Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Allah’ın (c.c.)
Varlığının ve Birliğinin Delilleri
Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği konusu, tarihin
başlangıcından beri insanları düşündürmüştür. Bu konuda pek çok filozof, bilgin
kuram üretmiştir. Bunları derleme, sınıflandırma apayrı bir çalışmayı
gerektirmektedir.
İslam bilimleri arasında yer alan kelâm, Allah’ın (c.c.)
varlığı ve birliği konusu üzerinde de durmuş ve bu konuda aşağıdaki kuramları
ortaya koymuştur:
1. Kanıt İlkesi Delili :
Bediüzzaman Said Nursi’ye (rah.a.) göre var olan şeylerin
kanıtlanılabilirliği bunların yokluğunu kanıtlamaktan her zaman kolaydır. Bir
incir familyasının var olduğunu, bir tek inciri göstermekle kanıtlayabiliriz.
Halbuki bu örnekteki varlığın (incir familyasının) yokluğunu iddia eden
kimsenin bütün yeryüzünü, hatta evreni araştırması gerekir. Bu ise
olanaksızdır. Öyleyse şunu diyebiliriz: Yok olan şey, hiçbir zaman
kanıtlanamaz. Bu açıdan Allah’ın (c.c.) varlığına ve birliğine inanan bir insan
için Allah’ın (c.c.) evren kitabındaki veya Kuran-ı Kerim’deki bir ayeti
yeterli bir kanıtken, O’nun varlığını ve birliğini inkar eden insanın
iddiası için atomdan yıldıza, mikroptan insana kadar evren kitabındaki
bütün canlı ve cansız varlıklar, olgular, olaylar ve Kuran-ı Kerim’in ayetleri
engel olmakta ve önüne dikilmektedir. İnanan bir insana her şey Allah’ın (c.c.)
varlığı ve birliği üzerine mesaj ve ders vermektedir. Bu mesaj ve dersleri
görmezden gelmek, yok varsaymak, çürütmek, anlaşılmaz kılmak bir insanın değil
tüm insanlığın bile üstesinden kalkamayacağı güç bir iştir. Bu nedenle Allah’ın
(c.c.) varlığı ve birliği için bir ayeti yeterli bir kanıt oluştururken O’nun
yokluğunu kanıtlamak tüm insanlığın ortak çabası ile olsa bile yine
olanaksızdır.
Kanıt
ilkesi bilindiği üzere hukukun da temelini oluşturmaktadır. Davalar kanıtla,
kanıtlarla kazanılmaktadır. Öyle ise bir kanıt bile Allah’ın (c.c.) varlığı
için yeterlidir.
2.
Tanık İlkesi Delili :
Bediüzzaman Said
Nursi’ye (rah.a.) göre iki kişi aynı doğruda birleşmişse,
binlerce insanın kendi dar pencerelerinden, kişisel kanılarıyla onu inkar
etmeleri hiçbir değer ifade etmez. Bir sarayın kapılarından onlarcası
açık, birisi kapalı olsa, kimse o saraya girilemeyeceğini iddia edemez.
İşte Allah’ı (c.c.) inkar eden kimse devamlı surette kapalı olan o bir tek
kapıya yönelerek oradan saraya girmek ister. Aslında o kapı, onun ve onun gibi
olanların gözlerine çekilmiş bir perdedir; onların ruh dünyalarına
kapalıdır. İnançlı insan için kapalı bir kapı yoktur. Yeter ki bu konuda
gözlerini gerçeklere yummasın. Bulutlu bir hilal gecesinde gökyüzünde
ayı gördüğünü söyleyen bir insanın bu iddiası, bu gözlemi yapamayan insanların
ileri sürebileceği “Hilal yoktur.” iddiaları karşısında doğru, tutarlı, gerçeğe
uygun bir önerme olarak kendisini gösterir. Çünkü ayı göremeyenlerin çeşitli
mazeretleri olabilir: Gözlemcilerin gözleri bozuktur, ay bulutların arkasında
gizlenmiştir, gözlemciler gözlemlerini tüm gece boyu sürdürememişlerdir… gibi.
Ama ayı gördüğünü iddia eden kimse, bu olumsuzlukları aşıp bir gerçekliğe bir
an da olsa ulaştığını doğru ve tutarlı bir iddia ile ortaya atıyorsa bizim ona
inanmamamız için ortada bir neden kalmamıştır. Kaldı ki bu insan ömründe bir
kere bile yalan söylememişse ve çevresindekiler onu güvenilir bir kişi diye
adlandırıp ona değer vermişse bizim o kişiye inanmamamız büyük bir saflık,
aldanış ve ahmaklık olacaktır. Bu açıdan Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliği
konusunda insanların ahlak bakımından en üstünleri olan peygamberlerin,
evliyaların, müminlerin ve Müslümanların Allah (c.c.) vardır ve birdir
biçimindeki iddialarını bir kısım insanların hem de ahlak açısından pek çok
kusuru bulunan kimselerin inkâr etmeleri bir değer ifade etmez.
Tanık
ilkesi bilindiği üzere hukukun da temelini oluşturmaktadır. Davalar tanıkla,
tanıklarla kazanılmaktadır. Öyle ise bir tanık bile (Hz. Muhammed [ s.a.s])
Allah’ın (c.c.) varlığı için yeterlidir.
Eleştiri: İnanmayan kesim, şu örneğe
benzer örneklerle kanıt ve tanık ilkesine itiraz etmekteler:
Hıristiyan
inancına göre yetişen bir çocuk yılbaşında Noel babadan hediye alır. Gerçekte
Noel Baba yoktur. Hediyeyi anne ve babalar çam ağacının altına koyarlar. Ama
hediye vardır. Bütün çocuklar da benzer şekilde hediye alırlar. Kendi
aralarında da Noel Baba’nın varlığına tanıklık yaparlar. Aldıkları hediyeleri
de Noel Baba’nın varlığına kanıt diye düşünürler.
Cevap: Bu eleştiri görünüşte bütün
Müslümanların da tıpkı saf ve gerçekten habersiz Hıristiyan çocukları gibi bir
duruma düşürmektedir. Eleştiri, bir algı yanılsamasından güç almaktadır. Tıpkı
sihirbazın şapkasından tavşan çıkarması gibi bir zihin illüzyonuna
benzemektedir. Görünüşte Allah da Noel Baba da yoktur. Müslümanlar tüm
nimetleri Allah’tan, Hıristiyan çocukları da yılbaşındaki aldıkları hediyeleri
Noel Baba’dan bilmektedirler. Ama Noel Baba sadece yılbaşında bir kere hediye
veriyor. Bütün çocuklara verse de bu yalnız yılda bir kez oluyor. Yani yeterli
bir kanıt oluşturmuyor. Oysa Allah bütün nimetlerin sahibidir. Her şey ona aittir.
Evrende var olan ve bir nimet olarak
insanın önüne konan her şey Allah’ın varlığına ve birliğine dair mührü ile
insana nimet olarak verilmiştir. Tek bir kanıt türü ile Noel Baba’nın varlığına
hükmedenler çocuklardır. Onların düşünce yetileri zayıftır. Sonsuz nimetleri
Allah’ın varlığı ve birliğine kanıt olarak düşünen ve bu konuda birbirlerine
tanıklık yapan Müslümanlar ise çocuk değillerdir. Akıllı kimselerdir. Yetişkindirler.
Çocukları aldatırsın ama büyükleri aldatmak kolay değildir.
Allahın
her bir nimetinde onun varlığına ve birliğine dair sonsuz kanıtlar adeta birer
mühür gibi nimetlerin üzerine işlenmişken ve bunlar Allah’ın güzel isim ve
sıfatlarına tercüman olmuşken Noel Baba adına yılbaşında çocuklara sunulan
hediyelerde ise ona ait hiçbir işaret yoktur. Adeta bunlar hırsızın mülkü
gibidirler. Yani Noel Baba’ya izafe edilen bu hediyeler de aslında her
hediyenin de gerçek sahibi Allah’ın nimetleridir. Onun sıfat ve güzel
isimlerine tercümanlık yaparlar.
Tek
kanıt türü ve çocuklar ile tüm inananlar ve Allah’ın nimetlerinin birbirlerine
paralel gibi görünmesinde yatan zihin yanılsamasını şuna benzetebiliriz.
Matematikte 1’den başlayıp sonsuza giden pozitif sayılar vardır. Bunların
gerçek dünyada karşılıkları vardır. Yani biz bu sayılarla her şeyi sayabiliriz.
Ama bir de -1’den başlayıp sonsuza giden negatif sayılar vardır. Biz bunlarla
nesneleri sayamayız. Bu sayılar sadece zihnin ürünüdürler. Nesneler bu
sayılarla sayılmaz. Bu sayılar, alış veriş gibi durumlarda ortaya çıkan
hesaplamalarda kullanılır. Yani zihinsel işlemlerde yer alırlar. Müslümanlara
her bir nimet pozitif sayıların adedince Allah’ın varlığı ve birliğine birer
kanıt iken bir Hıristiyan çocuk için güya Noel Baba’dan yılbaşında aldığı
hediye ise Allah’ın nimetleri karşısında kafasında sadece -1 sayısı kadar şüphe
uyandıracaktır. Yani o çocuk yaşta bile bu hediye pozitif bir anlam ifade
etmeyecektir. 1 sayısı kadar bile bir değere sahip olamayacaktır. Ahalisi
Hıristiyan olan yerde bulunanlar bilirler ki, çocuklar bu yılbaşındaki hediyelere
rağmen yine de onun varlığından kuşku duyarlar. Hediye, kuşkularına karşı bir
rüşvet işlevi görse de durum böyledir. Allah’ın varlık ve birliği ile mühürlü
her nimet önüne geldikçe çocuklar bu çocukluk yanılsamasından kurtulup gerçeği
bulacaklardır. Kimse sonsuz kanıtların karşısında tek bir kanıtla çocukluk
çağına ait bir yanılsamaya bağlı kalamaz.
Eleştiri: Bir Müslüman nasıl Allah’ın
varlığına ve birliğine şahitlik yapabilir? Ne Allah (c.c.) ne de Hz. Muhammed
(s.a.s) duyu organları ile algılanmamaktadır.
Öyle ise İslam dinine girişte yapılan şahadette ‘Eşhedü enla ilahe
illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhü ve rasuluh’ta, bir Müslüman yalancı
şahitlik yapmaktadır. Duyu organları ile algılamadığı şeylere tanıklık
yapmaktadır.
Cevap: Doğru, görünüşte böyledir. Bir
Müslüman Allah’ı ve peygamberi hiçbir duyu organı ile algılamadığı halde
bunlara dair şahitlik yapmaktadır. Bu durumda yaptığı yalancı şahitliktir. Ama
bu reel dünyada geçerlidir. Hayat sadece reel dünyadan ibaret değildir. İnsanın
bir de manevi dünyası vardır. Reel dünyada şahitlik gözle ve gördükleri ile
olur. Göz eşekte de vardır. Ama
eşekliğini üzerinden almaz. Manevi dünyada ise şahitlik kalp gözü ile yapılır.
Bu göz sadece insanda olur. Hayvanlarda olmaz. Buna sezgi de diyebiliriz. Kimse
sezgiyi küçük görmesin. Bilim adamları buluşlarını gözlerine değil sezgilerine
borçludurlar. Hayatımızı kolaylaştıran her teknolojik ürün insandaki bu yeti
sayesinde bulunmuştur. Göz bunda başlıca rolü oynamamıştır. İşte bir Müslüman
şahitliğini eşekte de olan baş gözü ile değil sadece insana ait olan kalp gözü
ile manevi dünyada yapmaktadır. Dolayısıyla şahitliği manevi düzlemde geçerlidir.
Allah’ın Kuran-ı Kerim’de pek çok ayette inançsızlar için söylediği, ‘onlar kördürler’
ifadesi, bu kalp gözü ile ilgilidir.
Kalp
gözünün açılması ise hidayetle olur. Hidayet ise Allah’tandır. Allah kullarına
hidayet vermeyi ise bazı şartlara bağlamıştır. Bunların hepsini bir kul olarak
bilmemize imkân yoktur. Allah’ın ilminde saklıdırlar. Yalnız Allah’ın sevdiği
şeylere yönelenlere, yasaklarından kaçınanlara hidayetinin ulaşabileceğini
düşünebiliriz.
3. İmkan
(Olasılık) Delili:
Evrenin var olma ile yok
olma olasılığı birbirine eşittir. Şu anda duyu organları ile algıladığımız evren
ve içerisindeki her şey yaratılmamış olabilirdi. Ama bunların var oluşu,
gerçekliği duyu organlarının izlenimleri ile sabittir. Evrenin ve içerisindeki
şeylerin var olduğunu kimse inkâr edemez. Var olan bir şeyin de kendi varlığı
dışında bir yaratıcı nedeni bulunmaktadır. Yani evren ve içerisindeki her şeyi
yokluktan varlığa çıkaran bir neden bulunmaktadır. Bu neden de ancak evreni ve
içerisindeki her şeyi yoktan varlık sahnesine çıkaran eşsiz bir güç ve kudret
sahibi olan Allah’tır. Allah (c.c.) evren ve içerisindeki her şey yok iken
bunları yaratma olasılığını seçmiştir.
Evrenin ve içerisindeki
canlı ve cansız varlıkların yaratılma ve yaratılmama olasılıkları birbirine
eşit derecede iken yaratılmış olmaları, yani bunlar arasında var olma
seçeneğinin tercih edilmesi, bunları yoktan var eden bir yaratıcıyı gerekli
kılmaktadır. Bu yaratıcı, evreni ve içerisindeki canlı ve cansız varlıkları
yoktan yarattığına göre sınırsız bir güç ve kudrete sahiptir.
Eleştiri: Var olan şeylere bakıp da
akıl ve mantık ilkeleri ile bunların bir yaratıcısı olduğunu düşünmek doğru bir
çıkarsama ise buna göre Allah da varsa O’nu kim yaratmıştır?
Cevap: Allah’ı yaratılmış bir
varlık görmek yanılsaması ile sorulmuş bir sorudur. Bu bir trenin katarlarına
bakıp da bunları kim çekiyor diye düşündükten sonra ilk bölümdeki makineye de
aynı gözle bakmaktır. Onu çeken bir güç yoktur. O hareket kaynağıdır. Nedenidir.
Bunun gibi Allah yaratılmamıştır. Yaratıcıdır. Allah için böyle bir soru sormak
saçmadır.
4. Hudûs (Sonradan
Yaratılmış Olma) Delili:
Evren ve içerisindeki her
şey değişkendir. Durmadan bir halden diğer bir hale geçer. Kayalar çeşitli
nedenlerle parçalanır, farklı toprak oluşumlarına neden olur. İçerisindeki
enerjinin sürekli bir biçimde uzaya akması ile maddenin erimesi, güneşin
süratle sönmeye doğru yüz tutması, evrenin sürekli bir biçimde genişlemesi
maddenin sonradan yaratılmış olduğunu göstermektedir. Sonradan yaratılan bir
şeyin de bir başlangıcı vardır. Maddenin ezeli ve ebedi olmaması onun zamanla
birlikte bir yaratıcı tarafından yaratıldığını göstermektedir. Evrenin temelini
oluşturan madde sonradan yaratıldığına ve bir yok oluşa doğru sürüklendiğine
göre onu yaratan bir yaratıcıya gereksinim duymaktadır. O da ancak her şeyi
yoktan var edip varlık sahnesine koyan yüce Allah’tır.
Dünya ve içerisindeki
canlı ve cansız bütün varlıkların yaşları bilimsel olarak aşağı yukarı
değerlerle saptanabilmektedir. Hatta evrenin yaşı bile sayısal bir değerle
ifade edilmektedir. Evrenin meydana geldiği büyük patlama sırasında yayılan
radyasyondaki bazı elementler bilime bu konuda kanıt olmaktadır. Bu durum evren
ve içerisindeki her şeyin sonradan yaratıldığını ve ezeli olmadığını gösterir.
Evren ve içerisindeki her şey, ezeli ve ebedi olan Allah’ın (c.c.) bunları
zamanla birlikte yoktan var ettiğini kanıtlamaktadır.
Eleştiri: Bir şeyin sonradan olması
bir yaratıcıyı gerektirmez. Madde kendi kendine de var olmuş olabilir. Maddeden
de ilk hücre, ondan da değişik canlılar zincirleme olarak evrimle var olmuş
bulunabilir.
Cevap: Madde kendi kendine de
var olmuştur, diye düşünen bir insan artık bilimsel alanın dışına çıkmıştır. Bu
düşünce akıl ve mantığın, bilimin ilkelerinin haricindedir. Artık bundan sonra
manevi alan gündeme gelmektedir. Bu noktadan sonra insanın Allah yerine
yaratıcı güç veya güçler demesinden başka bir seçeneği kalmamaktadır. Sonunda evrenin
büyük nizamı, akıl almaz ahengi karşısında tek bir ilahta karar kılınacaktır.
5.
İntizam (Düzen, Kompozisyon) Delili:
Evren ve içerisindeki her
şey belirli bir sistem içerisinde bulunmaktadır. Bu sistemin temeli çok ince
matematiksel hesaplara dayanmaktadır. Örneğin gezegenimizin hayat kaynağı olan
güneşin büyüklüğü, dünyaya uzaklığı, dünyanın güneş karşısındaki eğimi ve izlediği
yörünge yeryüzündeki yaşamı sağlamak için çok ince hesaplarla düzenlenmiştir.
Yeryüzündeki havanın
içerisindeki gazlar, bizim yaşamımızı sürdürecek oranda belirlenmiştir.
Ayrıca bu oranın değişmemesi için bitkiler, hayvanlardan ve insanlardan havaya
atık madde olarak verilen karbondioksiti oksijene çevirme özelliği ile
donatılmıştır.
Bütün canlı ve cansız
varlıklar, adeta bir gereksinim zinciri ile birbirlerine bağlanmışlardır. Biri
diğerinin yaşamsal amacına hizmet etmektedir. Örneğin çöl ortamı için suyu
vücudunda depo eden bir hayvana ihtiyaç vardır. Deve bu özellikte
yaratılmıştır. Bu hayvan için çöl ortamı besinini de önceden
hazırlamıştır: Kurumuş otlar ve diken. Başka hayvanların dönüp bakmayacağı bu
yiyecekler, deve için en ideal besinler olmaktadır. Deve depoladığı su ve çölde
her yerde bulabileceği bu besin maddeleri ile üzerindeki bir insanı yada
yükü aylarca süren bir yolculukta kendisi açısından sıkıntısız bir
şekilde ve rahatlıkla istenilen yere ulaştırmaktadır. Ayrıca devenin sütü, eti,
derisinden de yaralanılmaktadır. Her biri ile insanın önemli bir yaşamsal
gereksinimi karşılanmaktadır.
Her varlık kendi parçalarıyla bir ahenk ve birlik
içerisinde olduğu gibi, aynı biçimde evrenin bütünü de kendisini
meydana getiren varlık parçalarıyla bir ahenk ve birlik içerisindedir. Bu akıl
almaz ve muhteşem nizam, bir düzenleyiciye işaret etmektedir. O
düzenleyici de ancak her şeye gücü ve kudreti yeten yüce Allah’tır.
Eleştiri: Dünyadan başka gezegenlerde
yaşam yoktur. Demek ki bütün evren boş yere yaratılmıştır. Ayrıca bu durum
dünyada yaşamın olmasının bir tesadüf sonucu olduğuna da işaret etmektedir.
Cevap: Bilim sadece bugünkü bilgisi ile
ancak güneş sistemindeki diğer gezegenlerde yaşamın bulunmadığını iddia
etmektedir. Evren sadece bizim güneş sistemimizden oluşmamaktadır. Yıldızların
her biri bir güneştir. Güneşimizin de içinde bulunduğu Samanyolu galaksisinde en
az iki yüz elli milyar yıldız, evrende ise yine en az üç yüz milyar galaksi
bulunduğu sanılmaktadır. Bu büyüklük karşısında diğer yıldızlarda da yaşayan
canlı varlıkların bulunmadığını düşünmek büyük bir saflık olacaktır. Kaldı ki
canlı varlıkların olmaması ile evrenin nizamından bir şey eksik olmayacaktır.
Evrenin
büyüklüğü karşısında sadece bir tesadüfle yeryüzündeki canlı varlıkların
bulunduğunu düşünmek, işlediği suçla polisten kaçan bir insanın yakalanmamasını
gerekçe göstererek o suçu işlemediğini sanması gibi saçma bir düşüncedir.
6.
Sanat Delili:
Evren ve içerisindeki
canlı ve cansız varlıklar, çok ince bir düzen temeli üzerine kurulmanın yanında
tıpkı bir sanat eseri gibi de estetik (sanatsal güzellik) bir özellik arz
etmektedir. İnsanın güzellik duygusuna seslenmektedir. Elimize bir gülü alıp
onun biçimi, rengi, kokusu üzerinde biraz düşündüğümüzde bunu yaratanın büyük
bir sanatçı olduğu gerçeğine ulaşırız. Aynı şekilde güzelliğine tutkun
olduğumuz bir insanın bu güzelliğe doğuştan sahip olduğunu göz önünde
bulundurduğumuz zaman yüce yaratıcının sanatçılığına hayran olmamamız elde
değildir. Bir deniz, dağ ve doğa manzarası da yüce yaratıcının sanat kudretini
estetik bir zevkle bizlere sunmaktadır. Kısacası evrendeki tüm canlı ve cansız
varlıklarda yüce yaratıcının ince sanatkârlığı tüm insanları O’nun varlığı ve
birliği konusunda hayran bırakacak orandadır.
Hücreden
insana, atomdan galaksilere kadar bütün evrende ince ve baş döndürücü bir sanat
galerisi göze çarpmaktadır. Bir baştan bir başa evrendeki her eser, çok büyük
bir sanat değerine sahiptir. Kısa zamanda yani Allah’ın (c.c.) bir “Ol!”
emriyle meydana gelmiştir. Çok sayıda, karışık ve çeşit çeşittir.
Devamlıdır. Hâlbuki kısa zamanda, çok sayıda, kolay ve karışık yapılan işlerde
değerli bir sanat eserinin olmaması gerekirdi. Ancak yapan Allah (c.c.) olursa,
o zaman her şey değişir ve bu tür bir sanat mucizesi gerçekleşmiş olur.
Allah’ın
(c.c.) sanatına hayran olmamak elde değildir. Sanatına kendi güzel isimlerini
(esma-ül hüsna) eşsiz ve benzersiz bir kudretle yerleştirmiştir. Buna bir örnek
vermek yararlı olacaktır sanırım: Allah’ın (c.c.) el-Vâhid (c.c.) ve
el-Ahad (c.c.) güzel isimleri birbirlerine yakın birer anlama
sahiptirler. Aralarındaki anlam ayırtısını şu örneklerde anlayabiliriz:
Dünyadaki bütün ağaçların yaprakları ortak bazı nitelikler ve özellikler
taşırlar: biçim, renk, yapı, işlev v.b. bakımlarından. Bu durum bütün ağaç
yapraklarının “ tek yaratıcı (el-Vâhid [c.c.] )” tarafından
yaratıldığını göstermektedir. Birbirlerine olan benzerliklerine karşın, velev
ki aynı ağaçta da olsa, dünyada birbirinin aynısı iki yaprağın
bulunmaması, bunların “ benzeri olmayan yaratıcının (el-Ahad [c.c.] )”
eseri olduğunu kanıtlamaktadır. Aynı durum insan yüzleri ve sayısını
ancak yüce Allah’ın (c.c.) bildiği bütün bitkiler ve
hayvanlar… için de geçerlidir. En büyük sanatçı olan Allah (c.c.)
her sanatçının ömrünü verdiği ve ulaşmak için can attığı özgünlüğü (yani bir
elden çıkma ama farklı olma niteliğini), yarattığı her varlığın biçimine
bir mühür gibi kazımıştır. Yüce Allah’ın (c.c.) her bir sanatına bu gözle
baktığımız zaman hayran olmamak elde değildir.
Eleştiri: Dışkının varlığı Allahın
varlığı ve birliğine kanıt olan sanat ilkesine aykırı düşmektedir.
Cevap: Sadece dışkı değil, çirkin
şeyleri de buna katabiliriz. Hatta eksik şeyler de var. Çeşitli organlarından
engelli insanlar gibi. Görünüşte onlar bu tablonun dışında kalıyorlar. Ama
estetiğin ana ilkelerinden birisi de zıtlıktır. Yani güzellik anacak
çirkinliklerin varlığı ile anlaşılabilir. Çirkin şeyler olmasaydı güzel şeyler
anlaşılamazdı. Kaldı ki çirkinlik ve güzellik görece kavramlardır.
7. Hikmet (Olay ve Olgulardaki Neden - Sonuç İlişkisi) ve
Amaç Delili:
Evrende bulunan her şeyin
bir yaratılış amacı vardır. Hiçbir şey boş yere yaratılmamıştır. Bütün varlık,
olay ve olguların neden sonuç ilişkisi içerisinde birbiriyle olan bağları
bulunmaktadır. Üzerinde düşünüldüğü zaman tüm bu varlık, olay ve olguların
ilişki zincirini tasarlayan ve kuran bir yüce yaratıcının varlığı
kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Evrenin tüm varlık, olay
ve olgularının altında insanın yaratılış amacı ile ilgili düşüncelere
ulaşılabilir. Örneğin sonbaharda ağaçların büyük kısmı yapraklarını dökerler,
kış doğadaki çoğu varlıklar için bir ölüm ayıdır. Baharda tüm doğa canlanır.
Bunlar insan için ilahi birer mesaj içermektedir. Bu olay ve olgular, insanların
öldükten sonra ceza ve ödül (hesap) için tekrar dirilmelerini andırmaktadır. Gece
ve gündüz de böyledir. Gece uyuruz, gündüz de uyanırız. Tıpkı ölen insanların
ahrette dirilmesi gibi. Aklın, doğanın ölüp dirilmesi ile insanın ölüp
dirilmesi arasında bu çeşit bir ilgi kurması “hikmet”e güzel bir örnektir.
Evrendeki olay, olgu ve varlıkların içerisinde veya arasında bir neden sonuç
ilişkisi kurulduğu taktirde zihin her şeye gücü yeten bir yüce yaratıcının
varlığını kabul etmek zorunda kalmaktadır.
Evrendeki yaratılmış olan
her şeyin amacı bizi düşünmeye sevk etmektedir. İlgili şey ile amacının altında
yatan hikmet de insanı ruhsal açıdan doyurucu bir biçimde Allah’ın (c.c.)
varlığı, sıfatları ve güzel isimleri ile açıklanabilmektedir. Bu yüzden günlük
dilde hikmet “derin düşünce”, “bir şeyin asıl nedeni” anlamlarında
kullanılmaktadır.
Evrendeki olay, olgu ve
varlıkların asıl nedeni Allah’a (c.c.) dayanmaktadır. Bunların yaratılış amacı
yüce Allah’ın (c.c) sıfatlarına ve güzel isimlerine tercümanlık yapmaktır.
Bunlara bu bakış açısıyla ve araştırıcı, incelemeci bir gözle baktığımızda
tıpkı bir kitap gibi bunların yüce yaratıcısını anlatmakta olduklarını görürüz.
Evrendeki bütün olay, olgu
ve varlıklar yaratıcısını bizlere anlatmaya çalışan bir kitap gibi okunmayı
beklemektedir.
Eleştiri: Evrendeki varlık, olay ve
olgulardan ders çıkarmak bir bakış açısıdır. Evren bir kitap değildir. Hiçbir
mesajı yoktur. İnsanlar ona mesaj yüklerler. Bu mesajlardan Allah’ın varlığı ve
birliğine dair bir objektif kanıt yoktur.
Cevap: Nasıl bir insan okuma
yazma bilmeden kitap okuyamıyorsa evren kitabının da harfleri, şifreleri vardır.
Bunları bilmeden evren kitabı okunmaz. Bunlar Kuran-ı Kerim’de gizlidir.
Kuran-ı Kerim’e inanmadan bu mesajlara ulaşmak imkânsızdır. Nasıl okuma yazma
bilmeyen kişiler kitaplardaki harflere anlamsız ve boş bakarlarsa Kuran-ı
Kerim’in Allah kelamı olduğuna inanmayan kimseye de evrendeki her varlık, olay,
olgu boş ve anlamsız görünür. Böyle birisi evren kitabından ders alamaz.
Okuma
yazma bilmeyen kişi, yazılanlara boş ve anlamsız mesajlar yükler. Ama bunlar
bir değer ifade etmez. Önemli olan şifreleri çözüp doğruya ulaşmaktır. Mesaj
şifrelerin içeriğindedir. İnsanların kafasında olan şey, önyargılardır. Evren
kitabını okumada objektiflik veya sübjektiflik söz konusu değildir. Bilip
bilmemek, anlayıp anlamamak söz konusudur.
8. Şefkat, Merhamet ve Rızık Delili:
Doğadaki canlıları ibret
gözüyle incelediğimizde bir annenin yavrularına olan şefkat ve merhamet duygusu
dikkatimizi çeker. Tavuk yavrularını savunmak için gerektiğinde kendisinden kat
kat güçlü, anne olmadığı dönemde sakındığı ve korktuğu bir köpekle büyük bir
cesaretle mücadeleye girer. Başka hayvanlarda da yavrularına karşı aynı himaye
edici tutum gözlenebilir. Yüce yaratıcı benzer şefkat ve merhamet duygusunu biz
insanlara da vermiştir. Bir kadın ne kadar kötü kalpli olsa da bir anne olarak
yavrusu için her türlü fedakârlığı yapabilir. Yüce yaratıcı anne olacak
canlılarda merhamet ve şefkat duygusunu onların içgüdüsel yapılarına
yerleştirerek kendisini savunmaktan mahrum yavrunun can güvenliğini adeta
sigortalamıştır. Bu durum da sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan Allah’ın
(c.c.) varlığı ve birliğine bir delil oluşturmaktadır.
Bütün yaratıkların ve özellikle insanın ihtiyacı
sonsuzdur. Gücü ve olanakları sınırlıdır. İradesi ise adeta bir hiç
hükmündedir. Böyle iken bütün insanların ihtiyaçları hiç ümit edilmeyen çeşitli
şeylerden, yerlerden karşılanmaktadır. Kimin neye ne kadar ihtiyacı varsa bütün
evrendeki varlıklar adeta el ele vererek bu konularda üstüne düşen ödevi ve
sorumluğu yerine getirmeye çalışmaktadır. Toplum hayatındaki iş
bölümünün, yardımlaşmanın, ailedeki bireylerin ödev ve sorumlulukların
temelinde Allah’ın (c.c.) şefkatinin, merhametinin ve rızık dağıtıcı sıfatının
bulunduğu, bu işlerin yüce bir yaratıcının tasarrufu ve yönlendirmesi ile
yapıldığı anlaşılmaktadır. O da ancak her şeye gücü ve kudreti yeten, insana
rızkı konusunda kefil ve sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan yüce Allah’tır.
Eleştiri: Yırtıcı hayvanlar
Allah’ın varlık ve birliğine birer delil olan şefkat ve merhamet ilkelerine
aykırı düşmektedir?
Cevap: Evet, görünüşte böyledir.
Yırtıcı hayvanlar Allah’ın varlık ve birliğine birer delil olan şefkat ve
merhamet ilkelerine aykırı düşmektedir. Ama yırtıcı hayvanların bu biçim
doğaları da rızık ilkesini devreye sokmaktadır. Şefkat ve merhamet ilkesini yalnız
başına düşünmemek gerekir. Şefkat ve merhamet ilkesi rızık ilkesinin içerisinde
yer almaktadır. Yırtıcı hayvanlardaki rızık ilkesi şefkat ve merhamet ilkesine
karşıt gibi görünse de aslında ikisi birbirini tamamlamaktadır. Ayrıca o
yırtıcı hayvan rızkını bu yolla tedarik ederek zıtlık prensibi ile şefkat ve
merhametin ne olduğunu da bize öğretmektedir. Aksi taktirde doğada
yırtıcılıktan daha çok işlevi olan şefkat ve merhamet ilkesi göze
çarpmayacaktı.
Yırtıcı
hayvan rızkını elde ettikten sonra şefkat ve merhametle yavrusuna
yönelmektedir.
9.
Fıtrat (Yaratılış, İnsan Doğası) Delili:
İnsanda iyiye, güzele,
doğruya karşı bir yaklaşma; kötü, çirkin, yanlış şeylerden bir uzaklaşma
eğilimi doğuştan bulunmaktadır. Bütün iyiliklerin, güzelliklerin ve doğru olan
şeylerin kaynağı yüce Allah’tır.
İnsan dünyaya doğuştan
temiz bir fıtratla gelir. Eğer bu fıtratı yaptığı günahlarla bozulmasaydı
hiçbir insan Allah’ın (c.c.) varlığını ve birliğini kabul etmede bir sıkıntı
yaşamayacaktı.
Her insanda doğuştan iyi, güzel, doğru olan şeylere karşı
bir sevgi, buna karşılık kötü, çirkin, yanlış olan şeylere karşı da bir nefret
hissi bulunmaktadır. Bu ortada olan bir gerçekliktir. Demek oluyor ki, bu
duygular ahlaklı davranma ve iyi işler yapma yönünde bir meyli ve
ahlaksızlıktan, çirkin davranışlardan da nefret edip kaçınmayı
sağlamaktadır. Bu fıtri yapı işaret etmektedir ki, insana iyiyi, güzeli,
doğruyu emreden ve onun kötü, çirkin, yanlış davranışları yapmasını yasaklayan
bir sistemin sahibi bulunmaktadır. İnsana bu eğilimi ve buna ilişkin duyguları
veren yüce Allah’tır.
Allah’a
(c.c.) inanmak bir zorunluluktur. Zira Allah (c.c.) inancı, insan fıtratında
bir çeşit güdü, bir doğal arayış olarak bulunmaktadır. İnsan fıtratına bu
ihtiyacı yerleştiren yüce Allah 'tır.
Eleştiri: Kötülükleri ne ile izah edeceksiniz?
Cevap: Biz genel eğilimden siz ettik.
İnsandaki nefis kötülüğü, ruh iyiliği emreder. İnsan bu iki öğeden oluşur.
İnsan nefsine uydu mu her kötülüğü işleyebilir. Ama toplumsal yaşamda egemen
olan şey iyiliktir. Kötülükler cezalandırılır. İyilikler ödüllendirilir.
10.
Tarih Delili:
Nasıl annesiz ve babasız
olarak bir insanın dünyaya gelmesi mümkün değilse ilk insanı yaratan bir
yaratıcının varlığı da söz konusu olmadan insanoğlunun dünya üzerindeki varlığı
da öylece mümkün görünmemektedir.
Dinler
tarihi şahittir ki, insanlık hiçbir devrini dinsiz geçirmemiştir. Batıl, hatta
gülünç dahi olsa hemen her devirde bir dine inanmış ve bir manevi sistemi takip
etmiştir. Ateizm on sekizinci yüzyıldan itibaren felsefede kendisini
göstermiştir. Peygamberler Allah’ın (c.c.) varlığını kabul etmeyen toplumlara
değil, Allah’a (c.c.) şirk (ortak) koşan kavimlere gönderilmiştir. Bu açıdan
peygamberimizin (s.a.s.) gönderildiği Araplar da Allah’ın (c.c.) varlığını,
yaratıcı, rızık verici sıfatlarını kabul ediyorlardı. Ama bunun yanında
kendilerini Allah’a (c.c.) yaklaştırsın diye birtakım putlara tapıyorlardı.
Batıl dinleri ayrıntılı bir biçimde inceleyip temeline indiğimizde tevhide
dayandığını ve sonradan bozulduğunu görürüz.
Eleştiri: Bizim teorilerimize göre
insanlar ilkel devirlerden önce mağaralarda yaşarken yırtıcı hayvanların
korkusundan birtakım hayvanları kutsayarak totem kültürünü oluşturmuşlardır,
sonraki devirlerde Tanrı kavramına ulaşmışlardır. Tarihi devirlerde kabileler
putların yanında Tanrı’nın varlığını da kabul etmişlerdir.
Cevap: İmam-ı Rabbaniye göre 313 resul
gelmiş. Resul kitapla gönderilen peygamber demektir. Her resul arası 1000
yıldır. 124.000 de nebi gelmiş. Nebilerin sayısı hakkında başka rivayetler de
vardır. Nebiler resullere tabi olarak hizmet görmüşlerdir. Kitap verilmemiş
peygamberlerdir. Yalnız Hz. İsa’nın ezelde ruhlar âleminde yaptığı dua,
Muhammed’in (s.a.s) ümmetinden olma isteği neticesinde resullük ömrü bu ümmetin
ömrüne eklenmiş, kendisi de göğe kaldırılmış hali ile (lehçesi, kıyafeti v.s)
ahir zamanda dünyaya teşrif edip ümmet-i Muhammed’in önderine tabi olacaktır.
Yani 313 bin yıldan beri sürüp gelen bir tevhit mücadelesi var. Kenarda köşede
kalan birkaç yerli kabileyi inceleyip de insanlık tarihinin dini hakkında
genellemelere gitmek bilimsel bir tavır değildir.
Elbette
kendisine resul ve nebi gelmemiş kabileler vardır. Afrika’daki kabileler gibi.
Onların ahretteki durumu, onlardan beklenen imtihan özellikleri kendilerine
resul, nebi gönderilmiş kabilelere ve uluslara göre farklı olacak elbette, onlar
orada Allah’ın mutlak adaleti, sınırsız merhameti ile muamele göreceklerdir.
11.
İttifak (Özde ve Sözde Birlik) Delili:
Bediüzzaman Said
Nursi’ye (rah.a.) göre on tane yalancı birbiri ardı sıra gelip bize
evimizin yandığını söylese bu adamların hayatta bir defa dahi doğru
söylediklerini duymamış olmamıza rağmen “Belki doğru olabilir.” diyerek onlara
hemen inanırız. Zira ortada bir söz birliği olgusu vardır. Hâlbuki burada
bahsini ettiğimiz söz birliği konusu olan olgu, yani Allah’ın (c.c.) varlığı ve
birliği iddiası binlerce peygamber, yüz binlerce evliya ve milyonlarca da
inanan insan arasında meydana gelmektedir. Bütün bu insanlar, insanlığın değer
verdiği üstün ahlaki meziyetleri ve erdemleri kişiliğinde toplamışlardır.
Çeşitli zamanlarda ve ayrı ayrı mekânlarda yaşamış bu insanların ittifak ettiği
en birinci nokta “Allah (c.c.) vardır ve birdir.” gerçeğidir. On yalancının bir
yalan üzerindeki söz birliğine önem verildiği halde, hayatlarında bir kere dahi
yalan söyledikleri duyulmamış, sayısını ancak Allah’ın (c.c.) bildiği
peygamber, evliya ve inanan insanların bu çaptaki söz birliğine ilişkin
iddialarına inanmak dışında başka bir seçenek söz konusu olabilir mi?
Eleştiri: On yalancı birleşip Dünya’mızı Marslıların işgal
edeceğini söylese onlara inanmamız mı gerekir? Bunun gibi peygamberler de
evliyalar da mümin ve Müslümanlar da bu konuda çeşitli çıkar ilişkileri ile
birleşerek Allahın varlığı ve birliği konusunda bu büyük yalana ortak olmuş
olabilir mi?
Cevap: Yalanın inandırıcılığı geçici bir şeydir. Mutlaka eninde
sonunda gerçek ortaya çıkar. Kaldı ki yalan söyleyen kişiler düşük ahlaklı
insanlardır. Bu tür insanların hayatları her türlü rezilliği de barındırır. On
yalancının bir araya gelerek Marslıların Dünya’mızı işgal edeceği söylentisi
kısa zamanda aydınlanır. Bu yalanı söyleyen insanların etrafındaki,
çevresindeki kişiler hemen tanıklıkta bulunurlar. Bunların rezil hayatlarını ve
başka yalanlarını deşifre ederler. Ama peygamberler, evliyalar, mümin ve
Müslümanlar örnek birer hayata sahiptirler. Özellikle yalandan kaçarlar. Kaldı
ki peygamberler risaletleri ve tebliğleri için halktan para, mevki, makam gibi
şeyler de istememişlerdir. Bunda dünyevi hiçbir çıkarları olmadığı gibi halktan
gelen birçok eza ve cefaya da katlanmış, bir kısmı da katledilmiştir.
Evliyaların hayatlarına baktığımızda da aynı şeyleri görmekteyiz. Mümin ve
Müslümanların hayatlarında bazen yalan sözlere tanık olunsa da bu geçici bir
durumdur. En kısa zamanda da buna tövbe edilmesi gerekir. Onlar da bunu
bilirler. Mecburiyetten kaynaklanır. Hiç yere, durduk yerde, insanları
kandırmak için bir araya gelerek Dünya’mızı Marslılar işgal edecek türde bir
yalanı söyleyemezler.
Allah’ın var olmadığını iddia eden bir ateist bile, bana
Allah katından bir kitap geldi, diyerek Kuran-ı Kerim’deki gibi Allah adına
insanlara mesaj veremez. Buna tahammül edemez. Delirir. Akıl ve mantık
kabiliyetini yitirir. Hayatı da böyle bir iddia için uygun olmaz. Herkes itiraz
eder. Ona hiç kimse inanmaz. Böylelerinin yeri akıl hastanesidir. Buna en ehil
kişi, yani Allah’ın varlığı ve birliği davasını savunmaya en uygun zat, İslam
kendisine ulaşmadan önce kabilesi tarafından Muahammedül-Emin (Güvenilir
Muhammed) unvanına sahip bulunan peygamberimizdir. Böyle bir insanın Allah
adına yalan konuşması imkânsızdır. Hayatı yalan konuşmasını olanaksız
kılmaktadır.
|