Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Allah (c.c.) kendisine yönelen
ve tövbe eden kullarının günahlarını bağışlar. Şeytan, insanları genellikle
Allah’ın (c.c.) çok bağışlayıcı sıfatıyla kandırır. Allah (c.c.) nasıl
olsa günahları bağışlar, diyerek insanlara günahı sevimli gösterir: “Ey
insanlar, Allah’ın vadi gerçektir. Öyle ise sakın dünya hayatı sizi aldatmasın.
O çok hilekar şeytan da Allah’ın merhamet ve affını ileri sürerek sizi
kandırmasın! (Fâtır suresi, ayet 5)”
Her
günah işlendiğinde kalpte bir siyah leke bırakır. Gün gelir kalp işlenen
günahlarla kapkara kesilir, artık kalbin arınma ve Allah’a (c.c.) yönelme
arzusu da ortadan kalkar. Kul Allah’ın (c.c.) kendisine dünyada ve ahirette
azap etmeyeceği konusunda bir eminlik duygusu içerisine girer. Başa gelen
felaketler, bela ve musibetler de onun için bir şey ifade etmemeye başlar.
Artık böyle birisi için hidayet kapısı da kapanır. Kalbi mühürlenir. Anlaşılır
ki Allah (c.c.) böyle birisini el-Cebbâr güzel ismiyle dünyada isyanıyla baş
başa bırakmış, ahirette de onun büyük bir azaba uğramasına hükmetmiştir. Oysa
Allah’ın (c.c.) günahları çok affedici güzel ismi (el Gaffâr) mümin için bir
umut kapısıdır. O kendisini hep günahkar görür. Hep bir arınma duygusu
içerisindedir. Bunun için Allah’ın (c.c.) et Tevvâb (tövbeleri kabul eden) güzel
ismine sığınır. Yaptığı iyi amelleri gözünde değersizdir. Her gün kusur ve
hatalarını arar, bunlara tövbe eder. Geçmiş günahları için büyük bir pişmanlık
yaşar. Eksik ibadetlerini tamamlamaya, hatalarını ve yanlışlarını telafi etmeye
çalışır. Sadece Allah’ın (c.c.) günahları çok affedici güzel ismine (el-Gaffâr)
güvenir.
Hıristiyanlar,
günahlarında umutsuzluğa düşmüşlerdir. Bunun için kendilerini, nefislerinin
işlediği kötülüklerden arındıracaklarına, yani tövbe edeceklerine bir
kurtarıcı beklemişlerdir. Onlara göre Hz. İsa Alehisselâm,
Allah’ın (c.c.) -haşa- oğludur. İnsanları içerisinde bulundukları günah
bataklığından kurtarmak için yeryüzüne gönderilmiştir. Ona inananların
günahlarına kefaret olmak üzere Allah (c.c.) feci bir biçimde öldürülmesine izin
vermiştir. Böyle olunca bir Hıristiyan için Hz. İsa Alehisselâma inanmak,
yaşamında günahlara pişman olmadan ve olumlu anlamda bir değişim geçirmeden
Allah (c.c.) tarafından affedilmek demektir.
Bir
Hıristiyan Hz. İsa Alehisselâm ile ilgili bu batıl inancı yanında papazlara
günahlarını itiraf ettikten sonra da tüm günah yükünü üzerinden attığına
inanmaktadır. Tabii tüm bunlar Allah’ın (c.c.) günahları çok affedici güzel
ismiyle (el-Gaffâr) açıklanabilecek şeyler değildir. Allah (c.c.) günahları
kulda gerçek anlamıyla bir pişmanlık olduğu zaman affeder. Bu pişmanlık da
insanın o günahı işlediğine içten üzülmesiyle, bir daha işlememesiyle ve
yanlışını telafi etmek istemesiyle kendisini belli eder. Yani Allah’ın (c.c.)
tövbe nimetiyle (et-Tevvâb güzel ismiyle) o kula yönelmesi ile olur. Gerçi
Allah’ın affı için tövbe şartını ileri sürüp O’nun merhametini ve bağışlamasını
sınırlamak da doğru değildir. Kuran-ı Kerim’de Allah şirk dışında kalan bütün
günahları da affedebileceğini de belirtmiştir (bk.Nisa suresi, ayet 48).
Tövbe
kulun günahlarının affı yolunda başvuracağı temel yoldur. İnsan için günahların
affı için tövbe etmek başta gelen bir yol olmasına karşın Allah’ın (c.c.)
rahmetini ve bağışlamasını sadece kulun tövbesiyle sınırlamanın da doğru
olmadığını belirtmiştik. Yalnız insanın günahını yada günahlarını Hz. İsa
Alehisselâmın ve papazın üzerine yıkarak yada onlara yükleterek kurtulmak
istemesi ve hiç pişmanlık duymadan eline geçen fırsatta hemen o günahı yada
günahları tekrar işlemesi, Allah’ın (c.c.) günahları çok affedici ismiyle
(el-Gaffâr) ilgisi olmayan bir durumdur.
Hıristiyanlıktaki bu
özellikten dolayı bugünlerde pek çok Müslüman genç, yaşamlarındaki günahların
yükünden zahmetsizce kurtulmak, nefislerinin arzuladığı bir kısım günahları
rahatlıkla işlemek için Hıristiyan olmaktadır. Günahlardaki geçici zevk ve
keyif o kadar kısadır ki tatmaya bile değmez. Halbuki İslam dininde helal
dairesi keyfe ve zevke yetecek kadar geniştir. Öyle ki İslam dininin
belirlediği çizginin ötesindeki keyifler ve zevkler daha dünya yaşamında bile
insanın canını sıkmaya, huzurunu bozmaya başlar.
El-Gaffâru
güzel ismine göre kula düşen görev, insanların kusurları ve yanlışları
karşısında merhametli ve bağışlayıcı olmak, kendi günahları için de tövbe
ederek Allah’ın (c.c.) affına sığınmaktır.
Günahları bağışlama anlamına
gelen Allah’ın (c.c.) başka güzel isimleri de bulunmaktadır. Bunlardan
bazılarını daha önce gördük: el-Gafûr, el-Gaffâr. Her iki güzel isim de
Arapça’da aynı kökten, “örtmek” anlamına gelen bir fiilden türemişlerdir. Allah
(c.c.) bu güzel isimlerinde “günahları örten” anlamına gelen bir tecelliyle
kullarına yönelmektedir. El-Afüvvu güzel isminde ise “günahları silen” anlamı
bulunmaktadır. Dolayısıyla el-Afüvvu güzel ismi, diğerlerine göre, daha geniş
bir anlama gelmekte, günahlar karşısında daha köklü bir temizlemeyi
karşılamaktadır.
Tabii
el-Gafûr, el-Gaffâr güzel isimlerinde de bir “günahları bağışlama” anlamı
bulunmaktadır. “Günahları örtmek” demekle onları gözlerden saklayıp
bağışlamamak anlaşılmamalıdır. Bu güzel isimlerle vurgulanan anlam günahların
bağışlandığı ama hesap defterinde, mahşer gününde kulun hafızasında vs. sabit
kaldığıdır. El-Afüvvu güzel isminde bu bağışlanma, daha genel bir anlama
sahiptir; günahların Kiramen Katibin Melekleri’nin hafıza ve defterlerinden,
Levh-i Mahfuz’dan, kısacası ona tanıklık eden Allah (c.c.) dışındaki
herkesin bilgisinden, hatta o kulun bilincinden de silinmesi
demektir.
El-Gafûr,
el-Gaffâr güzel isimlerindeki bağışlamayı şuna benzetebiliriz: Gün gelir bir
zaman dost olduğumuz birine küseriz. Küsmemize neden olan konuda da kendimizi
haklı görürüz. Buna karşın araya giren eş dost nedeniyle o kişiyle
barıştırılırız. Ama bu barışma gönülden gelmemiştir, eş dostun hatırı için
olmuştur. Eski hesap her ne kadar dile gelmese de bu yüzden kapanmamıştır.
Küsmeden önceki samimiyet de hiçbir zaman gerçekleşmez. Çünkü o kişiyi
bağışlamış olsak da küsmemize neden olan olayla ilgili davamız dilimize
dolanmasa da yine de ister istemez kalbimizi ve kafamızı meşgul etmektedir.
Oysa el-Afüvvu güzel ismindeki bağışlanma şuna benzer: Yine dost bildiğimiz
birisine küseriz. Ama o kişi veya biz bu konudaki hatamızı kısa zamanda
anlarız. Pişman oluruz. Hangimiz suçlu ise öyle bir bağışlanma diler ki onu
affederiz. Artık bir daha ne o ne de biz o küskünlüğe neden olan şeyi
hatırlamak bile istemeyiz. Her ikimizin de zihninde kötü anılar silinir gider.
Öyle
anlaşılıyor ki el-Gafûr, el-Gaffâr güzel isimlerinde bağışlanma Allah’ın (c.c.)
bir atası, ihsanı olarak gelmektedir. Belki bir ana-baba duası, Allah (c.c.)
indinde güzel ve makbul bir iş… insanın bazı günahlarına kefaret olmakta,
onları etkisiz kılmakta, bağışlanmasına vesile olmaktadır. Ama bu günahlar
hesap defterinden silinmemektedir. Yüce Allah (c.c.) hesap günü bu günahları
onun ve insanların önünde açıklayacak ve affettiğini de bildirecektir. Ama
el-Afüvvu güzel ismindeki bağışlanma tövbe nimetiyle gerçekleşmektedir. Bu
yüzden daha genel ve etkilidir. Allah (c.c.) tövbe ihsan ettiği kulun
günahlarından el-Afüvvu güzel ismiyle tamamen vazgeçmekte, kulu ahiret günü
bunlardan sorumlu tutmadığı gibi hiçbir şeyin ve kimsenin de bu günahları
hatırlatmasını veya hatırlamasını istememektedir. Nitekim 99 Esma’ül-Hüsna
tablosunda el-Afüvvu güzel isminin et-Tevvâbu güzel isminden sonra gelmesi de
bunu düşündürmektedir. Gerçi her iki güzel isim arasında el-Müntekimu güzel
ismi yer alsa da, bu güzel isim de Allah’ın (c.c.) tövbe yolu ile affına
güvenirken kul haklarına dikkat etmemiz lüzumunu hatırlatmaktadır. Çünkü Allah
(c.c.) mazlumun hakkını almayı da ihmal etmez.
El-Afüvvu
güzel ismine göre kula düşen görev, insanların kusurları ve yanlışları
karşısında merhametli ve bağışlayıcı olmak, kendi günahları için de tövbe
ederek Allah’ın (c.c.) affına sığınmaktır.
Tövbe, imandan sonra bir
insana ihsan edilen en büyük nimettir. Tövbe kelime anlamıyla “dönüş” demektir.
Terim anlamı, kulun günahlarına pişman olup onları terk etmesi ve Allah’ın
(c.c.) emir ve yasaklarına yönelmesidir.
Hadislerden
anlaşılacağı üzere peygamberimiz (s.a.s) günde yetmiş (bir başka rivayette yüz)
kere Allah’a (c.c.) istiğfarda bulunmaktaymış. Günahtan masum olan
peygamberimiz (s.a.s) böyle ise bizim buna daha çok dikkat etmemiz gerekir.
Tövbe,
Allah (c.c.) ile kişi arasında yapılan içten bir antlaşmadır. Dolayısıyla
tövbe eden birisi değişimi içten bir duyguyla onaylamaktadır. Gözlerden
damlayan birkaç damla yaş tövbedeki içtenliğin işaretidir. İnsanlar birbirleri
ile olan sözleşmeleri çok kolay bozmaktalar. Çıkarlar söz konusu olduğunda
işler değişmektedir. Ama Allah’a (c.c.) tövbe ile yönelen bir kul buna yürekten
bir yolla, yani içten katıldığı için daha bir sadık olmaktadır. Böyle içten,
kesin dönüşe tövbe-i nasuh denir. Zaten gerçek tövbe de ancak böyle mertçe
yapılır.
Tövbenin
temeli yapılan günaha kalp ile derin bir pişmanlık duymaktır. Nitekim
peygamberimiz (s.a.s) de tövbeyi bir hadis-i şerifinde “günahlara pişmanlık”
olarak tanımlamıştır. Tövbemizi bozsak bile yenileyebiliriz. Tövbe etmenin bir
sayısı, sınırı yoktur.
Tarikatlara
tövbe ile intisap edilirdi. Böylelikle bu içten değişime Allah (c.c.) dostları
da tanık tutulurdu. Bu da güzel bir şeydi ve Allah (c.c.) ile kul
arasında tövbe ile gerçekleşen içten pişmanlık duygusunu daha bir
pekiştirirdi.
İnsan
alışkanlıklarının tutsağıdır. Onları kolay kolay bırakamaz. Günahlar da bu
özelliğe sahiptirler. İnsanda bağımlılık yaparlar. Ayrıca günahlar nefsin
arzularını da okşar. Bu yüzden bir insanın günahlarına pişman olup Allah (c.c.)
yoluna girmesi çok güçtür. İnsanların çoğu doğadaki bitkiler ve hayvanlar gibi
pek varoluşlarını sorgulamadan yaşayıp ölmektedirler. Kendilerini değiştirmek
gibi zorlu bir işe pek girişmek istemezler. Rahatlarına ve keyiflerine
bakarlar. Tövbe etme sadece insanın iradesiyle gerçekleşen bir olgu değildir.
İnsan günah olmayan bir alışkanlığını bile terk ederken büyük bir sıkıntı
yaşamaktadır. Bu nedenle nefsi okşayan günahları terk etmek çoğu insan için
ölmeyi istemek kadar imkansız bir şeydir. Aslında tövbe etmek de kişinin o
andaki manevi varlığına son vermesi anlamına gelmektedir. Nasıl bir insanın
kendi elleriyle kendisini öldürmesi çok güç bir şeyse, daha doğrusu intihar
etmek isteyen bir insan nasıl bu konuda yaşamsal bir sıkıntı yaşarsa bir
insanın alıştığı ve zevk aldığı günahlardan dönmesi de o kadar zor bir iştir.
Bu yüzden tövbe etme Allah’ın (c.c.) et-Tevvâb güzel ismiyle
ilişkilendirilmiştir. Buna göre tövbe nimeti kulun bir eseri değil, Allah’ın
(c.c.) kuluna şükretmesi için verdiği bir nimetidir. Kulun tövbe nimetini
kendisinden bilmesi büyük bir hatadır. İnsanı boş gurura, aldanmışlığa götürür.
Şeytanın oyuncağı kılar. İnsan başına gelen hayır ve şerrin Allah’tan (c.c.)
olduğuna inandığı gibi tövbe nimetini de O’ndan bilmelidir. Yani insan Allah
(c.c.) dilediği için bu tövbe nimetine ermektedir.
Tabii bu büyük nimet de Allah
(c.c.) tarafından kullarına gelişigüzel dağıtılmamaktadır. Bunun bir
sünnettullahı bulunmaktadır. Allah (c.c.) yanlış yolda olan kullarına önce
ikazlarda bulunur. Onları anlayacağı dillerle uyarır. Bu uyarılara “ayet”
diyebiliriz. Kul kadere olan inancıyla, yani başına gelen iyi ve kötü şeylerin
(ayetlerin) bir tesadüf eseri olmadığına, bunların yüce Allah’ın (c.c.) izni ve
yaratmasıyla meydana geldiğine inandığı zaman bunlardan kendince bir ders
çıkarır. Tuttuğu yolu ölçüp biçer. Örneğin bela ve musibetlerle
günahlarının acı meyveleri arasında bir ilgi kurar. Hatasını anlar. İçten
bir pişmanlık duyar. Günahlarından dönüp Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına
uymak ister. İşte tövbe böylece gerçekleşmiş olur. Bu bakımdan tövbe nimetinin
kula erişmesinde kadere, hayır ve şerrin Allah’tan (c.c.) geldiğine inanma
önemli bir rol oynar.
Herkesin
anlayışına ve algı dercesine göre tövbe nimetinin kalpte uyanması için farklı
bir işlem gerekebilir. Bunu da en iyi bilen Allah’tır. Allah (c.c.) tövbe
etmeye müsait kullarına bir vesileyle yaklaşır ve onların günahlarına pişman
olup doğru yola gelmesini sağlar.
Tabii
tövbe için gelen ayetlerin kadrini kıymetini bilmeyenler de vardır. Bu tipteki
insanlar başlarına gelen bela ve musibetleri Allah’tan (c.c.)
bilmedikleri için onlardan gerekli dersleri alıp da tövbe edemezler. Onlar için
her şey bir tesadüften ibarettir.
Çoğu
insanın ibadetlerini yapamamalarının nedeni içerisinde bulundukları
günahlardır. Günahlar ile ibadetlerin kalpte buluşmaları, biraraya gelmesi
adeta imkansızdır. Bunlar mıknatısın aynı kutupları gibi birbirini sürekli
iterler. Hele hele bir günahkarın namaz kılması çok zordur. Çünkü namazın
esprisi yüzünü, yönünü Allah’a (c.c.) çevirmek, Allah’ın (c.c.) huzurunda
bulunmaktır. Günahlarla namazda Allah’a (c.c.) dönmeye kendimizde bir güç ve
kudret bulamayız. Bu durum kendisine karşı kabahat işlediğimiz bir insanın
yüzüne bakamamak gibi sıkıcı bir durumdur. Çoğu kişinin namaz kılmak istediği
halde namaz kılamamasının, namazda bir huzur ve zevk alamamasının nedeni de
budur. Günahlara tövbe etmeden Allah’ın (c.c.) karşısına geçmek adeta
imkansızdır. Namaz öncesi alınan abdest de sanki tövbenin simgesi gibidir.
“Sen
çok büyük günahlar işledin. Allah (c.c.) bunları affetmez.” biçimindeki bir
düşünce, şeytanın bir vesvesesidir. Zira Allah (c.c.) samimi bir tövbe
ile kulun bütün günahlarını bağışlayacağını Kuran-ı Kerim’de pek çok ayette
belirtmektedir.
Tövbe
insanın nefsin egemenliği altından kurtulup gerçek özgürlüğe, Allah’a (c.c.)
kul olmaya doğru yol almasıdır. Nefsinin esiri olarak azgınlaşıp günah işleyen
insanlar özgür olduklarını, hayatlarını diledikleri gibi yaşadıklarını
sanırlar. Oysa günahlar insanın yaratılış amacına ters düştüğü için ruhta onmaz
çeşitli hastalıklara ve rahatsızlıklara neden olur. Böyle bir insan huzurunu
yitirmiştir. Günahlar onu sarıp sarmalamış ve çeşitli manevi sıkıntılara
sokmuştur. Tövbe edip Allah’ın (c.c.) emir ve yasakları istikametinde
yaşamlarına yeni bir biçim ve yön veren insanlar Allah’ın (c.c.) emir ve
yasaklarına uydukları için vicdanları rahattır. Ruhlarında sonsuz bir huzur
bulunur. Bu da yüzlerindeki iman nuru ile ışıldar. Gerçek özgürlüğün ve
yaratılış amacına uymanın derin hazzını tadarlar.
Tövbe
ile Allah (c.c.) geçmiş bütün günahları sevaba çevirmektedir. Bu durum Kuran-ı
Kerim’de şöyle bildirilmektedir: “Ancak şu var ki tövbe edip iman
edenler ve güzel işler yapanlar, bundan müstesnadır. Allah onların
kötülüklerini iyiliklere, günahlarını sevaplara dönüştürecektir. Çünkü Allah
Gafûr (günahları affeden), Rahîm’dir (müminleri esirgeyendir). Kim tövbe edip
güzel işler yaparsa gereğince tövbe eden odur işte (Furkan suresi, ayet
70-71).”
Et-Tevvâb güzel ismi ile
insana düşen bilinç şudur: İnsanın Allah’ın (c.c.) iman ve ibadetlerdeki
rızasına, günahlardaki ve haramlardaki öfkesine rağmen günahta ısrar edip
tövbeyi geciktirmesi, Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına uymaması büyük bir
talihsizliktir. İnsanı ebedi pişmanlığa sürükleyebilir.
Bakın Allah ne kadar affedici,
hoşgörülü peki ya onun kulları bizler? Onun kadar olmasa da onun kulu olmak
hasebiyle bir nebze de olsa bizim de diğer insanlara karşı böyle olmamız
gerekmez mi?
Muhsin İyi
|