Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
İstanbul'un
tarihî camilerinden birinde imamlık yapan bir kardeşimiz aradı. Görev
yaptığı camide Peygamberimize ait bir lıhye-i saadet olduğunu, bunu
âdet olduğu üzere bayram arifelerinde çıkarıp ziyarete açtıklarını,
bunda dinen bir mahzur olup olmadığını sordu.
Ne mahzur olabilir ki, dedim. Türkiye'de
yaşayan Müslümanlar içerisinden kimse lıhye-i saadetlere tapınmaz.
Onlara secde edip fetiş kılmaz. Zaten buna yüz de verilmez, izin de
verilmez.
Her ne kadar hepsinin peygamberimize
aidiyetinden emin olunamasa da, Anadolu'nun birçok ulu camiinde bulunan
lıhye-i saadetler, sevgili Peygamberimizden bugüne kalan aziz birer
hatıradırlar. Bir cam şişe içerisinde Efendimizin sakalından bir ya da
iki telin muhafaza edildiği bu emanetler, gelenek olduğu üzere kırk
güzel kokulu bohçaya sarılı olarak yüksek ve emin bir dolapta
saklanırlar.
Ziyaret günü bu bohçalar ziyaretçilerin
hasretli bakışları huzurunda salavâtlarla birer birer açılır. Her bohça
açılışında ziyaretçilerin heyecan katsayısı daha bir artar. 40. bohça
açılırken artık hasret doruk noktasına gelmiştir. İşte o an Rasûlullah
sevgisi bir sel olup gözlerden taşar.
Öpebilen öper, öpemeyen göz ziyareti yapar ve selamlar.
Sahih rivayetlere göre, Peygamberimiz Veda
Haccı sırasında Hacerülesved'i gözyaşları içinde öpmüş, yüzünü gözünü
bu taşa sürmüştü.
Hatta Hz. Ömer bir defasında bu taşı öpmüş ve
şöyle demişti: “Ey taş, bilirim ki sen sadece bir taşsın; eğer
Rasûlullah'ın seni öptüğünü gözlerimle görmesem seni öpmezdim.” Peki,
Hz. Ömer'in buyurduğu gibi “sadece bir taş olan” Hacerülesved'i
Rasûlullah niçin öpmüştü?
Bunun sebebini bazı kaynaklardan öğreniyoruz.
Buna göre; Hacerülesved, Hz. İbrahim'in yaptığı Kâbe'den geriye kalan
tek orijinal hatıradır. Bu nedenle, cahiliye döneminde de aynı hürmet
gösterilmiştir.
Peygamber Efendimiz, Hz. İbrahim'den kalan bu
tek orijinal hatırayı, iman atası İbrahim Peygamberin elini öper gibi
öpüyordu. Bu sayede hem ona minnet ve şükranlarını sunuyor hem de onun
aziz hatırasını yâd etmiş oluyordu.
Lıhye-i saadet ziyaretlerinin amacı da aynı
değil miydi? Sebeb-i imanımız ve saadetimiz, âlemlere rahmet Hz.
Muhammed aleyhisselam'dan kalan bu aziz hatıraları ziyaret etmek, bir
tür şükran sunmak değil miydi? Onu öpmek, Rasûlullah'ın elini öpmeyi
hatırlatmıyor muydu? Elini onun eline değmek için servetini göz
kırpmadan feda edecek Rasûlullah âşıkları için bu bir teselli armağanı
sayılamaz mıydı?
Hepsinden öte, lıhye-i saadet ziyaretlerinde
gösterilen bu tazim ve muhabbetin, amaç açısından Rasûlullah'ın
Hacerülesved'e gösterdiği hürmet ve tazimle farkı var mıydı?
Evet, dünyanın bazı yerlerinde bu tazim işini
tapınma noktasına kadar vardıranlar da yok değildi. Mesela,
Hindistan'daki Birelvi tarikatı mensupları. Onlar açıkça tıpkı namazda
secde eder gibi secde ediyorlardı ve elan bu sapık uygulama devam
ediyor. Gerekçeleri de hazır: O sakalın sahibine değil, onu peygamber
gönderene secde etmiş oluyoruz. Bu sapık tarikatın müritleri, kabirlere
de namaz secdesi gibi secde ediyor, buna da yine tumturaklı bir gerekçe
uyduruyorlar. Zaten insanlık tarihinde hangi sapmaya gerekçe
üretilmemiş ki?
Elbet Birelvilerin yaptığının din açısından
savunulacak hiç bir yanı yok. Böyle bir sevgi ve tazimin
Hıristiyanların Hz. İsa'ya gösterdiklerinden özde farkı da yok.
Fakat dünyanın bir yerinde bazı sapkınlar bir
şeyleri istismar ediyor diye, elimizdeki bu muhteşem hazineye bigâne
kalıp “kıl işte, n'olacak” dememizi bizden kimse isteyemez. Kaldı ki,
bu bir ibadet değil, âdettir. Âdet olarak da kalmalıdır. Âdet ibadet
kılınmadığı ve şer'i sınırlar içerisinde kaldığı sürece mahzur da
yoktur.
Geniş kitlelerin medya, müzik, spor ve siyaset
yıldızlarının elbisesine dokunmak için birbirlerini ezdikleri modern
dünyada, Müslüman yığınların Rasûlullah'a olan sevgisini ifade eden
lıhye-i saadet ziyaretleri hedef alınacak, kendisiyle savaşılacak bir
husus olmamalıdır. Elbet bu konuda hassas olanların hassasiyeti de
Müslümanların selameti içindir. Dünyadaki çığırından çıkmış emsallerine
bakınca, insanın bu hassasiyete hak vermemesi mümkün değil. Fakat
hassasiyet olarak kalmalı, tahkir, tezyif, tadlil ve hatta tekfir
sınırına varmamalıdır. Bu hassasiyete sahip olan ehl-i ilim, lihye-i
saadeti veya onu ziyaret törenlerini hedef almak yerine, halkın
cehaletini ve istismarcıların istismarını hedef almalıdırlar. Bu daha
dengeli bir yöntemdir.
Sözün özü: Mübarek hatıralara sahip çıkmak
iyidir. Fakat bu mübarek hatıraları kutsallaştırmamak ve fetiş haline
getirmemek şartıyla.
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
Şaşkınlık içerisindeyim,bu kadarını beklemiyordum doğrusu.Belliki çok büyük oynuyor.F.Gülen epey yaşlandı yedeğe koydular muhteremi.Gelde Yaşar Hocayı ,Zekeriya Beyazı arama şimdi!
Sevgili Dermanbeg,
bence 40 katıra da razı olmayalım 40 satıra da, hatasız kul olmaz doğrudur ama HATASIZ RAB olur, RAB dediğinde zaten sadece HATASIZ/EKSİKSİZ/KUSURSUZ olan olur, O da tektir ve adı Allah'dır, alemlerin Rabbi Allah.
ne mutlu bize ki Allah bizi bu dünyadaki imtihanımızda hiç bir kimseye MAHKUM yaratmamış, elhamdülillah. geri kalan herşeye muhtacız imtihan olanlar olarak ama MAHKUM değiliz.
selam ve muhabbetle.
UNUTANLAR ya da BİLMEYENLER İÇİN NOT : Yaşar Nuri Öztürk'e bir konferansında şu soru soruldu. " hocam bu türbelere, mezarlara gidip dua edenler, hırkaları sakalları tavaf edenleri bu kadar şiddetle kınıyorsunuz ve haklısınız. peki ya anıtkabire gidip orayı tavaf edenler ve "kurtar bizi atam" mealinde dua edenler ile, sn cumhurbaşkanı a.necdet sezerin katıldığı hacı bektaş şenliklerinde delikli taştan geçmesi ve diğer ritüellere katılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?"
cevap çoğunluğun tahmin edeceği gibi M. İslamoğlunun yukarıdaki cevabının neredeyse kopyasıydı hatta daha da korkuncu. yok aslında birbirinden farkları biri osmanlı bankası diğeri iş bankası. :)
Ziko'nun herzelerini hatırlatmak gereği bile duymuyorum.
__________________ yalnız Allah'a teslim ol ve şahitliği dosdoğru yap...
Sevgili Ebukerem,Yaşar Hoca Kuranla özdeşleşleşmiş bir kişilik.Henüz onu yanına çekecek,savrulmalarını boşa çıkaracak bir yapı oluşmadı.Dolayısıyla onu "bizden" göremeyeceğimiz durumunda oluşmadığını düşünüyorum.Hala Türkiyede hatta dünyada Kuran İslamının bilinen en kuvvetli savunucusu durumunda o var.Ben düşmesinden ziyade şahlanmasını arzu eden birisiyim.Bin tane M.İslamoğlunu toplasanız Yaşar Hocanın yüz gramına tekabül etmez.Selamlar..
Bu kıl tapıcılığına bir eleştiri yazısı yazar Metin Önal Mengüçoğlu'ndan geldi,ilgili yerlerini alıntılıyorum sadece:
..Bereketli
ramazan ayının bu son günlerinde, bu ayı eğlence, şölen ve törenlere
boğup, hikmetini yok etmeye çalışanlardan kurtulmanın sevinci kaplıyor
yürekleri. Ne var ki o zalimce medyatik programlardan doğan bunalımdan
kurtulmanın sevincini, kursakta bırakan şeyler de oluyor maalesef. Tam
kurtuluyoruz derken bu kez ummadığınız kapı ve pencerelerden başınıza
saksılar fırlatıldığını görüyorsunuz. Şaşırtıcı olan bu saldırıların
sizin cephenizden geliyor olmasıdır. Yoksa bu ve bunun çok daha kötüsü
salvolara, ömür boyu göğüs germiş hatta onlarla savaşmışsınızdır. Konu
şu meşhur “sakal-ı şerif” meselesidir. Yazar, her ne kadar usta bir
kalem darbesiyle olayı “Lıhye-i saadet” başlığı altına gizlemeye
çalışmışsa da, yazısının sonuna doğru daha fazla kaçamamış ve bunun bir
“kıl” meselesi olduğunu açıklamak durumunda kalmıştır.
Yazıda
denilmektedir ki “Türkiye’de yaşayan Müslümanlar içerisinden kimse
Lıhye-i saadetlere tapınmaz. Onlara secde edip fetiş kılmaz.” Tapınma
eylemini secdeye indirgeyen bu bakışın illetini hatırda tutarak bir
tanım denemesi yapılacak olursa, ne demelidir? Mesela tapınma herhangi
bir kişi, nesne, olay karşısındaki körü körüne gösterilen tazim ve
ihtiramdan başka bir şey midir? Her ne kadar yazar “tazim işini tapınma
noktasına vardıranlar” hususundaki olumsuz görüşünü belirtiyor olsa da,
mefhumun muhalifinden bakıldığında, tapınmanın kör bir tazim ve
temennadan ibaret olduğunu unutmuş görünüyor.
Ahalinin
-nasılsa- Anadolu’nun birçok camisinde mevcut sakal-ı şeriflere karşı
gösterdiği tazim ve ihtiramın tapınma sayılamayacağını baştan
işaretliyor. Bunun meşru bir adet olduğunu savunuyor. Yazar, birçok
tanımla birlikte, kendi geçmiş söylemleriyle de büyük bir çelişkiye
düştüğünü, bilmem ki nasıl oluyor da düşünmüyor? “Kaldı ki bu bir
ibadet değil, adettir” diyen hem de aynı yazıda yine bizzat kendisidir.
İyi ya işte, insanları adet karanlığından ibadet bilincine, sahih
kulluk eylemine çağırmalı değil midir? İnsanların adetleri körü körüne
yahut da bir sevgi uğruna yineleyip durmasını meşru görmek, ibadet
yerine ayini, kulluk bilinci yerine de tapınmayı teşvikten başka nedir
ki?
Yazarın
son derece yakışıksız bir benzetmesi de var ki doğrusu onun bugüne
kadar getirdiği birikim ve şöhretiyle asla bağdaşmıyor. Öylesine
uygunsuz bir benzetme yapıyor ki şaşırmamak elde değildir. Okuyalım: “
Geniş kitlelerin medya, müzik, spor ve siyaset yıldızlarının elbisesine
dokunmak için birbirini ezdikleri modern dünyada, Müslüman yığınların
Resulullah’a olan sevgisini ifade eden lıhye-i saadet ziyaretleri hedef
alınacak, kendisiyle savaşılacak bir husus olmamalıdır.” Bizim vakitsiz
ezandan kastımız işte tam da budur. Bu satırların arasına ustalıkla
gizlenmiş bulunan anlayış ve geniş meşreplilik, tasvip edilir gibi
değildir. Tuhaflığa bakınız ki yazar, Müslümanları da diğer beşer
sürüleri gibi yığın olarak nitelemekte, onların bu durumlarına göz
yummakta, göz yummayıp ses çıkartanları ise kınamaktadır. Bu bakışın
ve/ya yargının neresini düzeltecek, nasıl anlamaya çalışacaksınız?
Modern dünya yığınları mademki süper starlarına böyle bir ihtiram
gösteriyor, öyleyse Müslüman yığınlar da kendi süper starlarına benzer
tazimi göstersinler öyle mi? Bunda bir mahsur yoktur öyle mi?
Devamında: “Dünyadaki çığırından çıkmış emsallerine bakınca…” denilerek
karşı çıkanlara kısmen hak veren yazar, yine mefhumun muhalifinden
hareketle bu işlerin çığırından çıkmamışına yeni bir onay vermektedir
ki, çok yazık, hem de çok yazık!
Sakal
teli karşısındaki tazimi yazar, Hacer-ül Esved’e gösterilene benzeterek
kendisine sağlam bir siper ve delil bulmuş sanıyor. Oysa düşünmüyor ki
böyle bir kapıyı açık tuttuğu vakit, o zaman sormazlar mı adama,
Resulullah’ın kesip attığı tırnakların ne günahı vardı diye? İnsanlar
onları niye toplayıp şişelere doldurmadılar? Ayrıca bunu meşru
gördüğünüz vakit, Resullah’ın sidiğinde şifa arayan eblehlere ne cevap
vereceksiniz? Allah Elçisi’nin Bizzat kendisinin bile kutsanmaması
gerektiğini yazar, dönüp Mustafa İslamoğlu’nun Üç Muhammed adlı
kitabından yeniden okumalıdır. Yazıktır, şu Türkiye’nin kanaat
önderleri, zavallı Müslüman yığın(!)ları yeteri kadar aldattılar. Bilgi
ve hakikatlerden yeteri kadar uzak tuttular. Birçok kolaylığı kendileri
uyguladı, onlardan gizlediler. Dehşetli oyaladılar. Allah Resullerinin
izlediği yol yerine cisimlerine, kıyafetlerine, sakal, tükürük, sidik
ve kanlarına yönelik şu çirkin, yakışıksız sevgi ve ilgi
gösterilerinden ne zaman vazgeçilecektir? Resulullah, Müslümanların
starı filan değildir. Önderidir, örneğidir. Üstelik sayın yazar da
bilir ki O, kimseye elini öptürmemiştir. Önünde eğilenlerin başını
düzelterek kendisini kisralara, firavunlara, sultanlara
benzetmemelerini istemiştir. Kendisine “Efendimiz” diye hitap edeni
azarlayarak “Efendi Allah’tır” demiştir. Bir meclise girdiği vakit
kimse ayağa kalkıp O’na tazim etmemiştir. O, bir meclise girdiğinde
başköşeye değil boş köşeye oturmuştur.
Yazarın
son sözlerine bakınız: “Bu hassasiyete sahip olan ehl-i ilim (olaya
karşı çıkanlar m.ö.m.), lihye-i saadeti veya onu ziyaret törenlerini
hedef almak yerine, halkın cehaletini ve istismarcıların istismarını
hedef almalıdır.” Bu sözü şöyle mi tercüme etmelidir: “Siz Müslüman
yığınları cehalet içerisinde bırakınız öyle kalsınlar. Onları istismar
edenlerle savaşınız.” Bu nasıl bir mantıktır anlamak mümkün görünmüyor.
Cehalet, bizzat bu olayın kendisi değil midir? Sakal öpmeyi bir ayin
huşuuyla sürdürenlerin çoğunluğu, zaten Allah’ın, tekrarlamayı murat
ettiği ibadetlerden habersiz cahillerden mürekkep değil midir? Müslüman
dünyada geriye kalan “cami cemaati” de, uydum kalabalığa diyerek
ibadetleri adet mertebesine indirgemiş zavallılardan oluşmuyor mu?
Adetlerin ayinlerden, tapınmalardan ne farkı vardır? Tapınma illa da
“ben tapıyorum” denince gerçekleşen bir körlük müdür? Açıktır ki ne
yaptığının bilincinde olmayan insanın yapıp ettikleri boşa çıkacaktır.
Üstelik onları tekfir eden filan da yok. Ehl-i ilmin maksat ve muradı,
Müslüman yığın(!)ların bu cehalet ortamından bir an evvel çıkıp,
bilinçli eylemlere yani Allah’tan başkasına kulluk etmemeye
başlamasıdır.
Pek az yazıyı bunca üzülerek kaleme aldığımı belirtmeden bitirmemeliyim. Okuyucularım hissiyatıma tanık olsunlar.
__________________ "Bir kavme olan kininiz sizi adaletten ayırmasın.."
aslında sözün nersinde başlasam diye düşünüyorum bakıyorsun herşey değişebiliyor yada kıvırma taktikleri iyi görünme, şirin görünme, cemaati çoğaltma derdi kılprestliği yada türbe tekke şu eviliya bu zat gibi islam dışı olan şeyleri,yavaş yavaş ısındırma taktikleri ALLAH sonumuzu hayır etsin.
Benim aslı anlatmak istediğim kıılprestliğnde önünü almış bir olay fotoğraf prestliği elketrik kablo prestlği şeyhin kokusunan medet umma prestiliği bunlar çaoğaltılabilir yani bunlar günümüzde yaşanan en bariz olaylar. elktirk kablosu da nedir diyeceksiniz asıl anlatacağım bu benim başımdan geçen olay benim bir arkadşım vardı malum kendisi elektirci, meşhur olan bir zatın evinin elekrik kablolarını değiştiriyor bu arkadaş tabi eski kablolarıda parça parça ceplerine doldurmuş birgün baktım arkadaşlara dağıtıyor,dedim hayırola nedir bu böyle dedim, bana dediki efendimin evinin eski elketirk kabloları bunlrda feyz var bereket var,şefkat var çok şey saydı ve bu kabloları alan kişiler üzerlerinde en güzel yerelere koydular. Buda kablo prestliği
Yazarın son derece yakışıksız bir benzetmesi de var ki doğrusu onun bugüne kadar getirdiği birikim ve şöhretiyle asla bağdaşmıyor. Öylesine uygunsuz bir benzetme yapıyor ki şaşırmamak elde değildir. Okuyalım: “ Geniş kitlelerin medya, müzik, spor ve siyaset yıldızlarının elbisesine dokunmak için birbirini ezdikleri modern dünyada, Müslüman yığınların Resulullah’a olan sevgisini ifade eden lıhye-i saadet ziyaretleri hedef alınacak, kendisiyle savaşılacak bir husus olmamalıdır.” Bizim vakitsiz ezandan kastımız işte tam da budur. Bu satırların arasına ustalıkla gizlenmiş bulunan anlayış ve geniş meşreplilik, tasvip edilir gibi değildir. Tuhaflığa bakınız ki yazar, Müslümanları da diğer beşer sürüleri gibi yığın olarak nitelemekte, onların bu durumlarına göz yummakta, göz yummayıp ses çıkartanları ise kınamaktadır. Bu bakışın ve/ya yargının neresini düzeltecek, nasıl anlamaya çalışacaksınız?
Modern dünya yığınları mademki süper starlarına böyle bir ihtiram gösteriyor, öyleyse Müslüman yığınlar da kendi süper starlarına benzer tazimi göstersinler öyle mi? Bunda bir mahsur yoktur öyle mi? Devamında: “Dünyadaki çığırından çıkmış emsallerine bakınca…” denilerek karşı çıkanlara kısmen hak veren yazar, yine mefhumun muhalifinden hareketle bu işlerin çığırından çıkmamışına yeni bir onay vermektedir ki, çok yazık, hem de çok yazık!
...................................
A'RAF SURESİ 138 :
Muhammed Esed
:
Ve İsrailoğullarını denizden geçirdik; derken, birtakım putlara tapınıp duran bir toplulukla karşılaştılar. (İsrailoğulları): "Ey Musa," dediler, "Bize de onların tanrıları gibi bir tanrı yapıver!" (Musa): "gerçekten de siz (eğri doğru nedir) bilmeyen bir toplumsunuz!" dedi,
Süleyman Ateş
:
İsrâil oğullarını denizden geçirdik, kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar: "Ey Mûsâ, dediler, (bak) bunların nasıl tanrıları var, bize de öyle bir tanrı yap!" (Mûsâ) dedi: "Siz, gerçekten câhil bir toplumsunuz."
Şaban Piriş
:
İsrailoğullarını denizden geçirmiştik. Kendi (elleriyle yaptıkları) putlarına bağlanmış bir topluma uğradılar -Ey Musa, bunların ilahları gibi bize de bir ilah yapsana! dediler. Musa da onlara: -Şüphesiz, cahillik eden bir toplumsunuz! dedi.
Muhabbetle
__________________ Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız? ENBİYA 10
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma