ANA SAYFA

      1. KİTAP BÖLÜM 1

      1. KİTAP BÖLÜM 2

      1. KİTAP BÖLÜM 3

      1. KİTAP BÖLÜM 4

       1. KİTAP BÖLÜM 5

       1. KİTAP BÖLÜM 6

       1. KİTAP BÖLÜM 7

       1. KİTAP BÖLÜM 8

       1. KİTAP BÖLÜM 9 

       1. KİTAP BÖLÜM 10

        1. KİTAP BÖLÜM 11

        1.KİTAP BÖLÜM 12    

        1.KİTAP BÖLÜM 13

        1. KİTAP BÖLÜM 14

        1. KİTAP BÖLÜM 15

        1. KİTAP BÖLÜM 16

        1.KİTAP BÖLÜM 17

        1. KİTAP BÖLÜM 18

        1. KİTAP BÖLÜM 19 

        1. KİTAP BÖLÜM 20  

       1. KİTAP BÖLÜM 21  

       1. KİTAP BÖLÜM 22  

      1. KİTAP BÖLÜM 23 

      1. KİTAP BÖLÜM 24 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

         

            KÜTÜB-İ
          SİTTE'NİN

        
ELEŞTİRİSİ
               VE
     KUR'AN'A ARZI


         Fereç Hüdür

     KUR'AN ARAŞTIRMALARI

                                         

 

 

 

 BÖLÜM 7

 -O gün (kabirlerinden) hızlı hızlı çıkarlar. Onlar dikilen (hedef)lere doğru koşar gibi (koşarlar). 70/43

-Gözleri düşük, yüzlerini zillet bürümüş bir durumda . İşte onlara va’dedilen gün, bugündür. 70/44

Yemin konusuna da bu şekilde deyindikten sonra, tekrar hadis rivayetleri konusuna dönersem, şöyle ki :

200- Buhari’nin Bâb başlığı olarak, Tirmizi’nin Mus’ab ibn Sa’d’dan rivayet ettiği hadis: “İnsanlar içinde belâsı en şiddetli olanlar peygamberlerdir. Sonra sırasıyla fazilette ilk olan, sonra ilk olandır”. (Buhâri, Kitabu’l-Merdâ ve’n_Tıbb, 3- Baâb başlığı C.12 S.5690 Ötüken 1988. )

201- ........... Bize Şu’be, el-A’meş’ten; o da Mesrûk’tan haber verdi ki, Âise (R): Ben Rasûlullah(S)’tan ziyâde hastalığı şiddetli olan hiçbir kimse görmedim, demiştir. Buhâri, Kitabu’l-Merdâ ve’n-Tıbb 6 C.12 S.5689 Ötüken 1988. )

Ve yukarıda yazılı rivayetler gibi birçok rivayette, âmel yönünden en iyi olanlara, en şiddetli bela ve musibet gelir iddiasındadırlar. Hal bu ki, Kur’an’da tam tersi durum söz konusudur, gelen musibetlerin şiddeti işlenmiş olan fanalıklar nedeniyledir, iyilikler nedeniyle değildir. Durum böyle olunca, hem peygamberler, hem de iyi kimseler onların yapmış oldukları iftiradan uzaktırlar. Ayrıca onların bu rivayetlerinde Müslümanları iyilik yapmaktan ürkütme amacı da vardır. İyilik yaparsan veya iyi olmaya çalışırsan başına belalar gelir demeleri, Müslümanları sevap işlemekten uzaklaştırma amacı iledir. Durumun, hiçte iddia ettikleri gibi olmadığına dair, Kur’an’dan örnek verecek olursak, mealen:

- Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir. (Allah, işlediklerinizin) birçoğunu da affeder. 42/30

Görüldüğü gibi uydurmuş oldukları, yulardaki rivayetler Kur’an’a uymamaktadır. Zira işlenenlerin bir çoğunun affedildiğine deyinilmesi, işlenenlerin ve dolayısıyla affedilmeyip musibete neden olan âmellerin günahlar olduğu açıkça ortaya çıkar. Çünkü af günahlar için söz konusudur.

202- Hz. Ebû Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissâlatu vesselâm buyurdular ki: “Muhakkak ki, Allah bu ümmet için, her yüz senenin başında, kendisine dini tecdid edecek kimse(ler) gönderecektir.” (K.S. 5577 C.15 S.427 Akçağ 1992 alıntısı, Ebû Davud, Melahim 1, (4391). )

Bu rivayetlerle, üstü örtülü olarak, her yüz senenin başında peygamber geleceğini iddia etmişlerdir. Bu iddia, İsa peygamber veya Mehdi geleceği yolundaki iddiaların bir benzeridir. Böylece, İslam dininin öğrenilmesinde, esas olanın, Kur’an değil de, özel şahıslar olduğunu vurgulamak istemektedirler. Hal bu ki, Nübüvvet sona ermiş olup, İslam dininin öğrenilmesinde esas olan tek kaynak Kur’an’dır. Tebliğ görevini de, Kur’an’ı öğrenen her Müslüman yerine getirebilir. Kıyamete kadar, en takvalısı dahil olmak üzere, bütün Müslümanların, bütün müminlerin ve İslam dinini öğrenmek isteyen herkesin. İslam dinini öğrenmek konusunda tek bilgi kaynağı Kur’an’dır. Kur’an bilgisi dışında ne özel bir şahıs nede özel bir bilgi kaynağı vardır.

Kur’an’dan mealen:

- Bir zamanlar, cinlerden bir grubu, Kur’an dinlemek üzere sana yöneltmiştik. Ona geldiklerinde (birbirlerine) : “Susun (dinleyin)” dediler. (Okuma) bitirilince de uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler. 46/29

Görüldüğü gibi, Kur’an dinlemek ve böylece onu öğrenmek, uyarıcı olmak için yeterlidir. Bu her devirde yapılabilir, zira Peygamber ve Cinler, Kur’an’ın okunması ve işitilmesi dışında bir birleriyle karşılıklı görüşmemişlerdir. Peygamber, cinlerin Kur’an dinlediğinden habersizdi. Cinlerin, Kur’an dinledikleri kendisine vahiyle bildirilmiştir. Eğer karşılıklı olarak, birbirlerinden haberdar olmak suretiyle görüşmüş olsalardı, Cinlerin, Kur’an dinledikleri, peygambere vahiyle bildirilmeyecekti. Bu olay, sadece Kur’an dinlenilmesinin, İslam dininin öğrenilmesi ve uyarıcı olmak için yeterli olduğunun kesin kanıtlarındandır. Dinleme olayıyla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- De ki: Bana vah yolundu ki, Cinlerden bir topluluk Kur’an dinlediler de şöyle dediler: “Biz hârikulâde (acaib) bir Kur’an dinledik. 72/1

- (O), doğru yola iletiyor, ona inandık. Artık Rabb’imize hiç kimseyi ortak koşmayacağız. 72/2

Dini öğrenme ve öğretme işinin, Peygamberler dışında ki, özel şahıslarla ilgili olmayıp, öğrenmiş olan her şahısla ilgili olduğuna dair.
 
Kur’an’dan mealen:

- Bütün müminlerin, toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Her topluluktan bir grubun dini iyice öğrenmeleri ve kavimleri kendilerine dönüp geldikleri zaman onları ikaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar. 9/122

Dikkat edilirse, mealini yazdığım âyette, her topluluktan bir grup denmiş olup, özel şahıslar söylenmemiştir. Bu itibarla da uydurdukları rivayetin aslı yoktur.


ŞEHİT VE GAZİLER İLE HİCRET VE SAVAŞ KONULARINDA UYDURDUKLARI HADİSLERDEN ÖRNEKLER

203- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm ) buyurdular ki: “Kim gazve yapmadan ve gaza yapmayı temenni etmeden ölürse nifaktan bir şube üzerine ölmüş olur.” (K.S. 1029 C.5 S.70 Akçağ, alıntısı, Müslim, İmâret 158,(1910); Ebû Dâvud, Cihâd 18, (2502); Nesâi, Cihad 2,(6,8). )

204- Ebu’n-Nadr merhum Abdullah İbnu Ebi Evfâ (radıyallahu anh)’dan naklen anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) düşmanla karşılaştığı günlerden birinde, güneşin meyletmesini bekledi. Sonra kalkıp yanındakilere şöyle dedi: “Ey insanlar, düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin, Allah’tan afiyet dileyin. Ancak karşılaşacak olursanız sabredin, bilin ki cennet kılıçların gölgesindedir. ................... (K.S. 1031 C.5 S.71 Akçağ, alıntıları, Buhâri, Cihâd 156,22,32,112, Temenni 8 ; Müslim, Cihâd 20,(1742), Ebû Dâvud, Cihâd 98,(2631). )

205. ........ Bize Ebû İshâk, Mûsa İbn Ukbe’den, Umer ibn Ubeydullah’ın himâyesinde olan Ebu’n-Nadr Sâlim’den tahdis etti. Bu Ebn’n Nadr,efendisi Umer’in kâtibi idi. Ebu’n-Nadr şöyle dedi:Abdullah ibn Ebi Evfâ (R), efendisi ve kureyş ileri gelenlerinden olan Umer ibnu Ubeydullah’a bir mektûb yazdı da bu mektûbu ben okudum. Bu mektûbun içinde Rasûlullah (S)’ın: (Ey insanlar!) Düşmanla karşılaşmak (harbetmek) temenni etmeyiniz! Fakat Allah’tan harb felâketinden selâmette kılmasını isteyiniz” buyurduğu hadisi vardı. (Buhâri, Kitâbu’t-Temenni 12 C.15 S.7090 Ötüken 1989. )

Görüldüğü gibi rivayetler çelişkili olup, işlerine geldiği gibi uydurmuşlardır. Birinci rivayette savaş temennisi mecburi tutulmuşken, diğer iki rivayette tam tersi olarak, savaş temennisi kaçınılması gereken bir husus olarak tahdis edilmiştir.
 
206-. ... Ebû Said el-Hudri (r.a.)den rivâyet edildiğine göre, bir bedevi Peygamber (s.a.)’e hicreti sormuş da Peygamber (s.a.):
“Yazık sana, hicret zor iştir. Senin develerin var mı?” buyurmuş. (O kimse de)
- Evet diye cevap vermiş. (Bunun üzerine Hz. Peygamber);
“-Peki onların zekatını veriyor musun?” buyurmuş. (O şahıs da );
- Evet diye karşılık vermiş. (Resûlü Ekrem de).
“- Sen şehirlerden uzakta (Allah’ın emirlerini yerine getirmeye) çalış. Allah senin amelin(in sevabından hiçbir şeyi zâyi etmeyecektir.” buyurmuştur. (Ebû Dâvud, K.el-Cihâd (l5), Bâb 1 H.2477 C.9 S.437 Şamil 1989, diğer rivayet edenler, Buhâri, zekât 36, hibe 35, menakıb’ül-ensar 45, edep 95; Müslim, imâre 87; Nesâi bey’at 11; )

Bu rivayette hicretin mecburi olmadığı rivayet edilmiştir.

207- Ya’la İbnu Ümeyye anlatıyor: “Fetih günü babam Ümeyye’yi getirip: “Ey Allah’ın Resûlü! Babamla hicret şartı üzere bey’at yap!” dedim. Ama O:
“onunla cihad etme şartı üzerine bey’at yaparım, artık hicret sona ermiştir” cevabını verdi.” (K.S.. 5778 C.16 S.202 Akçağ 1993, alıntısı Nesâi, Bey’at 15,(7,145). )

Bu rivayette ise hicretin sona erdiğini rivayet etmişlerdir.

208-. ... Maviye (b. Ebi Süfyan)dan; demiştir ki: Rasûlullah (s.a.)’ı; ‘tevbe (vakti) sona ermedikçe hicret (vakti) de sona ermez. Güneş battığı yerden doğmadıkça da tevbe sona ermez” buyururken işittim. (Ebû Dâvud, K.el-Cihâd (15), Bâb 2 H.2479 C.9 S.440 Şamil 1989, )

Bu rivayette de, hicretin sona ermediğini, hatta güneş batıdan doğmadıkça da sona ermeyeceğini tahdis etmeleri bir çelişkidir. Anlaşılan odur ki, esas maksatları hicret kavramını belirsiz ve tartışmalı hale getirmektir. Zira , hicretin İslam'da büyük bir önemi vardır. Hicret, Allah’a en iyi şekilde kulluk etmek için, müsait olmayan bir mekandan, daha müsait bir mekana göçmek veya Müslümanların bir araya gelip toplum oluştura bilmelerinin ilk şartıdır. İşte bu kadar büyük önemi olan hicret kavramını belirsiz hale getirmek için müteaddit rivayetler uydurmuşlardır. Bunlardan bir tanesi de,hicretin, Allah’ın yasakladığı şeyi terk etme manasında olduğunu iddia ettikleri  rivayettir, şöyle ki:

209- Abdullah İbnu Amr İbni’l-As (radıyallahu anh) hazretleri. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmedikleri. Muhâcir de Allah’ın yasakladığı şeyi terk edendir. (K.S. 33 C.2 S.250 Akçağ 1988, alıntıları, Buhari, İman 4; Müslim, iman 64,(40); Ebû Dâvud, Cihâd 2,(2481); Nesâi, İman 9, (8,105). )

Daha öncede belirttiğim gibi en sık kullandıkları yöntem, bir konu hakkında birbirlerine zıt ve çelişkili rivayetler uydurmaktır. Böylece, kavram ve konuları tartışmalı ve belirgin olmayan bir hale getirmeyi amaç edindikleri gibi, ortam ve duruma göre bu zıt rivayetlerden işlerine geleni kullanmaktır. Asırlardır, İslam Dini adına birçok ayrılıkların meydana gelmesi ve birçok tartışmaların yapılmasının ana temeli, bunların ortaya atmış oldukları bu kargaşa fitnesidir.

210-. ... Üsame b. Zeyd’den demiştir ki: Rasûlullah (s.a.) bizi bir seriyye olarak el-Hurakat (denilen kabileler) üzerine gönderdi. Onlar (bizim kendilerine yaklaşmakta olduğumuzu, bizim kendilerine saldırıya geçeceğimizi) hissederek kaçtılar (bunlardan) bir adama yetiştik. Biz üzerine çullanınca adam, “Lâ ilahe illallah (Allah’tan başka başka ilah yoktur)” deyiverdi. Biz ona, öldürünceye kadar (kılıçlarımızla) vurduk. Sonra bunu peygamber (s.a.)’e anlattım.
-”Kıyamet gününde (bu adamın söylediği) lâ ilahe illallah (kelimesi) karşısında senin için (yardımcı olabilecek) kim vardır?” buyurdu. Ben de:
Ey Allah’ın Resûlü o bunu ancak silah korkusuyla söyledi, dedim.
-”Biri onun kalbini yarsaydın da (kalbinin) bu sözü korkudan dolayı söyleyip söylemediğini (iyice bir) bilseydin. (Yarın) kıyamet gününde “lâ ilâhe illallah” (sözü) karşısında senin için ( yardımcı olabilecek) kim vardır?” buyurdu. Bu sözü (tekrar tekrar) söylemeye o kadar devam etti ki (daha önce) Müslüman olmayıp ta o gün Müslümanlığa (yeni) girmiş olmamı arzu ettim. (Ebû Dâvud, K. El-Cihâd (15), Bâb 95 H.2643 C.10 S.174 Şamil 1990, diğer rivayet edenler; Buhari, meğâzi 45, diyât 2; Müslim, imân 158; İbn Mâce, fiten 1: )

Bu rivayette, savaş anında, müşriklerin arasında bulunup ta kelimeyi tevhidi söyleyenin öldürülemeyeceğini tahdis etmişlerdir.

Birde şöyle rivayette bulundular;
 
211-. ... Cerir b. Abdillah’dan demiştir ki: Rasûlullah (s.a.) Hasemin kabilesine (baskın yapmak üzere) bir seriyye gönderdi. O kabileden bazı kimseler (Müslüman olduklarını belirtmek) için secde ederek korunma yoluna başvurdular. Bu (durum) onları öldürmeyi (daha da) hızlandırdı. (Cerir b. Abdillah rivayetine devam ederek) dedi ki: Durum Peygamber (s.a.)’e ulaşınca onlar için yarım diyet (ödenmesini) emretti ve;
- “Ben müşrikler arasında ikamet eden her Müslüman’a uzağım” buyurdu. ........... (Ebû Dâvûd, K.el-Cihâd (15), Bâb 95 H.2645 S.178 C.10 Şamil 1990, diğer rivayet edenler, Tirmizi, siyer 41; Nesâi, kasâme 27. )

Bu rivayette ise, savaş anında müşriklerin arasında ikamet eden Müslümanların öldürülebileceğini rivayet etmişlerdir. İki rivayet bir biriyle çelişkili olduğu gibi, son rivayet kendi içinde çelişkilidir. Şöyle ki, Peygamber bu gibi kimselerden uzak olduğunu belirtmişse, neden onlar için yarım da olsa diyet ödesin? Bu bir çelişkidir, ayrıca Kur’an’a uymamaktadır. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Her kim bir mümini kasden öldürürse onun cezâsı, içinde ebedi kalmak üzere (gideceği) cehennemdir. Allah ona gazabetmiş, lânet etmiş ve onun için büyük bir azâb hazırlamıştır. 4/93

- Ey müminler, Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayın, dinleyin, size selâm verene, dünyâ hayâtının geçici menfaatini gözeterek: “Sen mü’min değilsin!” demeyin. Çünkü Allah’ın yanında çok ganimetler vardır. Önceden siz de öyle idiniz, Allah size lütfetti. O halde iyice anlayın (dinleyin, peşin hüküm vermeyin). Çünkü Allah yaptıklarınızı haber almaktadır.  4/94

Görüldüğü gibi, kim bir mümini kasden yani müteammiden katlederse, öldürenin cezası, Allah’ın gazabı ile lanetine uğramak ve büyük azab içerisinde cehennemde ebedi kalmaktır.

212-....... Yahya (b.Main) Hz. Aişe’den naklen (şöyle) demiştir. (Müslümanlar, Bedir savaşına çıktıklarında) Bir müşrik Hz. Peygamberle birlikte savaşmak için yanına vardı. (Hz. Peygamber de onun bu teklifini reddederek), - “geri dön” dedi. (Hadisin bundan) sonra (ki kısmını Yahya b. Main ile Müseddet) aynı lafızlarla rivayet ettiler. (Bu iki ravinin ittifakla rivayet ettiklerine göre Hz. Peygamber o müşrike şöyle) buyurmuştur: - “Biz bir müşrikten yardım istemeyiz.” (Ebû Dâvud, K. El-Cihâd (15), Bâb 143 H. 2732 s.343-344 Şamil 1990, diğer rivayet edenler Müslim, cihâd 142, 150 ; Tirmizi, siyer 10 ; İbn Mace , cihâd 27.

Bu rivayette, müslümanlar la müşriklerin savaşta ittifak edemeyeceğini rivayet etmişlerdir.

213- Zuhri anlatıyor:”Resûlullah (Aleyhissalâtu vesselâm), kendisiyle birlikte savaşmış olan Yahudilerden bir gruba, ganimetten pay ayırdı”. (K.S. 1107 C.5 S.194 Akçağ, alıntısı, Tirmizi, Siyer 10,(1558). )

Bu rivayette, müşriklerle, müslümanların ittifak edebileceğini rivayet etmekle çelişkiye düşmüşlerdir.

214-...Yezid İbn Hürmüz demiştir ki:
Necdetü’l-Harûri, İbn Abbas’a (bir mektup) yazarak ona “Kadınlar Rasûlullah (s.a.)’le birlikte savaşa katılırlar mıydı? Rasûlullah (s.a.) onlara (ganimetten) bir pay ayırır mıydı?” diye sordu. (yezid b. Hürmüz rivayetine devam ederek şunları) söyledi: ibn Abbas’ın Necdet’e (gönderdiği) mektubunu ben (bizzat kendi ellerimle ve şu şekilde) yazdım:”Kadınlar da Rasûlullah (s.a.)’la birlikte savaşa katılırlardı. (ganimetlerden) pay (ayırmay)a gelince (işte bu) yoktu, fakat onlara razh (az bir miktar) verilirdi. (Ebû Dâvûd, K.el-Cihâd (15), Bâb 141 C.10 s.339 Şamil 1990. )

Bu rivayette kadınlara ganimetten pay verilmeyeceğini tahdis ettiler.

215-...Haşrec b. Ziyad’ın baba annesi (Ümmü Ziyad el-Eşçiyye)nden demiştir ki; kendisi Rasûlullah (s.a.) ile birlikte (Hayber savaşına katılan) altı kadının altıncısı olarak Hayber savaşına çıkmıştır. (Hz. Ümmü Ziyad sözlerine ) şöyle devam etti: Bizim de erkeklerle birlikte savaşa çıktığımız haber olarak Resûllah (s.a.)’e erişince bize (emir) gönderip (yanına çağırdı) biz de (emre uyup huzuruna) vardık. Kendisinde öfke (alametleri) gördük. (Bu savaşa)
-”Kiminle ve kimin izniyle çıktınız?” dedi. Biz de “Ey Allah’ın Resulü biz yün eğirerek (savaşa) çıktık. Bununla Allah yolunda hizmet edeceğiz. Ayrıca bizim yanımızda yaralıları (tedavi) için (birtakım) ilaçlar da var, (ganimetlerden) hisse alırız (halka buğday ve arpadan yapılmış) sevk (denilen bir şurup) içiririz” dedik. (Bu hadisi Hz. Ümmü Ziyad ‘dan naklen Haşrec, sözlerine devam ederek şunları) söyledi (Bu konuşmadan sonra) “Kadınlar kalktılar” (gittiler, Hz. Ümmü Ziyad sözlerine devam ederek bana) “Allah, peygamberine Hayber’in (kapılarını) açınca bize de erkekler gibi (ganimetten) pay verdi” dedi. Ben de ona: “Ey nineciğim (Hz. peygamberin size verdiği) bu şey ne idi?” dedim. “Hurma” (idi) diye cevap verdi. (Ebû Dâvûd, k.el-Cihâd (15), Bâb 141 C.10 s.340 H.2729 Şamil 1990)

Bu rivayette ise, evvelki rivayetin aksine, Kadınlara ganimetten erkekler gibi pay verilmesi gerekir demekle çelişkiye düşmüşlerdir.

Tahdis ettikleri bir rivayette, Peygamberin, Allah’tan üç dilekte bulunduğunu ve bu dileklerin içerik olarak.

1- Allah’ın Muhammed ümmetine kendi dışında bir düşman musallat etmemesini, dolayısıyla musallat edecekse kendi içinden bir düşman musallat etmesini.

2- Allah’ın, Muhammed ümmetini toptan suda boğmamasını, dolayısıyla diğer helak şekilleri için talepte bulunmadığını. Örneğin, Peygamber, Allah’tan, toptan helak edici her türlü felaketten korumasını isteye bilirdi.

3- Allah’tan, ümmetinin kendi aralarında savaşmamasını talep ettiğini ki, bu birinci şıktaki taleple çelişkilidir. Ayrıca, Allah’ın bu duayı red ettiğini de tahdis etmişlerdir.

Rivayet şu şekildedir:

216- Hz. Mu’âz İbnu Cebel radıyallahu anh anlatıyor: “Bir gün, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm , bir namaz kılmış ve namazı çok uzatmıştı. Namazdan çıkınca biz: “Ey Allah’ın Resûlü! Bu gün namazı çok uzattınız!” dedik. Şu açıklamayı yaptılar: “Ben bugün, bir ümit ve korku namazı kıldım. Ben (namazda) aziz ve celil olan Allah’tan ümmetim için üç şey talep ettim. Allah bunlardan ikisini verdi, birini vermedi. Ben Allah’tan ümmetime, kendileri dışında bir düşman musallat etmemesini talep ettim, bu talebimi kabul etti. Allah’tan ümmetimi (eski ümmetler gibi) toptan suda boğarak helak etmemesini talep ettim. Allah bunu da kabul etti. Allah’tan ümmetimin kendi aralarında savaşmamalarını talep ettim Allah bunu reddetti.”  (K.S. 7187 C.17 S.526 Akçağ 1993 alıntısı, İbn-i Mace 3950 )

Peygamberin, ümmeti için böyle bir duada bulunduğunu iddia etmek, hem peygambere bir iftira hem de İslam düşmanlarının Müslümanlara olan kinlerinin açık bir göstergesidir. Hadis diye uydurdukları rivayette kendi içinde çelişkili olduğu gibi, gerçeklere de uymamaktadır, şöyle ki: Peygamber hem, Allah’tan ümmetinin yalnız kendi aralarında savaşmalarını talep edecek (Zira kendi dışlarında bir düşman musallat etmemesini, Allah’tan istemesi kendi aralarında düşman olabilirler manasını içermektedir). Buna rağmen üçüncü duasında kendi aralarında savaşmamaları yolunda duada bulunacak, bu bir çelişkidir. Diğer bir husus, birinci duanın kabul olunduğunu belirtmişlerdir, yani Muhammed ümmetine dışından, Allah bir düşman musallat etmemek üzere duayı kabul etti diye belirtmişlerdir. Bu dua kabul oldu ise asırlardır Müslümanlara saldıran çeşit çeşit kafirlerin saldırıları nasıl izah edilebilir. Peygamber bir dua kabul oldu dediyse muhakkak kabul olmuştur. O zaman bu rivayet peygambere bir iftiradır.
Müslümanların dikkatini dış düşmanlardan çevirip, kendi içlerinde, kendilerine döndürmeyi amaçlayan bu rivayetler. Müslümanların dışa karşı kendilerini savunmalarını kırmayı amaçlamaktadır. Bundan dolayı bir çok rivayet uydurmasıyla, şehitlik kavramını belirsiz hale getirmek için yoğun çabalara girmişlerdir. Şöyle ki:

217- .... Cabir b. Atik(in Atik b. El-Harise) bildirdiğine göre, Rasûlullah (s.a.) (Bir gün) Abdullah b. Sabit’i hasta iken ziyarete gelmiş te onu baygın bir halde bulmuş, bunun üzerine Rasûlullah ona seslenmiş (fakat o baygın olduğu için) karşılık ver(e)memiş. Bunu üzerine Rasûlullah (s.a.)
“-İnalillahi ve inna ileyhi râci’un. Ey Ebu’r-Rabi biz(im) senin yanında (yapabilecek bir şeyimiz yok. Çünkü Allah’ın kaza ve kaderine) mağlup olduk” dedi. Bunun üzerine kadınlar feryad edip ağlaştılar. İbn Atik de onları susturmaya çalıştı. Derken Rasûlullah (s.a.) “Onları(kendi hallerine) bırak. (Çünkü sesleri fazla çıkmıyor, Fakat vacib olunca) hiçbir kadın ağlamasın” buyurdu. (Orada bulunanlar) “Ey Allah’ın Resûlü vacib olmak nedir?” dediler. “Ölmektir”  buyurdu. (O sırada Abdullah b. Sabit’in) kız kardeşi (onun hakkında ey kardeşim):
“Ben senin şehit olacağını ümit ediyordum. Çünkü sen (ahiret için) gereken ihtiyaçlarını hazırlamıştın.” diye söylenmeye başladı. Rasûlullah (s.a.) de
“-Aziz ve celil olan Allah ona niyeti ölçüsünde şehit sevabı verecektir. (buyurdu ve) siz neyi şehitlik sayıyorsunuz?” diye sordu. (Onlar da)
“-Allah yolunda katlolmayı” dediler. Rasûlullah (s.a.)’da.
“-Allah yolunda katlonunmaktan başka yedi (tane daha) şehitlik vardır. Taundan ölen şehittir. Boğularak ölen şehittir. İshalden ölen şehittir. Yanarak ölen şehittir. Göçük altında kalarak ölen şehittir. Doğum üzerine ölen şehittir.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, K. El-Cenaiz 73; Müslim, imare 164,165; Tirmizi, cenaiz 65; İbn-i Mace, Cihad 17, K.S.5431)

218- İbnu Abbâs radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Gurbette ölmek şehitliktir.” (K.S.6498 C.17 S.151 Akçağ 1993 alın tası İbn-i Mace 1614 ).

219- Hz. Ebû Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Kim hasta halde ölürse şehit olarak ölmüştür ve kabir azabından korunmuştur, sabah akşam cennetten rızıklandırılır.” (K.S.6499 C.17 S.151 Akçağ, alıntısı İbn-i Mace 1615.)

Görüldüğü gibi, şehitlik kavramını saptırmak için birçok hususları şehitlik olarak tanımlamışlardır. Öyle ki, İshalden ölen bir kimse için şehit dedikleri gibi, herhangi bir hastalıktan ölene de şehit demişlerdir. Hatta gurbette ölmeye de şehitlik demişlerdir. Bu tanımlamalara göre, Müslüman olan bir kimsenin şehit olarak ölmemesi imkansız hale gelmiş olmaktadır, dolayısıyla Müslüman olarak ölen herkes şehittir iddiasındalar. Zira insanlar ya bir kaza geçirerek veya hastalanarak, evinde veya gurbette ölmektedirler, hasta hane de ölme olayını rivayetlerine eklememelerinin nedeni, hasta hane diye bir şeyin varlığından pek haberdar olmamalarından olsa gerektir. Hal böyle olunca şehit olmak için, Allah yolunda savaşıp katl olunmanın mecburiyeti kalmamış olmaktadır. Bu iddiada olanlara o zaman şunu sormak lazım, örneğin: alkol veya uyuşturucu alması nedeniyle veya zina edip zührevi hastalık kapan bir kimse bu hastalıktan öldüğünde, günah işlediği anda ölmesi de gerekmez, faraza altı aylık bir tedaviden sonra ölürse şehit mi olmuş olmaktadır? Bu gibi iddialar, Kur’an’dan çok uzak iddialardır. Kur’an’da şehitlik konusunda şöyle denmektedir, mealen:

- Allah, müminlerin mallarını ve canlarını cennet kendilerinin olmak üzere satın almıştır. Allah yolunda savaşırlar, katlederler ve katledilirler. Bu , Allah’ın üzerine bir borçtur. Gerek Tevrat’ta, gerek İncil’de, gerek Kur’an’da (Allah, yolunda çarpışanlara cennet vereceğini vadetmiştir) Allah’tan daha çok ahdini yerine getiren kim olabilir? O halde O’nun la yaptığınız bu alışverişinizden ötürü sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kurtuluştur. 9/111

Görüldüğü gibi, Allah’ın şehitlik vadi kendi yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşıp katlonunanlaradır. Yoksa evinde ishalden ölenlere değildir.

220- Talha İbnu Ubeydullah radıyallahu anh anlatıyor: “Beli (kabilesinden) iki kişi Aleyhissalâtu vesselâm’ın yanına geldiler. İkisi beraber Müslüman olmuştu. Biri gayret yönüyle diğerinden fazlaydı. Bu gayretli olanı, bir gazveye iştirak etti ve şehit oldu. Öbürü, ondan sonra bir yıl daha yaşadı. Sonra o da öldü.” Talha (devamla) der ki: “Ben rüyamda gördüm ki: “Ben cennetin kapısının yanındaydım. Bir de baktım ki yanımda o iki zat vardır. Cennetten biri çıktı ve o iki kişiden sonradan ölene (cennete girmesi için) izin verdi. Aynı vazifeli zat, bir müddet sonra yine çıktı, şehit olana da (içeri girme) izni verdi. Sonra, adam benim için geri geldi ve: “Sen dön, senin cennete girme vaktin henüz gelmedi!” dedi. Sabah olunca Talha bu rüyayı halka anlattı. Herkes bu rüya(da şehit olan zâtın sonradan cennete girmesine) şaştı. Bu, Resûlullah’a kadar ulaştı, rüyayı ona anlattılar. (Dinledikten sonra) Aleyhissalâtu vesselâm:” Burada şaşacak ne var?” buyurdular. Halk: “Ey Allah’ın Resûlü!” Bu zat (din için) çalışmada öbüründen daha gayretli idi ve şehit de oldu. Ama cennete öbürü ondan evvel girdi” dediler. Bunun üzerine Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Berikisi ondan sonra bir yıl hayatta kalmadı mı?” dedi. “Evet!” dediler. Aleyhissalâtu vesselâm: “Ve o ramazan idrak edip oruç tutmadı mı, bir yıl boyu şu şu kadar namaz kılmadı mı?” Halk yine: “Evet!” deyince, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: “Şu halde ikisinin arasında bulunan mesâfe gök ile yer arasındaki mesafeden fazladır!” buyurdular. (K.S. 7173 C.17 S.517 Akçağ 1993, alıntısı İbn-i Mace 3925. )

221-. ... Ubeyd b. Halid es-Sülemi’den; demiştir ki: Rasûlullah (s.a.) iki adam arasında kardeşlik kurmuştu. Bunlardan biri (Allah yolunda) öldürüldü. Bir hafta ya da haftaya yakın bir zaman sonra da öbürü öldü. Onun cenaze namazını kıldık. Rasûlullah (s.a.) (bize onun hakkında)  “-Nasıl dua ettiniz?” diye sordu. Biz de;
-Ey Allah’ım! Onu bağışla ve kardeşi(nin derecesi)ne eriştir diye dua ettik. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.); (ilk ölenin) namaz(lar)ından sonra (ikinci ölenin kıldığı) namaz(lar), - (ilk ölenin) oruç(lar)ından sonra (ikincinin tuttuğu) oruç(lar)ı - (ilk ölenin hayırlı) amel(ler)inden sonra (ikinci ölenin işlemiş olduğu hayırlı) amelleri nerede. İkisi arasında gök ve ile yerin arası kadar (fark) vardır.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, K. El-Cihâd (15), Bâb 27 H.2524 C.9 S.520,521 Şamil 1988, diğer rivayet eden, Nesâi cenaiz 77. )

Bu rivayetlerle, Allah yolunda cihad etmeyenlerin, Cihad eden ve şehit olanlardan daha üstün olduğunu iddia ettiler. Şehit olmayan, daha fazla namaz kılması, oruç tutması ve sevaplar işlemesi halinde, bu amelleri dolayısıyla. Onunla şehit olan arasında gök ile yerin arası kadar derece farkı var dediler. Bu uydurma rivayetlerle Müslümanları Allah yolunda cihattan caydırmak istedikleri açıktır. Söylediklerinin doğru olmadığıyla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- Ey iman edenler, size ne oldu ki: “Allah yolunda topluca savaşa çıkın! Dendiği zaman yere çakılıp kaldınız? Yoksa âhireti bırakıp ta dünya hayatına mı razı oldunuz? Hal bu ki dünya hayatının geçimi, ahiretin yanında pek azdır. 9/38

Görüldüğü gibi, topluca savaşa çıkıldığında, (sakatlık v.s. Gibi mazereti olmadan) savaşa katılmamak demek, O kişinin dünya hayatına razı olduğu ve ahiret hayatını kayıp ettiği, yani cehennemlik olduğu manasındadır. Böyle bir durumda, kıldığı namaz veya tuttuğu oruçlar onu Allah’ın azabından kurtaramaz. Topluca savaşa çıkılmaya ihtiyaç olmayan durumlar da, yine, Allah yolunda cihad edenler, etmeyenlerden üstündür, şöyle ki, Kur’an’dan mealen:

- Müminlerden özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile, mallarıyla canlarıyla Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, mallarıyla canlarıyla cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. Gerçi Allah hepsine de güzellik va’detmiştir ama mücahitleri, oturanlardan çok daha büyük ecirle üstün kılmıştır. 4/95

Bu itibarla uydurdukları rivayetler, Kur’an’a uygun olmayıp, asılları yoktur.

222-. ... Abdullah b. Amr’dan; demiştir ki: Bir adam Peygamber (s.a.)’e gelerek;
- Ey Allah’ın Resûlü ben cihada çıkabilir miyim? dedi. (Peygamber (s.a.)’de );
“- Senin annen baban var mı?” diye sordu. (O kimse de);
- Evet diye cevap verdi (Bunan üzerine peygamber);
“- Öyleyse onların hizmetinde (bulunarak) cihâd et!” buyurdu. (Ebû Dâvûd, K.el-Cihâd (15), Bâb 31 H.2529 C.10 S.8 Şamil 1990, diğer rivayet edenler, Buhâri, cihâd 138, Edeb 3, Tirmizi cihâd 2; Müslim, birr 5. )

223- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü, dedim, cihâdı amellerin en faziletlisi görüyoruz, biz de cihâd etmeyelim mi?” Şu cevabı verdi:
“Ancak, cihâdın en Efdal ve en güzeli hacc-ı mebrûrdur. Sonra şehirde kalmaktır”. Hz. Aişe der ki: “Bunu işittikten sonra haccı hiç bırakmadım. (Buhari, Hac 4, Cezâu’s-Sayd 26, Cihâd 1; Nesâi, Hacc 4,(5,113); K.S. 1163 C.5 S.278 Akçağ ) (“Sonra şehirde kalmak” cümlesi Buhari’de yok. )

Bu iki rivayette de müminleri cihâd dan uzaklaştırmayı ve cihâdın kavram olarak manasını karıştırmayı amaçlamışlardır, yoksa Hac ile Cihâd ayrı hususlardır, hele şehirde oturmanın ne Hacla nede Cihâd’la bir ilgisi yoktur. Bu rivayetleri uydurmalarının esas amaçlarından biri de müslümanların, kendi putperest toplumlarına karşı savaşmalarını engellemek içindir. Bu onların barışçıl, müslümanların saldırgan olduğundan değildir, kendileri saldırıp savaşa sebebiyet verdiklerinde karşılarında zayıf bir müslüman ordu olmasını istemelerindendir, yoksa İslam dininde asla saldırganlık yoktur.

Müslümanların kendileriyle değil de, ehli kitapla savaşmalarını teşvik için uydurdukları aşağıdaki rivayet kimlikleri açısından manidardır, Şöyle ki:

224- . ......... Sabit b. Kays Şemmas’dan; demiştir ki: Ümmü Hallad diye anılan bir kadın (yüzü) peçeli olarak Peygamber (s.a.)’e gelip şehit düşen oğlu(nun Allah yanındaki durumu)nu sordu. Peygamber (s.a.)’in (orada bulunan) Sahâbelerinden birisi (o kadına hitaben);
“- Oğlunu sormaya yüzün kapalı olarak mı geldin?” dedi. O da;
- Oğlumu kaybettiysem de utanma duygumu hiçbir zaman kaybetmeyeceğim, diye karşılık verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.);
“- Senin oğlun için iki şehit sevabı vardır” buyurdu. Kadın ;
- Ya Rasûlullah bu niçindir? diye sordu. (Hz. Peygamber de)
“- Çünkü onu kitab ehli öldürdü” cevabını verdi. (Ebû Dâvûd, K.el-Cihâd (15), Bâb 8 C.9 H.2488 S.457 Şamil 1988.)

Evet, yüzünü örttü diye suçlanan bir şehit anası ve Ehli kitab katletti diye, kendisine iki şehit sevabı verilen şehit iddiası, yani demek istiyorlar ki, Ehli kitapla savaşmak sevap yönünden iki misli daha fazladır. Bu tür iddialar İslam dininden uzak iddialardır.

225- ............ İbn Ömer’den demiştir ki:
Rasûlullah (s.a.) mücahit ve atı için birisi kendisine ikisi de atına (olmak üzere ganimet mallarından) üç pay vermiştir. (Ebû Dâvûd K.el-Cihâd (15), Bâb 143 C.10 H.2733 S.345 Şamil 1990, diğer rivayet edenler, Buhâri Cihad 51; Meğazi 38; Müslim Cihad 57; Tirmizi Siyer 6,8. )

226- ... (Ebû Umre’nin) babasından rivayet etmiştir ki: Biz dört kişi, yanımızda bir(er) atla Rasûlullah (s.a.)’in yanına gelmiştik. Bizden herkese bir hisse, her bir at için de iki hisse ayırdı.” (Ebû Dâvûd K.el-Cihad (15), Bâb 143 C.10 H.2734 S.347 Şamil 1990 )

227- Ümmü Harâm (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Deniz tutması sebebiyle (gemide) kusan kimseye şehit sevabı verilir. Boğularak ölene de iki şehit sevabı vardır”. (K.S. 1151 C.5 S.260 Akçağ, alıntısı Ebû Dâvûd Cihad 10,(2493) )

Mücahidin atı, mücahit ten iki kat daha değerlidir ve deniz tutmasından kusana bir şehit sevabı, boğularak ölene iki şehit sevabı verilir şeklinde uydurdukları rivayetlerin aslı olmayıp, hakaret kastıyla uydurulmuşlardır.
 
228-. ... Necde b. Nüfey’den; demiştir ki: İbn Abbas’a şu;
“Eğer topluca (savaşa) çıkmazsanız (Allah) size (acı bir şekilde) azab eder... (malindeki, Tevbe 39 ) âyeti sordum da;
- Onlardan yağmur kesildi. (Yağmur kesilmesi) onların azabıydı diye cevap verdi. (Ebû Dâvûd K.el-Cihad (15), Bab 18 H.2506 S.489 Şamil 1988. )

Bu rivayette, topluca (seferberlik) savaşa katılmak istemeyenlere cesaret vermek için 9 Tevbe 39 da yapılan tehdidi basit bir yağmur kesilmesi şeklinde göstermeyi amaçlamışlardır.

Kur’an’da ise şöyle denmiştir, mealen:

- Ey iman edenler, size ne oldu ki: “Allah yolunda topluca savaşa çıkın!” dendiği zaman yere çakılıp kaldınız? Yoksa âhireti bırakıp ta dünya hayatına mı razı oldunuz? Halbuki dünya hayatının geçimi, ahiretin yanında pek azdır. 9/38

- Eğer topluca (savaşa) çıkmazsanız, (Allah) size acı (bir şekilde) azab eder ve yerinize sizden başka bir topluluk getirir. O’na hiçbir zarar veremezsiniz, Allah her şeyi yapabilendir.  9/39

Görüldüğü gibi, topluca yapılan savaşa (mazeretsiz) katılmayanlara yapılan tehdit. Dünya ve Ahirette mahvolacakları şeklindedir. Bu itibarla yapmış oldukları rivayetin aslı yoktur.

Rivayet ettiler ki: “Facir veya büyük günahlar işleyen her emirin komutasında cihad etmek mecburidir. Bir kavme İslam Dinini tebliğ etmeden ansızın saldırmak caizdir. Kuşatılan bir kale halkına isteseler bile, Allah’ın hükmü uygulanamaz, kul hükmü uygulanır.”

Bu tür rivayetlerinin İslam Dininde yeri olmayıp, Peygambere karşı iftirada bulunmuşlardır. Böyle yapmalarının nedeni ise, Müslüman adı takınarak insanlara zulmen saldırdıklarında, bunun meşru bir hareket olduğu hususunda kendilerine gerekçe uydurmak içindir. Bu konuda uydurdukları rivayet örnekleri:

229-. ... Ebû Hureyre (r.a.)’den; demiştir ki: Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
“İyi olsun facir olsun her devlet reisi ile birlikte cihad üzerinize (düşen) kaçınılmaz bir görevdir.......... (Ebû Dâvûd K.el-Cihâd (15), Bâb 34 C.10 H.2533 S.14 Şamil 1990. )
 
Facir yahut büyük günah işleyen kimselere itaat etmemek lazım olduğuna dair Kur’an’dan mealen:

- Rabb’inin hükmüne kadar sabret ve onlardan hiçbir günahkara, yahut hiçbir kafire itaat etme. 76/24

- Nefsini, sabah akşam rızasını isteyerek Rab larına yalvaranlarla bir tut . Dünya hayatının süsüne kanarak gözlerini onlardan ayırma. Kalbini bizi zikretmekten gâfil kıldığımız kendi nefsinin arzusuna uyan ve işi aşırılık olan kimseye itaat etme.
18/28

Görüldüğü gibi, İslâm'da günahkara itaat etmek yasaktır. Onlarsa “Facir” kimseye itaate çağırıyorlar. Zira rivayetin Arapça aslında itaat edilmeye çağırdıkları kimseyi “Facir” olsa dahi diye belirtmişlerdir. Facir ler hakkında ise Kur’an’da şöyle denmiştir, mealen:

- Şerefli katipler, 82/11

- Her yaptığınızı bilirler. 82/12

- İyiler mutlaka nimet içindedirler, 82/13

- Facirler de yakıcı ateş içindedirler, 82/14

- Ceza günü oraya girerler. 82/15

- Onlar oradan (hiçbir yere kaçıp) kaybolacak değillerdir.  82/16

Facirler, Cehennemde ebedi kalacak olan büyük günah sahibi kimselerdirler. Bunlar öyle kimselerdir ki, yer yüzünde fesat çıkarırlar.

Kur’an’dan mealen:

- Yoksa, iman edenleri ve salih amel işleyenleri, yeryüzünde fesad çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yahut ta Allah’tan korkanları facirler gibi mi tutacağız? 38/28

Görüldüğü gibi, “Facirler”, Allah’tan korkmayan kimselerdirler. Allah’tan korkmayana ise itaat olmaz. Zira o kimse zalimlik yapar. Zalime uymak zulme iştirak etmektir. Nûh peygamber, duasında “Facirlerle”, “Kafirleri” denk tutmuştu. Kur’an’dan mealen:

- Nûh dedi ki: “Rabb’im, yeryüzünde kafirlerden tek kişi bırakma,” 71/26

- “Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; yalnız facir, kafir (kimseler) doğururlar. 71/27
 

Bu itibarla uydurdukları rivayet Kur’an’a uygun olmayıp, buna göre bir mümin kimse bir facire itaat edemez.

230-. ... İbn Avn dedi ki: Ben Nâfi’ye bir mektup yazarak, ona harb den önce müşrikleri (İslam'a) davet etmeyi sordum, o da bana: “İslamın başlangıcında idi. (Nitekim daha sonraki tarihlerde) Allah’ın peygamberi Müstakil oğullarına, gafil bulundukları, hayvanlarının suya götürüldüğü bir sırada baskın yaptı. Savaşabilecek olanlarını öldürdü, zürriyetlerini de esir aldı. Haris’in kızı Cüveyriye’yi de o gün aldı. Bu hadisi bana (o sırada) kendiside o ordunun içinde olan, Abdullah (b.Ömer) rivâyet etti, diye mektup yazdı. (Ebû Dâvûd, K.el-Cihâd (15), Bâb 91 H.2633 C.10 S.158-159 Şamil 1990, diğer rivayet edenler, Buhari İtk 13; Müslim Cihad 1. )

Bu rivayetleriyle İslam’dan haberi olmayan kimselere aniden saldırı yapılabileceğini iddia etmişlerdir. Hal bu ki değil İslam’dan haberi olmayana, haberi olup ta İslam'ı kabul etmemiş olan kimselere dahi, eğer kendileri savaş açmamışlarsa, haksızcasına Müslümanlar onlara savaş açamazlar. Kur’an’dan mealen:

- Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın; fakat haksız yere saldırmayın, çünkü Allah haksız yere saldıranları sevmez. 2/190

Hatta, Müslümanlığı kabul etmemiş olanlar savaş istemeyip, barışa yanaşırlarsa, Müslümanlar da barışa yanaşmak zorundadırlar.

Kur’an’dan mealen:

- Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah’a dayan, çünkü O, işitendir bilendir. 8/61

Görüldüğü gibi hiçbir kavme, dolayısıyla hiçbir şahsa veya şahıslara da Müslümanlar haksız yere saldırıda bulunamazlar, hatta barış taraftarı olmak zorundadırlar. Bu itibarla uydurmuş oldukları rivayetin aslı yoktur.

Kendileri de bu rivayetlerini yalanlayan bir rivayet uydurdular. Fakat bu rivayetin sonunda, Allah’ın hükmü yerine kul hükmü uygulanması gerektiğini iddia ederek, kendi nefisleri üzerine kafir olduklarına şahitlik ettiler. Zira, Kur’an öğretisine göre Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.

Bu husustaki rivayetleri şöyledir:

231-. ... Süleyman b. Büreyde babası (bireyde) den; şöyle demiştir: Rasûlullah bir seriyenin yahut da bir ordunun başına bir  kumandan gönderdiği zaman ona kendi nefsi hakkında Allah’tan korkmayı, (yine ona) yanında bulunan Müslümanlar hakkında hayrı tavsiye eder ve (şöyle) buyururdu: “Müşriklerden olan düşman(lar)ınla karşılaştığınız zaman, onlara şu üç yoldan birine çağırınız. Bunlardan hangisinde sana icabet ederlerse onu kabul et ve kendilerini bırak. Onları (önce) İslam’a çağır, eğer icabet ederlerse (bunu) onlardan kabul et ve kendilerini (serbest) bırak. Sonra onları ülkelerinden muhacirlerin ülkesine göçe davet et ve bunu yaptıkları takdirde, muhacirler için (tanınmış) olan (haklar)ın onlar için de (tanınacağını) muhacirlerin üzerine (getirilmiş) olan (yükümlülükler)in onların hakkında da (geçerli) olduğunu kendilerine bildir. Eğer (bunu) kabule yanaşmazlar da kendi yurtlarını tercih ederlerse, onlara müslüman bedeviler gibi olacaklarını, kendilerine Allah’ın müminler üzerine cereyan eden hükmünün uygulanacağını, Müslümanlarla birlikte cihad etmeleri dışında harac ve ganimetten hiçbir hisselerinin olamayacağını bildir. Eğer İslâm'ı kabul etmezlerse onları cizye vermeye çağır. Eğer buna yanaşırlarsa (bunu) onlardan kabul ve kendilerini (serbest) bırak. Eğer kabul etmezler artık Allah’tan yardım dileyip onlarla savaş, eğer bir kale halkını kuşattığında senden kendilerine, Allah’ın hükmünü uygulamanı isterlerse (bunu) onlara uygulama. Çünkü siz Allah’ın onlar hakkındaki hükmünün ne olduğunu bilemezsiniz. Yalnız onlara kendi hükmünüzü uygulayınız. Sonra onlar hakkında dilediğiniz hükmü veriniz.” (Ebû Dâvûd, k.el-Cihad (15), Bâb 82 H.2612 C.10 S.122-123 Şamil, diğer rivayet edenler, Müslim, Cihad 3 ; Tirmizi, siyer 47; İbn Mâce, 38. )

İslam'ın başlangıcında, peygamberin başında olmadığı bir ordu teşekkülü mümkün olmadığından, bu rivayet Medine dönemi veya Medine döneminin Mekke’nin fethinden sonra ki dönemiyle ilgili olarak uyduruluştur. Hal böyle olunca müşrikleri üç yoldan birine çağırmak nasıl şart olur. Örneğin yeni bir ülke İslam topraklarına katılırsa ve halkı Müslümanlığı kabul ederse niçin ve nereye göç ettirmek mümkün olur. Göç veya başka bir ifadeyle hicret, şartların zorlamasıyla İslam'ın yaşanmasına uygun olmayan yerden uygun yere veya İslam toplumu oluşturmak amaçlı bir olay için bir yerden uygun bir yere gitmektir. Yoksa sırf hicret için hicret değildir. İslam'a ait bir toprak içerisinde hicretin manası nedir? Bir evvel ki rivayette tebliğsiz ani saldırıyı  meşru kabul etmişlerdi. 231 no.lu örnekteki rivayette üç şart vardır diye rivayette bulunmaları bir çelişkidir.

Hüküm konusunda ki iddialarına gelince, bu da Kur’an’a uymamaktadır. Zira İslam'da hüküm yalnız ve yalnız Allah’a aittir; Allah’tan başkası hüküm koyamaz, bundan dolayı kul hükmü uygulanır diye bir şey İslam da mümkün değildir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- O, kendisinden başka ilâh olmayan Allah’tır. İlkte de, sonda da (dünyada da, ahirette de) hamd O’na mahsustur; Hüküm de O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz. 28/70

- Aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet, onların keyiflerine uyma ve onların, Allah’ın indirdiği şeylerin bir kısmından seni şaşırtmalarından sakın! Eğer dönerlerse bil ki Allah, bazı günahları yüzünden onları felakete uğratmak istiyor olmasındandır. Zaten insanların çoğu yoldan çıkmışlardır. 5/49

- Gerçekten Tevrat’ı biz indirdik, onda yol gösterme ve nûr vardır. (Allah’a) teslim olmuş peygamberler, onunla Yahudilere hüküm verirlerdi, Rablerine teslim olmuş, bilginler de Allah’ın kitabından elde mahfuz kalanla hükmederlerdi. Tevrat’a Şahit tiler. O halde insanlardan korkmayın, benden korkun, Ayetlerimi az bir fiyata satmayın (Ve bilin ki) kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir.  5/44

Görüldüğü gibi, Kur’an öğretisine göre hüküm ancak ve ancak Allah’a aittir. İslam dinine göre, Allah’tan başka kimse hüküm koyamaz ve Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmek mecburidir. Aksini yapanlar Kur’an’da kafirlerin ta kendileri olarak tanımlanmışlardır. Hal böyle olunca, Allah’ın hükmüyle değil, kendi hükmünle hükmet diye rivayet uydurmak apaçık küfürdür.


CENNETLİKLER VE CEHENNEMLİKLER HAKKINDA
UYDURDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

 232-........... Ebû Zerr (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): “Bana Rabb’ım tarafından gelen (Cibril) geldi de: Ümmetimden her kim Allah’a hiçbir şeyi ortak tanımayarak ölürse, o kimse cennete girer, diye haber verdi -veyâ bununla beni müjdeledi-” buyurdu. Ben:
 - (Yâ Rasûlullah!) O adam zinâ ettiği ve hırsızlık yaptığı takdirde de (yine cennete girer) mi? dedim.
- “(Evet) zinâ ettiği ve hırsızlık yaptığı takdirde de” (Buhâri, Kitâbu’l-Cenâiz 1 C.3 S.1174 Ötüken 1987. )

233-.............. Abdullah ibn Mes’ûd (R) şöyle demiştir: Rasûlullah (S): “Allah’a bir şeyi ortak sayarak ölen kimse cehenneme girer” buyurdu. Ben de: Allah’a hiçbir şeyi ortak kılmayarak ölen kimse cennete girer, dedim. (Buhâri, Kitabu’l-Cenâiz 2 C.3 S.1175 Ötüken 1987)

234- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
“Beni gören veya beni göreni gören bir müslümana ateş değmeyecektir. (K.S.4364 C.12 S.242 Akçağ, alıntısı Tirmizi, Menâkıb, (3857). )

Bu tür rivayetlerle, bir kimsenin yalnız iman etmiş olmasından dolayı cennete gireceğini, kesinlikle cehenneme girmeyeceğini iddia etmişlerdir. Böylece müslümanların iyi veya kötü amel işlemiş olmalarının önemi yoktur demekle, müslümanlar arasında fesadın yayılmasını amaçlamışlardır. Bunun yetinmeyerek bu rivayetlerine ters düşen başka rivayetler uydurmak suretiyle, iyi ve kötü amel kavramlarını belirsiz hale getirmek ve müslümanları bu konuda şaşkın bir duruma sokmak için çaba harcamışlardır. Zaten onların ana metodu kavramları bozabilmek için bir konu hakkında çelişkili rivayetler uydurmaktır.

Allah’ın affıyla umutlandırmak suretiyle, insanları dini görevlerinden uzaklaştırmak isteyenlere karşı Allah, Kur’an’da şöyle demektedir, mealen:

- Ey insanlar! Rabb’inize karşı gelmekten sakının. Ne babanın evladı, ne evladın babası için bir şey ödeyemeyeceği günden çekinin. Bilin ki, Allah’ın va’di haktır. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı (şeytan), Allah’ın affına güvendirerek sizi aldatmasın. 31/33

- Ey insanlar, Allah’ın va’di gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan), Allah(ın affına güvendirmek sûreti) ile sizi aldatmasın. 35/5

Görüldüğü gibi, Allah, şirk koşmayan herkesi ne kadar kötü amel


 

SONRAKİ 8. BÖLÜM İÇİN ANA SAYFAYA GİT = >  ANA SAYFA