bulenttttttt Yasaklı
Katılma Tarihi: 29 mart 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 115
|
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
KUR’AN’A GÖRE NAMAZ
Kur’an’ı esas alarak namazın ne olduğunu anlatırsak konu kolayca anlaşılır, bunun için öncelikle "Salat " kelimesinin ne anlama geldiğinin bilinmesine ihtiyaç vardır. Bu husus ta Kur’an’dan mealen:
- Ey iman edenler! Cuma günü salat (namaz) için çağrıldığı(nız ) zaman Allah’ı anmağa (zikretmeğe) koşun, alışverişi (işi gücü) bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. 62/9
Bu ifadelerden anlaşılacağı gibi, Cuma günü salat (namaz) için ezan okunduğunda ezanı duyan Mümin kimselerin salat davetinden anlayacağı şey, Allah’ı zikretmeğe yani anmaya davet edildiğidir. Peki bir Mümin Allah’ı nasıl anar; bir Mümin, Allah’ı anarken neler söyler diye düşündüğümüzde, bunun Kur’an’da ki Allah’ı övgü ifadelerini esas alan bir övgü anışı olduğunu görürüz. Böylece salat kelimesinin kapsadığı mana, bu yönüyle, kabul edilin yani sevap kazandıran bir salat olması için, İsteyerek ve severek Allah’ı övmek gereklidir. Ayrıca bu övgü, Allah için söz konusu olunca keyfi olmayıp Kur’an öğretisini esas alarak yapılan bir övgü olmalıdır. Bu da, tesbih, tahmid, tekbir gibi güzel sözlerdir.
Allah için salat ederken, Allah adının anılmasının gerekli olduğuyla ilgili olarak Kur’an’dan mealen:
- Doğrusu mutluluğa ermiştir arınan; 87/14
- Rabb’inin adını zikredip salat kılan. 87/15
Kur’an öğretisi esas alınmadan yapılacak zikirler, salatlar, Allah yanında kabul görmeyen sapmalardır. Bu konuda Kur’an’dan mealen:
- Onların Beyt(ullah) yanındaki salatları da, ıslık çalmadan ve el çırpmadan başka bir şey değildi. “O halde küfrünüzden dolayı azabı tadın. 8/35
Kafirler, kendi icat ettikleri bir usulle, Kabe’nin yanında el çırparak ve ıslık çalarak Allah’ı övdüklerini, O’na salat ettiklerini zannediyorlardı, nasıl ki bugün bile bazı kimseler, dümbelek, tef, kudum v.s. Çalıp raks ederek Allah’ı zikrettiklerini, övdüklerini zan ediyorlarsa, bunlarda ıslık çalıp el çırpmayı Allah’a salat etme zannediyorlardı. Bütün bu hareketler Allah tarafından kabul görmeyen reddedilmiş ve yapanlarını azaba götüren hareketlerdir. Zira, Allah öğretmezse Peygamberler dahi, Allah’a nasıl ibadet edeceklerini ve O’nu nasıl övüp salat edeceklerini bilemezler. Bu hususta Kur’an’dan mealen:
- İbrâhim, İsmâil’le berâber Ev’in (Kabe’nin) temellerini yükseltiyor: “Rabb’imiz, bizden kâbul buyur, şüphesiz sen işitensin, bilensin.” 2/127
- “Rabb’imiz, bizi sana teslim olanlar yap, neslimizden de teslim olan bir ümmet çıkar; bize ibadet yollarımızı göster, tövbemizi kabûl et; zirâ, tövbeleri kabûl eden, çok merhametli olan ancak sensin, sen!” 2/128
Görüldüğü gibi, ibadet yollarını, usullerini göstermek Allah’a aittir. Ve Kur’an öğretisine göre “Salat” kelimesi “Övgü” manasına gelmiş olur. Allah bir kimseye salat ederse o kimseyi övmüş, dolayısıyla sevmiş ve ona merhamet etmiş demektir. Kul, Allah’a hakkıyla salat edince, Allah’ı sevmiş, övmüş ve yüceltmiş olur. Allah’ı sevmiş olması ve sevap kazanması için salatında gaflet içinde olmaması gerekir. Kul, kul için Allah’ın razı olduğu şekilde salat edince onu övmüş, sevmiş ve Allah’tan affını istemiş olur. Salat kelimesi öyle bir kavramdır ki, Allah’tan kullara, kullardan Allah’a ve kullardan, kullar üzerine olabilir. Bu hususta Kur’an’dan mealen:
- (Şüphesiz) Allah ve Melekleri Peygambere salât ederler; ey iman edenler siz de Ona salât edin ve tam bir teslimiyetle selam edin. 33/56
- O (Allah)dır ki, Zatı ve Melekleri size salât ederler; (Allah) böylece sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak istemektedir. O müminlere karşı çok merhametlidir. 33/43
- Onların mallarından bir miktar sadaka al ki onunla onları arındırıp temizliyesin ve onlar üzerine salât (duâ) et; çünkü senin salavatların (duâların) onlar için bir sükûnettir. Allah işitendir bilendir. 9/103 - Bedevi Araplardan kimi de vardır ki Allah’a ve âhiret gününe inanır, verdiğini Allah’a yakın dereceler kazanmağa ve Resûlün salavatını (duâlarını) almaya vesile sayar. Gerçekten o (verdikleri), kendileri için yakın dereceler(e vesile)dir. Allah onları rahmetinin içine sokacaktır. Muhakkak ki Allah bağışlayan, esirgeyendir. 9/99
- Doğrusu mutluluğa ermiştir arınan. 87/14
- Rabb’inin adını anıp salât kılan. 87/15
- Gerçek şudur ki ben Allah’ım. Benden başka İlâh yoktur. Bana ibadet et ve beni anmak için salât (namaz) kıl. 20/14
- Kitab’dan sana vahye dileni oku ve salât (namaz) kıl, çünkü salât (zikir ve namaz), kötü ve iğrenç şeylerden vazgeçirir. Allah’ı anmak, elbette daha büyüktür, Allah, ne yaptığınızı bilir. 29/45
Demek oluyor ki, salât kavramı bir anma; bir dua; övgü kavramıdır. Yoksa salt olarak beş vakit kılınan “Namaz” şeklinde anlaşılıp özdeşleştirilirse ters neticelere varılır. Zira, ayet meallerinde görüldüğü gibi, Allah, Peygambere ve Müminlere salât etmektedir. Haşa bu Allah’ın onlara ibadet ettiği manasında değildir. Ancak onlara övgü ve rahmet ettiği manasındadır. Bu itibarla, salât Allah’ın layık olduğu şekilde Allah’a ve Kulların layık olduğu şekilde kullara yapılır. Örneğin: Kullar övülürken hiçbir zaman kainat üstü manasında olmak üzere “Ekber” yani en büyük kelimesi; tüm noksanlıklardan münezzehi yet (kusursuzluk) manasına gelen “Sûbhan” kelimesi veya her şeyden müstağni, her şeyin O’na muhtaç olduğu manasına gelen “Samed” gibi kelimeler kullara salât edilirken kullanılmaz. Bu gibi ifadeler Allah’a salat edi-lirken söylenir, kullar için, çok iyi, takvalı, abid, Allah’ın rızasına layık, Allah ondan razı olsun, cennete koysun, azaplandırmasın veya hastaysa Allah şifa versin, Allah ona iyilik versin gibi dualı sözler söylenir. Kişi bunlara layıksa meşrudur. Bu itibarla da anlaşılmış olur ki, liyakati dikkate alıp, haddi aşmamak şartıyla “salât” kullardan kullara, kullardan Allah’a olabildiği gibi, Allah’tan kullara ki; bunlar “Mümin” olan kullardır. Edile bilir. Ve bunda tevhide aykırı bir husus yoktur. Bu konuda Kur’an’dan bir örnek verecek olursam, mealen:
- O halde, beni zikredin (anın)ki, ben de sizi zikredeyim; bana şükredin; (fakat) nankörlük etmeyin. 2/152 Demek oluyor ki, kullar Allah’ı, Allah’ta kulları zikreder, kullardan Allah’a yapılan zikir, Allah’a layık olacak şekilde, Allah’tan kullara yapılan zikirde, kullara layık olacak şekildedir. Örneğin, cenaze üzerine salât edilirken hiçbir zaman Kur’an okunmaz, zira bir kimsenin söylemiş olduğu güzel sözler onun adına anılıp tekrarlandığında, nasıl ki o şahıs anılıp övülüyorsa, Kur’an’da, Allah’ın sözü olduğundan, Kur’an okumak, Allah’ı övme, zikretme ve Allah’a salat etme manasındadır. Ölüye salât ediyoruz diye hiçbir zaman ne cenazenin başında, nede mezarının başında ve nede gıyabında Kur’an okunmaz, ancak ölü için övücü sözler söylenir ve onun için Allah’tan rahmet istenir. Ve tabiidir ki ölünün bu sözlere layık olması diğer bir husustur. Ve ölü üzerine yapılan salât’a hiçbir zaman “Cenaze namazı” denmez, zira “Namaz” kelimesinin Türkçe’deki karşılığı “ibadet”tir. Bu kullar için kullanılamaz.
Böylece anlaşılmış olur ki, salât kelimesi kullanıldığı her hususta ibadet veya Namaz manasında değildir. Ancak Allah için yapılan salatlar ibadet kavramına girmektedir, zira Allah’a yapılan salatlar, Allah’a has olan zikirlerdir.
Diğer önemli bir hususta secde olayıdır. Kimileri secdeyi ibadetle özdeş (aynı) sayıp o şekilde anlamaktadırlar, bu şekildeki bir anlayış, secdeyi doğru anlamış olmak manasında değildir. Zira, nasıl ki cins belirlemek suretiyle, örneğin: “En büyük kelimesini” kullandığımızda, ağaçların en büyüğü falan ağaç, dağların en büyüğü falan dağ diyebiliyorsak ve bu şirk olmuyorsa. Ancak, salt olarak, Allah’tan başkası için en büyük sözcüğünü kullandığımızda bu şirk oluyorsa. Secde de kullar arasındaki üstünlüğü belirtmek bakımından, kullardan kullara yapıldığında şirk olmaz. Fakat, Allah’tan başkasını İlâh kabul ederek, o kabul edilen şeye secde yapılırsa şirk olayı işlenmiş olur, isterse, Allah’tan başka, bu ilâh kabul edilmiş olan şey, canlı veya ölü bir insan, bir taş v.s. olsun fark etmez.
Bu hususta Kur’an’dan mealen:
- Sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere: “Adam’e secde edin!” dedik; hepsi secde ettiler, yalnız İblis etmedi, o secde edenlerden olmadı. 7/11 - (Allah) buyurdu: “Sana emrettiğim zaman seni secde etmekten alıkoyan nedir?” (İblis): “Ben, dedi, ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.” 7/12
- (Allah) buyurdu: “Öyle ise oradan in, orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık, çünkü sen aşağılıklardansın!” 7/13
Görüldüğü gibi, Kur’an öğretisine göre, kullar arasında secde, karşısındakini İlâh görmemek şartıyla ibadet manasında olmayıp, bir birlerinden üstünlük manasındadır. Yine bu konuda Kur’an’dan mealen:
- Hani bir zaman Yûsuf babasına: “Babacığım demişti, ben (rüyâda) on bir gezegen, güneşi ve ayı gördüm, bunların bana secde ettiklerini gördüm.” (demişti). 12/4
- (Babası Yakub): “Yavrum, dedi, rüyanı kardeşlerine anlatma sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insana apaçık bir düşmandır! 12/5
- Ana-babasını tahtın üstüne çıkardı ve hepsi onun için secdeye kapandılar (Yusuf): “Babacığım, dedi, işte bu, önceden (gördüğüm) rüyânın yorumudur, Rabb’im onu gerçek yaptı, bana iyilik etti; zirâ şeytan, benimle kardeşlerimin arasına fitne soktuktan sonra O, beni zindandan çıkardı, sizi de çölden getirdi. Gerçekten Rabb’im, dilediği şeyi çok ince düzenler. O, (her tedbiri) bilen, her şeyi yerli yerince yapandır.” 12/100
Görüldüğü gibi, secde olayı Allahtan başka herhangi bir şeyi İlâh kabul etmemek şartıyla kullardan, kullara yapıldığında şirk olmayıp, bir üstünlük kabulü olayıdır. Kulların bir birlerine secde etmeleri hiçbir zaman Allah’ın en üstün olduğu gerçeğini değiştirmez, zira kullar arasında , secde edende, kendisine secde edilende ister istemez Allah’a secde ettiğinden Allah’ın en üstün olduğu gerçeği değiştirilemez. Ancak, Allah’tan başka herhangi bir şeye İlâh’lık atfedip ona secde eden, bu düşüncesinden veya kabulünden dolayı şirke girmiş olur. Yoksa yapmış olduğu hareketin kendisinden değil, zira kendisi de, kendisine secde ettiği şeyde, gölgelerine kadar ister istemez Allah’a secde etmektedir. Bu hususta Kur’an’dan mealen:
- Göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez Allah’a secde ederler. Gölgeleri de sabah akşam (uzayıp) kısalarak O’na secde etmektedirler. 13/15
Bu günkü toplumlarda, kullar arasında yaygın olarak yapılan secde olayına örnek verecek olursak, el öpme olayında, öptüğü ele alnını değdiren kimseleri göstere biliriz. Öyle ki, karşısındakini kendisinden üstün tanıyarak elini öpen kimseler bu el öpme işiyle kalmayıp çoğunlukla alınlarını öptükleri elin üstüne değdirirler, bu hareketleri bir çeşit secdeden başka bir şey değildir.
Salât, zikir ve secde olayını böylece izah ettikten sonra, “Namaz” konusuna gelecek olursak, şöylece izah edebiliriz: Allah, kendisinin zikredilmesini yani anılmasını durum olarak, belli kurallı ve kuralsız olmak üzere iki şekilde emretmektedir. Kuralsız olanına örnek verecek olursak; Kur’an’dan mealen:
- Onlar ayakta ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler: “Rabb’imiz (derler), bunu boş yere yaratmadın, sen yücesin, bizi ateş azabından koru!” 3/191
Görüldüğü gibi, ayakta ve oturarak ve yan üzerine yatılmış iken serbest olarak Allah’ı zikreder edebiliriz. Zikirde ses tonu ile ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:
- Rabb’ini içinden yalvararak ve korkarak yüksek olmayan bir sesle sabah akşam an, gafillerden olma! 7/205
Demek oluyor ki, İslam da, Allah adı ile zikir yapıldığında, işi yaygaraya verip, bağıra, çağıra zikir yapmak yoktur. Ses tonu orta olmalıdır, Allah’ı kuvvetli anmanın manası bağırmak çağırmak değildir, içtenlikle ve çok anıştır. Ve zikrin, Allah’ın herhangi bir adıyla yapılması arasında da fark yoktur, zira bazıları iddia ediyorlar ki, Allah’ın ismi azam diye, diğer isimlerinden daha büyük bir ismi vardır; bir kimse Allah’a bu isimle dua ettiğinde güya, Allah dua eden o kimseye her istediğini verecekmiş, hal bu ki böyle bir durum olmayıp, Allah’ın bütün isimleri büyüktür ve kişi layıksa Allah o kişinin duasını kabul eder. Bu konuda Kur’an’dan mealen:
- De ki: “İster Allah diye çağırın ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız, nihayet en güzel isimler O’nundur, Sâlatında pek bağırma, pek de (sesini) gizleme, bu ikisi arasında bir yol tut. 17/110
Zaman ve Miktar olarak da zikir, Kur’an’dan mealen:
- Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin. 33/41
- Sabah ve Akşam O’nu tesbih edin. 33/42
- Sabah akşam Rabb’inin adını an. 76/25
- Gecenin bir kısmında ve yıldızların dönüp gittiği sırada (yâni sabah vaktinde) de O’nu tesbih et. 52/49
(Ey Muhammed) onların dediklerine sabret ve Rabbini övgü ile an: güneş doğmadan, batmadan önce. 50/39
- Gecenin bir kısmında ve secdelerin arkasından O’nu tesbih et. 50/40
Görüldüğü gibi, Allah’ı zikretmek İslam dininde çok önemli bir yer tutar. Allah kendisini çok zikretmemizi emretmiş olup, zikretmede sayısal bir sınır koymamıştır. Zira her ortam ve her şahsın durumu aynı değildir, fakat bu zikir olayı kafadan savma; öylesine bir şekilde de yapılmamalıdır. Mümin kişi, Allah’ı çok zikretmeye gayret göstermelidir
Zikr konusuna devam edecek olursak:
- Rabb’ini tekbir et. 74/3
- O, öyle Allah’tır ki O’ndan başka İlâh yoktur. Melik, Kuddûs, Selâm, Mümin, Müheymin, Aziz, Cebbâr, Mütekebbirdir. Allah, onların (müşriklerin) ortak koştukları şeylerden münezzehtir. 59/23
- De ki: “Hamd, çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, âcizlik sebebiyle bir yardımcıya da ihtiyacı bulunmayan Allah’a mahsustur. O’nu şânına lâyık bir şekilde tekbir et.” (Allah’u ekber de. 17/111
Allah’u Ekber: Allah en büyüktür!
- Sen Rabb’ini hamd ile tesbih et (O’nu övecek sözlerle an, subhânallahi velhamdulillâh de) ve secde edenlerden ol. 15/98
- O halde yüce Rabbının adıyla tesbih et. 56/74
- Rabb’inin yüce adını tesbih et (O’nun eksikliklerden uzak olduğunu an). 87/1
- Rabb’ini hamd ile tesbih et. Ve O’ndan mağfiret dile. Muhakkak ki, O, tövbeleri kabul edendir. 110/3
- Güneşin (ufukta aşağı) kaymasından gecenin kararmasına (yatsı vaktine) kadar namaz kıl ve fecrin Kur’an’ın(ı, fecir namazını) da (unutma). Çünkü fecir Kur’an’ı, şahidli (müşahedeli) dir. 17/78
Fecir: Tan yerinin ağarması.
Arap dilinde bir şeyin parçasının ismi, tüme verilir. Onun için Kur’an’da namaza; Namazla ilgili olduğu belli olacak şekilde, secde, rükû, tesbih, kıraat, dua ve zikir denilmiştir.
Kur’an’dan mealen:
- Rabb’in, senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yarısında ve üçte birinde kalk(ıp namaz kıl)dığını biliyor. Senin le berâber bulunanlardan bir topluluk da (böyle yapıyor).geceyi ve gündüzü, Allah takdir etmektedir. O sizin (gece ve gündüz saatlerinizi) hesâbedemiyeceğinizi (gece saatlerinde kalkamayacağınızı) bildiği için sizi affetti. O halde Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun (ne miktar kolayınıza gelirse o kadar gece namazı kılın, kendinizi zorlamayın, (Namazda Kur’an okunduğundan gece namazı, mecâzen Kur’an okuma ile ifade edildiği burda da görülmektedir). Allah, içinizden hastalar, yeryüzünde gezip Allah’ın lûtfunu arayan başka kimseler ve Allah yolunda savaşan başka insanlar bulunacağını bilmektedir. Onun için Kur’an’dan kolayınıza geldiği kadar okuyun. Namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a güzel bir borç verin. Kendiniz için verdiğiniz hayırları, Allah katında verdiğinizden daha hayırlı ve mükâfatça daha büyük bulacaksınız. Allah’tan mağfiret dileyin. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. 73/20
- Kitab’dan sana vahye dileni oku ve namaz kıl, çünkü namaz, kötü ve iğrenç şeylerden vazgeçirir. Allah’ı anmak, elbette en büyük (ibadet)tir. Allah, ne yaptığınızı bilir. 29/45
Bu ayet meallerinde de namazda Kur’an okunması gerektiği görülür.
Namazda dua edilmesi gerektiği konusunda, Kur’an’dan mealen:
- Ey iman edenler! Sabrederek ve Salât ile (Allah’tan) yardım dileyin; şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir. 2/153
- De ki: “Rabbim bana adaleti emretti; her secde yerinde yüzünüzü (kıbleye) çevirin ve dini kendisine hâs kılarak yalnız O’na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi (yine O’na) döneceksiniz. 7/29
- Sabrederek ve salât ile (Allah’tan) yardım dileyin; Ne var ki bu, huşû duyanların dışındakilere şüphesiz çok zordur. 2/45
Yazmış olduğum ayet meallerinde de görüldüğü gibi, Namazda ki sözlü ifadelerin, Allah’ı zikretme (anma), Kur’an okuma ve dua etme olduğu anlaşılır.
Hatırlanacağı üzere, Allah için yapılacak salâtın kurallı ve kuralsız olmak üzere iki şekilde olduğunu ve kurallı olanına Türkçe de “Namaz” dendiğini ifade etmiştim. Bu hususu dikkate alarak, salâtın hangi vakitlerde ve ne kadar yapılması gerektiği konusunda Kur’an’dan örnekler verecek olursak, mealen:
- (Savaş halindeyken) Namazı kıldıktan sonra ayakta iken, otururken ve yanlarının üzerine yatarken Allah’ı anın; korkudan kurtulup emniyete kavuşunca Namazı (tam ) kılın, zira salât (namaz), müminlere vakitli olarak farz kılınmıştır. 4/103
Salat vakitleri belirtilmiş olarak Müminlere farz kılınmıştır. Bundan anlaşılır ki, Allah için sâlat etmek Müminler için keyfi bir olay olmayıp, belirli vakitlerde yapılması zorunludur. Vaktin çıkması halinde kaza etme olayı da yoktur. Salâttan Kur’an’da bahsedilirken “kada”, “salli”, “kıyam”, “ruku”, sucud” edin, kıbleye yönelin, beraber kılın ifadeleriyle Kurallı olan salât yani “Namaz” olduğu açıkça anlaşılır. Bu şekilde ifade edilmeyişte yalnızca zikir emredilmişse bu da serbest olarak, ayakta, otururken, yanlar üzerine yatılmışken, yürürken yapılan salât anlaşılmış olur.
- Gecenin bir bölümünde O’na secde et ve gecenin uzun bir bölümünde O’nu tesbih et. 76/26
- Namaz (Cuma namazı) kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lutfundan (nasibinizi) arayın. Allah’ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz. 62/10
76 / 26 ve 62 / 10 Ayetleri meallerinde dikkat edilirse kurallı salât yani Namazın bir miktar, diğer bir ifadeyle orta sürede. Diğer serbest salâtın ise uzunca bir süre yapılması emredilmiştir.
Bununla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:
- Salavatları koruyun ve orta salâtı ve huşu içinde Allah’a kıyama durun. 2/238
Yukarıda mealini yazmış olduğum Bakara Sûresi 238 ci Ayetinin mealini, halen piyasada mevcut, baktığım meallerde benim yazdığım şekilde değil de şu şekilde yazmaktadırlar. Mealen:
- Namazları ve orta namazı koruyun, gönülden bağlılık ve saygı ile Allah’ın huzûruna durun. 2/238
Ayet mealinin bu şekilde yazılması ise çok hatalıdır. Zira ayette bahsedilen salâvatların tamamı, kurallı olarak kılınan ve Türkçede “Namaz” diye ifadesini bulan salâta hasredilmiştir. Hal bu ki durum hiçte öyle değildir. Bunu anlatmadan önce, bu yanlış anlamadan dolayı işledikleri bir ikinci hataya deyinmem gerekir, bu da orta namazın hangisi olduğu konusunda öne sürmüş oldukları iddialardır. Şöyle ki, kimisi “Sabah” namazıdır derken, diğer bir kısmı da günün ortasında kılınan “Öğle” namazıdır iddiasında bulunmuşlardır, fakat büyük çoğunluk “İkindi” namazı olduğunu iddia etmişlerdir. İddialarına kanıt olarak İbni Abbas’tan rivayet öne sürmektedirler. Öğle namazı olduğunu iddia edenlerde karşıt olarak İbni Ömer’den rivayet öne sürerek, iddialarının doğruluğunu ispatlamaya çalışmışlardır. Basit gibi görünen bu hataları, ayette kastedilen esas manaya çok önemli bir şekilde ters düşmektedir. Şöyle ki:
Daha önce, Allah için yapılan salâvatların serbest ve kurallı olmak üzere ikiye ayrıldığını, kıyam, ruku, sucud, gibi hususlarla birlikte salât emredildiğinde kurallı olan veya başka bir ifadeyle “Namaz” anlaşılması gerektiğini, salât bunlardan bağımsız emredildiğinde ise Kur’an’da örneği olduğu şekilde pozisyon ve konum olarak uygun bir şekilde serbestçe Allah’ı zikret-menin anlaşılması gerektiğini Kur’an’a dayalı olarak belirtmiştim. İşte, Bakara sûresi 238 de tek husustan bahsedilmeyip her iki husustan bahsedilmektedir. “Salâvatları koruyun” diye emredildiğinde genel olarak salâvatların korunması. Orta salât ve huşulu kıyamın emredildiği kısım ise yalnız “Namazla” ilgili olan kısımdır. İş böyle olunca, Orta Namazın Manası tüm farz namazlar olmaktadır. “Orta” ifadesiyle vurgulanan, Namazın hangi vakitteki konumuyla yani Akşam mı, İkindimi V.s. Değil, ne kadar süreyle kılınacağı yani “Namaz kılma süresiyle ilgilidir.” yani farz namaz kılındığında normal şartlarda az bir vakitte değil de orta bir vakit kapsayacak kadar namaz kılmanın farz olduğunu, diğer taraftan Namazın dışında yapılan salâ-vatların çokça yapılması gerektiğini Cuma sûresi 10 ve İnsan sûresi 76 da görmüştük, dolayı-sıyla “Orta” namazdan kasıt, herhangi bir farz namazın gün içindeki konumu olmayıp farz na-mazların gün içerisinde her birinin vakti içerisinde Orta bir zaman süresi kapsayacak şekilde kılınması gerektiği hususudur. Nasıl ki, Allah için çok salavat emredildiğinde çokluğu belirte-cek herhangi bir sayı verilmemişse ve bu husus Müminlerin zihinlerinde ki ortak kanaatine bı-rakılmışsa, aynı şekilde vakit olarak orta derecede namaz kılınması Müminlerin ortak kanaati-ne bırakılmıştır. Örneğin Kur’an’da, tehlike anında namazın kısaltıla bileceğine deyinilmiş olup ne kadar süre kısaltma yapılacağı belirtilmemiştir, böyle olması da normaldir, zira bütün tehlikeler doz olarak aynı değildir ve kısaltma tehlikenin dozuyla ilgilidir. Bunun gibi zaman çağları ve ortamlar içerisinde tehlikesizce kılınabilir zaman dilimi içerisinde her gün belli vakitlerde olmak üzere “Ortalama makul bir zaman süresinin Namaz ibadeti için ayrılması Müminler üzerine farzdır.
Salât konusuna dönecek olursam. Bir iddiaları da, Kur’an’da Namaz vakitlerinin verilmemiş olduğu iddiasıdır. Bu iddiaları ise batıl bir iddiadır, zira Kur’an’da Namaz Vakitleri mevcuttur. bu konuda Kur’an’dan mealen: - Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde salâta (namaza) kıyam kıl; çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu ibret alanlara bir öğüttür. 11/114
Mealini yazmış olduğum 11 Hûd Sûresi 114 te, dört namaz vaktinin zamanı belirtilmiştir. Bu vakitlerin ikisi gündüzün iki tarafında ve ikisi de gecenin gündüze yakın saatlerindedir. Gündüze ait olan vakitler için taraf kelimesi kelimesi kullanılmıştır. Taraf ise herhangi bir şeyin ortası dışında ki yanlarıdır. Burada ki çok önemli olan husus gün ortasının bu iki namazı ayıran bir sınır olmasıdır. Böylece gündüzün her iki tarafında namaz kılınması farz olmuş olur. Bu iki namaz geniş bir vakitte kılınmakla beraber, gün ortasının bir bir tarafında ne kadar çok namaz kılınmış olursa olsun, ortanın diğer tarafında kılınması gereken namazın yerine geçmez. Örneğin, bugün için mevsime göre saat dörtte ikindi namazı kılınmakta, bu vakitte ikindi namazı için ezan okunmasına birkaç dakika kala kişi öğle namazını kılabilmekte ve birkaç dakika sonra ikindi için ezan okunduğunda da ikindi namazını kılabilmektedir, böylece iki namaz kısa bir arayla gün ortasının bir tarafında birleşe bilmektedir, böyle değil de araya saatler girse dahi iki namaz günün bir tarafında kılındığında, iki ayrı namaz değil tek namazdırlar, bu duruma göre kaç kere ve kaç rekat kılınmış olursa olsun kılınan yalnız ikindi namazı olmuş olur. Ve böylece gün ortasının diğer tarafındaki namaz kılınmamış olur. Gün ortası iki namazı bir birinden ayırmada kesin sınırdır, bu sınır ince bir hat olarak değil de biraz mesafeli düşünülmelidir, zira 17 İsrâ 78 de İkindi namazı için güneşin batıya yönelmesi gerektiği bildirilmiştir. Böylece günün iki tarafındaki bu iki namaz için belirgin bir zaman mesafesi olmuş ol-ur. İkindi namazı gündüzün bir tarafında, gündüzün diğer tarafında farz olan namaz Kuşluk namazıdır. Buna göre, bugün gün ortasında kılmış oldukları ve Öğle namazı olarak isimlendirilen namaz, kılma zamanı olarak Kur’an’a uymamaktadır. Kısacası, farz olan Öğle namazı değil, “Duha-Kuşluk namazıdır.
Diğer iki namaz ise, gecenin gündüze yakın vakitlerinde kılınmaları emredilmiştir. Gecenin gündüze biri “Akşam” diğeri de “Fecir” (tan vakti) zamanı olmak üzere iki yakın vakti vardır. Böylece bu iki Namazın vakti bugün kılınan Akşam ve Sabah vakti namazlarının kılınma zamanına denk düşmektedir. Böylece 11 Hûd 114 te dört farz namaz vaktinin zamanı kesin olarak belirtilmiştir. Yatsı namazının vakti ile ilgili olarak Kur’an’dan mealen:
- Güneşin batıya yönelmesinden, gecenin kararmasına (yatsı vaktine) kadar salâta (namaza) kıyam et, ve fecrin (sabah namazı) Kur’an’ını da(kıl). Çünkü fecrin Kur’an’ı (namazı) şahidlidir. 17/78
Mealini yazmış olduğum, 17 İsrâ 78 ayetinde de dört namazın vakti verilmiştir. Bunlar Güneşin batıya kaymasından gecenin kararmasına kadar olan İkindi, Akşam ve Yatsı namazı ile Fecir (sabah) namazlarıdır.
Ayette Yatsı namazının vakti olarak gecenin ilk karanlığının çökmesi verilmiştir. Kılınma zamanının devam süresi Fecir namazına kadar olmayıp, yatma vaktine kadardır, normalde en geç, nafile olarak kılınan teheccüd namazı vakti girmeden önceki vakittir. Teheccüd namazı yatıp uyuduktan sonra kalkıp kılınan bir namaz olduğundan, hem kendisiyle Yatsı namazı arasında bu uyku ile bir zaman mesafesi var olduğu gibi, teheccüd namazı vakti teheccüd namazına aittir. Yatsı namazıyla teheccüd namazı vakti birleşmez. Her namazın vakti kendisine aittir.
Yatsı namazı vaktinin yatma saatine kadar olduğuyla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:
- Ey müminler, ellerinizin altında bulunan (köleler, cariye)ler, ve sizden henüz erginliğe ermemiş (çocuk)lar. Üç vakitte (odalarınıza girebilmek için) izin istesinler: Sabah namazından önce, öğleden sonra elbiselerinizi çıkar(ıp yat)acağınız vakit ve yatsı namazından sonra. Bunlar sizin üstünüzü açabileceğiniz üç vakittir. Bunların dışında (köle, cariye ve çocukların, izin almadan içeri girmelerinden dolayı) ne size, ne de onlara bir günah yoktur. (Onlar sizin) yanınızda dolaşırlar, birbirinizin yanına girip çıkarsınız. Allah ayetlerini size böyle açıklar, Allah bilendir, hikmet sahibidir. 24/58
Görüldüğü gibi, yatsı namazından sonra ki vakit, üstün açılabileceği yatma vaktidir. Bu da makul vakit olmalıdır. Örneğin: Sabah namazına kalkıp, gün ortasında yatılan kısa uyku hariç, ondan sonra gündüz uyumayan şahısların, genelde gece uyku basma vakti olarak kolayca anlaşılır. Böylece, Kur’an’a göre farz namazlar beş vakit olup, kılınma zamanları kesin olarak bellidir.
Kütübü Sitte'nin Eleştirisi ve Kuran'a Arzı
__________________ bulenttttttt
|