Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Müslüman Olmayan Allah'a Teslim Olamaz mı?
Allah,
kainatı ve içindekileri belli/belirli ölçüler/yasalar/kurallar/sünnetullah ile
yarattı. Ve bu ölçülere riayet etmenin adını ‘teslim’ olma yolu/dini (Allah’a teslim
olma/İslam) olarak belirledi. ’’Din’’
en temel anlamıyla ‘gidilen
yol’ demektir. Allah, insanlığa gidilecek yolun kendisine, yani
koyduğu ölçülere/sünnetullaha teslim olma yolu olduğunu iletti. Bu yolun/dinin,
kabul edilebilir tek geçerli yol/din olduğunu bildirdi (”Allah’ın indinde tek
yol/din teslimiyetttir/İslam’dır”). Konulan sınırlara/hududullaha/sünnetullaha
teslim olmayıp aykırı davranması halinde yine kendisinin zarar göreceğini de
bildirdi. Tıpkı ateşe dokununca yanmanın gerçekleşeceği yasası/sünnetullahı
gereği, zarar gören yasaya aykırı davranandır/teslim olmayandır. Bu yasalar
sadece fiziki yasalar değil, sosyal, psikolojik, siyasal yaslar da vardır,
teslim olunması gereken. Yaradanın tüm yasalarına teslim olmak
(gayreti) gerekir. Yani Yaratılışa/fıtrata uygun davranmanın adıdır
teslim olmak (İslam). Allah
bu tek geçerli Yol’u ilk insandan başlayarak insanlığa iletti.Ta ki Son Elçiye
değin. Rengi, dili, sınıfı, cinsiyeti, rütbesi, konumu, görevi ne olursa olsun
bu Yol’a uyan teslim olan-müslüman olandı.
Fakat gelin görün ki
birileri kendilerini Allah’ın has-öz kulu sayarken, başkalarını ‘’üvey kul’’
gibi görebilmektedir. Birileri dediysem, marjinal düzeyde bir kemmiyetten ya
da fıkıh terimiyle şaz bir görüşten bahsetmiyorum. Maalesef ‘’Müslüman’’
alemin büyük büyük çoğunluğunun düşüncesidir bu.
Kurtuluşu bireysel ‘’iman ve erdemli davranış (amel-i
salih)’’ ekseninden çıkarıp sosyolojik aidiyete indirgeyen bu mantığın,
biyolojik aidiyeti önceleyen Yahudi mantığından azıcık farklı olduğunu ben de
kabul ediyorum. İyi ama bu farkın azıcık olması, İslamoğlu’nun ‘’yahudileşme
temayülü’’ dediği vakanın çokça olduğu anlamına gelmez mi? Sosyolojik aidiyet,
bir noktadan sonra biyolojik aidiyetle eşitlenmez mi?
Hasbelkader adına İslam ülkesi denen bir ülkede doğmuş
olman; ne kadar iğrenç yaşarsan yaşa ‘’en sonunda’’ bir palmiye ağacının
altında hurîlerin kucağını garantiye almanı sağlıyorsa, sözkonusu olan ‘’adl-i
ilahi’’ olamaz. Allah, elbette böyle anlaşılmaktan münezzehtir. Ben ‘son din’e
mensubum demenin, ‘’ed-din’’
i fehm-edebilmişler açısından tebessüme sebebiyet vermesinin, bir hayra vesile
oluştan (mü’min kardeşini tebessüm ettirme hayrından) öte anlamı yoktur. Son
peygambere iman etmesi, araştırmacı ruhunun ve yoğun tefekkürünün ürünü
olanlara hürmetlerimiz vardır. Ama,
Müslüman atalarının son halkası/nesli olması münasebetiyle avucunda bulduğu
‘’son elçi’’yi, Brezilyalı veya İzlandalı bir manav amcanın avucunda bulduğu
‘’son elçi’’ den ebedî azab veya ebedî mükafat mesafesi kadar üstün kılmak
kendini yalnızca kandırmaktır.
Kitab’a
kulak verdiğimizde, 2/62. ve 5/69. ayetler ölçütleri sıralamış. Kitab’ın önem
ve destek verdiği akl’ı işlettiğimizde de böylesi bir çifte standardın Yaratıcı
iradeye yakıştırılamayacağı aşikar. Vicdana (içsel/enfüs ayetler) sorduğumuzda
da ilk ikisini onaylayacaktır.
Kemal olan ve ‘’ed-din’’in/mesajın son hali olan (Esed’in kavramıyla; son-en
üst formu olan) Ku’an’dır, evet. Ve bu mesajın son elçisi de Muhammed (s) tir.
Bunda kuşku yok. Ancak Allah’a ‘‘teslim olmak’’tan, davranışlarında sınır
tanımaya ve erdemli olmaya gayret etmek dışında sosyolojik bir aidiyeti
anlamamalıyız.
Erdemli yaşamanın ve ‘sınır’ tanımanın evrensel boyutlu
olduğunu kabul etmeliyiz. Eğer postmodern bir zihin kodu taşımıyorsak. Aklı ve
vicdanı olan her insan evrensel ölçütlerde buluşabilir. Öldürmeyeceksin,
çalmayacaksın-sömürmeyeceksin, yalan söylemeyeceksin, zulmetmeyeceksin, fitne
çıkarmayacaksın, yoksula vereceksin, imar edeceksin, zulme rıza
göstermeyeceksin, mazlumun yanında olacaksın, gerektiğinde aç bırakılmışlar ve
zulme uğramışlar uğrunda savaşacaksın, gerektiğinde barış için nefsine ve
öfkene gem vuracaksın…
Şimdi
söyleyin bana, bu ilkelere inanmak ve bu ilkelere uymak için illa
Diyarbakır’da, Medine’de, Tahran’da, Kahire’de, İstanbul’da doğmuş olmak mı
gerekli? Ya da bu ilkelere inanıp, bu ilkelerle aheng içinde yaşasa bile salt
Şili’de doğduğu için İsa’yı son elçi belleyen bir adama cennet ebediyen kapalı
mı? Evrensellik ve cihanşümullük iddiasına sahip birinin bu çelişkiyi açıklaması
gerekir. Allah (cc)’ ın murad ettiği bir ‘’kul’’ olsa bile, doğduğu ve yaşadığı
çevre neticesinde Muhammed’e değil de mesela İsa’ya iman eden biri/lerinin
‘’müslüman’’ olmadığını iddia etmek, ‘’teslimiyet’’ten yani İslam’dan
anladığının aşiret dini mantığı olmadığını bana tafsilatlı olarak izah etmeli
birileri.
Her tür günaha boğulup sosyolojik aidiyeti gereği
müslüman olduğunu söyleyen/sanan biri ile erdemli bir hayat gayretinde olan ama
sosyolojik aidiyeti gereği hıristiyan-budist-teist olduğunu söyleyen/sanan
arasında ebedî mükâfat-azap kadar bir fark olduğunu söylemek evrensellik
iddiasının neresine sığar bilemiyorum. Aslında bu mantık başka ümmetlerin
kendi içlerinde bir düzen ve hukukla yaşamalarını gereksiz görmeyi gerektirir.
Ne yaparlarsa yapsınlar en sonunda sonsuz azabtan kurtulamayacaklarına göre
onlara her şey mübah!
Oysa
akıl ayeti/ni’meti bu fikri reddediyor. Aklı destekleyen ve işletilmesine
çağrıda bulunan Kitabî ayetler de bunu reddediyor. Kitabın ana fikri de bu sonuca
götürmez/götürmemeli hiçbir aklı/akıllıyı.
Maksat hasıl olmuş ise hangi elçi aracılığı ile hasıl
olduğunun farkı bu kadar çok olmamalı. Olmamalı, zira bu, amacı araç, aracı
amaç kılmaktır. Müslümanlığı/teslimiyeti Adem’den Muhammed’e dek süren ilahî
mesajlar/buyruklar/zikirler/hatırlatmalar (insana fıtratını hatırlatma) olarak
görmeyip baba mirası gibi görmektir.
La
nuferriqu beyne ahadin min rüsulih… demişken ayet ve aracısız iman etmenin ve
Allaha aracısız (tefekkür akıl ve vicdanı aracılığı ile) teslim olmanın adını
‘İbrahim’ koymuşken, kalkıp teslimiyetin hangi aracı/elçi ile gerçekleştiğine
bakmak tam da aracılar/elçiler/resuller arasında fark gözetmek değil midir?
İslamoğlu’nun
şu cümlesi özetliyor maksadımızı:
‘’Önemli olan isimlere mensubiyet değil Allah’a teslimiyettir.’’ Unutmayın
Allah kulları arasında ayırım yapmaz. Baba mirası tüketenleri ise kayırmaz.
Belki fazladan sorguya çeker. Teslimiyet/İslam ise babamızın malı değil zaten.
Ali Ömer Esedoğlu
__________________ En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir.
Birbirini anlamayan...
Can Yücel
|