Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Akrabamdan tanıdığım ilköğretim ikiye giden bir çocuk
var. Çocuk değil de sanki büyümüş de küçülmüş gibi. Bütün arabaları markaları
ve modelleri ile tanıyor. Ben de naçizane aşağı yukarı yirmi yıldır insan
yüzlerine bakarım. Bu konuda, yani nurun olup olmadığı hususunda o kadar
uzmanlaştım ki sarrafın altınla benzerini ayırt etmesi gibi bir seviyeye
geldim. Kimin zikir ehli olduğunu hemen
çıkarıyorum. Hatta hangi tarikattan veya cemaatten bunu da aşağı yukarı
biliyorum. Elbette her zikir ehlinde nur olmuyor. Bu da bir nasip meselesidir.
Daha doğrusu zikir ehli olup da (bir tarikata intisap edip de şeyhten vird
dersi alanlardan) zikri Allah rızası dışında bir gaye ile çeken olduğu gibi
zikre gereken saygıyı göstermeyenler veya zikir derslerine önem vermeyenler de
bulunabilmektedir. Bunlar nurdan nasipsiz oluyorlar. Gerçek zikir ehlinin
yüzündeki nura kimse sahip olamaz. Onlar hemen güneş gibi kendilerini belli
ederler. Birinci sınıftırlar. Yüzündeki nura insanı âşık ederler. Çeşitli
cemaatlerden özellikle sabah namazından sonra cevşen veya Kuran-ı Kerim okuyan
kişilerde ise farklı bir nur çeşidi vardır. Ama seher vakitleri yapılan her
ibadet adeta nura dönüşür. Seher vakitlerini uyku ile geçirenler bu nurlardan
mahrum olurlar. Seher vakti uyanık olup da duha namazı kılanlar, zikir
çekenler, Kuran-ı Kerim okuyanlar nurlardan nasiplenirler ve yüzlerinde de bu
nurları belli ederler. Onlardaki hoş nur
da kendine özgü bir güzellikle yüzde hemen kendisini gösterir.
Nur, iki biçimde tanımlanabilir.
Birisi maddi olanıdır. Biz bu nurla (ışıkla) görürüz. En başlıca kaynağı
güneştir. Ayrıca evimizi, sokağımızı aydınlatan ışık da bu nurdandır. Bu nur
olmasaydı dünyamız kapkaranlık kalacaktı. Allah’ın (c.c.) pek çok ayeti, güzel
ismi göz duyu organına hitap etmektedir. Demek ki bu nur olmasaydı çok cahil
kalacaktık. Diğer nur manevidir. Bu da maddi nur kadar önemlidir. Hatta maddi
nurdan daha önemlidir. Zira bununla da gönül dünyamız aydınlanır. İmanımız
gerçekleşir, güçlenir. Nasıl görme engelli insanlar bir şey göremezlerse iç
dünyaları kör olanlar da imanın esaslarını kavrayamazlar, inkar ederler. Bir
insanın bu dünyada gözlerinin görmemesi bir ömürde gerçekleşir, son bulur, ama
manevi körlük ebedi hayata mal olabilir.
Şu ayet-i kerime manevi körlerin
ahiretteki durumlarına işaret etmektedir: “Ama
kim Benim zikrimden yüz çevirirse, kitabımı dinlemez ve Beni anmaktan gaflet
ederse ona dar bir geçim vardır. Ayrıca Biz onu kıyamet günü kör olarak
diriltir, duruşmaya getiririz. ‘Ya Rabbi,’ der, ‘ben gözleri gören biri olduğum
halde neden beni kör olarak dirilttin?’ (Allah) Buyurur ki: ‘Bu böyledir, nasıl
ayetlerim sana geldiğinde sen onları unuttuysan bugün de sen böyle
unutulur, bir kenara atılırsın.’ ”
Çoğu İslam bilgini imanı tanımlarken
onu gönülde doğan bir nura benzetir. Allah (c.c.) da Kuran-ı Kerim’de iman ve
hidayeti böyle tanıtmaktadır: “Bir ölü
iken kendisini dirilttiğimiz, insanlar arasında yürümesi için nur verdiğimiz
kimse, içerisinden çıkamayacağı karanlıklarda kalan bir kimse gibi midir?
(En’am suresi, ayet 122)”, “Allah
bir kimsenin kalbini Müslümanlık için açarsa o Rabb’inden verilen bir nur
üzerinde değil midir? (Zümer suresi, ayet 22)”
Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’i de nur olarak
adlandırmıştır: “İşte böylece sana da
emrimizden bir ruh vahyettik. Halbuki sen daha önce kitap nedir, iman nedir
bilmezdin. Lakin Biz onu kendisiyle kullarımızdan dilediğimizi hidayete
erdirdiğimiz bir nur kıldık (Zuhruf suresi, ayet 52).”
Kuran-ı Kerim okununca ortaya nur çıkmaya başlar. Bunu
gönül gözü açık olanlar, veliler ifade etmişlerdir. Bu nur ruhu rahatlatır. Okuduğunu bilmese de
Kuran-ı Kerim bu nurla anlamını gizlice okuyan kişinin ruhuna hikmet suretinde
verir. Mümin insanın arifliği bu yolla oluşur. Yani Kuran-ı Kerim’in nuru hem
ruhu etkiler hem de yüzde kendisini aşikâr eder.
İman ve ibadet hayatı insanın yüzüne ve ellerine bir
parlaklık ve nur verir. Bu zikir ehlinde çok daha belirgindir. Bu durum
gerçekten adeta bir mucizedir. Sanki yüce Allah (c.c.) iman ve ibadet ehlinin
yüz ve ellerinde nurunun gerçekliğini tasdik ettirmektedir. Gerçi bazı insanlar
ibadet hayatına sahip olmadan da yüzlerinde bir aydınlık, parlaklık taşırlar.
Psikologlar bunu pozitif enerji ile açıklamaktadırlar. Kişinin hayata karşı
olumlu tutumu, yapıcı ve üretken olması, insanlara karşı iyi niyet taşıması
gibi güzel şeylerin yüze, ellere bu özellikleri verdiğini belirtmektedirler.
Bakır, sarı vb. madenler de renk olarak altını andırırlar, yalnız onlarla altın
arasında değer olarak büyük bir fark bulunur. Aynen bunun gibi iman ve ibadetle
yüze ve ellere yansıyan nurla pozitif enerji ile oluşanı arasında da öyle büyük
bir benzerlik ve farklılık vardır. Dikkat edildiğinde iman ve ibadetle gelen
nurla pozitif enerjiyi simgeleyeni hemen ayırt edilir.
Tabii hayat karşısında pozitif bir tutum takınmak da
Allah’a (c.c.) yaklaşmak değil midir?
Ben insan yüzlerindeki bu nurun da Allah’ın varlığı ve
birliğine işaret eden en büyük kanıt olduğunu düşünmekteyim. Aslında toplumda
benim gibi olanlar da az değil. Çok insan yüzdeki nurlara dikkat ediyor. Ama
bazen karıştırıyorlar. Pozitif insanların yüzlerindeki parlaklık ile ibadetle
gelen nuru birbirinden ayırt edemiyorlar. Ben de yıllar önce böyleydim.
Karıştırırdım. Böyle kişiler yani pozitif kişiliklerinden dolayı yüzleri parlak
kişiler acaba derdim gizlice ibadet mi yapıyorlar. Sonra onlardaki parlaklığın
çok farklı olduğunun, nurla hiçbir alakasının olmadığını anladım.
Ahirette kıyamet günü mahşer meydanında insanlar
dirildikleri zaman müminlerin bu yüzlerindeki ve diğer azalarındaki nurları
daha bir ortaya çıkacaktır. Kendisini net bir şekilde belli edecektir. Buna pek
çok ayet-i kerime işaret etmektedir: ‘…
Çünkü onların nurları önlerinde ve arkalarında koşar da ‘Ey Rabbimiz nurumuzu
tamamla bizi mağfiretinle bağışla. Çünkü sen her şeye kadirsin,’ derler.(Tahrim
suresi, ayet 8).’ ‘O gün, erkek ve
kadın münafıklar, inananlara, bizi de bekleyin de derler, gelelim, nurunuzdan
alalım; onlara dönün ardınıza da bir nur isteyin artık denir. Derken aralarına bir
duvardır çekilir ki bir kapısı vardır, içinde rahmet vardır da dış tarafında
azap. (Hadid suresi, ayet 13).’
Peygamberimiz (s.a.s) kıyamet günü ümmetinin abdest
azalarındaki nurla diğer ümmetlerden ayrılacağını hadis-i şeriflerinde
belirtmişlerdir.
Demek ki kıyamet gününde müminlerin nurları artacak ve
münafıklardan belirgin farklılıklarla ayrılacaktır. Bu dünyada genelde
insanlara belli belirsiz bir şekilde –aslında benim gibiler için gayet açık
olarak- yüzlerde parlayan nur, ahrette mahşer meydanında pek çok azaya da
verilecektir. Bir de daha net olacaktır. Bu dünyada mümindeki nura dikkat
etmeyen münafıklar, ahrette müminlere verilen nurdan isteyeceklerdir. Fakat
bundan mahrum bırakılacaktır.
Allah kimseyi nurdan mahrum etmesin. Dedim ya, insan
yüzleri konusunda bayağı uzmanlaştım. Bu iş artık bir hobi olmaktan çıktı.
Gayri ihtiyari her insanın yüzüne bakıp nur olup olmadığını, nur varsa o
kişinin bunu hangi yollarla elde ettiğini düşünüyorum. Uygun yöntemlerle
araştırıyorum, soruşturuyorum. Çeşitli günahları da yüzlerde okumaya başladım.
Evet zina gibi büyük bir günah her çeşidiyle yüzdeki nuru adeta soyduğu gibi
yüze de uğursuz bir anlam veriyor. İçki ve kumar da yüze hemen damgalarını
çirkin ifadelerle vururlar. Gıybete düşkünlük de yüze çok kötü bir renk
veriyor. Kısacası yüzdeki her çirkin anlam bir günahın ifadesidir.
İnsanlar kaşa, göze, buruna, yanağa, yüze âşık
olmuyorlar, bu organlarda kendisini gösteren ilahi nura âşık oluyorlar. Bu
organları gayet güzel olabilen fakat hiç kimsenin kendisine âşık olmadığı nice
insan vardır. Onlar sadece cinsel cazibe verirler. Bazen de bu organları çirkin
veya kusurlu iken binlerce âşığı olan kimseler vardır. İlahi nur yüze vurunca
herkesi büyüler, kendisine bağlar. Cinsel cazibe yerine aşk katar. O insanları
gözde büyütür. İnsanlar elde olmadan böyle bir yüze âşık olurlar. Kendilerini kaybederler.
En-Nûr (nurlandıran, nur kaynağı) güzel ismi ile kula
düşen görev, birer nur kaynağı olan namaza, zikre, Kuran-ı Kerim’in okunmasına
gerçek anlamıyla yönelmek ve bunlardan en üst düzeyde yararlanmaktır. Ahiret
için nur küpünü doldurmaktır.
Muhsin İyi
|