İNSANLIK NAMINA…
Geçenlerde çocuğunu kaybetmiş bir ana babanın, çocuğun fotoğrafı eşliğinde yardım çağrısında vardı bu kelime…
Bir de, Amerikalı hayvanların işkence ve eziyetine maruz kalmış Müslümanlara yardım çağrısında…
Aslında hemen hemen her gün trafikte karşılaştığımız ambulansların
sirenleri de bu dili, bu kelimeyi konuşur. İnsanlık namına çekilirsiniz
bir kenara… İnsan için, insan yaşasın diye…
En iyi doktorlar bilir bunu… İnsanlık namına…
Ne din vardır burada, ne ırk, ne dil, ne başkaca bir ayrım… İnsandır ve insanlık namına hareket edilir.
İnsanlık namına her hareket, “İnsanlık kalmamış” diyenlere bir reddiyedir. Kar çiçeğidir, inadına açıverir.
Dini, dili, ırkı ne olursa olsun “insan” için, “insan faydasına” bir
şey yapmanın Kuran’daki izdüşümlerine değineceğiz bu yazıda.
İnsan için, insanın faydasına ilk iş gören Allah’tır. Hem şöyle böyle değil, olan biten her şeyi onun için yaratmıştır.
“O, göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini, kendi (canibi)
nden sizin emrinize verdi. Şüphe yok ki bunda, iyi düşünecek bir kavim
için, kesin ayetler (delâletler, ibretler) vardır.” (Casiye,13)
“Görmediniz mi, Allah, göklerde ve yerde bulunan şeyleri sizin
emrinize verdi ve görünür görünmez nimetlerini üstünüze saçtı. …”
(Lokman,20)
“Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı sizin emrinize vermiştir.
Yıldızlar da O’nun emriyle bir hizmete boyun eğmiştir. Bütün bunlarda,
aklını çalıştıran bir topluluk için elbette ibretler vardır.” (Nahl,12)
“Görevlerini şaşmadan yapmak üzere Güneş’i ve Ay’ı da size boyun eğdirdi. Geceyi ve gündüzü de hizmetinize verdi.” (İbrahim,33)
“Ve yemek için taze et, takınmak için değerli taşlar
çıkarasınız diye denizi; ve denizin üstünde suları yararak yol aldığını
gördüğünüz gemileri, O’nun cömertliğinden belki bir pay ararsınız ve
şükredersiniz diye (koyduğu tabii yasalara) bağlı kılan O’dur.”
(Nahl,14)
Allah’ın nimeti saymakla bitmez. Allah, bütün bunları “insan için” yarattığını söylüyor. “İnsanlık namına” kelime dizinindeki “insanlık” için…
O halde, insanlar için, insanlara faydalı bir şey yapmak bir anlamda “Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak”tır.
Müminler için Allah’ın yaptığı şu tanımlamaya bir bakınız:
“Siz, insanlığ(ın iyiliği) için çıkarılmış en hayırlı bir
topluluksunuz; doğru olanı emreder, eğri olandan alıkoyarsınız ve
Allah’a inanırsınız. …” (Ali İmran,110)
Allah nasıl insanlar için, onların faydasına yaratıp düzene
koyuyorsa, kendisine gönülden iman edenleri de aynı eyleme çağırıyor,
onları o eylemle vasıflandırıyor. “İnsanlar için”…
Kuran’a göre insanın üzerinden anılmaya (yani kendisine vahyetmeye)
değer bir şey olmadığı nice uzun devirler geçmiştir. (Bkz. İnsan,1)
O, o döneminde “adem” değildi. Sonra Rabb, bu “adem olmayan varlığı”
ademe tekamül ettirip, ademi o “anılmaya değer olmayan” varlığa halife
/ ardıl / artçı kıldı. (Bkz. Bakara,30 – Burada yaratma değil atama,
tayin etme vardır)
Aslında yeryüzünde her var edilen insan topluluğu bir öncekine halef / ardıldır.
“Sizi yeryüzünde öncekilere halefler yapan O’dur. Verdiği
nimetlerle sizi denemek için kiminizi kiminiz üzerine derecelerle
yükseltmiştir. Rabbin ceza verdiğinde çok süratli verir. Ama O,
gerçekten çok affedici, çok merhametlidir.” (Enam,165)
İşte bu, kendisinden önce yaşamış olup ta “adem” olmayan varlığa
halef / ardıl olan adem / insan için bütün melekler / kuvvetler secdeye
/ itaate davet edilir. Yerde ne var, gökte ne varsa kendisine
secde/itaat edici olan Rabb, bu defa görünür görünmez bütün kuvvetleri
ademe secdeye, yani emrine itaate / emri altına girmeye çağırır. Çünkü,
yerde ne var gökte ne varsa, denizin derinliklerindeki, uzayın
uzaklarındaki her şey “insan için” yaratılmıştır.
Böyle değerlidir insan… İsarailoğullarının kendilerine içlerinden
bir peygamber vasıtası ile vahyedilmek suretiyle alemlere üstün
tutulması gibi, aslında bütün insanlık “anılmaya / vahyedilmeye değer”
olduğu andan itibaren alemlere üstün tutulmuştur.
Sonra Kuran, insanın değerini onun doğurulup büyütülmesindeki meşakkate dikkat çekerek de dile getirir:
“Biz insana, anne babasına çok iyi davranmasını önerdik.
Annesi onu zahmetle taşıdı, zahmetle doğurdu. Taşınması ve sütten
kesilmesi otuz aydır. Nihayet, yiğitlik çağına gelip kırk yıla
erdiğinde şöyle der: “Rabbim; beni, bana ve ebeveynime verdiğin nimete
şükretmeye, hoşnut olacağın iyi bir iş yapmaya yönelt! Soyum içinde,
benim için barışı gerçekleştir. Sana yöneldim ben, sana teslim
olanlardanım ben!” (Ahkaf,15) (Karş. 31/14)
İnsanın alemlerdeki farklı yaratılışı yapıp ürettiği eserlerden
görülmektedir. Başkaca hiçbir mahluk ne insanın ortaya çıkarabileceği
faydayı, ne de zararı meydana getiremez.
İnsan, hayır üretmeye uygun her olanakla donatılmıştır. “En güzel
bir biçimde yaratılmış olmak” aslında görsel güzelliği değil, sınanma
açısından her olanağa sahip oluşu anlatır.
Kuran, suretlerin güzel yaratılışına ayrıca değinir:
“Yeryüzünü sizin için bir dinlenme yurdu ve göğü de bir
kubbe yapan, size şekil veren -çok da güzel bir şekil veren- ve sizi
hayatın tertemiz nimetleri ile rızıklandıran Allah’tır. İşte Rabbiniz
Allah budur. Bütün alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir!” (Mümin,64)
Allah insanı anıp ona resuller aracılığı ile vahyetmiştir. Aslında bu, Allah’ın insana tek veya ilk vahyetme yolu değildir.
Bunu anlamamız için önce Allah’ın arıya nasıl vahyettiğine bakmalıyız.
Ayeti Rabbin insanlara olan nimetlerinin sayıldığı öncesiyle birlikte okuyalım:
“Allah, gökten bir su indirdi de onunla, ölümünden sonra
yeryüzüne hayat verdi. Kuşkusuz, bunda kulak verip dinleyen bir
topluluk için mutlaka bir ayet vardır.
Hayvanlarda da sizin için kesin bir ibret vardır. Size
onların karınlarından, fışkı ile kan arasından halis bir süt içiriyoruz
ki, içenlerin boğazlarından kayar gider.
Hurmalıkların meyvalarından, üzümlerden de sarhoş edici bir
içecek ve güzel bir rızık elde edersiniz. İşte bunda, aklını işleten
bir topluluk için ayetler vardır.
Rabbin, balarısına şöyle vahyetti: “Dağlardan evler edin, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan da…”
“Sonra, meyvaların her türünden ye de boyun bükerek Rabbinin
yollarına koyul.” Onun karıncıklarından, renkleri çeşit çeşit bir
içecek çıkar ki, insanlar için onda şifa vardır. Derin derin düşünen
bir topluluk için, bunda kesin bir ayet var.” (Nahl, 65-69)
Her ne kadar bazı çevirilerde “vahyetme” yerine “ilham etme” tabiri
kullanılmakta ise de, biz Allah’a din öğretme (Bkz. 49/16) küstahlığına
düşmemek için Allah’ın kullandığı kelimeyi esas alıyoruz.
Arıya vahyediyor Allah… Allah arıya bir ses, bir kelime, bir dil ile
mi vahyetmiştir yoksa onun genlerine emrini işleyerek mi ?
Yaratılışına, DNA’sına yazılan yükümlülüktür arıya vahyedilen.
İnsana da bu türden bir vahiyle vahyetmiştir Allah…
Modern tabirle “iç güdü” , “iç ses” gibi isimlerle çeşitli kısımları
tanımlanan fıtrattır bu. Yaratıştır, bir ilim ve din / yol, yordam
üzerinde ortaya çıkarıştır.
Sonra Rabb insanı bu fıtri / yaratılış özelliği ile kendisine şahit tutar:
“Hani Rabbin, ademoğullarından, bellerinden zürriyetlerini
alıp onları öz benliklerine şahit tutarak sormuştu: “Rabbiniz değil
miyim?” Onlar: “Rabbimizsin, buna tanıklık ederiz.” demişlerdi. Kıyamet
günü, “biz bundan habersizdik” demeyesiniz.” (Araf,172)
Rivayet kültüründe anılan “kalu bela” inanışı bu
ayetin gereğini izah etmekten çok uzaktır. Hiç kimsenin hatırlamadığı,
ezelde yaşanmış bir şahitlik, kişinin imanına gerekçe / kanıt olamaz.
Halbuki burada bahsedilen şahitlik, aynı Allah’ın arıya vahyetmesinde
olduğu gibi, insanın yaratılışında, fıtratında, genlerinde kodlanmış
bir gerçektir. O, her insana kendi dilinde seslenir. Eğriyi, doğruyu
ayırt etmesine yardımcı olur. Yüreklerin özünden, vicdanın her
zerresinden bir sesleniştir. Yaratılmış hiç kimsenin “bizim bundan
haberimiz yoktu” diyemeyeceği bir sesleniş ve şahitliktir.
İşte, yaratılışla birlikte insana yüklenen ve bu suretle toplumlara yansıyan “iyi” ve “kötü” tanımları, “Eskimez Din”dir.
“O halde sen yüzünü, bir hanîf olarak dine, Allah’ın
insanları üzerinde yarattığı fıtrata çevir. Allah’ın yaratışında
değiştirme olamaz. Doğru ve eskimez din işte budur. Fakat insanların
çokları bilmiyorlar.” (Rum,30)
Eskimez Dinin Kuran’daki karşılığı “Din-i Kayyım”dır.
Eskimez, aşınmaz, pörsümez, dimdik ayakta duran din. İnsan var oldukça,
ona içinden, kendi dilinden ve ömür boyu seslenen din…
Eskimez Din, bir “insanlık dini”dir. İnsanın
yaratılışıyla başlamıştır. İnsanın aklını ve vicdanını birlikte
işleterek eriştiği objektif doğrunun adıdır. Hırsızlığa, zulme, yalana,
adaletsizliğe “kötü” der, yardımlaşmaya, doğru söylemeye, ana-babaya iyi davranmaya, “iyi” der.
Bir mutluluk sahnesinde gözlerinden şapır şapır yaş döktürür.
Vakıa suresi, insanları mahşerde üç gruba ayırır. (Bkz. Vakıa,7) Bir tarafta iyiler, bir tarafta kötüler vardır. Peki ya üçüncü grup kimdir ?
“Allah’a yakın kılınanlar” (Bkz. Vakıa,11)
Ne yapmışlar da öne geçmiş bu “yakın kılınanlar” ?
İşte size, “İNSANLIK NAMINA” çağrıldığınız, “Eskimez Din”in dindarlarının eylemi:
“Hayır yarışlarında en önde olanlar” (Bkz. Vakıa,10)
İnsanlık namına…
Ali Aksoy – 16.04.2009