Şu da emredildi: Yüzünü dine bir Hanif olarak çevir. Sakın müşriklerden olma.
Yunus Suresi 105
Ben bir Hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Müşriklerden değilim ben.
Enam Suresi 79
İbrahim ne bir Yahudi idi, ne de bir Hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı. O müşriklerden değildi.
Ali İmran Suresi 67
Şu da kuşkusuz ki, İbrahim başlıbaşına bir ümmetti; bir Hanif olarak Allah'ın önünde eğiliyordu. Müşriklerden değildi.
Nahl Suresi 123
De ki Allah doğrusunu söylemiştir / vaadinde sadıktır.Haydi artık Hanif olarak İbrahim'in Milleti'ne uyun! Müşriklerden değildi o.
Ali İmran Suresi 95
Allah'a ortak koşmadan, Hanifler olarak... Allah'a ortak koşan kişi, gökten düşmüş de kendisini kuşlar kapışıyor veya rüzgar onu uzak bir yere fırlatıp atıyor gibidir.
Bu konuda bir bilgi ve iddia sahibi değilim, işin ehilleri bilir ama düşünceye de yasak yok hani. Her neyse sağdan soldan okuduklarımla...
Yok dedik ya... peki yok nedir?
sicim (tel) kuramı, evren'i oluşturan en temel, bölünemeyecek kadar küçük bileşenlerin nokta gibi parçacıklardan değil, titreşen minyatür keman tellerine benzeyen sonsuz küçük (infinitezimal) döngülerden oluştuğunu öne sürer. Bu yüzeyler farklı titreşimlerle farklı atom altı parçacıkları, bu atomaltı parçacıklar da birleşerek atomları oluşturmaktadırlar. Edward Witten.
Evet, tez bu.
Bazen uzay resimlerine bakarım, uzayda saçılmış gibi duran bulutumsu şekillere. Sonra düşünürüm. Ben, yere bir bardak su dökersem veya kumu alıp dilediğimce savurursam, su veya kum, nihayet saçılmış olarak yerde görünür. Onların o dağılmışlığına rağmen o şekillerini kaybetmemelerini, gelişi güzel atılışa değil, o şekli orada oluşuna bakarım. İlki yer çekimi. İkincisi üzerinde bulundukları zemin. Öyleyse, uzayda saçılmış gibi duran bulutumsu şekillerin, gezegenlerin, yıldızların bir denizin içinde yüzdüklerini düşünürüm. Çünkü uzayda bir cisme hangi hızı verdiyseniz, o cisim çekim alanlarına yakalanmadığı müddetçe aynı hızda yol alır. Uzayda sürtünme kuvvetinin sıfır olması, bize boşluk gibi gelen karanlığın boş olduğunu göstermez. Çünkü güneşin ışığı bize 8.44 dk da ulaşır.. Bu demektir ki, ışığın önünde 0 saniyede bize ulaşmasını engelleyecek bir kuvvet var. Bu kuvvet, uzaklık değildir. Sürtünme kuvvetinin eksilerde bir yerlerde olduğunu düşünüyorum, kaldı ki gezegenlerin dizilimi, güneşin ve ayın çekim kuvveti de bu döngüyü devam ettiriyor olabilir. Çünkü en azından uzayı oluşturan bir yapı var ortada. Gece gökyüzüne baktığımızda o karanlığı görürüz ve o karanlığın, karanlık olarak var olabilmesi ve bizim onu görebilmemiz için onun orada olması gereklidir... Karanlık orada olmasaydı bizde onu göremezdik. Yani madde dediğimiz yapının madde oformunu kaybetmemesi için, onun madde formunun korunması gereklidir. Maddenin formunun korunmasının, hem maddenin formundan hem de maddenin dışındaki formlarla sağlandığını düşünüyorum. Yani bir taşın taş olarak anılabilmesi için onu, a noktasından b noktasına fırlattığınızda, a noktasındaki formunu kaybetmeden b noktasına varabilmelidir. Aynı şekilde uzayda da bir nesneyi a noktasından b noktasına fırlattığınızda, o nesnenin formunu kaybetmeden b noktasına ulaşması gerekir. Eğer taş, a noktasından b noktasına varana kadar nesne özelliğini kaybediyor ve formunu değiştiriyorsa, maddeyi madde yapan elemanları bir arada tutan, tutulmasını sağlayan harici etkenlerin farklı formlarla orada olduklarını düşünebiliriz. Birşeyin bir yerden diğer bir yere gidebilmesi için, onun formunun bozulmamasını ve dolayısıyla onun formunu bir arada tutan dış etkenlerin görevde ve yerlerinde olmalarıyla açıklayabiliriz. Öyleyse, tamamiyle vakumlanmış ortamda bile bir nesnenin, formunun bozunuma uğramasını engelleyen ve böylece yol almasını sağlayan bir nevi denizden bahsedebiliriz... Öyleyse, uzay boşluğu diye bir kavram yerine uzay varlığı desek belki daha isabetli olacaktır. Yeryüzünden fırlatılan bir uzay mekiğinin, uzay boşluğunda da uzay mekiği formunu koruduğunu görüyoruz. Maddenin bir aradalığına sebebiyet veren etkiler her neyse aynen uzayda da varlıklarını korumaktalar. Galiba epey saçma sapan oldu çünkü hali hazırda bizde uzaydayız.. Her neyse, Mısır piramitlerinden en büyüğünün bir şekilde havada durduğunu var sayarsak, tek elimizle onu dilediğimizce hareket ettiririz ancak nihayetinde biz yorulduğumuzda piramidin hareketi duracaktır çünkü içinde yüzdüğümüz hava denizi sürtünme etkisi yaratmaktadır. Lakin saç telinin trilyonda bir kalınlığında ve pramidi tutacak kuvvette bir telin, yere değmesiyle, dünyanın en güçlü araçları da gelse o binayı yerinden kımıldatamayacaktır. Kaldı ki, Allah'tan başka ve tüm yönleriyle hiçbir varlığın olmadığını bilsekte, Allah'ın varlığı, ortaya birşeyleri çıkarmak için yeterlidir. Çünkü biz ve diğer herşey atomlardan müteşekkil varlıklarız. Atoma baktığınızda %99 u boşluktan meydana geliyormuş. Çekirdeği meydana getiren elemanların ve çekirdeğin yörüngesinde dönen elemanların çıkardığı enerji ya maddeye dönüşür veya biz madde olarak algılarız. Hali hazırda atom dediğimiz o parça bile sanırım alt parçalara nazaran bir evren büyüklüğünde olabilir ve nihayet artık herşeyin gerçekten yok dendiği bir noktaya belki erilebilir.
Bilim adamları evrenin %99 nun boşluk olduğunu sadece %1 in maddeyi oluşturduğunu söylüyorlar veya ben öyle anladım bilemiyorum. Eğer %1 olarak anılan kısım madde ise ve maddeyi oluşturan enerji ise, ee geriye ne kalıyor? Toplu iğnenin ucuna sıkıştırılabilen parçacıklar sanırım. Allah, yoktan var ettim ve hala bir arada tutuyorum diyor, öyleyse bunun iki anlamı var.
İlki, Allah yoktan var edip gözümün önüne koydu.
sonu, Allah yoktan var etti ve biz hala o yokun oluşturduğu varlığın içinde yaşıyoruz, yokluk devam ediyor.
ve yine öyleyse, evrende ve yeryüzünde hiçbir şey yok olmuyor, sadece form değiştiriyor. Geride kül bırakmayan benzin bile gerçekte yok olmuyor sadece form değiştiriyor. Öyleyse, tüm sesler, ışıklar, tv ve radyo dalgaları bile yok olmuyor sadece form değiştiriyorlar. %100 var sandığımızın gerçekte %1 bile olmayışı onun formdan forma giren, değişkenlik gösteren ve nihayetinde yok denebilecek alanlara bile sıkışabilen enerjilerden oluştuğunu düşündürmekte, bu sefer yok ve yoktan yaratma denince az çok neyi anlattığını belki kavrayabiliriz.
Katılma Tarihi: 25 mart 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 156
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
'' Uzayda sürtünme kuvvetinin sıfır olması, bize boşluk gibi gelen
karanlığın boş olduğunu göstermez. Çünkü güneşin ışığı bize 8.44 dk da
ulaşır.. Bu demektir ki, ışığın önünde 0 saniyede bize ulaşmasını
engelleyecek bir kuvvet var. ''
Bu cümle harika. Işık hızının saniyede 300.000 km olduğu bilinir. Yani eğer sıfır saniye ulaşma diye bir şey sözkonusu olsaydı ışık hızı sonsuz olurdu. Sonsuz hız demek, mesafe yok demektir. Eğer Allah a göre hız sınırı yoksa, ALLAH İLE ARAMIZDA MESAFE YOK demektir.
__________________ Artık sadece kainat kitabını okuyorum. Daima Rabbime teşekkür ederek.
"Allah, yoktan var ettim ve hala bir arada tutuyorum diyor, öyleyse bunun iki anlamı var.
İlki, Allah yoktan var edip gözümün önüne koydu.
sonu, Allah yoktan var etti ve biz hala o yokun oluşturduğu varlığın içinde yaşıyoruz, yokluk devam ediyor.
ve yine öyleyse, evrende ve yeryüzünde hiçbir şey yok olmuyor, sadece form değiştiriyor. Geride kül bırakmayan benzin bile gerçekte yok olmuyor sadece form değiştiriyor. Öyleyse, tüm sesler, ışıklar, tv ve radyo dalgaları bile yok olmuyor sadece form değiştiriyorlar..."
Ben de yoktan var etmeden iki şey anlıyorum. Birincisi ruhların (bilinçlerin) yoktan var edilmesidir. Eğer yazılımın yoksa donanımın hiçbir işe yaramaz. İkincisi ise ruhun misafir olacağı, algılayacağı maddedir. Maddenin mutlak yokluktan var edilmesi ise (detaya girmeyeceğim) biraz sorunlu bir durum gibi duruyor. Ben maddenin yoktan var edilmesinden yukarıda da belirtildiği gibi hiçbirşey diyebileceğimiz bir özün dönüşümünü anlıyorum. Eğer madde boşlukta hacim kaplayan birşey ise sonsuz yoğunluk ve sıfır hacimden meydana gelen evren tam anlamıyla "yok"tan var edilmiştir.
Katılma Tarihi: 25 mart 2008 Yer: Turkiye Gönderilenler: 156
Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
Öncelikle Kuran da yoktan var etme diye bir kavram geçmiyor. Yoktan yaratan diye bazı ayetlerin meallerinde çeviri hatası vardır.
Enam 14: Kul e ğayrallahi ettehizu veliyyen fatiris semavati vel ardi... De ki: "Gökleri ve yeri yoktan var eden, besleyen, fakat kendisi beslenmeyen Allah'tan başka dost mu tutayım?"
Enam101: Bedius semavati vel ard, (O) gökleri ve yeri yoktan var edendir.
Koyu renkle işaretlediğim kelimelerin tam karşılığını araştırınca anlaşılır ki aslında bunlar ilk kez şekillendirmeyi anlatır. Yoktan diye bir tabir geçmez. Dolayısıyla yoktan yaratma insanların literatüründeki bir kavramdır. Allah için ise şu durum geçerlidir: yekulu kun fe yekun ( ol dediğinde olur ) 6/73, 3/47, 3/59, 2/117, 6/73, 19/35, 40/68, 16/40, 36/82
Bu olma, oluşun mahiyeti yoklukla ilgili değildir. Kendinden bir parçanın şekillenmesi de değildir. O sahip olduğu gücün, kudretin, ilmin, sanatın eseri olarak her istediğini ortaya çıkarabilir. Asıl konu ortaya çıkan, yaratılan şeylerin kaynağı değil de bu olayın mekansal konumudur. Allah ın kürsüsü başka yerde bizim evrenimiz başka yerde. Acaba mekan vardı da cevher mi yaratıldı? Yoksa cevher genişleyince kendi mekanını mı oluşturdu?
İç içe evrenler teorisini göz önüne almadan bu konu anlaşılır gibi değil. Rabbimiz bizi aydınlatacaktır inşallah.
__________________ Artık sadece kainat kitabını okuyorum. Daima Rabbime teşekkür ederek.
Evvel dedim, bu konularda zerre bilgimiz yok sadece sağdan soldan okuyup anladığımızı sandığımız ve belki anlamadığımız üzerine konuşuyoruz, bilenler mazur görsünler... Şimdi yakın zamana kadar maddenin en ufak yapı taşının atom olduğunu söylerken, daha sonra atomu meydana getiren parça veya parçacıkların varlığını ortaya koydular.
Şimdi yağmur yağıyor, yağmurun yağması için tohumlanması gerekiyor, buhar tanecikleri tozların etrafında kümeleniyor ve yeter ağırlığa ulaşınca yeryüzüne yağmur olarak iniyor..
Buhar tanecikleri, tek başlarına yağmur yanında anılmaya layık değiller ama bir araya geldiklerinde ortaya bir varlık koyuyorlar. Nesnenin madde olarak anılmasını sağlayan nedir? Atoma ve parçacıklarına bakıyorsunuz, kütle namına ortada hiçbir şey yok... daha derinlere iniyorsunuz yine kütle namına birşey yok... Atomu oluşturan parçacıkların varlığı, zıtlarıyla... ortada maddenin tohumlayıcısı ama aynı zamanda parçacık olmayan... görülebilen veya kağıt üzerinde sağlamasıyla var oldukları bilinen ve görülenin zıttı olarak asla görülemeyecek olan ama var olduğu bilinen..
Herşeyin çifti/zıttı varsa onlarında zıtlarının olması ve birşeyin ancak zıttıyla bilinebilmesi gereklidir. Gündüzün ne olduğunun bilinmesi için gece, acının ne olduğunun bilinmesi için tatlı, hasretin ne olduğunun bilinmesi için ayrılık.
Bir parça ışıksa, diğeri karanlığı, bir parça elektirik yüklüyse diğeri elektiriksizliği, bir parça -2 ise, diğeri 2 yi barındırması gerekli... sanırım.
Yaratan, herşeyi çift yarattığını söylüyor, gözümüzle gördüğümüz herşeyin çifti var ama Allah'ın çifti yok. O tek.
Koyun-koç, teke-keçi, inek-öküz... otçullar.
Aslan,kaplan,leopar,çita... etçiller ve kara hayvalarından hem etçil hem otçul olanlar var..
Aynı şekilde kuşları ve deniz canlıları etçil otçul olarak sanırım ayrılır.
ama şu var, bunlar her ne kadar çift olsa bile, hemen aynı gruptalar.. demek ki, çift dendiğinde tek cins değil, cinslerin oluşturduğu bir gruptan söz ediliyor.
Öyleyse, ışık ve karanlık neden tek çift olsun? Sanırım onlarda cinslerin oluşturduğu bir gruptalar. Epey sallıdım galiba. Her neyse,
Sevgili Kütüphaneci, Allah'ın mekanı var mı? Mekanı başka yerde biz başka yerde miyiz? diye sormuşsun ya..
ben şu uzayın içinde bulunduğu evreni bir kürenin içinde düşünüyorum, bu küre kendi alanını tamamen doldurduğunda bir üst boyuta geçecek. Veya belki o üst boyutu asla geçemeyecek (üst boyutun fizik kanunları olur ki uzay evren boyutunun fiziki varlığına müsade etmeyecek) ama o boyutun zorlamasıyla, dış boyutun şeklini almaya başlayacaktır. Dış boyut bir tüpse tüp, küpse küp şekline ulaşacak ve nihayet kendi içine çökecektir. Büyük patlamanın, bildiğim formla yani üç boyutlu bir noktadan başladığını ve her yöne aynı anda dağılım gösterdiğini ve aynı dünyanın küre oluşundan kaynaklı, evrenin sadece bir mesafeye kadar sanki düzmüş gibi algılandığını düşünüyorum. Gerçi evrenin geometrisinin nihayet çözüleceğini açıkca sanmıyorum. Veya kimse düz demedi ben yanlış anladım. İç içe evrenler konusu hakkında bunlarda olmadığı gibi yine bilgim yok ama düşünebilirim. Ben en azından üç boyutlu bir dünyayı algılıyorsam, zıtlık kavramına göre bunların en azında üç tane algılıyamadığım boyutu olmalı. Bu sayı artmalı. Eğer dörtse dört beşse beş on ise on olarak birbirini karşılamalı. Bana göre insan, herkes gibi üç boyutu algılasa bile en azından insanın düşünce boyutu dördüncü boyut olmalı. Düşünce başlı başına bir boyut olmalı çünkü onunla algılıyamadığız diğer boyutların farkına varmaktayız. Eğer en ufak parça titreşen teller ise, insanın düşüncesinin de bunun dışında olduğunu düşünmek yanlış olsa gerek. Çünkü düşüncenin bile belki de yakın belki uzak bir zaman içinde okunabileceğini ve hatta konuşmaya bile gerek kalmayacağından hareketle, aradaki dil probleminin bile son bulacağını söyleyebilirim. Nasılsa desteksiz atıyoruz bu da olsun.
Sizin yetkiniz yok foruma yeni mesaj ekleme Sizin yetkiniz yok forumdaki mesajlara cevap verme Sizin yetkiniz yok forumda konu silme Sizin yetkiniz yok forumda konu düzenleme Sizin yetkiniz yok forumda anket açma Sizin yetkiniz yok forumda ankete cevap yazma