Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Usluluk
Kısa veya uzun, tüm yaşamı boyunca insan az öğrenir ama çok etkilenir.
Az öğrenir, çünkü insan ya nadiren bir akla
sahip olur veya aklına nadiren sahip olur. Aradaki fark, kabul edilmeli
ki fark-ı azîmdir.
Bu yoksunluk nedeniyle insan koca bir ömür
boyunca kendini bilmenin, hiç değilse kendisi için bilmenin değerini
farketmez. Bu yüzden de anlamayı, bilmeyi istemez. Akıl, can sıkıcıdır.
Eldeki kadarını kullanmak bile içinden gelmez kişinin. Pek haksız da
değildir aslında, ne yapsın, doğası böyledir. Bilmek kendisine acı
verir; tam değil, hep eksik bileceği için acı verir.
İnsan çok etkilenir, çünkü çokluk duygularıyla kavrar olup biteni; aklıyla değil.
İnsan ağlar, güler, kızar, acır, sever, nefret
eder... ama nadiren düşünür. Akıllı olmanın maliyeti yüksektir,
pahalıdır; üstelik sevimsizdir de. En iyisi aklı, aklı olanları, aklını
kullananları kullanmaktır. (Danışmanlar nerede ve niçin işe yararlar?)
Kişinin dünyayı duygularıyla kavrayışı,
gerçekte bir 'eylem' değildir, belki bir eylemin sonucudur ve fakat her
hâlukârda bir başkasının eyleminin...
Buna mukabil bilmek bir eylemdir; eski tabirle
'fiil'. Dolayısıyla da aktif bir harekettir; bilenden başlayıp bilinene
doğru yönelen bir hareket.
Duygulanmaksa bir eylem/bir fiil (action)
değil, aksine bir infial (passion). Kişi etkide bulunan değil, bir
etkiye maruz kalan. Etkilenen. Özne değil, nesne. Fail değil, meful.
Yeteneklerin eşit dağıtıldığına ilişkin sözlerin hepsi de birer palavradan ibarettir.
Niçin?
Çünkü yetenek, bu dünyada dağıtımı en eşitsiz
gerçekleşen şeydir. Doğada eşitlik bulunmayınca doğal olanda nasıl
eşitlik bulunsun? Bulunmaz. Bulunamaz.
Akıl yoksunluğuna şaşmamak gerek bu yüzden. İnsanlar arasında akıl nadir değil enderdir.
İmam Gazâlî "bir asırda ancak birkaç akıllı gelir yeryüzüne!" diyor. Hakikaten ne de doğru söylüyor.
Arthur Schopenhauer ise, bu nadir ve nadir olduğu ölçüde kıymetli cevhere sahip olduğunu düşünen azınlığı şöyle uyarıyor:
— Bir toplumda sevilmenin yolunun akıl ve zekâ
göstermekten geçtiğini zanneden bir kimse ne kadar acemidir! Akıl ve
zekâ daha çok, önceden kestirilemeyecek kadar ezici bir çoğunlukta
nefret ve öfke uyandırır, bu öfke, bunu duyumsayanın, bunun nedeninden
yakınmaya hakkı olmadığı, hatta kendisinden bile gizlediği ölçüde daha
acımasızdır...
Birisi, konuştuğu bir kimsede büyük zihinsel
üstünlük ayrımsar ve duyumsarsa, sessizce, ve açıkça bilincinde
olmadan, karşısındakinin aynı ölçüde kendisinin aşağılık ve sınırlı
olduğunu ayrımsadığı sonucuna varır. Bu örtük tasım, onun en keskin
nefretini, öfkesini ve hiddetini uyandırır.
Bu yüzden Gracian haklı olarak şöyle söylüyor: "Sevilmenin biricik yolu, en saf hayvanın postuna bürünmektir."
Oysa aklı ve zekâyı belli etmek, tüm ötekileri
yeteneksizlikle ve budalalıkla suçlamanın yalnızca dolaylı bir yoludur.
Üstelik sıradan bir doğa kendi karşıtını gördüğünde isyan eder ve bu
isyanın gizli kışkırtıcısı kıskançlıktır. Çünkü hergün görülebileceği
gibi insanlar kibirlerini doyurmayı her şeyin önüne koyarlar, bu da
ancak kendi benliklerinin başkalarınınkilerle karşılaştırılmasıyla
olanaklıdır. ("Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar", s. 187-188,
İstanbul, 1998)
'Akıl', malum olduğu üzere Arapça bir kelime, Türkçesi 'us'. Pek tabii ki 'akıllı'nın mukabili de 'uslu'.
Anlamıysa biraz farklı. Çünkü Türkçe'de "uslu
olmak", uysal olmak, söz dinlemek, itaatkâr davranmak vb. anlamlara
gelir ki doğrudur. Çünkü uslu olmak demek, sorun çıkarmamak demektir. O
hâlde aklı, sorun çıkarmak için değil, sorunları çözmek için kullanmalı.
VE hepsinden önemlisi, bugünün gençleri neden bu kadar uslular, şöyle oturup bir düşünmeli! dcundioglu@yenisafak.com.tr
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
|