ANA SAYFA

      1. KİTAP BÖLÜM 1

      1. KİTAP BÖLÜM 2

      1. KİTAP BÖLÜM 3

      1. KİTAP BÖLÜM 4

       1. KİTAP BÖLÜM 5

       1. KİTAP BÖLÜM 6

       1. KİTAP BÖLÜM 7

       1. KİTAP BÖLÜM 8

       1. KİTAP BÖLÜM 9 

       1. KİTAP BÖLÜM 10

        1. KİTAP BÖLÜM 11

        1.KİTAP BÖLÜM 12    

        1.KİTAP BÖLÜM 13

        1. KİTAP BÖLÜM 14

        1. KİTAP BÖLÜM 15

        1. KİTAP BÖLÜM 16

        1.KİTAP BÖLÜM 17

        1. KİTAP BÖLÜM 18

        1. KİTAP BÖLÜM 19 

        1. KİTAP BÖLÜM 20  

       1. KİTAP BÖLÜM 21  

       1. KİTAP BÖLÜM 22  

      1. KİTAP BÖLÜM 23 

      1. KİTAP BÖLÜM 24 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

         
         

            KÜTÜB-İ
          SİTTE'NİN

        
ELEŞTİRİSİ
               VE
     KUR'AN'A ARZI


         Fereç Hüdür

     KUR'AN ARAŞTIRMALARI

                                         

 

                

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

    

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



BÖLÜM 1

                                                      ÖNSÖZ

Zamanımızda, dünyada kendisine Müslüman diyen ve kendilerine ait elli kadar devletleri bulunan bir milyardan fazla insan bulunmaktadır. İsmen kendilerini Müslüman olarak tarif etmelerine ve dini kitaplarının Kur’an olduğunu söylemelerine rağmen, aralarında inanç yönünden büyük farklılıklar ve derin ayrılıklar mevcuttur. Bu ayrılıkları nedeniyle çeşitli mezheplere ve fırkalara bölünmüşlerdir. Bölünmüş olan bu gruplardan her birisi kendi mezhebine dayalı olarak bağlısı olmadığı diğer fırka veya mezhep bağlılarını dini açıdan yalanlayıp, hatta tekfir etmektedir. Bu durum günümüzde de öyle olduğu gibi, asırlardan beri süregelen bir olaydır. Olay bununla da bitmemektedir, aynı fırka veya mezhebi benimsediğini söyleyen herhangi iki şahıs bir araya geldiğinde, inanç yönünden bir birlerinden farklılıklar gösterip, tartışma içerisine girerek birbirlerini tekfir edebilmektedirler. Ve dini tartışma içerisine girip ayrılığa düşen şahısların halktan kimseler olması veya fırka ve mezheplerin dini temsilcileri olması durumu değiştirmemektedir. Ve hatta bunlardan herhangi tek bir şahıs dahi kendi nefsinde çelişkili olup, dinle ilgili olarak sabah söylediğine akşam, akşam söylediğine sabahleyin aykırı sözler söyleyip kendi kendisiyle çelişkiye düşebilmektedir. Bu gibi hususlar normal olmayan ilginç durumlar olduğu gibi, muhakkak bir nedeni olmalıydı. İşte bu nedenin dayalı olduğu öğretiyi merak ederek araştırıp ortaya koymayı amaçladım. Bu amaçla ilgili olara1991yılında başladığım çalışmamı 2000 yılının sonunda tamamladım. 10 yıllık çalışma ve araştırmam neticesinde iki kitaplık bir çalışma meydana getirmiş oldum. Bu kitabın hareket noktası, gruplar, mezhepler ve meşhur fertler tarafından İslam dini adına söylenmiş birçok söz ve öğretinin kaynaklara dayalı örneklerini göstermek suretiyle kendi içlerindeki ve aralarındaki çelişkileri göstermek ve bu örnekleri Kur’an açısından ele alıp, Kuran’a aykırı olarak ihtiva ettikleri hususları göstermektir.


                                                                                                     Fereç HÜDÜR
                                                                                                      S İ İ R T


 
Kuran’ın İslam öğretisine rıza göstermeyen çeşitli fert ve topluluklar, Allah’ın koruması nedeniyle Kur’an’ı değiştiremeyince İslam’a saldırmak için başka yollara başvurdular. Bu yolları başlıca şöyle sıralıya biliriz:

1. Peygamber adına yalan hadisler uydurmak,
2. Uydurulan hadislere dayalı mezhepler meydana getirmek,
3. Tasavvuf adı altında faaliyette bulunmak suretiyle sofistlik
Yapmak,
4. Felsefe yoluyla saldırmak,
5. Kur’an ayetlerine yanlış ve batini manalar vermek.
6. Ayrıca İslam’a, İslam’da olmayan Irkçılık, Babadan oğul'a
Saltanat, diktatörlük gibi kavramlar ve oluşumlar isnat etmek
ve bunları İslam’a karşı kullanmak.


Bunları anlatırken geniş kitlelere yayılmış olanlarına ağırlık verecek, diğerlerine ise kısaca yer vermeye çalışacağım.

HADİS FAALİYETİ :
Bu faaliyet hicri üçüncü asırdan itibaren başlıca iki dalda gelişme gösterdi. Bunlar Kütüb-i Sitte adı altında ehli sünnetin kabul ettiği rivayetler ile Kütüb-i Erbaa adı altında İmâmiyye Şiasının kabul ettiği rivayetlerdir. Bunların durumu şu şekildedir:
A- EHLİ SÜNNET VE KÜTÜB-İ SİTTESİ:Kütüb-i sitte’nin kelime manasından kastedilen, altı kişinin hadis kitapları şeklinde olup, bu şahısların kitaplarında 35647 hadis bulunmaktadır. Bu hadisler ayrı ayrı olmayıp, her biri bazen on beş yirmi kerelik tekrarlar halindedirler. Ayrıca bir şahsın kitabında yer alan bir hadis diğer bir şahsın kitabında ya aynen ya da biraz değişiklikle, büyük çoğunlukla yer almaktadır. Öyle ki tekrarlar dikkate alınmasa 35647 hadis 4000 hadisi bile bulmamaktadır. Bu 4000 hadis bir kitaba sığdırılabilecekken, gerek tekrarlar suretiyle, gerekse şerhlerle büyük bir külliyata dönüştürülmüş. Öyle ki inceleme yaptığımda her biri yüzlerce sayfalık 57 cilde bakmak zorunda kaldım. Ayrıca dikkatimi çeken şeylerden bir tanesi de bu hadis uydurma faaliyetinin iddia ettikleri gibi fertler tarafından din gayretiyle yürütülmüş bir hareket olmayıp, birbirlerine çağdaş kimseler tarafından ve bağlantılı olarak yürütülmüş sistemli bir hareket olduğudur. Şöyle ki:

 1- Buhâri (Hicri 194-256)          tekrarlarıyla birlikte 9082 hadis.
 2- Müslim(Hicri 204-261)                 “              “      7275     “
 3- Nesai (Hicri 215-303)                  “              “      5724     “
 4- Ebû Dâvud (Hicri 212-275)          “              “      5274     “
 5- Tirmizi (Hicri 209-279)                 “              “      3951     “
 6- İbnû Mace (Hicri 209-273)           “             “       4341     “
                                                   TOPLAM            35647


Ayrıca diğer bir hususta bu şahısların Arap asıllı olmayıp, Buhara, Merv, Horasan tarafında yaşayan kimseler oldukları ve İslam'ın yayılmasını engellemek için Kur’an öğretisine karşı bir ekol oluşturmuş olmaları hususudur. Arap asıllı değildirler derken ırkı söz konusu ettiğim zan edilmesin. Ancak şunu demek istiyorum ki, ne sahabeler nede tabiin tarafından ortaya atılmış bir hareket olmadığı gibi, Araplar arasında o döneme kadar hadis öğretisi söz konusu değildi. İslam derken sadece Kur’an öğretisi anlaşılıyordu. Zira hadis rivayeti konusunda yasaklarda mevcuttu, ondandır ki bu hareket Mekke ve Medine’nin çok uzağında hicri üçüncü asırda geliştirildi. Hadis diye peygamber adına uydurdukları iftiralara delil olarak yine kendilerince uydurulmuş ravi senetlerini gösterdiler. Kur’an’ı ölçü olarak kabul etmediler. Bunlara sormak gerekir! Hadis metnini uyduran insanların senedi de uydurmamaya verilmiş bir sözlerimi var? Yada senedin uydurulmamsına mani olan şey nedir ki, ravi zinciri şeklinde uydurulmuş sened hadisin sağlamlığına delil olabilsin? İş bununla da bitmiyor. Kur’an’ı ölçü olarak kabul etmedikleri gibi, uydurdukları rivayet iftiralarının Kur’an’ı nesh edebileceğini, yani ayetleri iptal edebileceğini iddia ettiler. Ve bu iddia çerçevesinde mezhepler geliştirdiler. Çok ilginçtir, geliştirmiş oldukları dört mezhebin imamları da Arap asıllı değildirler. İddia ettiklerine göre bu imamlar adına oluşturulan mezheplerden birine bağlı olmak İslâmi bir mecburiyetmiş. Ayrıca yukarıda belirttiğim, gibi iddia ettiklerine göre hadisin doğruluk güvencesi ancak ve ancak isnat ettiği ravi senedidir. Bu senet uydurmalarını da ağırlıklı olarak 5374 hadis ile hayali bir şahıs olan Ebû Hüreyre’ye isnat ettiler. Ebû Hüreyre’nin kelime manası “kedinin babası” demektir, ve güya bu bir şahsın takma adı imiş. Böyle bir şahıs bilinmediği gibi ne kendi adı, nede babasının adı bilinmemektedir. Adı hakkında 30 değişik rivayet olup adının ne olduğu tespit edilememiştir. Babasının adıyla ilgili de çeşitli rivayetler yapılmaktadır El-Kuta El-Halebi bunları kırk dört değişik rivayete çıkarmaktadır. Ve bu  iddiaların hepsi bir yakıştırmadan öteye gidemez, zira böyle bir şahıs kanaatimce hiçbir zaman yaşamamıştır. Hadis ekolünü kuran bu ekip, bu şekilde hayali bir şahsa hadislerini dayandırmakla bu yönden yalanlanmalarının yolunu kapatmak istemişlerdir. Zira gerçek bir şahsa isnat etmeleri halinde birilerinin çıkıp ta bizim dedemizin dedesinden duymadığımızı sen kimden duydun deyip onları yalanlıya bilirlerdi. Benim kanaatimce hiçbir zaman böyle bir şahıs yaşamamıştır. İşte hadislerinin gerçek olduğuna dair verdikleri en büyük güvencelerden biri bu hayali şahsiyettir. Kaldı ki senedin hadisin sahihliğiyle (gerçek olmasıyla) ilgili hiçbir manası olamaz. Hadis metnini uyduranlar kolayca senedi de uydura bilirler. Falan, falana söyledi şeklindeki bir uydurmanın zorluğu veya imkansızlığı nedir ki hadisin sahihliğine güvence olabilsin.  Buhâri’nin altıyüzbin hadisi senedleriyle birlikte ezbere bildiğini ve kitabına aldığı hadisleri bunlar arasından seçtiğini iddia etmişlerdir, bundan da anlaşılmaktadır ki senedleriyle birlikte yüz binlerce hadis uydurması mevcuttur ve hadisleri uyduranlar senedlerini de uydurmuşlardır. Bu onların kendi ifadeleridir. Öyleyse senedli olmalarına rağmen güya sahih görmemiştir ve dolayısıyla hadis metniyle beraber senedlerinde uydurulduğunu itiraf etmiş olurlar. Bu mantık kitabına aldığı hadisler içinde geçerlidir. Bir hadisin ne şekilde olursa olsun sened ihtiva etmesi onun sahih olduğuna delil teşkil edemez. Bu konuda daha birçok eleştiriler getirmek mümkündür. Kitabın çok hacimli olmasını amaçlamadığımdan bu kadarla yetiniyor ve işin esasına değinmek istiyorum. Bu kadar yoğun bir şekilde asırlardan beri insanlara din diye takdim ettikleri ve Kur’an’dan üstün tuttukları hadislerin içeriği nedir ve bunları öneren imamları kimlerdir, bunları belirtecek olursam:

BUHARİ: Künyesi “ Şeyhu’l İslam ve İmâmul-Huffaz Ebû Abdullah Muhammed İbnû İsmail, İbnû İbrahim, İbni’l Muğire, İbni’l-Berdizbe el-Buhâri el-Cu’fi” (H.194-256). Doğum yeri Buhara olup ölüm yeri de Semerkant’ın Hertenk köyüdür. Görüldüğü gibi yaşayıp öldüğü yer Arabistan’ın çok dışındadır. Kendisinden Müslim ve Tirmizi hadis almışlardır. Tirmizi ile Ebû Dâvud (ö.316) talebeleridir. Müslim kendisine “Müsaade et, ayaklarını da öpeyim, ey üstadlar üstadı, ey muhaddislerin seyyidi, İlel’de hadis hadis doktoru” demişti. Sahihinin en meşhur nüshaları Nesefi Nüshası ve Firebri Nüshasıdır. Nüshalar arasında farklılıklar vardır. Bazen “Babun” şeklinde kalıp hiçbir fıkhı hüküm ifade etmeyen başlıkların yer alması, bazen başlık olduğu halde arkadan hadis kaydetmeden bir başka bab başlığına geçmesi. Sonrakiler tarafından bu boşluk doldurulmuştur. Meşhur Çağdaşları, Ahmed İbnu Hanbel, Yahya İbnu Main, Ali İbnu’l Medeni, Salih Cezere, Nesefi, Firebri.
Buhari hadisleri kitabına yazarken sahih olmaları konusunda Allah’a danışmış olduğu garantisini de vermektedir. Bu hususla ilgili olarak şöyle demiştir. “Herhangi bir hadisi Sahih’e dahil etmezden önce yıkanıp iki rekat namaz kılarak, Allah’a istihârede Bulunup manevi bir işaret aramış, ondan sonra hadisin sıhhatine hükmetmiştir”. “Bu şekilde sıhhati nazarımda sübût bulmayan hiçbir hadisi Sahih’e almadım”der. Ayrıca Sahihini 16 yılda altıyüzbin hadisten seçerek tekrarlarıyla birlikte 9082 hadis yazmıştır, iddiası da vardır. Şöyle bir hesap yaparsak bu sözlerin herhangi bir gerçeği ifade etmediği ortaya çıkar. Altıyüzbin hadis için, altıyüzbin defa yıkandığını ve her bir hadis içinde iki rekat namaz kıldığını söylemekle, böylece (600.000.- : 16.- ) : 365 = 103 kere her gün yıkanmıştır. Ayrıca (600.000.- X 2.- ) : (16.- X 365.- ) = 205 rekat namaz kılmıştır. Her rekatı üç dakika da kılsa 3 X 205 = 605 dakika, bu da yaklaşık on saat demektir. Günde 103 kere yıkanıp on saat Namaz kıldığını ve bunu 16 sene devam ettirdiğini iddia etmek ciddiyetten uzak bir iddiadır. Zira değil günde 103 kere yıkanmak hiç uyumasa bile en az saatte dört defa giyinip soyunması demektir.

MÜSLİM : Künyesi, “El-İmam el-Hâfız Hüccetül- İslam Ebu’l Hüseyn, Müslim İbnul-Haccâc el el-Kuşeyri, en Nişâburi” (H.204-261) Horosanın Nişabur kentinde doğup ölmüştür. Müslim, Sahihini bizzat işiterek aldığı üçyüzbin hadisten seçtiğini ifade eder. Tekrarları nazara alınmadığı takdirde kitabında 3033 hadis mevcuttur. Rivayete göre, bir hadis ararken dalgınlıkla bir sepet hurmayı yemiş ve hastalanarak ölmüştür. Kitabında yazmış olduğu hadislerin, bazı senedlerinin ricâlinde şahıslar sayıca farklıdır. Bazı metinlerde elfaz değişmektedir.

NESAİ : Künyesi. “El-Hafız el-İmam Şeyhûl-İslâm Ebu Abdurrahmân İbnu Şuayb İbnu Ali İbnu Sinân Bahr el Horâsani el, Kâdi” (H.215-303). Aslen Horosanın Nesâ şehrindendir, orada doğmuştur. Tahsiline Belh şehrinde başlamıştır. Kitabının adı Kitab’ı el-Müctebâ Mine’s-Sünen (es-Sünenu’s-Suğra)dır. Tekrarlarıyla beraber 5724 hadis ihtiva eder. Şafii fukuhasındandır.

EBÛ DÂVUD: Künyesi, “El-İmam es-Sebt, Seyyüdü’l Huffâz Süleyman İbnul-Eş’es İbni İshâk es-Sicistani” (H 212-275). Doğum yeri Horasan Bölgesinin Sicistân şehridir. Kitabı hakkında “ Ben Resûlullah’a nispet edilen Beşyüzbin hadisten şu Sünen’i seçtim. Kitabımın içerisinde 4800 hadis mevcuttur.” der. Ebû Dâvud Sünen’ini kendisinden yüklenip rivâyet izni alan yedi kişi mevcuttur. Bunlardan dört tanesi yaygınlık kazanmıştır. Nüshalar arasında farklar mevcuttur.

TİRMİZİ: Künyesi “Muhammed b. İsâ b. Sevre b. Musa b. Ed-Dahhâk es Sülemi el-Bûği ed-Tirmizi” Tirmizi Orta Asya şehirlerinden Termiz, Türmiz şeklinde de telaffuz edilen, Tirmiz şehrine nispettir. Tahsilini memleketinde ve Horasan’da yapmıştır. Buhari’nin en meşhur talebesidir. Bir müddet Buhara’da hadis okutmuş. İlelu’l-hadisi Semerkant’ta tasnif etmiştir. Anadan doğma âmâ olduğu rivayet edilmekte. Tekrarlarıyla birlikte 3951 hadis yazmıştır.

İBNÛ MACE: Künyesi, “Muhammed b. Yezid b. Abdullah er-Raba’i el-Kazvini” (209-273). Tahran yakınlarındaki Kazvin şehrinde doğmuştur ve ölüm yeri de Kazvin’dir. Tekrarlarıyla birlikte 4341 hadis yazmıştır. İbnu Mace’nin Süneni hicri yedinci asırdan itibaren Kütüb’i Sittenin altıncı kitabı olarak benimsenir. Bazıları altıncı Kitab olarak Muvatta’yı görmüştür.

Görüldüğü gibi Kütüb’i Sittenin hiçbir yazarı aslen Arap olmadıkları gibi, seyahat amaçlı olsa dahi Mekke ve Medine taraflarına gittikleri pek bilinmemektedir. Bir iki tanesinin Mekke ve Medine taraflarını gidip gezdikleriyle ilgili kayıt varsa da bence uydurmadır. Zira böyle bir şey vuku bulmuş olsaydı Hac ve Umre yaptıklarıyla ilgili kayıtlarda mevcut olacaktı böyle bir şeye rastlamadım. Bunların öğretileri üzerine bir fıkıh oluşturularak mezhepler meydana getirilmiştir. Ehli Sünnet adı altında oluşturulan dört mezhebin İmamları da aynı şekilde Arap asıllı değillerdir. Bu şahısların ismi etrafında oluşturulan bütün fıkıh bu İmamlara mal edilmiştir yada adı kullanılmıştır. Öyle ki İmam Ebû Hanife’den hiçbir Kitab intikal etmemiştir, buna rağmen mezhebinin fıkhı ona dayandırılmıştır. Bundan dolayı konular işlendiğinde falan şahıs şu sözü söyledi veya şunu yaptı derken o sözün veya fiilin o şahsa ait olabileceği gibi, onun adına uydurulmuş olabileceğinin de dikkate alınması gerekir. Zira Allah’a ve Peygambere iftira edip yalan söz uyduran kimselerin, başkaları adına da yalan söz ve iftiralar uydurmaları gayet mümkündür. İnsanlar nasıl ki öbür semavi kitapları değiştirdiyseler, Allah, Kûran’ı korumamış olsaydı onu dahi değiştirmeye çaba sarf edeceklerdi. Bundan dolayı amacım bizzat şahıslar olmayıp, asırlardan beri süre gelen uydurma rivayetler ve onları gerçek manada    uydurmuş olanlardır.
Konumuza dönüp, dört mezhep imamı konusunda, geçerli kaynaklara dayalı olarak bilgi verecek olursam:

EBÛ HANİFE: Numan b. Sabit (H.80-150), Arap olmadığı kesin olmamakla beraber, Türk veya İran asıllı olduğu hakkında farklı rivayetler mevcuttur. Onun Tirmizli bir Türk kabilesine mensup olduğu söylenmekle beraber M. Ebu Zehra’ya göre ise Farslıdır. Abdulbaki Gölpınarlı’ya göre de Ebû-Hanife Nu’man b. Sabit’in babası, Zerdüşt dinindeyken İslam'ı Kabul eden Kâbül’lü Zevtâ’dır, bu şahsın adının Tâvus yahut Merzubân olduğunun rivayet edildiği şeklindedir.
Fıkıh öğretisini öğrencileri oldukları iddia edilen Ebu Yusuf (H.113-182) ve Muhammed b. Hasan eş-Şeybani’ye (H.135-189) isnat ettirilmiştir. Ebû Hanife’nin bizzat kendisi tarafından kaleme alınmış eseri yoktur. Sünnet konusunda onun hakkında dendiğine göre ravisi güvenilir olduğu zaman Muhaddislerin çoğunluğunun eğilimine aykırı biçimde Mürsel hadisi delil olarak değerlendirmekteydi. Muhaddislerce zayıf karşılanan ve kendisiyle amel edilemez diye değerlendirilen bir çok hadisi delil olarak ileri sürme yoluna gitmiştir. Hanefiler şöyle söylemektedirler: “ Kur’an, mütevatir veya meşhur sünnetle nesh edile bilir. Sadece ahad hadisle nesh edilemez”. böylece hadislerin Kur’an’ı nesh edebileceğini yani iptal edebileceğini fıkıhlarına esas Kabul etmişlerdir. ( Bak. Dr. İsmail Hakkı Ünal. İmam Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları No.327 Baskı-1994 Sayfa 213 )

İMAM MALİK: ( H.93-179) Bazıları aslen Yemenli olduğunu söylerken, bazı siyer yazarları İmam Malik ve ailesinin Arap olmadığını söylemişlerdir. Büyük atası Ebû Amir’in, Beni Teym kölelerinden olduğu söylenmiştir. İmam Malik, üstadının özellikle İbni Hürmüz olduğunu belirtir. “Yedi, sekiz yıl yalnız ondan okudum, başkalarını bu işe hiç karıştırmadım” der. Hürmüz adı Acem asıllı olanların kullandığı bir isimdir. Bir rivayette de “ On üç yıl oturup İbni Hürmüz’den ders okudum”der. (16 yıl rivayeti de vardır) Ondan öğrendiklerini, başka bir kimseden almadığını söyler. İmam Malik üstadı İbni Hürmüz’den aldıklarının tamamıyla tesiri altında kalmış denebilir. Medarik’de Şöyle denir: “ Malik derki, İbni Hürmüz’ü şöyle derken işittim” ifadeleri bunu açıkça ortaya koyar. Meşhur Kitabı Muvatta da 1826 hadis mevcuttur. Sünnet Kur’an ile Tearruz ederse, Bazı hallerde Kur’an’ı sünnete takdim eder, bazı hallerde sünneti Kuran’a hakim kılar. Böylece sünnetin Kur’an’ı iptal edebileceğini Kabul etmiştir. ( Bak, İmam Malik , Hayatı-Görüşleri- Fıkıhta yeri, Prof. Muhammed Ebu Zehra, Hilal Yayınları 1984 sayfa 283.)

İMAM ŞAFİİ: Ebû Abdullah Muhammed bin İdris bin Abbas Şafii (H.150-204).
Suriye’de (Filistin) doğduğunu söyleyenler olduğu gibi ayrıca Askalan’da (gazze yakınında) Hatta Yemen’de doğduğunu söyleyenlerde vardır. Kureyş kabilesinden olmadığı halde, “kölelik yönünden kureşli sayılmıştır. Zira atası Ebu Lehebin kölesi imiş” rivayet edilmiştir. Ömer, atası Şafii’yi Kureyş kölelerine katmamış, Osman onu bunlara katmış. İmam Şafii, Huzey kabilesinin yanında yaklaşık on yıl kalarak, kendilerinden Arap dili ve şiirini öğrendi. Ana dili Arapça olmayıp Arapçayı sonradan öğrendiği anlaşılmaktadır. Hocası İmam Malik’tir. El-Risale ve El-Üm isimli kitapları vardır. Şafii derki: “Fıkıh öğrenmek isteyen Ebu Hanife’nin iyalidir. Siyer isteyen Muhammed b. İshak’ın iyalidir. Hadis isteyen Malik’in iyalidir. Tefsir isteyen Mukatil b. Süleyman’ın iyalidir” diyerek tavsiyede bulunur. Ebu Hanife ve İmam Malik’ten bahsettik, diğer ikisi ise: Muhammed b. İshak : (H.85-151). Bilhassa Siyer Meğazi çalışmaları vardır. Siyerin dışında müstakil olarak Kitâbu’ssünen telif etmiştir. İbrahim b. Sa’d ez Zuhri ondan sadece ahkama dair 17 bin hadis rivâyet etmiştir. Yahya’l-Kattan onun hakkında “kezzab” yani yalancı demiştir. Ayrıca, hakkında Şiiliğe meyyal olduğu ve kaderi olduğu rivayetleri de vardır. Yalnız ahkama dair 17 bin hadis söylemesi “ne kadar” yalancı olduğuna dair kuvvetli bir delildir. (Bak. İlk üç Asırda İslam Coğrafyasında Hadis. Dr. S. Kemal Sandıkçı. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları 299. Baskı 1991 s. 45-46 )
Diğer tavsiye ettiği: Mukatil b. Süleyman Şiânın Zeydiye Mezhebindendir. Şafii onun kitaplarını okudu, inceledi ve neticede onları da okumağa teşvik etti. Onu bu hususta imam addetti. Bu maddede kendisine başvurulan bir âlim saydı. (Bu konuda bak. İmam Şafii. Osman KESKİOĞLU. Diyanet Başkanlığı yayınları 1987 s. 46 ).
Şafii’nin kendiside Harun Reşid zamanında Şiilikle itham edilmiş ve takibata uğrayarak, Harun Reşid’in huzuruna bu konuda çıkarılmıştır.
Kur’an ve Sünnet Konusundaki görüşü:
Şafii’nin bu konudaki görüşü, Sünnetin Kuran’la nesh edilemeyeceği şeklindedir. Resûlullah’ın sünnetini ancak Resûlullah’ın sünneti nesh edebilir. Kur’an bir sünneti nesh edemez, nesih olayı olması için bunu başka bir sünnetin ilân etmesi gerekir der. Kuran’ın sünnetle nesh edilip nesh edilemeyeceği konusuna gelince, her ne kadar Kur’an’ı ancak Kur’an nesh eder diyorsa da , uygulama konusunda durum hiçte öyle değildir. Örneğin, Kuran’a rağmen, zina olayında Recim cezasını kabul etmekle, sünnetin Kur’an’ı nesh edebileceğini açıkça beyan etmiş olur. Yani kısaca iddiası; Kur’an sünneti iptal edemez fakat sünnet Kur’an’ı iptal eder şeklindedir.
(Konu hakkında bak: İmam Şafii. Osman KESKİOĞLU s.238-239. Büyük Şafii İlmihali, Yazan Halil Gönenç. Hilâl Yayınları 1979, 2. Baskı s. 375.)

AHMED İBN-HANBEL: (H. 164-241) : Anası O’na gebe olarak Merv’den Bağdat’a geldi. Merv’de doğduğunu söyleyenler var. Kendisinden yapılan rivayette Bağdat’ta doğduğu söylenmiş. Merv asılı olup Arap değildir. ( Yazılarımda Arap değildir derken, bununla o devirlerde ilk etapta Kuran’ın yayıldığı coğrafyaya yakınlığa veya uzaklığa dikkat çekmek suretiyle Kur’an dışı bazı kültürlerin etkinliğine dikkat çekmek içindir. Yoksa İslam dini evrensel olup, herhangi bir ırktan olmak veya olmamak avantaj veya dezavantaj değildir.)
Kitabı “Müsned”de yaklaşık 40.000.- hadis vardır. Kur’an’ı esas alıp sünneti terk edenlere red için Kitab bile yazmıştır. Ona göre Kuran’ın batını vardır. Halbuki Kuran’a batın bilgi isnat etmek küfürdür. Zira Kur’an açık manalı bir kitaptır.
Ahmed, Sünnetin Kuran’a hakim olduğunu, fakat Kuran’ın sünnete hakim olmadığı ve sünnetin Kur’an’ı nesh yani iptal edebileceği iddiasındadır. Şöyle ki : “Ahmed’e göre sünnet beyan bakımından Kuran’a hakim sayılır, onun ahkamını takrir eder. Şatıbi sünnetin Kur’an’a hakim olmasını şöyle açıklar. Ulemaya göre sünnet, kitaba hakimdir, Kitab hakim değildir, çünkü kitabın iki ve daha ziyade şeye ihtimali vardır.” demekte.“gerek iman itimade, gerek amel ve akla dair olsun, Hadisler arasında bir fark yapmazdı.” ( Konu hakkında bak.Ahmed İbn-i Hanbel. Hilâl Yayınları 1984 s.242-255 Prof. Muhammed Ebu Zehra. Terc. Osman KESKİOĞLU .)

Bütün korkuları Kuran’ın İslam dini öğretisine esas alınmasıdır. Zira Kur’an esas alınmış olsa ve Peygamber adına ileri sürmüş oldukları sözler Kur’an ölçüsüne vurulsa, bütün iftira ve yalanları hemen ortaya çıkar ve sünnet diye ileri sürmüş oldukları sözlerden geriye pek bir şey kalmaz. Bu hususu onlarda kabul eder mahiyette şu şekilde itiraf etmektedirler.
“İmam Ahmed’e gelince, o İmam Şafii’nin usulüne uygun hareket eder. İbni
Kayyım, Ahmed’in ve Şafii’nin görüşlerini destekleyerek şöyle der: Eğer bir kimsenin kitabın zahirinden anlayışına göre Hz. Peygamber Aleyhisselamın sünnetleri red olunacak olursa o zaman sünnetlerin çoğu red olunur ve sünnet batıl olur.”
(Ahmed ibn-i Hanbel, Hilal Yayınları S.247 )

Bu ifadeler bile, Sünnetle Kuran’ın ne kadar bir birleriyle bağdaşmayan bilgiler ihtiva ettiğini belirtmeye kafidir.

Sonuç olarak, İmam Ahmed birçok sözlerinde belirtmiştir ki, İslam dinini öğrenilmesi, aynı zamanda Kur’an’a hakim olan! sünnetle mümkündür. Kur’an bilgisi sünnet yoluyla olur, Kur’an sünnete hakim olamaz. Bu din sünnet yoluyla öğrenilir. İslam fıkhının en kestirme ve en işlek yolu sünnetten geçer. Sünnetin beyanından yararlanmaksızın sadece Kur’an’dan öğrenmeğe çalışanlar, doğru yolu şaşırırlar, hak yolu şaşırırlar iddiasındadır. 750 bin hadis arasından seçtiği rivayet edilen. Müsned teki hadislerin 10 bini tekrarlanmış hadislerdir. Hadislerin sahihliğine ölçü olarak Kur’an’ı değil de kendi Müsned ini kabul ve ve tavsiye eder, Şöyle ki: “Resulullah’ın hadislerinden olup olmadığı konusunda anlaşmazlığa düştüğünüz rivayetlerle ilgili olarak Müsned’e başvurun. Orada bulduysanız delil, bulmadıysanız delil olmaz .” demiştir.  Mahiyeti ne olursa olsun, Kur’an’ı hadise tabi kılar, şöyle ki : “hatta ona göre haberi, vahid olan Hadisler bile, Kuran’ın umumini tahsis eder.” (Ahmed İbn-i Hanbel. Hilâl Yayınları s.245 )
 
Görüldüğü gibi dört mezhep imamı da fıkıhlarına hadisleri esas almaktadırlar. İttifakla hadislerin Kur’an ayetlerini iptal edebileceğini fakat Kuran’ın hadisleri iptal edemeyeceği iddiasındadırlar. Bu da başka bir ifadeyle, Allah’ın Kuran’la bildirdiği İslam’a, öncelikle hadislerle peygamberin karşı çıktığı ve peygamberin sözünün Allah sözünden daha üstün olduğu manasındadır. Bu ise İslam dinine saldırı ve peygambere büyük bir iftiradır.
Şimdi hadis adı altında, peygambere yaptıkları iftiraları ve bu iftiralara dayalı olarak kabul edilen İslam Dini anlayışlarını örneklerle belirtmeye çalışacağım ve görülecektir ki öğretmek istedikleri İslam olmayıp, Kuran’ın İslam öğretisini engellemek gayretleridir. Zira görüleceği gibi birçok konuda Kur’an’a aykırı ve bol bol çelişkili rivayetlerde bulunmak suretiyle, İslami değerlere, Müslüman şahsiyetlere ve Allah’a karşıda saygısızlık etmekten geri durmamışlardır. Bunların öğretileri esas alındığında hiçbir İslam farzının uygulanması mümkün olmadığı gibi, İslam'ı ve Tevhidi anlamakta mümkün değildir. Bu öyle bir saldırıdır ki planlı ve kasıtlı olarak yapılmıştır. Çünkü önerdikleri sistem ve öğreti bundan başka bir ifadeyle izah edilmeyeceği gibi, kendileri zaman içerisinde açıkça bu amaçlı bir ekip çalışması ortaya koymuşlardır. Şia ve Vahhabilik’tede durum bundan farklı olmayıp, sistem olarak ehli sünnettirler. Sırası gelince bunları da örneklerle izah etmeye çalışacağım.

ALLAH’A, KURAN’A, PEYGAMBERLERE VE MÜSLÜMANLARA SALDIRI VE İFTİRA İÇEREN KÜTÜB-İ SİTTE’DEKİ HADİSLERDEN ÖRNEKLER VE ELEŞTİRİLMELERİ

ALLAH’A KARŞI İFTİRA VE SAYGISIZLIK ETMELERİ VE BU KONUDA UYDURDUKLARI HADİS ÖRNEKLERİ:

1- Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: “ Resûlullah a.s.v. buyurdular ki :
“ Cehennem içerisine âsiler atıldıkça: “ Daha var mı?” demekten geri durmaz. Bu hal, Rabbu’l-İzze’nin cehennemin içine ayağını koyup, iki yakasını dürüp birleştirmesine kadar devam eder. işte o zaman Cehennem: “Yeter, yeter. İzzet ve keremine yemin olsun yeter” der. Cennette fazlalık devam eder. Allah, ona mahsus yeni bir halk yaratır ve bunları cennetin fazla kısmına yerleştirir.
 (Kütüb-i Sitte, Prof. Dr. İbrahim Canan, Akçağ Yayınları 1992 - Ankara. Cilt 14 s.445 Hadis sırası 5226, Alıntıları: Buhari, Tefsir, Kâf 1. Eymân 12. Tevhit 7, Müslim, Cennet 37, ( 2848), Tirmizi, Tefsir, Kaf, (3268) )

( Not: Bundan sonra İbrahim Cananın Kütüb-i Sitte isimli 18 ciltlik hadis kitapları kaynak gösterildiğinde, kaynak ismi K. S . Olarak kısaltılacak ve önüne sıra numarası yazılacak. Örneğin K.S. 5126 gibi.)

HADİSİN TENKİDİ: Yıllarca inanç sistemlerini inceledim bunlardan başka İlahı’nı cehenneme layık görenine hiç rastlamadım. Putperestler dahi, taptıkları putlarına böyle bir şeyi yakıştırmazlar, tercümeyi yapan İbrahim CANAN, asıl metinde geçen cehennemin içine ifadesini tam tercüme etmeyerek, (belli ki, ifade ona da ağır gelmiş) cehennemin üzerine ifadesini kullanmış. Halbuki asıl metinde “aleyhe” değil, ifade “fiyhe” yani “içerisinde” şeklindedir.

Bunlar, Allah’ı tecsim ederek ona ayak isnat ettiler ve bu ayağı da cehenneme koydular. Cennet için ise doldurulmak üzere imtihansız halk yaratılacağını iddia ettiler. Cehennemin boşluğunu Allah’ın ayağıyla, Cennetin boşluğunu ise hiç dünyaya gelmemiş halkla doldurmak öylemi! Allah, bunların bu küfründen münezzeh ve yücedir. Allah’a ayak isnat etmeleri teşbih değil tecsimdir. Zira cehennem cisimdir ve cisimlerin doldurulması ancak cisim ile olur.

Allah’ın, cehennemi neyle dolduracağına dair Kur’an’dan mealen:

- Eğer Rabb’in dileseydi insanları tek bir ümmet yapardı. Oysa, işte ihtilaf edip durmaktadırlar. 11/118

- Ancak Rabbının merhamet ettikleri, (Bu ihtilaftan) istisna teşkil ederler. Zaten Allah, onları bunun için yaratmıştır. Ve böylece, Rabbının “muhakkak cehennemi hep cin ve insanlarla dolduracağım” sözü yerine gelmiş olacaktır. 11/119

- Dileseydik, herkese hidayetini verirdik, (herkesi doğru yola getirirdik). Fakat (hikmetim uyarınca) benden (çıkan) şu söz gerçekleşecektir: “mutlaka cehennemi, cinlerden ve insanlardan bir kısmıyla tamamen dolduracağım.” 32/13

Görüldüğü gibi, cehennemin doldurulması konusunda uydurdukları hadis Kur’an’a ters düşmektedir.
 
  2- Hz. Ebû Hüreyre r.a. Anlatıyor: “Resûlullah a.s.v. buyurdular ki: Sizden biri kardeşiyle dövüşünce yüze vurmaktan sakınsın.” (Buhari, Itk 20, Müslim, Birr, 112, (2612). )

Müslim’in ifadesinde şu ziyade var. “... Zirâ Allah Âdem’i kendi sûretinde yaratmıştır.” ( K.S. 3483 Cilt 10 Baskı 1990)

3- Yine Ebu Hüreyre r.a. Anlatıyor: “Resûlullah a.s.v. Buyurdular ki: Allah’u teala hazretleri, Hz. Adem a.s.mı kendi sureti üzere ve boyunu da atmış zira olarak yaratınca:.... (K.S. 3382 C.10 S.177 B.1990, alıntısı Buhari, İstizan 1, Müslim, Cennet 28 (2841) ).

4- İbnu Abbâs r.a. Anlatıyor: Resûlullah a.s.v. Buyurdular ki : Bu gece Rabb’imden bir (melek, elçi olarak) geldi. -Bir rivayette ise şöyle demiştir: “Rabbim bana en güzel bir surette geldi” -ve : Ey Muhammed.” dedi.
“Buyur Rabbim, emrindeyim.” dedim.
“Mele’i A’la (da bulunanların) nelerde yarıştıklarını biliyor musun dedi.
“Hayır” dedim. Bunun üzerine elini omuzlarımın arasına koydu. Hatta onun serinliğini göğüslerimde hissettim.......” (K.S. 4668 C.13 B 1992 alıntı: Tirmizi, Tefsir Sâd, (3231,3232) ).

5- Hz. Übey İbnu Ka’b r.a. Anlatıyor: Resûlullah a.s.v. Buyurdular ki: “Hakk’ın musafaha ettiği ilk kimse Ömer’dir. İlk selam verdiği kimsede o olacaktır.” (K.S.6012 C.16 B. 1993) Alıntı İbn!i Mace 104.

HADİSLERİN TENKİDİ: Allah’a insan şeklin de suret iddia ettiler, öyle bir benzerlikten dolayı yüze vurulmamasını tavsiye ettiler. Aslında istedikleri saygı gayreti değildir. Allah’ın yüzü ile insanın yüzünün aynı olduğunu vurgulamak için yüze vurulmamasını tavsiye etmişlerdir. Allah’ın eline serinlik atfetmeleri de tecsim vurgulamasıdır, aynı şekilde Allah’ın Ömer ile tokalaştığını ve onun elinden tutup cennete koyduğu iddiası da apaçık tecsimdir. Allah’ı tecsim etmek yani cisim saymak apaçık küfürdür.
Ayrıca Ömer’i Peygamberimiz dahil tüm Peygamberlerden ve Müslümanlar dan üstün olarak rivayet etmeleri, karışıklık çıkarma amaçlı bir yalan uydurmasıdır, yoksa Ömer’i sevdiklerinden falan değildir.

6- Hz. Ebu Hüreyre r.a. Anlatıyor: Resûlullah a.s.v. buyurdular ki:
“Üzümü Kerm diye isimlendirmeyin. “Vay şu dehrin mahrumiyet ve hüsranına” diye kahırlı söz söylemeyin. Zira Allah’ın kendisi dehr (zaman) dir.”(K.S. 5938 C.16 B.1993 Alıntıları, Buhari Edep 101, Müslim Elfaz 516, (2246, 2247), Ebu Davud, edeb 81 (4974), Muvatta, Kelam 3.(2.984).)

HADİSİN TENKİDİ: Allah hiçbir şekilde zaman olarak tavsif edilemez, zira zamanın kendisi yaratıktır. Geçer ve noksanlaşır, bağlı olduğu olaya ilişkin tükenir. Yoktan var edilmekte ve vardan yok edilmektedir. Dün yok olmuştur, yarın yaratılmakla yoktan varlığa gelecektir. Var iken yok olan, yokken var olan hiçbir şekilde İlah olmaz, zira bu hususlar noksanlık ve acizliktir. Allah ise hiçbir şekilde zamanın bu özelikleriyle noksan ve aciz değildir. Zira Allah noksan sıfatlardan münezzehtir.

Zaman konusunda Kur’an’dan mealen:

-İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi. 76/11

Görüldüğü gibi zaman gelip geçici bir şeydir, Allah zaman olarak tavsif edilemez, hadis diye iddia ettikleri Kur’an’a aykırıdır.

7- Sahiheyn (Buhari ve Müslim) ve Tirmizi de Ebu Hüreyre’den gelen diğer bir hadiste Resûlullah şöyle buyurmuştur:

“Allah Teâla hz.şöyle buyurdu: “Ben, kulumun benim hakkımdaki zannına göreyimdir.” (K.S.5849 C.16 B.1993 alıntıları Buhari, Tevhit 35, Müslim, Zikr 1, (2675), Tirmizi, Züht 51, (2389) )

HADİSİN TENKİDİ : Kullar, Allah hakkında iyi veya kötü zanda bulanabilirler. Bir kimsenin Allah hakkında iftira en kötü zanda bulunması mümkündür, o taktirde iddia ettikleri hadise göre Allah kötüdür manası çıkar ki, Allah’ı öyle bir şeyden tenzih ederiz. Allah kullarının zannına göre değil, kendi zatına göredir. Zan kendi başına hakikatten hiçbir şey ifade etmez. Bununla ilgili olarak Kuran’da şöyle bildirilmiştir. Mealen:
 
-Onların çoğu zandan başka bir şeye uymuyorlar. Zan ise gerçekten hiçbir şey kazandırmaz. Muhakkak ki Allah onların ne yaptıklarını bilir.10/36

-Allah’ı gereği gibi bilemediler. Halbuki Kıyamet günü yer, tamamen O’nun avucu içindedir, göklerde sağ elinde dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzak ve yücedir.39/67

-Allah’a yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Onlar Rab’lerine sunulacaklar, şahitler de: “İşte Rab’lerine karşı yalan söyleyenler bunlardır.” diyecekler. İyi bilin ki Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir. 11/18

-Bak nasıl Allah’a yalan uyduruyorlar. Apaçık bir günah olarak bu yeter. 4/50

Görüldüğü gibi uydurdukları hadis, Kur’an’a aykırıdır ve Allah’a karşı bir iftira ve isyandır.

8- İbnu’l -Museyyib, Ata İbnu Zeyd el- Leysi, Ebu Hureyre r.a. den naklen anlatıyor: Resûlullah’a atfen mahşerde içlerinde münafıkların da olduğu halde (yalnız) bu ümmet kalacak, derken Allah Tebareke ve Teala onlara evvelce tanıdıklarından başka bir surette tecelli edecek ve:
-Ben sizin Rabb’inizim, diyecek. Onlar (Allah’ı tanımadıkları için)
“Biz senden Allah’a sığınırız! Rabbımız geldiği zaman biz onu tanırız” diyecekler. Bunun üzerine Allah Teala hazretleri (karşılarında) onların tanıdıkları suretiyle tecelli edecek ve : “Ben sizin Rabb’inizim” buyuracak. Onlarda:
“Evet, bizim Rabbımız sensin” diyerek ona tabii olacaklar......(K.S.5072 C.14 B.1992 alıntılar Buhari, Rikak 52, Ezan 129, Tevhit 24, Müslim, İman 299, (182), Tirmizi, Cennet 20, (2560) ) (Sahih-i Müslim,Ahmed Davudoğlu, Sönmez neşriyat A.Ş. C.2 299/665 )

HADİSİN TENKİDİ: Birinci seferki, Allah’ın tecelli ettiği iddialarında, Allah’ın kendisine uygun gelmeyen ve münafıklar içlerinde olduğu halde tüm Muhammed ümmetinin onu tanımayacakları bir surette tecelli ettiğini iddia etmeleri, Allah’a bir saygısızlığı ifade eder. Zira Allah’ın, hem müminler, hem de münafıklar tarafından reddedilecek, (haşa O’ndan) çirkin bir surette tecelli ettiğini iddia etmişlerdir. Öyle ki, inancı ve ameli ne olursa olsun Allah’ı kimse beğenmemiş demektedirler. Ayrıca bu hususu vurgulamak için rivayet yalanlarına münafıkları da dahil etmişlerdir. Ayrıca, Allah’ın suretten surete şekil değiştirme ile tecelli edip göründüğünü iddia etmeleri tecsimdir. O tecsim edilmekten yani yaratıklara benzetilmekten onlarla bir sayılmaktan münezzehtir.

9- İbnu-l Museyyib, Ata İbnu Zeyd el-Leysi, Ebu Hureyre r.a. Den naklen anlatıyor: Resûlullah’a atfen, insanlar Resûlullah a.s.v.’e “ Ey Allah’ın Resulü: Kıyamet günü Rabb’imizi görecek miyiz?” diye sordular. O da: “Siz bulutsuz dolunay gecesinde Ay’ı görmekte şüpheye düşer misiniz?” diye cevap verdi. Onlar :
“ Hayır! Ey Allah’ın Resulü.” diye cevap verdiler. Bunun üzerine:
“Şunu bilin ki siz Rabb’inizi böyle göreceksiniz....(K.S. 5072 C.14 Alıntılar Buhari, Rikak 52, Ezan 129, Tevhit 24 Müslim, İman 299, (182), Tirmizi, Cennet 20, (2560) )

10- Ebu Zerr r.a. anlatıyor: “Resulullah a.s.v. a’ “sen Rab teala yı hiç gördün mü?” diye sordum. “Nurdur, ben O’nu nasıl görürüm” buyurdular.”( K.S. 5159 C.14 alıntılar, Müslim, İman 291.(178): Tirmizi, Tefsir, Necm,(3278). )

HADİSLERİN TENKİDİ: Son hadiste Allah’ın görülmeyeceğini tahdis etmeleri, görüleceği hususunda tahdis ettikleri evvelki diğer iki hadisle çelişkilidir. Zaten metotlarının ana temellerinden biride budur. Bir konuda bir hadis rivayet ederken o hadise aykırı bir veya birden fazla hadis, tahdis etmeye özenle gayret gösterirler, böylece çelişkili hadisleri işlerine geldiği yerde kullanmak, hem de zihinleri iyice karıştırmak için bunu yaparlar.

KURAN HAKKIN DA UYDURDUKLARI HADİS ÖRNEKLERİ

I- KUR’AN TAHRİF EDİLMİŞTİR İDDİALARI:

11- Aişe (r.anha)nın azatlısı Ebu Yunus şöyle demiştir: -Aişe (r. anha) kendisi için bir Mushaf yazmamı emretti ve, “ Namazlara ve orta namazına devam edin ” ayetine gelince bana haber ver dedi. Ben de o ayete varınca kendisine haber verdim. Bana o ayeti namazlara , Orta namazına ve ikindi namazına devam edin, Allah için tevazu halinde namaz kılın” şeklinde yazdırdı. Sonra da:
“Ben bunu Resûlullah s.a.v. den duydum” dedi. (Sünen-i Ebû Dâvud terceme ve şerhi, şamil yayın evi 1998. Doç. Dr. İ. Lütfi Çakan K. Salat (2), Bab 5 H. 410 sayfa 148 C.2)

HADİSİN TENKİDİ: Bu hadis uydurmasıyla, Kuran’da noksanlık olduğunu iddia etmişlerdir. Zira bahsi geçen ayette ikindi ifadesi mevcut değildir. Şöyle ki, Kur’an’dan mealen

-Namazları ve orta namazı koruyun, gönülden bağlılık ve saygı ile Allah’ın huzuruna durun. 2/238

Olarak ifade edilmiştir. Amaçları Kur’an’a olan itimadı sarsmak için zihinleri bulandırmaktır. Bu hususta başka hadis uydurmalardı vardır. Örneğin:

12- Ubey İbnu Ka’b (r.a.)’ın anlattığına göre, Resûlullah (a.s.v.) kendisine: “Allah, sana Kur’an okumamı emretti” demiş ve Lem yekunullezine kefere’yu ve bu sureden olmak üzere şunu okumuştu: “Allah indindeki din muvahhid İslam dinidir, ne Hıristiyanlık, ne Yahudilik nede Mecusilik değildir. Kim bir hayır yaparsa asla zayi olmayacaktır”. Ubey İbnu Ka’b: “ Bana şunu da okudu” dedi: “Adem oğlunun bir vadi dolu malı olsa ikincisini de arar. İkinciyi de elde etse üçüncüsünü de arar. Ademoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur. Allah tevbe edenleri affeder.” (K.S.943 C.4 B. 1988. Alıntısı, Tirmizi, Menakıp ( 3894). )

HADİSİN TENKİDİ: Tırnak içindeki ifadeler kendilerince uydurulmuş sözlerdir. Kur’an’da bu şekilde ayetler mevcut değildir. Dolayısıyla Kur’an dışında ayet iddia etmişlerdir.

13-......Ebu’d- Derda:
--Abdullah ibn Mesûd “ Ve’l - leyli iza yağşa..”yı nasıl okuyor diye sordu.
Ben kendisine (Alkame)
-- “Ve’l leyli izâ yağşa ve’n -nehari izâ tecelli ve’ zekeri ve’l ünsâ”
şeklinde okudum.
Ebu’d- Darda:
--Vallahi Resûlullah beni böyle okutmuştur. Ben Resûlullah tan ağız ağıza böyle öğrendim dedi. ( Sahih- i Buhari, Ötüken yayınları, Mütercim, Mehmet SOFUOĞLU, cilt 8 B.1987 Kitabu Fedailü Ashâbi’n-Nebi Rivayet 82 s.3521)

HADİSİN TENKİDİ: Böylece Leyl süresi (92/3) Ayette geçen yaratma kelimesinin fazlalık olduğunu, Kur’an’dan olmadığını iddia etmişlerdir. Yani, Kur’an’a ekleme yapılmış olduğunu iddia etmişlerdir.

Yine rivayet ettiler ki:

14- ........ Said ibn Cubeyr şöyle demiştir: Bizler muhakkak İbn Abbas’ın Yanında bulunduk: O şöyle dedi: Bana Ubeyy İbn Ka’b tahdis edip şöyle dedi: Resûlullah (s):....... “ Gemiye gelince, o denizde iş yapan yoksulların dı. Onun için ben onu kusurlu yapmak istedim ki, arkalarında her sağlam gemiyi zorla almakta olan bir hükümdar vardı” (el-Kehf 79). “Verâehum (= Arkalarında)” sözünü “ Emenehum melikun” (= Önlerinde bir melik vardır ) şeklinde okumuştur. (Buhari, Kitabu’ş-şurut 15 Cilt 6 s. 2551 Ötüken 1987 ).

HADİSİN TENKİDİ: Bu hadis rivayetleriyle Kur’an’da geçen (18/79) “Verâehum” (=Arkalarında) kelimesini. “Emenehum” (=Önlerinde) şeklinde olduğunu iddia etmekle yine Kur’an’da tahrifat olduğunu iddia etmişlerdir. Bu kabil örnekler uydurmuş oldukları hadislerde epey vardır, böylece elde mevcut Kuran’ın orijinal olmadığını iddia etmek suretiyle insanlarda şüphe meydana getirmek istedikleri açıktır. Böyle bir iddia Kuran’ın Allah tarafından korunmuş olduğunu inkar manasında olduğu ve bu itibarla da Kur’an’ı inkar etmek olduğu meydandadır. Gerçeklere de aykırıdır, zira dünyada iki ayrı kelime ihtiva eden iki Kur’an mevcut değildir.

II- KURAN’IN PEYGAMBERDEN SONRA TOPLANMIŞ OLDUĞUNU İDDİA ETMELERİ:

15- ............ Zeyd İbn Sabit el-Ensâri ye atfen yaptıkları rivayette: Ebu Bekir ve Ömer’in görevlendirmesiyle Zeyd diyor ki, “Ben kalktım, Kuran’ın ardına düşüp gereği gibi araştırdım ve onu yazılı bulunduğu deri parçalarından, kürek kemiklerinden, hurma dallarından ve hâfızların ezberlerinden bir yerde topladım. Ve et-Tevbe Sûresinden iki ayeti, Ebû Huzeyme el-Ensâri’nin yanında buldum. O iki âyeti ondan başka kimsenin yanında bulmadım.
Neticede içlerinde Kur’an toplanılan bu sahibeler, Allah kendisini vefât ettirinceye kadar Ebû Bekr’in yanında kaldı ..........................(Buhari, Kitabu’l-Tefsir 199 Cilt 9 s. 4423-4424 Ötüken 1987)

16-............ Ebû İshak şöyle dedi: Ben el-Berâ ( R )’ dan işittim, şöyle diyordu: “ Mü’minlerden oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar müsâvi olmaz... “ Ayeti indiği zaman, Resûlullah (S) Zeyd’i çağırdı. Zeyd bir kürek kemiği ile geldi ve o ayeti yazdı..... (Buhari, Kitabu’l-Cihâd ve’s-siyer 47 cilt 6, s.2674. Ötüken 1987 )

HADİSİN TENKİDİ: Kuran’ın, Peygamber zamanında kitap halinde mevcut olmadığı, sonradan rast gele bir araştırmayla, hurma dallarından, deri parçalarından, taş levhalardan, kürek kemiklerinden, hafızların ezberlerinden toplanmış bir kitap olduğu hususunda müteaddit rivayetler uydurmuşlardır. Öyle ki, Kur’an bu dedikleri şeylere yazılı bir Kitab olmuş olsaydı, bir ambarı doldurması gerekirdi, bu iddiaları Kur’an’a bir iftira ve saygısızlığın ifadesidir. Allah, Kur’an’da Kitab indirmiş olduğunu ayetlerle bildirmiştir. Kur’an Kitab halinde Peygamber zamanında mevcut değil idiyse insanlar Kitab mevcut olmadığı halde, ayetlerde niçin Kur’an’dan Kitab olarak bahsediliyor diye sorarlardı. Peygamber zamanında Kur’an Kitab olarak mevcut idi, ve iddia ettikleri gibi, taş parçalarına , hurma dallarına v.s. yazılmıyordu. İnce ceylan derileri üzerine yazılan bir Kitab halindeydi. Bu hususta Kur’an’dan mealen:

- Andolsun Tûr’a (52/1)
- Satır satır yazılmış Kitab’a (52/2)
- Yayılmış ince deri üzerine (52/3)

İfadeleri Kuran’ın nasıl yazılmış bir Kitab olduğunu belirtir. Ayetler peygambere inmişti, eğer Kur’an ince deri üzerine yazılıp tespit edilmemiş olsaydı bu ayetleri duyanlar, siz hangi ince deri üzerine yazılmış kitaptan bahsediyorsunuz diye sormaz mıydılar! Kuran’ın peygamber zamanında özenle yazılmış olduğuna dair diğer bir örnek, Kur’an’dan mealen:

- Hayır, o ayetler bir mesajdırlar. (80/11)
- İsteyen onları idrak eder. (80/12)
- Onlar, değerli sayfalardadır. (80/13)
- Yüksek ve temiz sayfalarda. (80/14)
 
Bu örneklerden anlaşıldığı üzere, Kuran’ın sonradan rast gele, taş parçalarından,ağaç kabuklarından, kürek kemiklerinden toplanmış bir kitab olduğu yolundaki rivayetler Kur’an’a uymamaktadır, ve aslı yoktur.
Rivayetler uydurulurken, daha öncede belirttiğim gibi bazen kasıtlı, bazen de tutarsızlık şeklinde bir çok çelişkilere düşülmüştür. Fert ve kişilere kabul ettirmek ve sıkıştıklarında kendilerini kurtarmak için bazen doğrulara da yer vermişlerdir. Öyle ki bir konu hakkında bir rivayet uydurduklarında, muhakkak ona muhalif bir veya birden fazla rivayet uydurmaya özen göstermişlerdir. Sık sık bu tür çelişkili ifadeleri yan yana yazarak okuyucunun bu hususa dikkatini çekmeye çalışacağım. Zira hadis uydurma sistemlerinin kökü budur. Örneğin, Kur’an’ın sonradan rast gele toplanmış bir kitap olduğunu söylerken başka bir yerde, peygamberin onu Mushaf halinde bıraktığını rivayet etmek onlar için gayet normal bir durumdur. şöyle ki, uydurdukları diğer bir rivayette şöyle diyorlar:

17- ......Abdülaziz İbn Rufey’ şöyle dedi: Ben Şaddat İbn Ma’kıl ile beraber İbn Abbas’ın yanına girdim. Şaddat İbn Ma’kıl, Abbas’a:
-Peygamber (s) bir şey bıraktı mı? diye sordu.
İbn Abbas:
- Mushaf ‘ın iki yanını kuşatan ciltler arasında bulunandan başka bir şey bırakmadı, dedi.
Biz yine beraberce Muhammed İbnu’l -Hanefiyye’ nin yanına girdik ve ona’da aynı suali sorduk. Muhammed İbnu’l Hanefiyye de:
- İki kapak arasında bulunandan başka bir şey bırakmadı, dedi. (Buhari,Kitâbu Fedail’l -Kur’an 39 Cilt 11 sayfa 5112 Ötüken 1988)

Bu hadis evvelki hadislerle çelişkili olduğu gibi, Kur’an’ın Peygamber zamanında kitap halinde mevcut olduğunu ve Peygamberin hiçbir rivayet bırakmadığını itiraf etmişlerdir.

Diğer bir rivayette de şöyle demektedirler:

18-.......Enes İbn Mâlik el -Ensâri den rivayet ettiler ki:........ “Peygamber hücrenin perdesini açtı da, bizlere bakmaya başladı. Kendisi ayakta duruyor ve yüzü de Mushaf yaprağı gibi parlıyordu......”
(Buhari, kitabu’l -Ezân 72 cilt 2 sayfa 707 - 708 Ötüken 1987)
 
Bu rivayette de peygamberin zamanında Mushaf’ın yani kitap halinde Kur’an’ın, parlak sahifelere yazılı olarak mevcut olduğunu itiraf etmişlerdir. Zira var idi ki peygamberin yüzünü onun sahifelerine benzetmişlerdir.
Ayrıca, görüldüğü gibi 15 ve 16 no lu örneklerde verdiğim rivayetler. 17 ve 18 no.lu örneklerde belirttiğim rivayetlerle çelişki halindedirler.

III - KURAN’IN OKUNUŞUNU TAHRİF İÇİN UYDURDUKLARI HADİS ÖRNEKLERİ

19- .......Ben Abdullah İbni Mes’ûd’dan işittim, şöyle diyordu: Ben bir kimsenin bir ayeti, benim peygamberden işittiğim okuyuşun hilâfına okuduğunu işittim. Hemen elinden tuttum ve onu Resûlullah’a getirdim. Resûlullah (S) : “Her ikinizde güzel okudunuz” buyurdu. Şu’be dedi ki: Ben Resûlullah’ın şunu da söylediğini zannediyorum: “(Kur’an hakkında) sakın ihtilaf etmeyiniz. Çünkü sizden evvelki ümmetler kitaplarında ihtilaf ettiler de bu yüzden helak oldular” (Buhari, Kitab’ul-husûmat cilt 5 sayfa 2228 Ötüken 1987)

20-........ O da İbn Abbâs (R)’tan tahdis etti ki, Resûlullah (S) şöyle buyurmuştur: “Cibril bana Kur’an’ı bir okunuş üzerine okuttu. Ben de durmadan bunun artmasını istedim. Tâ yedi türlü okunuşa erişinceye kadar bu dileğimde ısrar ettim”. (Buhari, Kitâbu Bed’i’l-Halk 29 Cilt 7 Sayfa 3035 Ötüken 1987.)

Yukarıdaki rivayette Kur’an’ın, bir okunuş üzerine Cebrail tarafından indirildiği ve peygamberin ısrarıyla yedi okunuşa çıkarıldığı belirtilmiştir. Buna rağmen şöyle de tahdis etmekten çekinmediler:

21- “ Übeyy b Ka’b’den (rivayet edilmiştir.) Dedi ki: Resûlullah (s.a.v.) Cebrâil’e rastladı ve :
Ey Cibril, ben ümmi bir kavme gönderildim. Bunların arasında koca karılar, ihtiyar erkekler, oğlanlar, kızlar, hiç kitap okumayan adamlar var, dedi.
Cibril o zaman :
- Ey Muhammed, muhakkak’ki, Kur’an yedi harf üzerine nâzil olmuştur, demiştir.” (Kur’an’ı Kerimin faziletleri ve Okuma Kâideleri. Dr. İsmail Karaçam, Marmara ünv. İlahiyat Fakl. Yayınları No 7 sayfa 21 alıntısı, et- Tirmizi, Sahihu’t -Tirmizi bi şerhı’l -İmam İbni’l Arabi, VI.63. Mısır 1934)

 

 

SONRAKİ 2.  BÖLÜM İÇİN ANA SAYFAYA GİT = >   ANA SAYFA