzellikleri, kendi çapında yaşamaya çalışanlara verilmiş genel
bir isim olduğu anlaşılmaktadır.
Haniflerin inanç esasları ile
ilgili olarak, daha çok dini kaynaklarda bilgilere rastlamaktayız.
Cahiliye Arapları nazarında, sünnet olan, Kabe’yi tavaf eden herkes
haniftir . Ancak Taberi, bu iki özelliğin yeterli olmadığını, zira bazı
müşriklerin de bunu yaptıklarını ifade eder. Halbuki Kur’an-ı Kerim’de
haniflik, müşrikliğin zıddı olarak gösterilmektedir. Öyleyse hanifliğin
birinci şartının tevhid ehlinden olmak olduğunu belirtir. Bazı
kaynaklar ise bu şartlara, putlardan uzak olmayı, cünüplükten dolayı
yıkanmayı da eklemişlerdir .
Haniflerin putlar adına kesilen
daha geniş ifadesiyle, Allah’tan başkası için kesilen kurbanların
etlerinden yemedikleri, içki içmedikleri nakledilmekte , genel olarak
haniflik vasfının, haccetmek, hakka tabi olmak, Hz. İbrahim(a.s.)’ın
getirdiği şeriata uymak ve sadece Allah’a kulluk etmek olduğu ifade
edilmiştir.
Bu dönem haniflerinin temel özelliklerinden biri
Yahudi ve Hıristiyanlığa iltilaf etmeyip, çevrelerindeki putlardan ve
putperestlerden yüz çevirip, İbrahim (a.s.)’ın ilahı olan bir Allah’a
ibadet etmeleridir. Zeyd b. Amr b. Nufeyl gibi bazıları İbrahim
(a.s.)’ın dini olan gerçek dini aramaya çıkmış, bir kısmı halkı
putlardan uzaklaştırmaya çalışmış, bazıları da teemmül ve tefekkür için
inzivaya çekilmiştir. Tarihçilerin ifadesine göre, bunların bazıları
okur yazar oldukları gibi, bazı dilleri bilirler ve seyahate çıktıkları
için de oldukça kültürlü sayılırlardı. O dönemde bizzat hanif olarak
zikredilen pek çok kişinin isimleri geçmektedir. Bunlardan bazıları,
Kus b. Saide el-İyadi , Zeyd b. Amr b. Nüfeyl , Umeyye b. Ebi’s-Salt,
Erbab b. Riab, Süveyd b. Amr el-Müstalaki, Ebu Kerb Es’ad el-Himyeri,
Veki’ b. Seleme el-İyadi, Umeyr b. Cündeb el-Cüheni, Adi b. Zeyd el
İbadi, Ebu Kays Sırme b. Ebu Enes, Seyf b. Züyezen, Varaka b. Nevfel
el-Kureşi, Amir b. Zarb el-Udvani, Abdüttabiha b. Sa’leb, İlaf b. Şihab
et-Temimi, Mütelemmis b. Umeyye el-Kenani, Züheyr b. Ebi Sülma, Halid
b. Sinan el-Absi, Abdullah el-Kudai, Abid b. Ebras el-Esedi, Ka’b b.
Lüey gibi zatlardır.
Cahiliye döneminin kayda değer hanif
şahsiyetlerden ve Kureyşin hanifliği yaşatanlarından Varaka b. Nevfel,
Osman b. Huveyris, Ubeydullah b. Cahş bilhassa zikredilmesi
gerekenlerdendir. O günün içinde bulunduğu durumu yansıtması açısından
önem arz etmektedir .
Varaka b. Nevfel eski kitapları okuyan
alim bir kimseydi . Peygamber (a.s.)’a onun durumu sorulmuş, O’da, “onu
üzerinde halis bir ince ipek elbise olduğu halde Cennet’in ortasında
yürüdüğünü gördüm” buyurarak güzel yaşantısının akibetini haber
vermiştir. Süveyd b. Amir el-Mustalaki’nin şiirlerinden muvahhid,
olduğu ve İbrahim (a.s.)’ın dinine meylettiği anlaşılmakta, Ebu Kerb b.
Es’ad el-Himyeri ise, Hz Peygamber (a.s.)’dan çok önce onun geleceğini
haber vermiş ve iman ettiğini ifade etmiştir. Veki’ b. Seleme “Sıddik”
olarak bilinmekte, İslam’dan önce vefat eden Umeyr b. Cündeb, ise
tevhid inancını benimseyenlerdendi. Yine Adi b. Zeyd el-İbadi de
putlardan uzaklaşıp, İbrahim (a.s.)’ın Rabbine ibadet edenlerdendi.
Bilahare Medine’de müslüman olmuştur. Seyf b. Züyezen de, Varaka b.
Nevfel gibi Hz. Peygamber (a.s.)’ın geleceğini müjdelemiş ve onun
zamanına yetişirse O’nunla beraber Medine’ye gideceğini bildirmiştir.
Bu dönem haniflerinin ortak özelliklerini şöylece özetlemek mümkündür:
Putları
ve her türlü şirki reddetmek, mensubu bulundukları kavmin yanlış adet
ve inanışlarına karşı çıkmak, cehaletin ortadan kaldırılması için
faaliyette bulunmak, kavimlerinin baskılarından kurtarmak için onlardan
uzaklaşarak inzivaya çekilmek ve yaratıcıyı düşünmektir. Tarihçiler,
haniflerin bazılarının kutsal kitapları, sayfaları ve Zebur’u
okuduklarını, bir çoğunun Hz. İbrahim’in dini üzere yaşadığını, bir
kısmının da onun kelimelerini aradıklarını, bu uğurda çeşitli
sıkıntılara katlandıklarını, yolculuklara çıktıklarını, rahip ve
hahamlarla görüşüp onlara sorular sorduklarını, ancak aradıklarını
bulamadıkları için Yahudilik ve Hıristiyanlığa girmediklerini, İbrahim
(a.s.)ın dinine inanmış olarak öldüklerini bildirmektedir.
sorularla islamiyet
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
|
|
|
H.z muhammed'e peygamberlik gelmeden önce Arabistan'da Hz.
İbrahim'in Tevhid dininin izlerine de rastlanıyordu. Gaflete ve aradan
uzun zaman geçmesine rağmen silinmeyen bu dini izlerle amel edenlere,
Hz. İbrahim'e nisbetle "Hanifler" denilirdi. Zira, Kur'ân-ı Kerim'de
"Hanif" tabiri Hz. İbrahim için kullanılır:
"İbrahim (a.s.) ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan. O, Hanif Müslüman idi." 1
Hanifler diye anılan bu insanlar, putlara nefret besler ve Allah'ın
varlık ve birliğine inanırlardı. Nitekim putlardan birinin şerefine
kurulan bir panayırda Varaka b. Nevfel, Ubeydullah b. Cahş, Osman b.
Hüveyris, Zeyd bin Amr adındaki şahıslar, haddi zatında cansız, dilsiz,
sağır, zarar veya menfaat vermekten mahrum bir takım putlara secde edip
hürmet göstermeyi zillet saymışlar ve bunu açıkça ilan etmişlerdi.2
Yine akıl ve fikirlerini çalıştırarak bir takım cansız putlara tapmanın
manasızlığını idrak edip bu batıl îtikada karşı mücadele verenler de
vardı. Taif halkının reisi ve Arabın meşhur şairlerinden Ümeyye bin Ebi
Salt, bunlardan biri idi. Bu zat, Cahiliyye Devrinde mukaddes kitapları
okumuş, putperestliği terk ederek Hz. İbrahim'in dinine girmişti.
"Bismike Allahümme" tabirini ilk defa bu şair bulmuştu. Sonra bu tabir
Arapların hoşuna gitmiş ve kitaplarının evveline de yazmaya
başlamışlardır.
Şiirlerinde bir peygamberin lüzumundan bahseder, insanlık için
nübüvvetin kati bir ihtiyaç olduğunu beyan ederdi. Araplardan bir
peygamberin zuhur edeceğini geçmiş mukaddes kitaplardan öğrendiği için,
o makamı kendisi arzu ediyordu. Buna binaendir ki, Efendimize risalet
vazifesi verilince, hased ve kıskançlığının esiri oldu ve onu tasdik
etmedi. Hatta Bedir Muharebesinde öldürülen müşrikler için mersiyeler
söyledi.3
Hicretin ikinci senesinde îmân etmeden ölen Ümeyye hakkında Hazret-i
Resul-ü Ekremden birkaç hadis de rivâyet olunmuştur. Efendimiz birgün
terkisinde Şerid bin Süveyd ile gidiyordu. Sahabîye,
"Ümeyye'nin şiirlerinden birşey biliyor musun?" diye sordu.
"Evet, biliyorum," cevabında bulunan sahabî, arkasından da Ümeyye'nin
şiirinden beyitler okudu. Okunanları çok beğenen Efendimiz, Şerid'den
(r.a.) biraz daha okumasını istedi. Sahabî kasideyi okuyup bitirdi.
Bunun üzerine Resul-ü Ekrem şöyle buyurdular:
"Ümeyye Müslüman olmaya yaklaşmıştır."4
Bir diğer rivayete göre ise, "Ümeyye'nin şiiri îmân etmiş, fakat kendisi dalalette kalmıştır."5
buyurdular.
1. Âl-i İmrân Sûresi, 67
2. İbn-i Hişâm, Sîre, 1/237-238
3. Bağdadî Muhammed Fehmi, Tarih-i Edebiyyat-ı Arabiyye: 1/19
4. Zebidî, Tecrid Tercemesi: 10/38-39.
5. Bağdadî Muhammed Fehmi, Tarih-i Edebiyyat-ı Arabiyye: 1/43
|
|
|
|
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem buyurdu ki: “Dinlerin Allah Teala’ya en sevimli olanı müsamahalı hanifliktir.”[1]
Dinlerin
en sevimlisi: Yani din hasletleri kastedilmektedir. Zira dinin bütün
hasletleri sevilir. Lakin müsamaha yani kolaylık göstermek bunlardan
Allah’a en sevimli olanıdır. Dinler ile kastedilen; geçmiş dinlerden
tebdil edilmeden veya nesh edilmeden öncekilerdir.
Haniflik:
İbrahim Aleyhisselam’ın milletidir. Hanif, lügatte İbrahim
Aleyhisselam’ın dinine mensup olanlara denilir. İbrahim Aleyhisselam
batıldan hakka meyletmesinden dolayı “hanif” diye isimlendirilmiştir.
Hanefe kelimesinin aslı meyil demektir. Allah Teala buyurur ki:
“İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan idi: ancak, O hanif (muvahhid) bir Müslüman idi, müşriklerden de değildi.”(Al-i
İmran 67) Fakat Yahudi ve Hıristiyanlardan her bir grup İbrahim
Aleyhisselam’ın kendi dinlerinde olduğunu iddia etmişlerdir. Allah
Teala Yahudi ve Hıristiyanları yalanlayarak onların İbrahim
Aleyhisselam’dan sonra olduklarını belirtmiş, onların yalan
iddialarından uzak olduğunu açıklamıştır. Yine onun müşriklerden
olmayıp İslam hanifliği üzere olduğunu beyan etmiştir. Hanif: şirki
terk etmeyi kastederek ondan meyleden, haktan yüz çevirmeden tamamını
kabul eden ve hakkı reddetmeyendir. O tevhid eden, hac yapan, kurban
kesen, sünnet olan, kıbleye yönelendir.
Ebu Kılabe der ki: “Hanif: önceki ve sonraki bütün peygamberlere iman eden kimsedir.”
Katade
dedi ki: “Haniflik: Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etmektir
ki, anneleri, kızları, halaları, teyzeleri ve Allah’ın haram kıldığı
diğer şeyleri haram bilmek ve sünnet olmaktır. Müslüman: Allah Azze ve
Celle’nin zilletle boyun eğip itaat edendir.
Müsamaha: Kolaylık göstermektir. Yani suhulet üzere kuruludur. Allah Teala buyuruyor ki:
“O, sizi seçmiş, babanız İbrahim'in yolu olan dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır.”(Hac
78) İslam dini, önceki dinlere nispetle kolaydır. Zira Allah Teala bu
ümmetten, daha öncekilerde olan ağırlıkları kaldırmıştır. Bunun en açık
misali, onların tevbesinin birbirlerini öldürmeleri olmasıdır. Bu
ümmetin tevbesi ise günahı terk etmeye azmederek pişman olmaktır.[2] Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem buyurmuştur ki:
“Şüphesiz Allah’ın katında din Müslime hanifliktir. Yahudilik, Hıristiyanlık ve Mecusilik değildir.”[3]
[2]
Bkz.: el-Askalanî Fethu’l-Bari (1/93-94) Kurtubi el-Camî
Li-Ahkami’l-Kuran (4/69-70) İbn Kesir Tefsiru Kurani’l-Azim (1/192, 572)
[3] Sahihu Süneni’t-Tirmizi (3058)
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
HAKgelenek Uzman Uye
Katılma Tarihi: 05 ocak 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 611
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Hanif ne demektir? Cahiliye döneminde haniflik nasıldı?
Cahiliye denilen İslam Öncesi Dönemde insanların çoğu putperest müşrik olmalarına rağmen İslamın da kabul edeceği itikadi, ameli bir çok güzellikleri de devam ettirmişlerdir. İslamın zuhuru sırasında bu müsbet yaşantıyı sergileyen bir çok insan vardı. Peygamberimizin (a.s.) annesi, babası ve özellikle kendisi ne ile amel ediyordu. Bir inanç ve ibadet hayatı var mıydı? gibi konulara açıklık getirmesi bakımından bu konunun açıklanması gerekli olacaktır."
İşte buyur Haktansapmaz Abdurrahman hocam, düşünebiliyormusunuz konu haniflik ve cevap aranılan yer CAHİLİYYE dönemi!!!Yahu insaf Hanifliğin babası İbrahim değil mi?Hiç olmazsa önce ona sor sorda bulamazsan gel yine bataklığına..
__________________ Nahl.6:Bir güzellik de vardır onlarda sizin için: Sabah saldığınız sırada, akşam topladığınız sırada. Ve lekum fîhâ cemâlun hîne turîhûne ve hîne tesrehûn
|
Yukarı dön |
|
|
aliaksoy Uzman Uye
Katılma Tarihi: 05 subat 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 989
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Yani Asım hocam;
Ben yaptığın bu alıntılar için diyecek bir söz bulamıyorum !
Hani Allah hepimizi hesaba çekecek ti ya !
Uydurun ve aktarın bakalım bu yalanları !
Ondan sonra, ataların "yalancı şarlatan" dediğimizde alınırsınız !
Yaz, yaz çekinme !
Muhammed vahiyden önce de hanifti, İbrahim dinine sıkı sıkıya bağlıydı, falan diye yaz !
Hiç utanma !
O uyduruk haniflerin "Araplardan bir peygamber geleceğini bildiğini, ama Muhammed gönderilince -kıskançlıktan- ! inkar ettiğini yaz!
Yaz... Yaz...
Muhammed'in akrabasının onun bir peygamber olacağını bildiğini de yaz...
Muhammed'in ismen kimin cennetlik, kimin cehennemlik olduğunu haber verdiğini yaz!
Uydur... Uydur...
Nasıl olsa hepimiz hesap vereceğiz !
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Haniflik Allah'a ortak koşmamak, Müşrik olmamaktır.
"Şu da emredildi: "Yüzünü, bir hanîf olarak dine çevir. Sakın müşriklerden olma!" (Yunus Suresi 105)
''Ben bir hanîf olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben." (Enam Suresi 79)
De ki: "Beni, dosdoğru yola Rabbim iletmiştir. Güçlü, pürüzsüz bir dine, hanîf olan İbrahim'in milletine. Müşriklerden değildi o." (Enam Suresi 161)
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlı başına bir ümmet idi; bir hanîf olarak Allah'ın önünde eğiliyordu, müşriklerden değildi. (Nahl Suresi 123)
İbrahim ne bir Yahudi idi ne de bir Hıristiyan. O, sadece hanîf bir müslümandı/Allah'a teslim olandı. O müşriklerden değildi. (Ali İmran Suresi 67)
De ki: "Allah, doğrusunu söylemiştir/vaadinde sadıktır. Hadi artık hanîf olarak İbrahim'in milletine uyun! Müşriklerden değildi o." (Ali İmran Suresi 95)
Allah'a ortak koşmadan, hanîfler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir. (Hac Suresi 31)
Ayetlerden anlaşıldığı gibi Hanif kelimesi müşrik kelimesinin zıddı olarak kullanılmıştır. İnsan ya müşriktir ya Hanif.
Allah'ın elçilerinin tümü Haniftirler
Allah'ın seçtiği elçilerin kendilerine vahiy geldikten sonra O'na ortak koşmaları mümkün değildir. Dolayısıyla Peygamberliğin birinci şartı, Resullüğün en temel özelliği Hanifliktir. Dolayısıyla tüm Resuller Haniftir. Bu mutlak bir zorunluluktur. İnsanları da şirksiz bir imana yani hanifliğe davet etmişlerdir. Dolayısıyla bu davete uyan ve gizli-açık her türlü şirkten kaçınan tüm müslümanlar da Haniftirler.
Hz. Muhammed de diğer elçiler gibi başhaniftir, şirksiz bir şekilde iman eden tüm müslümanlar da insanlar içinde Hz. İbrahim'in Hanif tarzına en yakın olanlardır.
Şu bir gerçek ki, insanların İbrahim'e gönülce en yakın olanları, elbette ona uyanlar, bu peygamber, bir de iman sahipleridir. Allah, müminlerin Velî'sidir. (Ali İmran Suresi 68)
Haniflik Müslümanlığın en temel ögesidir.
Allah uğrunda O'na yaraşır bir gayretle didinin. O sizi seçmiş ve dinde size hiçbir güçlük çıkarmamıştır. Babanız İbrahim'in milletini esas alın. Allah sizi, önceden de şu Kitap'ta da "Müslümanlar/Allah'a teslim olanlar)" diye adlandırdı ki, resul sizin üzerinize bir tanık olsun, siz de insanlar üzerine tanıklar olasınız. O halde namazı kılın, zekâtı verin ve Allah'a sarılın. O'dur sizin Mevlâ'nız. Ne güzel Mevlâ'dır O, ne güzel yardımcıdır O! (HAC SURESİ / 78)
Öz benligini beyinsizliğe itenden baska kim, Ibrahim'in milletinden yüz çevirir? Yemin olsun ki biz onu dünyada seçip yüceltmistik. Ve o, âhirette de barış ve iyilik sevenlerden biri olacaktir elbette... Rabbi ona, "Müslüman olup bana teslim ol!" dediğinde o şu cevabı vermişti: "Teslim oldum âlemlerin Rabbi'ne!" İbrahim de oğullarina şunu vasiyet etti, Yakub da: "Ogullarim! Allah sizin için bu dini seçmiştir. O halde ancak müslümanlar olarak can verin." (Bakara 130-132)
İşte bu, İslam milleti bir tek millet olarak sizin milletinizdir. Rabbiniz de yalnız Benim; onun için hep Bana kulluk edin! (Enbiya Suresi 92)
Üstteki ayetlerden anlaşıldığı gibi Hz. İbrahim'i Allah müslüman olarak vasfediyor. Ayrıca Hz. İbrahim de 'ancak müslümanlar olarak can verin' şeklinde bir vasiyette bulunuyor. Demekki haniflik müslümanlık içinde bir vasıf, bir özelliktir. Müslümanlığın temelidir. Nasılki Mücahid, Muvahhid, Muhsin gibi terimler Müslümanlık içi güzel sıfatlarsa Haniflik de böyle bir sıfattır. Enbiya Suresindeki ayetten de aslında bir tek Millet olduğunu, bununda 'İslam Milleti' olduğunu anlıyoruz. Hz. ibrahim üç semavi din için ortak ata olduğundan dolayı 'İbrahim Milletine uyun' şeklinde özel bir vurgulama vardır. Yoksa Haniflik Müslümanlık üstü veya dışı bir din falan değildir. 'İslam Dini ile yetinmeyin Hanif Dine gelin' şeklindeki yaklaşımlar çarpıtmadan ve laf ebeliğinden başka bir şey değildir.
Haniflik ve Hz. İbrahim hakkındaki ayetleri bir bütün olarak değerlendirdiğimizde Hanif Millet/Din teriminin HANİF TARZ/TAVIR olarak kullanıldığını görürüz.
Hz. İbrahime en yakın olanlar müslümanlardır
İbrahim Peygamber neye uymakla emrolundu ise diğer tüm Resuller de aynı şeye uymakla emrolundular. Hepsi hanif olmakla yani müşrik olmamakla emrolundu ve insanları buna davet ettiler. Bu gerçek Bakara Suresinde şöyle açıklanmaktadır:
"Yahudi yahut Hiristiyan olun ki dogruya kılavuzlanasiniz." dediler. De ki: "Hayır, öyle degil. Şirk ve yozlaşmadan uzak bir biçimde, Ibrahim milletinden olalım. O, şirke bulaşanlardan değildi."
Şöyle deyin: "Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, onun torunlarına indirilene, Mûsa'ya ve İsa'ya verilene ve diğer nebilere verilene inandık. Bunlar arasından hiç kimseyi ayırmayiz. Biz yalnız O'na/Allah'a teslim olanlarız."
Eger onlar da sizin inandığınız gibi inanırlarsa, hiç kuşkusuz, iyiyi ve güzeli bulmuş olurlar; eğer sırt dönerlerse artık onlar parçalanmıs olurlar. Onlara karşı sana Allah yeter. En iyi işiten, en güzel bilendir O. (BAKARA SURESİ / 135-137)
Bu ayetlerde ayrıca Yahudi ve Hristiyanlara çağrı var. Şirke sapmış ve yozlaşmaya uğramış inançlarını bir kenara bırakarak Hz. ibrahim gibi Hanif olmaya davet ediliyorlar. Haniflik terimi ortak ata Hz. İbrahimin şahsında Musevilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık arasındaki ortak kavramdır. Ve Bu ortak kavram etrafında bu semavi din sahipleri birleşmedirler. Aynı ayetlerde Allah 'sizin gibi inanırlarsa' diyerek gerçek müslümanların zaten Hz. ibrahimin Hanif Milletinden olduğunu belirtmektedir.
http://www.hanifdostlar.net/hanifnet/hanifliknedir/index.htm l
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
ali kardeşim...
haniflik hakkında farklı yerlerden bilgi topluyorum...
sen işine yarayanları al...
okuduğum şeyleri paylaşıyorum...
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
aliaksoy Uzman Uye
Katılma Tarihi: 05 subat 2007 Yer: Turkiye Gönderilenler: 989
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
asım Yazdı:
ali kardeşim...
haniflik hakkında farklı yerlerden bilgi topluyorum...
sen işine yarayanları al...
okuduğum şeyleri paylaşıyorum...
|
|
|
Asım bey;
Kuran'ın açık beyanına aykırı olduğunu bile bile mi yapıyorsunuz bu bilgi toplamayı !
O Muhammed, vahiyden önce kitap nedir, iman nedir bilmiyordu !
O Muhammed, kendisine vahyedileceğini hiç ummuyordu !
Lütfen !
Lütfen !
Allah rızası için bunu yapmayın...
Hani benim için "tınnnnn" ama, vahiyden nasiplenmiş olduğunu düşündüğüm size yakıştıramıyorum.
__________________ "(Onu size indirdik ki) <Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından habersizdik (o Kitâpları okuyamıyor, dillerini anlayamıyorduk)> demeyesiniz."(En'am,156)
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Rabbimiz Kur'anda müslümanların güzel hususiyetlerinin ve sıfatlarının ne olması gerektiğini belirtmiştir. Örneğin muvahhid, muhlis, mücahid vd. İşte bu güzel sıfatlardan birisi de hanifliktir. Haniflik islamüstü yada onun yanında bir sıfat değildir. Anlamı tevhidi benimsemek, ancak bunu anlayarak ve sorgulayarak kabullenmek ve böylece dini yalnız Allah'a özgülemek" olan haniflik hepimizin mümin olarak bir sıfatı olmalıdır
Haniflik bir fırka, grup, klik, meşrep, mezhep ismi değildir. Bizzat Rabbimizin Kur'anda başta Resulullah'a sonra hepimize apaçık bir emridir. Sözün özü "Hanif Müslüman" (Ali İmran 67) tanımı uydurulmuş bir tanım değildir. İslam Hanif bir dindir,
Haniflik, Lailahe İllallah'ı Anlamak ve Kabul Etmektir.
Haniflik, Lailahe İllallah'a Uygun Hayat Sürmek ve Bu Uğurda Mücadele Vermektir.
Haniflik İslam Binasının Temelidir. İslam Dininin Omurga Konusudur. islam Dininin En Temel Özelliğidir. İslam Dini Hanif Bazlı, Monoteist Tabanlı Bir Dindir.
Haniflik Çekirdek İmandır. Başlangıç Noktasıdır. İslam Dininin Giriş Kapısıdır. Önce Hanif Olursunuz, Sonra Müslüman, Sonra Mümin.
Haniflik şirksiz imandır. Gizli-açık, soyut-somut her türlü şirkten sakınmaktır. Haniflikte ideal nokta "sıfır şirk"tir.
Hz. Muhammed ve Diğer Tüm Peygamberlerimiz Haniftir. Onlar Hanifliğin Başöğretmenleridir. Tüm Peygamberlerimiz Hanifliği tebliğ etmişlerdir. Haniflik için mücadele Vermişlerdir. Haniflik uğruna dövülmüşler, sürülmüşler ve öldürülmüşlerdir.
Atamız İbrahim’in Çağları Aşan Yegane Mesajı da, Yegane Mirası da Hanifliktir.
Üç semavi din mensubu için biricik referans noktası Ataları İbrahim'in Hanifliğidir, Hanif Karakteridir.
Allah'ı birlemeyi hayatın odağına oturtma anlayışı, Ehl-i Kitap ile aramızdaki "ortak söz"dür.
Haniflik kimsenin tekelinde değildir. Allah'ı birleyen herkes haniftir.
HANİFLİĞİN İLKELERİ
Zuhruf 26- Bir zaman İbrahim, babasına ve toplumuna şöyle demişti: "Ben, sizin taptıklarınızdan uzağım."
Zuhruf 27- "Yalnız beni yaratana kulluk ederim. Bana, O kılavuzluk edecektir."
Zuhruf 28- O, sözünü, kendinden sonra yaşayacak bir mesaj yaptı ki, insanlar hakka dönebilsinler.
1- İnsanların -Allah’ın dışındaki- taptıklarından uzak olmak.
2- Yalnız yaratana kulluk etmek.
3- Sadece Allah’ın kılavuzlayıcılığına inanmak.
http://www.hanifdostlar.net/hanifnet/hanifliknedir/index.htm l
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
asım Uzman Uye
Katılma Tarihi: 14 agustos 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 1700
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
24. Ocak. 2009 // kemal Gökdoğan .. |
|
Hz. Muhammed a.s. Mekke’de müşrik Mekkelilerin liderlerinden bir lider
pozisyonunda olan dedesi Abdul Muttalib’in himayesi altında doğdu.
Konuşmayı, yürümeyi, düşünce dünyasındaki kavramları tanımayı dedesinin
dizi dibinde öğrendi.
Dede Abdul Muttalib şehir yönetimiyle ilgili toplantılarda ve
Mekke’ye uzak-yakın komşu devletlerin heyetleriyle yaptığı görüşmelerde
torununu dizlerinin dibinden ayırmazdı. Vefat etmeden önce oğulları
arasında Mekke müşriklerine liderlik yapabilecek irade ve yetenekte
olan Ebû Tâlib’i kendisine halef tayin etti ve torununu da ona emanet
ederek hayata gözlerini yumdu.
Amca Ebû Tâlib de dede Abdul Muttalib gibi yeğeni “Muhammed”i
yanından asla ayırmadı. Şehir yönetimi toplantılarında ve komşu
devletlerle siyasi-ticari içerikli toplantılarda ve seyahatlerinde hep
yeğeni ile birlikte oldu.
Dede ve amcanın O’nunla birlikte olmadıkları tek yer “Kâbe ve Kâbe civarındaki putlara sunulan saygı/tapınma merasimleri” idi.
Hz. Muhammed a.s. Nübüvvetinden önce hatta bebekliğinden itibaren
asla hiçbir puta tapmadı ve hiçbir tapınma merasimine götürülmedi.
O hiçbir zaman zahirde ve batında hiç bir şirk lekesi ile lekelenmedi. O doğuştan Hanif (Hz. İbrahim a.s. dini üzere) idi.
İslâm tarihi kaynakları O’nun Nübüvvet öncesi bebeklik, çocukluk,
ergenlik ve gençlik yıllarını özetle böyle nakletmişlerdir. Ve bu nakil
çerçevesinde... bu nakiller sadece abartılarak tekrar edilmiştir. İslam
tarihi felsefecileri Rasulullah a.s.’ın her türlü şirkten uzak kalmış
olmasını her nedense “objektif tarih felsefesi yapmak” ihtiyacı
hissetmeden “doğa üstü” güçlere bağlama geleneğine uyarak açıklamaya
devam etmişlerdir. Hz. Muhammed’in yetişmesini Firavun’un sarayında
yâni şirk yuvasında beslenip büyütülen ve sonunda şirke savaş açan Hz.
Mûsa’nın yetişmesiyle kıyaslamışlardır. Mûsa’yı meleklerle eğiten
Allah’ın Hz. Muhammed’i de meleklerle (ve aynı zamanda direk olarak)
kendisinin eğittiğini “tekrar” ederek konuyu “geçiştirmişlerdir”.
Geçiştirilen bu konunun hâlen “geçiştirilmekte” olduğunu ve
“efsânelerdeki örtüleri kaldırıp da doğallığı” görebilenlerin de bazı
şeyleri açmaya cesaret edemediğini görüyoruz.
Hz. Muhammed a.s.’ın “hanifliği” konusunu doğa üstü güçlere bağlamadan
açıklamaya çalışanlar Rasul’ün direk Rab’binden vahiy (paket bilgi)
aldığına dair âyet delilleri ve aynı doğrultudaki hadis nakilleri ile
itiraz hücumuna uğramamak, imansızlık, sapkınlık/fâsıklık, kutsal
değerlere saygısızlıkla yargılanmamak için susmayı tercih
etmektedirler.
Rasulullah a.s.’ın vahyi ve ilmi direk olarak Rab’binden aldığı konusu
imana ait bir esastır ve iman esasları kısıtlı aklın delilleriyle zaten
tartışılamaz. Tartışmaya kalkışmak boş bir iş olur. Ancak kısıtlı
aklımız “iman esaslarındaki ilâhî hikmetleri” enfüsde ve âfakda
araştırmakla mükelleftir. Bu niyetle Hz. Muhammed a.s.’ın
“Hanifliği”nde görebildiğimiz “zâhiri sebepler” üzerinde bazı yorumlar
yapacağız. (Bu yorumlarımız vahyin ve Risaletin / Nübüvvetin gerçeğini
açıklamak amacı taşımamaktadır. Taşıyamaz da çünkü vahyin gerçeğini
açıklamak için vahiy almak, Risalet’in / Nübüvvet’in gerçeğini
açıklamak için Rasul/Nebî olmak gerekir. Biz ise sadece iman etmeye
çalışan ve imanını kuvvetlendirmek için zâhirde hikmetler arayan O’nun
bir ümmetinden biriyiz.)
Konuya... Hz. Muhammed a.s. dedesi Abdul Muttalib’in ve amcası Ebû
Tâlib’in yanında büyümüştür, yürümeyi, konuşmayı ve düşünmeyi onların
gözetimi altında öğrenmiştir diye giriş yapmıştık. Ve tarih
sayfalarının satır aralarını okumaya kaldığımız yerden devam
ediyoruz...
O’nunla Nübüvvet’ine kadar ve Nübüvvet’inden sonraki dönemlerinde
dedesi (gerçi dedesini çok az görmüştür) ve amcası arasında hiçbir
sürtüşme ve çatışma çıkmıyor. Çıkmadığı gibi onlarla birlikte
“putperest dindarlığı” da yapmıyor. Tam aksine “putlardan ve
putperestlik dindarlığından” nefret ediyor. Ne kadar ilginçdir ki bu
aile ortamı içinde... “Haniflik” inancının gereği olan salât/namaz ve
tevhid tefekkürlerine başlıyor.
Günümüzde dindar bir ailenin beş-on yaşlarındaki bir çocuğunun aile
dindarlığına ters fikirler beslediğini düşünelim. Başka bir dinin
düşüncelerini ve ibadetlerini icra ettiğini ya da ateist olduğunu
düşünelim. Bu düşünceler hangi kitaplardan, hangi kaynaklardan, hangi
arkadaşlardan geliyor diye hemen bir araştırma yapılır ve derhal sert
tedbirler alınır. Ailede iç çatışma çıkar ve iç huzur kalmaz.
Hz. Muhammed a.s.’ın içinde yetiştiği aile de “çok dindar putperest”
bir yapıya sahip (???) görünmekte ve böylece Mekke ve Mekke’ye bağlı
çöl bedevilerinin doğal dini liderlik görevini yürütmektedir. Buna
rağmen içinde “putperest dindar olmayan” bir çocuk barındıran Abdul
Muttalib / Ebû Tâlib ailesinde iç çatışma yoktur. Tam aksine, Kâbe’yi
ziyarete gelen o dönem hacılarının ihtiyaçlarını karşılamaktan dolayı
yoksulluğun pençesinde kıvranan o mübarek ailede tam bir iç huzur hüküm
sürmektedir. ( Abdul Muttalib’in açıkça Hanif olduğu, putlara tapmadığı
rivayetleri de vardır. Biz bu rivayetler üzerinde durmayacağız. Abdul
Muttalib’in ve Ebû Tâlib’in dönemin şartları gereğince “Gizli Hanif”
oldukları tezi üzerinden fikir yürüteceğiz.)
Hz. Muhammed a.s.’ın hiç bir dış kaynaktan eğitim almadığını
biliyoruz. O dönemin Arap evlerinde “kitaplardan/kütüphaneden”
bahsetmek zaten mümkün değildir. Doğa üstü kaynaklardan
(Allah-Cebrâil-melekler kanalından) eğitim almak “mecazî anlatımını
kabul ve tasdik” görmediğine duyduğunla inanmak kapsamında “iman”
olduğu için bu ihtimal üzerinde “tefekkür” edemiyoruz ve geriye tek bir
ihtimal kalıyor. En az iki bin yıllık “Hz. İbrâhim – Hz. İsmâil”
neslinin “bedensel genetik mirasının” “özenli evliliklerle” korunması
ve “Haniflik” inancının da “ilim mirası” olarak hiç bozulmadan Abdul
Muttalib’e ve özellikle Ebû Tâlib’e kadar aktarılmasıdır.
İslâm dünyasında “sonradan” yazılan Rasulullah’ın hayatını anlatan
kitaplarda anne Âmine’ye, Baba Abdullah’a ve dede Abdul Muttalib’e
doğacak çocuğun “Son Peygamber” olacağının rüya ile müjdelendiği
anlatılır. Bu efsânevî anlatımlar gerçek (???) olsa bile onların
anlamış olduğu “Son Nebî” ile bizim anladığımız “Son Peygamber”
arasında hiç benzerlik yoktur.
Bizim (geleneksel İslâm’ın) anladığımız “Son Peygamber”: Peygamber
doğuştan peygamberdir, gözünü açar açmaz namaza durur, kırk yaşında
Peygamberlik startı alır, önce tatlı tatlı tebliğ eder sonra insanların
iman etmesi için kılıçla savaşır, dünya topraklarını fethetmeye başlar,
yeryüzündeki “diğer toprakların tamamının fethini ve tüm insanların
zorla da olsa iman etmesini” ümmetine bir “borç senedi” olarak bırakır
ve vefat eder.
Onların (Abdul Muttalib ailesinin) anladığı “Son Nebî” ise: Hz.
İbrâhim’in “haniflik ve tevhid” esaslarını olduğu gibi kavrayabilecek
ve en mükemmel “En Son” kıvamına getirebilecek bir insandır. Bu O’na
Tevrat ve İncil’de anlatılan “dışından” ve ya “özündeki ötesinden”
verilecek bir Peygamberlik görevi değildir. Bu nedenle onlar gözlerinin
önünde büyümekte olan çocuğa “geleceğin son peygamberi” anlayışı ile
bakmamışlardır. Yahudiliğin beklediği “kurtarıcı peygamber” gözüyle de
bakmamışlardır. Hıristiyanların “tekrar dönüşünü” beklediği “tanrının
gücü/sözü/oğlu” gözüyle de bakmamışlardır... Onlar âilenin yeni üyesine
İbrâhimî Hanifliği “kendi özüne irsal edecek bir Rasul” ve “kendi dış
yaşamını tanzim edecek bir Nebî” sırrıyla bakmışlardır. Arapçanın
orijinal kavramlarından olan Risaleti ve Nübüvveti “toplumsal
devrimcilik” ve “tanrı sözünü” (Allah kelâmı yazmadım) duymak
istemeyenleri kesip doğrayacak bir hükümdar/elçi nazarıyla da hiç
düşünmediklerini zannediyorum.
Abdul Muttalib/ Ebû Tâlib ailesinde hiçbir zaman “efsâne
rüzgârları” esmemiştir, “destansı hayallerin” soyut dünyasına
kayılmamıştır. Akıl (dış dünyadaki olayları birbirine bağlayabilme
yeteneği) ve zekâ (aklın dış dünyadaki olayları birbirine bağlama/işlem
hızı) düzeyi çok yüksek olan “bebek/çocuk Muhammed”e “İbrâhimî
Haniflik” inancı ve tefekkürü ile Hanifliğin “olmazsa olmaz ruhu” olan
“bedensel salât/namaz ve yaşamı” bu aile içinde kazandırılmıştır.
Onların Hz. Muhammed’e bebeklik ve çocukluk döneminde kazandırmış
oldukları “bilinç” ile yâni “bedensel salât/namaz ve tevhid bilgileri”
ile O’nun Allah’dan kırk yaşına doğru direk aldığı Risalet/Nübüvvet
ilmini hiçbir zaman eşitleyemeyiz. Fakat Muhammedî mânâdaki
“salât/namaz ve tevhid” ilminden önceki “İbrâhimî salât/namaz ve tevhid
bilincini” de belirginleştirmek zorundayız.
Merkezî yönetim şekillerinden krallık, diktatörlük, bir aile
saltanatı, bir sınıf hâkimiyeti gibi hiçbir modele sahip olmayan Mekke
şehirinde kabîle liderlerinin kabileleri adına yürüttükleri ortak bir
yönetim anlayışı vardı. Yâni her kabile kendi başına bir devlet gibi,
her kabile reisi de mutlak kral gibiydi. Bu yönetim ortamında zayıf
kabileler anında yağmalanıyor yok ediliyordu. Her kabilenin yoksul
tabakası her kabilenin zengin tabakası tarafından “ortak olarak”
sömürülüyordu. Mekke’nin hukuksal yapısı kısaca böyleydi.
Abdul Muttalib ailesinde Mekke’nin “putperest dindarlığına” uymayan ama
şimdilik “putperest dindarlığın hukuksal düzenine” yönelik hiçbir fiilî
ve fikrî eylem ortaya koymayan “Muhammed” ismindeki “düzen dışı”
delikanlının varlığının da her kabile ileri gelenleri farkındaydı.
O’nun amcası Ebû Tâlib tarafından hassasiyetle İbrâhimî Haniflik inancı
üzere yetiştirildiğini ve öylesine yaşayıp gidecek birisi olduğunu
kabul ediyorlar hatta “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mantığıyla
sempati duyuyorlardı.
Abdul Muttalib ve Ebû Tâlib Mekke putperestliği ile direk çatışsalardı
himayelerindeki “bebek/çocuk/genç Muhammed”i ve kendi ailelerini
korumaları mümkün olmazdı... yok edilirlerdi.
Mekke putperestliği ile çatışmamak şartıyla Yahudilere,
Hıristiyanlara ve on-on beş kişilik bir “Hanif” topluluğuna ve her
türlü din anlayışının temsil edilmesine özgürlük tanınmıştı. Aynı
özgürlük Ebû Talib’in himayesindeki “Muhammed” için de geçerliydi... tâ
ki “salât’ın/ namazın” “toplumu değil, kişiyi değiştirmeye yönelik”
temel bir “eylem” olduğu farkedilene kadar.
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|
Yukarı dön |
|
|
|
|