Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Kanaralaşmak, bildiğim kadarı ile
bir Orta Anadolu halk deyimidir. Kısaca işlevinin tersini görmek, görevinin tam
tersine hareket etmek anlamlarına gelmektedir. Bu deyim özellikle çiftçubuk
sahibi kimseler arasında daha yaygındır. Zira kopekler için kullanılmaya
başlanmış, daha sonraları insanlar için de kullanılmıştır. Nice deyim gibi
halk, içinde yaşadığı hayatın kendisine öğrettiklerinden dersler çıkarmış, bunu
da özümsemiş ve hayatına geçirmiştir. Tecrübenin insana, akledene kazandırdığı
nice süzülmüş deyim ve tabir bulunmaktadır ki "kanaralaşmak" da
onlardan biridir.
Kısaca kopekler için söylemeye
çalışırsak köpeğin görevi sürüyü kurda, çakala karşı korumak iken, kopekte bir
tabiat bozulması olur ve giderek korunması gereken koyunları kendisi yemeğe başlar.
Bunun anlaşılması da uzun sürer. Zira köpeğin görevi normal olarak sürüyü
kurtlardan, çakallardan korumak olduğu ve genel olarak da bu görevi yapageldiği
için sürüde eksilen koyunların köpeğin işi olduğu zor ve geç anlaşılır.
Anlaşıldığında ise birçok koyun kaybedilmiş olur.
İnsanlar için de kanara tabiri
kullanılır. Anlam itibariyle aynı bakış açısından hareketle çalışıp, kazanmak
ve kazandırmak durumunda olan bir insanın, hazırı yemesi, mevcut mala zarar
vermesi ve yalnız tüketici olması karşısında bu deyim kullanılır ve
"Kanara sende..." diye hitap edilir bu durumdaki kimseye...
Vaktiyle, 1959'larda Türk Ocağı
Genel Merkezi'nde, Gençlik kollarında iken, gelip gidenin çok olduğu, nice
devlet büyüğünün uğradığı, daha ziyade de Cumhuriyet ilkelerinin halka
yayılması ve yerleştirilmesinde görev üstlenmiş bir kurum olması bakımından
eski yeni devlet adamlarının da uğradığı bu mekanda nice insanı yakından
tanıdım. Bunlardan bazıları Hamdullah Suphi Tanrıöver, Şevket Raşit Hatiboğlu,
Nihal Atsız, Nejdet Sancar, Mehmet Sofuoğlu, Prof. Osman Turan ve nicelerini...
Bunlara ilaveten henüz emsalimiz sayılacak yaşta kimisi birkaç yaş büyüğümüz,
kimisi emsalimiz, kimisi de bizden biraz daha küçük yaşta da birçok insan
tanıdım. Bunların kimisi daha sonra bakan filan oldular. Kimisi Türkiye'de
rejimle müslüman halkı barıştırmayı amaç edindiler ve bu işlevlerini hala
görüyorlar. Bunlar bir yana şimdi sizlere konumuzla ilgili bir hikayeyi bizzat
kendi ağzından dinlediğim Şevket Raşit Hatiboğlundan nakletme ve konumuza boyut
kazandırması bakımından da dikkatlerinizi çekmek istiyorum.
Şevket Bey, 1950 öncesi İnönünün
milli şef olduğu dönemlerin Tarım Bakanlığını Ziraat Vekaletini de yapmış biri
idi. Bize anlattığına göre memlekete, millete faydalı olmak için ziraat tahsili
yaptığı Almanya'dan dönünce yakınlarının da tavsiyesi ile
CHP'ye kaydolmuş ve en yakın seçimde bir ilimizden aday olarak
milletvekili seçilmiş. Fakat seçilmeden önce bütün harareti ile seçim
bölgesinde halka karşı konuşmalar yapıyor ve ülkeyi nasıl kurtaracaklarına,
nasıl hizmet edeceklerine dair nutuklar çekiyormuş. Henüz genç ve enerjik
Hatiboğluna yine bu konuşmalarını yaptığı köylerden birinde bir ihtiyar:
"Evladım, biz seni dinledik, sen de biraz olsun bizi dinler misin?"
demiş ve bu genç, idealist adam "Aman ne demek babacığım, buyur seni
dinliyorum. Nasıl dinlemem ki hakimiyet kayıtsız şartsız milletin değil mi, siz
de millet değil misiniz, buyur anlat, kulaklarımı dört açıp seni
dinliyorum!..." demiş. İhtiyar başlamış anlatmaya... "Şu karşıdaki
dağı görüyor musun evladım" demiş. O dağın arkasında bir köy var. O köyde
Hasan Ağa derler bir ağa varmış. Artık yaşlanmış ve istemiş ki, oğulları
kendisi hayatta iken işlerini çekip çevirmeyi öğrensinler. Çağırmış üç oğlunu
ve demiş ki "Evlatlarım!... Bakın artık sizlerin işlerimizi elinize
almanızın zamanı geldi. Henüz ben hayatta iken tarlamızı,
takkemizi davarlarımızı yönetmeyi
öğrenin. Herhangi bir
güçlükle karşılaştığınızda da kendiniz çözmeye çalışın. Lakin
herhangi bir çare bulamamanız halinde bana gelin ve müşkilinizi anlatın, size
yardımcı olayım." demiş. Başlamışlar çocuklar
işle güçle uğraşmaya... Derken günün
birinde sürüden koyunların
eksildiğini görmüşler. Şuraya bakmışlar yok, buraya bakmışlar yok, kurt
izi yok, çakal izi yok. Şu mağarada yok, bu yarda yok... Derken çözemedikleri
bu durumu babalarına anlatmaya ve çözüm istemeye karar vererek babalarına
gelmişler ve durumu anlatmışlar. Babaları
da çocukların bahsetmediği filan mağaradan, falan yardan da sormuş lakin
çocuklar oraya da, şuraya da baktık fakat hiçbir emare yok babacığım demişler.
Babaları düşünmüş, taşınmış ve
demiş ki bu halde bir tek ihtimal kalıyor. O da kopeklerin, sürüyü korumakla
görevli kopeklerin "kanaralaşmış" olmasıdır. Şimdi gidin ve sürüye
sahip olmakla görevli ne kadar kopek var ise, hepsini bila istisna öldürün ve
başka bir köyden küçük enikler (kopek yavruları) alın ve ileride işimizi
görsünler demiş. Çocuklar babalarının dediklerini
yapmışlar. Derken aradan geçen zaman içinde başka köyden alınan enikler de
büyümüş ve kocaman kocaman koyun köpeği şimdilerde kangal diyorlar olmuşlar.
Fakat yıllar önce karşılaştıkları cinsten bir olayla yeniden karşılaşmışlar.
Yine sürüden koyun eksilmeye başlamış. Ara, tara bir türlü bir
ize rastlayamamışlar ve son çare olarak dönüp babalarına gelerek durumu
anlatmışlar. Babaları yine şu ihtimal, bu ihtimali de hatırlatarak sormuş fakat
aldığı cevap "yok" olmuş. Bu defa adam oğullarına demiş ki
"Bakın oğul larım!... Bir kaç yıl önce yine böyle bir olay olmuş ve bana
gelmiştiniz. Ben de size kopeklerin kanaralaşması ihtimaline karşı
bunların hepsini öldürün ve yeni enikler alın büyütün demiştim. O zaman
dediğimi yapmış mıydınız? Ortanca ve büyük oğul "evet" derken, küçük
oğul başını önüne eğerek "babacığım bir küçük enikleri gözüme baktı ve
gelip ayaklarımı yaladı, kuyruğunu salladı ve ben de bu küçük enikten ne olacak
dedim ve bir bu eniği öldürmedim." demiş. Babaları bunun üzerine
"Bakın oğullarım, bu kanaralaşan kopeklerden, anababalarından
kanaralaşmayı az da olsa öğrenmiş ve yeni getirdiğiniz eniklere de öğretmiş ve
onları da kanaralaştırmış" "Şimdi gidin ve istisnasız bütün kopekleri
öldürün ki böylesi bir olayla bir daha karşılaşmayasınız." demiş. Ve
hikayeyi bitirmiş.
Şevket Raşit Bey bu hikayeyi
bütün kalbi ile dinlemiş ama kendi ifadesi ile o zamanlar anlamamış bilge
köylünün ne demek istediğini... Aradan yıllar geçmiş ve görmüş ki bütün iyi
niyetleri, bütün içtenliğine rağmen CHP'den Tarım Bakanı da olmasına rağmen
millete, memlekete yararlı olamamış. Ve görmüş ki öylesi bir kadronun içinde
hizmet de mümkün değilmiş. Bakanlığı ile, bize bu hikayeyi anlattığı yıllar
arasında 12-13 yıl geçmişti. Bunca zaman sonra köylünün ne demek istediğini
anladığını, fakat işin işten geçtiğini anlatarak "Köylü bana o zaman demiş
ki", diyordu Hatiboğlu... "Oğlum sen bu sürüye alınan bir yeni taze
eniksin, bu CHPlilerin hepsi kanaralaşmış durumda... Yıllardır milleti,
memleketi yiyip bitirdiler, seni de kanaralaştırırlar ve bütün bu iyi
niyetlerin kursağında kalır." Şevket Bey köylünün bu mesajını nice yıllar
sonra anlayabilmiş, öyle anlatıyordu.
Bizim de niyetimiz bu konuya ışık
tutucu nitelikte gördüğümüz bu hikayenin içeriğinin insanımızın dikkatlerini
çekmek ve düşünülmesini sağlamaktır, hikaye anlatmak değil, elbette...
Şimdi bakınız Türkiye'de olup
bitenlere ve hikayemizin mesajını düşününüz. Bir yandan kanaralaşmışlar, bir
yandan bunların arasına nice heveslerle katılan yeni,.,.ler... Her geçen gün bu
sürüye katılan yeni....k!erin de kanaralaştığını görmüyor musunuz?
Devlet bir yanda ekonomiyi
kurtaracağım diye zaten ezip durduğu halkına vergi üstüne vergi, zam üstüne zam
yaparken diğer yandan nereden gerekti ise 150 bin polisin elbiselerine 420
milyar lira harçayabiliyor. Bir yandan ek vergiler ve fedakarlıklar beklerken,
diğer yandan zaten kendisi de bir banka olan Kalkınma Bankası elindeki, millete
ait 21 trilyon lirayı ne idüğü belirsiz TYT Bank'a yatırıyor ve bu para herkesin
gözünün içine baka baka devletin, milletin elinden çıkıp gidiyor. Marmara
Bank'ın durumu ile ilgili bilgiler de aynı istikamette. Bir yanda oldum olası
devlet memuru olan bir İSKİ genel müdürü başka geliri bulunmadığı halde
boşandığı eşine 8 milyar lira boşanma drahoması ödeyebiliyor, diğer yanda
İstanbul’un su sorunu çözülmek için kıyameti bekliyor. Bir yanda Türkiye
Cumhuriyetinin kurucusu partinin bakiyesi SHP, genel merkezi'nin yapılması ve
seçimlerde harcayabilmek için Nureddin Sözen'in mahkemede ifade ettiğine göre
İstanbul Belediyesinden, müteahhitlerden rüşvet alınmasına, bunun birazını
kendilerine alıkoymalarına, gerisini genel merkeze göndermelerine dair istek
istikametinde hareket ettiğini milletin gözünün içine baka baka ben rüşvet almadım,
olsa olsa benimkine "rüşvete azmettirmek" denir diyebiliyor.
Kanunlarda genel hükümler çerçevesinde bir hüküm vardır. Der ki: "Hakim,
baktığı davada herhangi bir kanun boşluğuna rastlarsa, kendisini bir kanun
koyucu yerine koyarak, genel hükümler ve hukukun ana ilkeleri doğrultusunda
hüküm ihdas eder ve karar verir." Bu mealde bir rivayetin de «Yemen Valisi
tayin edilen kişiye Rasulullah'ın, "Kur'an'da, Sünnet'te bulamadığın olay
karşısında na yaparsın?" dediğini, Onun da Kuran ve sizin uygulamalarınız ışığında
kendi ictihadımla karar verir ve sorunu çözerim."» dediğini biliyoruz.
Evet milletin gözünün içine baka
baka yaptıklarını anlatanlar kanaralaşmış değil de kim kanaralaşmış söyler
misiniz? İSKİsi, ASKİsi, İLKSAN'ı ve Sultanhamamlı işportacının fabrikalarına
dokutturulan polis elbiselerinin kumaşlarına giden paralar... Hele de
"Bilmem neyini eden kadı, şikayetin kime" deyimini haklı çıkaran
Adalet Bakanının İSKİ suistimali sanıklarının arka arkaya tahliyesine karar
verilmesine yönelik tutumu... Başlarına iş açacağı kanısı ile birkaç tahliyeden
sonra anlaşılan kimileri akıl vermiş olmalı ki tahliye sürmedi ve Ergun Göknel
içeride kaldı. Yüzlerinin kızardığı yok ki.
Evet, hayvanlarda olduğu gibi
insanlarda da tabiat bozulması oluyor görüyorsunuz. Devlet görevlilerinin
halleri gözlerinizin önündedir. Kimisi verdiği sözün faturasını ödememek için
canını Çankaya'ya zarzor atıyor kurtuluyor, kimisi yüzü kızarmadan yeniden
başarılı belediye başkanı olarak (!) yeniden adaylığını koyabiliyor. Utanma da
kalmayınca, zaten laikliğin alıp götürdüğü Allah Korkusu, Hesaba Çekilme
endişesi yok edildiğinden kurtarabilirsen kurtar kendini bunların elinden...
Sonunda en iyisi bile kanaralaşıyor ve koruması gereken sürünün koyunlarını
bunlar yiyor. Bu da yetmiyormuş gibi aralarına alınan yenileri de
kanaralaştırıyorlar ki yağma devam etsin.
Evet, kanaralaşmamaya bakınız ve
kanaralaşanların arasına katılmayınız, zira sizleri de kanaralaştırırlar.
ERCÜMENT ÖZKAN
İktibas Dergisi/Sayı: 185
__________________ "Bak işte günler!Biz onları insanlar arasında dolandırır dururuz. Allah bu sayede iman edenleri bilecek, sizden tanıklar edinecektir."3:140
--BLOG--
|