Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Tarih, hayatları izlenmeye
değer en güzel örneklerle dolu olan sayısız kral, alim, aziz vb.
kişilere tanık olmuştur. Peki, vefatının üzerinden ondört yüzyılı aşkın
bir zaman geçtiği, bu arada bilim inanılmaz ilerlemeler kaydettiği ve
hatta kendi hayatımızdaki durum ve kavramlar bile derin değişikliklere
uğradığı halde, diğerleri gibi bir insan olan Muhammed (AS)’ın hayatını
incelemeye neden gerek duyuyoruz?
1. Hamd, Alemlerin Rabbi olan Allah’adır; ancak sana kulluk eder ve
ancak senden yardım dileriz. Cenab-ı Hakk’ın salât ve selâmı üzerine
olsun, insanlığın hayrı için yapmış olduğu her şey için Hazret-i
Muhammed (AS)’e hürmet ve şükranlarımızı arz ederiz!
2. ‘Allah’ın Elçisi’ kavramı ülkelere, yörelere ve çağlara göre
farklılık gösterebilir. Müslümanlar nezdinde insan, tüm yaratılmışlar
içerisinde en saygıdeğer olanı, ve Allah’ın elçisi de insanlar arasında
en saygıdeğer ve en kâmil olanıdır. Bu da kuşkusuz insanlığın en güzel
özellikleri olarak görülmektedir.
3. İnsan hayatı, maddi ve manevi olmak üzere iki büyük bölüme
ayrılmıştır. Bu iki alan arasında dengeli bir uyum sağlamak ve diğer
insanlara böyle bir hayatın uygulanabilir bir örneğini vermek: Şu fani
insanlara rehberlik edecek birinin ideali işte bu olacaktı.
4. Tarih, hayatları izlenmeye değer en güzel örneklerle dolu olan
sayısız kral, alim, aziz vb. kişilere tanık olmuştur. Peki, vefatının
üzerinden ondört yüzyılı aşkın bir zaman geçtiği, bu arada bilim
inanılmaz ilerlemeler kaydettiği ve hatta kendi hayatımızdaki durum ve
kavramlar bile derin değişikliklere uğradığı halde, diğerleri gibi bir
insan olan Muhammed (AS)’ın hayatını incelemeye neden gerek duyuyoruz?
5. Bir Müslüman için bu sorunun cevabı gayet basittir: Kişi, kendi
hayatında Rehber’inin (Resulullah’ın) yolunu izlemiyorsa Müslüman
olamaz. Ama henüz Sîret’in (Muhammed AS’in hayat hikâyesi)
ayrıntılarını bilmeyen bir kimse için, bazı hususları hatırlatmakta
yarar vardır:
a. Onun öğrettikleri bizzat kendi denetimi altında kaleme alınmış ve
güvenilir bir biçimde sonraki nesiller için muhafaza edilmiştir.
Çeşitli büyük dînî önderler arasında, Muhammed (AS), zaman zaman
Cenab-ı Hakk’tan aldığı ilahi vahiy ve buyrukları sadece kendi
çevresindekilere tebliğ etmekle kalmamıştı. O, aynı zamanda bu
buyrukları kâtiplerine yazdırmak ve bunların örneklerinin ashabı
arasında çoğaltılmasını sağlamak gibi ince bir düşünceye de sahipti.
Onun öğrettiği şeylerin korunup muhafaza edilmesi, bu vahiy
metinlerinin Müslümanlar için ibadetleri esnasında okunması suretiyle
dini bir vecibe haline gelmişti. Bu durumda, ilahi metinlerin ezbere
öğrenilmesi gerekiyordu. Bu vahiyleri, yani Kur’an’ın yazılı
örneklerini edinme ve bunları bir bütün halinde ezberleme uygulaması
kesintisiz sürdürüldü. Bu iki yöntemden (yazılı örnekler ve ezberleme)
her biri, ilahi mesajın, vahyedildiği esas dilde özgünlüğünden bir şey
yitirmeksizin aktarılmasında birbirlerini desteklediler. Bu Kur’an
metni, Tevrat ve dört İncil’in birlikte oluşturduğundan daha
kapsamlıdır. Öyleyse onun, insan hayatının tüm alanlarıyla ilgili emir
ve talimatlar içermesine şaşırmayalım.
b. Muhammed (AS) hiçbir zaman Allah’ın Elçisi olma şerefini
tekelinde bulundurduğunu iddia etmemiş, aksine, kendisinden önce de
Allahu Teâlâ’nın bütün milletlere benzer elçiler gönderdiğini
belirtmiştir. Adem (AS), İdris (AS), Nuh (AS), İbrahim (AS), Musâ (AS),
Davud (AS), İsa (AS) gibi bunlardan kimilerinin adını vermiş ve
adlarını anmadığı daha birçoğunun bulunduğunu da ilave etmiştir. O,
sadece ezeli ve ebedî hayatı yeniden inşa etmek ve önceki
peygamberlerin insanlara tebliğ ettikleri ama Adem ve Havva’nın
soyundan gelenlerin can sıkıcı tarihlerinde baş gösteren savaş ve
ihtilaller sonucunda bozulup kaybolmaya yüz tutan şeylere güncellik
kazandırmak gibi bir işlevi olduğunu da bildirmiştir. Muhammed (AS)’ın,
ilahi tebliğinin, Allah’ın kendisinden sonra yeni bir elçi göndermeye
ihtiyaç duymayacak biçimde, el değmemiş ve bozulmamış bir halde
kalacağına olan inancı tamdı. Gerçekten biz bugün, Kur’an ve Hadis’i
aslî dilleri ile elimizde bulundurmaktayız. Ve bu dil hala canlılığını
korumaktadır.
c. Tebliğinin daha ilk gününden itibaren, Muhammed (AS) tüm dünyaya
hitap eder: O, herhangi bir millet ya da dönemle kendisini
sınırlandırmamıştır; ırk ve sınıf farklılığı gözetmez: İslâm’a göre,
insanlar arasında mutlak eşitlik ve isteyerek yapılan eylemlerdeki
bireysel üstünlük esastır.
d. Mutlak şer gibi mutlak kötülük de, insan topluluklarında az
rastlanan istisnalar olup, çoğunluk “vasat insan” sınıfına dahildir.
Muhammed (AS) ilgi alanını insanlar arasındaki “meleklerle”
sınırlandırmamıştır: Onun tebliği esasen insanların büyük çoğunluğunu
oluşturan sıradan insanlara yöneliktir. Kur’an’ın ifadesiyle insanoğlu
“hem bu fani alemde hem de öte dünyada iyiliği ve hayrı”1 aramalıdır.
e. İnsanlık tarihi büyük krallardan, büyük fatihlerden, büyük
reformculardan, büyük velilerden vb. uzak olmamış, ancak bunların her
biri sadece kendi ilgi alanlarında bir değer ifade etmişlerdir. Tüm bu
farklı özelliklerin tek bir insanda toplanması, -Muhammed (AS)’ın
durumunda olduğu gibi-, çok ender bir durum olmakla kalmayıp, fakat
aynı zamanda öğrettiklerinin muhataplarınca uygulanma imkanı bulduğu
bir durum oluşturur. Bu konuda, geçmiş deneyimlere dayalı uygulamalarla
belirlenen dengeli bir yaklaşım sergilenmiştir.
f. Reformcu bir kişilik olarak, Muhammed (AS)’ın, günümüz dünyasının
en büyük dinlerinden biri olan, hala canlı bir biçimde varlığını
sürdüren ve kayıpları, gündelik kazançlarıyla karşılaştırıldığında
neredeyse gözardı edilebilir nitelikteki bir dinin önderi olduğunu
söylemek yeterlidir. Allah’ın sevgili bir kulu ve kendisine emredilen
ilahi buyrukları uygulayan biri olarak, Muhammed (AS)’ın hayatının
masum ve söz götürmez olduğunu görürüz. Toplumsal bir örgütleyici
olarak, O’nun, her şeyin karmakarışık olduğu bir ülkede işe sıfırdan
başladığını ve on yıl sonunda, Irak ve Filistin’in güney bölgeleriyle
birlikte Arap Yarımadası’nın tamamını kapsayan 3 milyon km2yi aşkın
alana sahip bir Devlet kurduğunu biliyoruz. Bu devleti emanet bıraktığı
halefleri, onu, kendisinden sonra, onbeş yıl gibi kısa bir süre içinde
Avrupa,2 Afrika ve Asya gibi üç kıtaya yaydılar. Kendi komutasında
yapılan savaşlarda, her iki tarafın kayıplarının tamamı bir kaç yüz
kişiyi aşmamış; bununla birlikte tüm bu topraklarda mükemmel bir itaat
sağlanmıştı. Gerçekten de o, bedenlerden ziyade gönüllere hükmediyordu.
Hayattayken görevini tebliğde elde ettiği başarı, Veda Haccı sırasında
Arafat’ta yaklaşık 150.000 kişilik bir mümin topluluğuna hitap edecek
kadar büyük olmuştur. Halbuki çok sayıda Müslüman da, bu tarihi olay
sırasında kendi memleketlerinde kalmıştı, zira her yıl Hacc’a gitmek
zorunlu değildir.
g. Muhammed (AS), kendisini asla müminlere buyurduğu kuralların
üstünde görmüyordu: Aksine O, ashabına emrettiğinden çok daha fazla
namaz kılıyor, oruç tutuyor ve sadaka veriyordu. İlerde de göreceğimiz
gibi, O, hem barış hem de savaş dönemlerinde, düşmanlarına karşı adil
ve merhametli davranıyordu.
h) Öğrettiği şeylere gelince: O insan hayatının tüm yönleriyle,
inanışlar, ruhî ve manevi uygulamalar, ahlâk, ekonomi, siyaset,
kısacası bireysel ya da ortaklaşa, ruhsal ya da dünyevî hayata dair her
şeyle ilgilenmiş, tüm bunların yanı sıra da kendi güzel örneğini
bırakmıştır.
6. Öyleyse, onun hakkında karar vermeden önce bu hayatın incelenmesi gerekir.
muhammed hamidullah
__________________ O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult. Allah'ın yaratışında değişiklik bulunmaz. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
|