Gönderen: 30 kasim 2019 Saat 00:16 | Kayıtlı IP
|
|
|
Mukabele/Hatim Geleneği ve Kur’an Açısından Meseleye Bakış!
İslam dünyasının asırlardır devam ede gelen mukabele geleneğinde bir takım yanlışlıklar bulunabileceği ve bunların Kur’an’ın mesajına uygun şekilde yeniden değerlendirilerek gözden geçirilmesi gerektiği hususu düşünen ve sorgulayan Müslümanların üzerinde ittifak ettiği hususlardan biri olsa gerektir.
Zira bütün Müslümanların çok iyi bildiği üzere bu Kur’an bir hidayet kaynağı, (Al-i İmran, 3/138; En’am, 6/157; Yunus, 10/57; Nahl, 16/89; Neml, 27/1-2, 77; Casiye, 45/11, 20 ) insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkaran bir nur (Bakara, 2/257; Maide, 5/16; İbrahim, 14/1; Talak, 65/11; Hadid, 57/9) ve mesajı anlaşılmak üzere gönderilmiş son ilahi kelamdır. (Rahman, 55/4;Yunus, 10/16; Muhammed, 47/54; Nisa, 4/82;)
Görüldüğü üzere bunu bizzat ayetleriyle ifade eden de Kur’an’ın kendisidir. Nitekim benzer ayetlerde bu gerçeğe şu şekilde işaret edilmektedir.
“Biz Kur'ân’ı, insanlar iyi anlayıp ibret alsınlar diye, senin dilinle indirerek anlaşılmasını kolaylaştırdık.” (Duhan, 44/58)
Bu ayetten anlaşıldığına göre Kur’an anlaşılmak ve ibret alınmak üzere Arapça olarak gönderilmiş bir kitaptır.
Yine şu ayetlerde de aynı gerçeğe işaret edilmektedir.
“Yemin olsun, Biz, ders alınsın diye Kur'ân’ın anlaşılmasını kolaylaştırdık. Haydi var mı düşünen ve ibret alan?” (Kamer, 54/17, 22, 32, 40)
“[EY İNSANLAR!] Gerçek şu ki, Biz size, akılda tutmanız gereken her şeyi kapsayan ilahî bir mesaj indirdik: hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” (Enbiya, 21/10)
“Öyleyse, onlar bu Kur’an üzerinde hiç düşünmezler mi? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?” (Muhammed, 47/24)
Görüldüğü üzere Kur’an, tüm insanlığı kendi ayetleri üzerinde düşünmeye ve ders almaya çağırmaktadır.
Yine, Kur’an’ı anlamak konusunda herhangi bir güçlük olmadığı da şu ayette açıklanmaktadır.
“Bütün övgüler Allah'a yakışır; O [Allah] ki, kuluna bu ilahî kelâmı indirmiş ve onun anlaşılmasını güçleştirecek hiçbir çapraşıklığa yer vermemiştir. [Bu] tutarlı ve dosdoğru [kitap, inkarcıları] O'nun katından zorlu bir cezayla uyarmak ve dürüst, erdemli davranışlarda bulunan müminlere hak ettikleri güzel karşılığı müjdelemek içindir.” (Kehf, 18/1-2)
Bu ayetten anlaşıldığına göre Kur’an’ın içinde onun anlaşılmasını güçleştirecek herhangi bir tenakuz, ihtilaf ve çelişki asla mevcut değildir.
Öte yandan, eğer bu ilahi kitap, Mekke’de yaşayanlara Arapça dışında başka bir dille indirilmiş olsaydı, onların Kur’an’a karşı tavırlarının nasıl olacağını yine Kur’an-ı Kerim şu şekilde haber vermektedir.
“Eğer bu [ilahî kelâmın] Arapça dışında bir dilde [indirilmiş] bir hitabe olmasını dileseydik, onlar, [şimdi onu reddedenler,] bu defa, “Neden onun mesajları anlaşılır bir şekilde ifade edilmemiş? Hayret! Arapça dışında bir dil[de indirilmiş bir mesaj bu] ve (tebliğ eden de) bir Arap [elçi]?” diyeceklerdi. De ki: “Bu [ilahî kelâm,] iman edenler için bir rehber ve bir şifa kaynağıdır; ona inanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir sağırlık var ve bundan dolayı [Kur’an] onlara kapalı, anlaşılmaz gelir: onlar çok uzaklardan seslenilen [insanlar gibi]ler”. (Fussilet, 41/44)
Bu ayetle birlikte artık onların “biz Kur’an’ı anlayamadık, çünkü o bizim dilimizle inmedi ki…” mazereti de tamamen ortadan kalkmış bulunmaktadır.
Bugün de aynı şekilde yüce kitabımızın pek çok dile tercümesinin yapıldığı, farklı dillerde tefsirlerinin olduğu düşünülecek olursa insanların artık bir takım sözde sebeplerin arkasına sığınmaları mümkün olamayacaktır. Zira onların “Kur’an’dan ve İslam’dan haberimiz yoktu” gibi mazeretlerinin de artık hiçbir geçerliliği kalmamaktadır.
Yine şu ayet-i kerime de, gelmiş, geçmiş ve gelecek tüm hakikatı inkara şartlananların asılsız iddialarına bir cevap mahiyetindedir.
“Bu kitap rahman ve rahîm (olan Allah) tarafından indirilmiştir. bir ilahî kelâm ki, (taşıdığı) mesajlar, anlama ve kavrama yeteneğine sahip insanlar için Arapça bir hitabe olarak apaçık beyan edilmiştir. Güzel haberleri müjdeleyici ve uyarıcı olarak. Fakat [bu ilahî kelâm insanlara ne zaman tebliğ edilse] çoğu yüz çevirir ki [mesajını] duymasınlar. ve “[Ey Muhammed!]” derler, “Kalplerimiz bizi çağırdığın her şeye kapalıdır, kulaklarımız sağırdır ve bizimle senin aranda bir engel vardır. Öyleyse, sen [ne istersen] yap, unutma ki biz de [her zaman yaptığımızı] yine yapacağız!” ” (Fussilet, 41/2-5)
“Elif-Lâm-Râ. [BU] İLAHÎ BİR KİTAPTIR ki, ayetleri her şeyden bütünüyle haberdar olan hikmet sahibi [Allah] tarafından kendi içlerinde açık ve anlaşılır kılınmış, birbirleriyle açıklanmış ve ayrıca birbirleriyle bağlantılı olarak etraflı bir biçimde dile getirilmiştir ki, Allah'tan başkasına kulluk etmeyesiniz. [Ey Peygamber, de ki:] “Bakın ben size O'nun tarafından bir uyarıcı ve müjdeci [olarak] görevlendirildim.” (Hud, 11/1-2)
Makalemize aldığımız bütün bu ayetlerden açıkça anlaşılacağı üzere Kur’an’ın gönderiliş maksadı; onun doğru bir şekilde anlaşılması, ondan gereken derslerin çıkartılması ve dünya hayatının da buna göre şekillendirilmesidir.
“Peki dünyanın dört bir yanında yaşayan Müslümanlar bu ayetlerde verilen mesaja uygun hareket ediyorlar mı?” diye bir soru sorulduğunda ise bu soruya olumlu cevap verebilmemiz maalesef mümkün görünmemektedir.
Zira Araplar dahil olmak üzere çok farklı farklı dilleri konuşan Müslümanların çoğunluğunun onu anlamaya odaklanmak yerine, sadece yüzünden okumakla yetindikleri ve içeriğine fazla önem vermedikleri anlaşılmaktadır.
Kitabın içeriğinden ziyade kabına, şekline, yazısına, kelimelerinin telaffuzuna ve hangi makamda okunduğuna önem veriliyor olması oldukça manidardır. Oysa kutsal ve değerli olan onun sadece kabı, şekli, harfleri ya da kelimeleri değildir. Bunlar birer araçtır. Esas olan, onun içinde barındırdığı evrensel hakikat ilkeleri, sağlam ve şaşmaz prensipleri ve yol gösterici meselleridir.
Bu itibarla, özellikle ramazan ayında devam ettirilen mukabele geleneği tekrar gözden geçirilerek bu “Kur’an’ı okuma, anlama ve dinleme problemi” derhal bir çözüme kavuşturulmak zorundadır.
Kanaatimizce asırlardır devam ettirilen bu mukabele geleneği aynı tarzda devam ettirildiğinde ehl-i kitabın içine düştüğü yanlışlıklara düşülmesi tehlikesi her zaman vardır. Zira son ilahi kelamı anlamak ve içindeki ilke ve prensiplere odaklanmak yerine, sadece metnine ve harflerine bakarak anlamadan okumak ya da dinlemek yeterli değildir. Çünkü Rabbimizin ve Hz. Peygamber’in bizden istediği ve beklediği böyle bir okuma ve dinleme değildir.
Diğer taraftan, Hz. Peygamber’in kendisinin Arap, hitap ettiği muhatapların Arap ve Kur’an’ın dilinin de Arapça olması nedeniyle onların mukabeleyi o şekilde okumaları ve dinlemeleri belki normal görülebilir. Onların kendi dillerinin Arapça olması nedeniyle pek çok ayeti rahatlıkla anlamış olmaları da söz konusu olabilir.
Ancak ne gariptir ki, kendi ana dili Arapça olmayanların da aynı şekilde bir mukabele geleneğini benimseyerek devam ettirmeleri ve anlamaksızın ayetleri Arap dilinde okuyup dinlemeleri doğru ve yeterli olmamaktadır.
“Acaba Kur’an’ın bizden istediği belli bir okuma tarzı var mıdır?” sorusunun sorularak bunun üzerinde dini ilimlerle uğraşanların ve tefekkür eden Müslümanların ciddi şekilde durması ve bir çözüm yolu bulmaları gerekmektedir.
“Asırlardır yüzünden okunan ve manası anlaşılmaksızın dinlenilen bir Kur’an’ın, önce Müslümanlara, sonra da tüm dünyaya ışık saçması, karanlıkları aydınlatması, insanlığa şifa ve hidayet kaynağı olabilmesi mümkün olabilecek midir?” ve “bu yanlış uygulama daha ne kadar devam ettirilecektir?” gibi soruların mutlaka sorulması gerekmektedir.
Bu zamana kadar sürdürülen mukabele geleneğinde imamlar tarafından bir cüz, yani 20 sahife, yaklaşık olarak 30 ya da 40 dakika içinde okunmaktadır. Bu bize göre yeterli ve doğru bir okuma tarzı değildir.
Bu konuda bizim teklifimiz ise kısaca şudur:
Kur’an’ın her gün bir cüzü, yaklaşık 90 dakika süreyle kısa ve öz bir tefsirden okunmalıdır. Bu tefsiri okuyan kişi ayetlerin Arapçasını okuduktan hemen sonra, okunan bu ayetleri cemaate anlayacakları şekilde açıklamalıdır.
Nitekim biz dört ayrı ramazanda önerdiğimiz böyle bir mukabeleyi dört farklı şehirlerde uygulamış ve bunun da faydalarını yakından gözlemlemiş birisi olarak bu teklifimizi sunuyor ve bunun üzerinde ciddiyetle durularak müzakere edilmesini talep ediyoruz.
Tavsiye ettiğimiz böyle bir mukabele geleneğini 1993 yılından beri gerçekleştirmiş ve bu tecrübeyi bizzat yaşamış birisi olarak rahatlıkla ifade edebiliriz ki, Kur’an’ın esas bizden istediği ve beklediği de böyle bir mukabele, müdarese, müzakere ve hatim geleneği olsa gerektir.
Bazı kimselerin hoşuna gitmese de böyle bir uygulama tüm İslam aleminde gerçekleştirilmek ve bu sunduğumuz yeni metod/usül/menhec İslam toplumlarının kolektif hafızasına yerleştirilmek durumundadır. Eğer gerçekten “Kur’an ayı” olduğunu ifade ettiğimiz ramazanı layık-ı veçhile ihya edeceksek ve Kur’an’a hak ettiği değeri gerçek anlamda vereceksek, mukabele geleneğinin de bu şekilde geliştirilmesi ve ilerletilmesi uygun olacaktır.
Son ilahi kelamın anlaşılması ve yaşanması konusunda ciddi endişe taşıyanların bu teklifimiz üzerinde durarak doğru analizler yapmaları ve hayırlı neticeler için ortak hareket etmeleri hem kendilerinin ve hem de İslam dininin yararına olabilecektir.
Kanaatimizce Kur’an’a verilen gerçek değer budur. Yine ramazan ayına verilen gerçek önem ve onun kutsal bir ay oluşu da ancak bu şekilde ortaya çıkmış olacaktır.
Her yıl böyle bir mukabele geleneğinden pek çok şey öğrenmiş olarak çıkan Müslümanların tavır ve davranışlarının olumlu anlamda değişeceği, kişilik ve kimlik sahibi mütteki müminlerin sayılarının da artacağı muhakkaktır.
Tıpkı kutlu doğum haftalarında Hz. Peygamber’in bir yönünün ön plana çıkartılarak daha iyi tanınmasının sağlanması ve örnek alınmasının kolaylaştırılması uygulamasında olduğu gibi, her yıl ramazan ayında da günde bir buçuk ya da iki saatlerini Kur’anı dinlemeye ve anlamaya ayıran Müslümanların kalitesinde de bir artışın olacağı, dünya ve ahireti çok daha farklı bir gözle değerlendirebilecekleri de açıktır.
Böyle bir mukabele geleneği tüm İslam coğrafyasında ve herkesin kendi ana dilinde olması durumunda Kur’an’ın daha rahat ve gereği şekilde anlaşılacağı ve böylelikle her yıl Kur’an’dan yeni şeylerin öğrenileceği de muhakkaktır.
Bu benzeri pek çok faydayı içinde barındıran “yeni mukabele geleneği”nin başlatılması hususunda her şeyden önce din görevlilerine ve bu sahada çalışan akademisyenlere çok büyük görevler düşmektedir. Onlar bu konunun önemini kavrar ve toplumu da bu konuda bilgilendirerek ikna etmeyi başarırlarsa, insanların bu uygulamayı benimsemesi ve devam ettirmesi çok daha kolay ve mümkün hale gelebilecektir.
Ancak dini alanla meşgul olanlardan bazıları: “Biz eski köye yeni adet getirtmeyiz. Böyle gelmiş böyle gider. Biz eskiden olduğu gibi her gün 30 dakikada bu işi bitirir, çeker gideriz. Anlamaksızın okuruz ve cemaatte anlamaksızın gözleriyle metni takip eder ve dinler. Asıl sevap olan da budur. İşte gerçek mukabele budur, sen bir de bizim başımıza bu işi çıkartma. Geleneğimize dokunma. Tefsir falan karıştırma, eğer tefsir okuyan varsa gitsin evinde okusun!!!” diyecek olurlarsa -ki böyleleri mutlaka çıkacaktır- bu durumda bize düşen apaçık bir tebliğden başkası olmayacaktır. (Gaşiye, 88/21-22)
Zira kimseyi zorla değiştirmek gibi bir görevimiz bulunmamaktadır. Sadece böyle bir uygulamanın doğru olacağını, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında söylemekle yetinip, sağduyu ve mantık sahibi Müslümanların uzun vadede bu meseleyi sahiplenmelerini beklemekten başka elimizden bir şeyin gelmeyeceği de açıktır ve bu da muhataplarımız tarafından bu şekilde bilinmek durumundadır.
Bir Kur’an ve hadis talebesi olarak 30 yılından fazlasını dini ilimlere vermiş, sürekli düşünen, okuyan ve sorgulayan ve bu sahadaki yanlışları gözlemleyerek kendince hal çareleri üretmeye çabalayan bir samimi mümin olarak yazmış olduğumuz bu ve benzeri makalelerde, yapmış olduğumuz vaazlarda ve kaleme aldığımız kitaplarda bu gerçekleri ifade etmeye devam edecek ve kıyamet günü bunların hakkımızda şahitliklerini bekleyeceğiz.
Özetle ifade edecek olursak, genellikle tüm İslam ülkelerinde devam ede gelen böyle bir bu mukabele ve hatim geleneği tekrar gözden geçirilmeli, yapılan hata ve yanlışlardan bir an önce dönülmeli ve Kuran’a hak ettiği saygı ve ilgi gereği şekilde gösterilmelidir.
Anlamaksızın okuma ve dinlemenin Kur’an’dan gereği şekilde istifadeyi zorlaştırdığı artık görülmek durumundadır. Kur’an yukarıda verdiğimiz mezkur ayetlerde kendisinin nasıl okunması ve anlaşılması gerektiğini bu kadar açık ve net bir şekilde ifade ettiği halde, hala atalarının gittiği yanlış yoldan gitmeye devam edecek olanlar çıkacaksa, onların da yine Kur’an’ın kendisine bakmaları ve bu konudaki Kur’anî uyarıyı bir kez daha düşünmeleri doğru ve yerinde olacaktır. (05.08.2011)
Dr. Ahmet Emin SEYHAN
__________________ Rabbim! ilmimi ve anlayisimi artir!
www.ahmeteminseyhan.blogcu.com/
selam ve dua ile...
|