ANA SAYFA

      1. KİTAP BÖLÜM 1

      1. KİTAP BÖLÜM 2

      1. KİTAP BÖLÜM 3

      1. KİTAP BÖLÜM 4

       1. KİTAP BÖLÜM 5

       1. KİTAP BÖLÜM 6

       1. KİTAP BÖLÜM 7

       1. KİTAP BÖLÜM 8

       1. KİTAP BÖLÜM 9 

       1. KİTAP BÖLÜM 10

        1. KİTAP BÖLÜM 11

        1.KİTAP BÖLÜM 12    

        1.KİTAP BÖLÜM 13

        1. KİTAP BÖLÜM 14

        1. KİTAP BÖLÜM 15

        1. KİTAP BÖLÜM 16

        1.KİTAP BÖLÜM 17

        1. KİTAP BÖLÜM 18

        1. KİTAP BÖLÜM 19 

        1. KİTAP BÖLÜM 20  

       1. KİTAP BÖLÜM 21  

       1. KİTAP BÖLÜM 22  

      1. KİTAP BÖLÜM 23 

      1. KİTAP BÖLÜM 24 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

         

            KÜTÜB-İ
          SİTTE'NİN

        
ELEŞTİRİSİ
               VE
     KUR'AN'A ARZI


         Fereç Hüdür

     KUR'AN ARAŞTIRMALARI

                                         

 

 


 

BÖLÜM 23

“ İbni Kayyım, Ahmet’in (Ahmed İbn-i Hanbel) ve Şafii’nin görüşlerini destekleyerek şöyle der: Eğer bir kimsenin kitabın zahirinden anlayışına göre Hz. Peygamber Aleyhisselamın sünnetleri reddolunacak olursa, o zaman sünnetlerin çoğu reddolunur ve sünnet batıl olur.” (Ahmed İbn-i Hanbel, Yazan Prof. Muhammed Ebu Zehra, sayfa 247 Hilal Yayınları 1984 Ankara. )

“Usulcülerden Âmidi, El-İhkam fi Usûli’l-Ahkâm adlı eserinde, bu konuda şöyle diyor: “Şâfii’den naklolunan iki kavilden birine göre Sünnetin Kur’an’la neshi câiz değildir. Eş’arilere, Mü’tezileye ve fukaranın çoğuna göre bu, aklen câizdir, şer’an vâki olmuştur.” (İmam Şafii, Yazan Osman Keskioğlu, sayfa 238 Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları 1987 Ankara. )

Kur’an karşısında batıl duruma düşecek uydurma sünnetlerini Kur’an’ın iptal edemeyeceğini, aksine bu sünnetlerinin Kur’an’ı iptal edebileceğini söylerler, şöyle ki:

“Ahmet’e (Ahmed İbn-i Hanbel) göre sünnet beyan bakımından Kur’an’a hâkim sayılır, onun ahkamını takrir eder, Şatıbi sünnetin Kur’an’a hakim olmasını şöyle açıklar: Ulemaya göre sünnet, kitaba hakimdir.kitab (Kur’an) hakim değil...” dir. (Ahmed İbn-i Hanbel, Yazan Prof. Muhammed Ebu Zehra, sayfa 242 Hilal Yayınları 1984 Ankara. )

“Malik’e (İmam Malik) göre mütevatir, Kur’an’ı nesh eden bir mertebede olduğundan, evveliyetle umumunu tahsis, mutlakını takyid ve zahirdeki ihtimali tercih mertebesine yükselir.” (İmam Malik, Prof. Muhammed Ebu Zehra, sayfa 284 Hilâl Yayınları 1984 Ankara. )

“Hanefilere göre, Kitabın (Kur’an’ın) neshi (iptal edilmesi) şu kayıtlara bağlıdır:

a- Mütevatir ve meşhur haberle Kur’an ayetlerinin neshi (iptali) caizdir (uygundur).” (İmam Ebu Hanifenin Hadis anlayışı ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Yazan Dr. İsmail Hakkı Ünal, sayfa 213, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları Ankara 1994. )

Sünnet diye tahdis ettikleri rivayetlerin Kur’an ayetlerini iptal edebileceği konusunda tüm rivayet mezhepleri ittifak halindedirler. Örneğin: Kur’an’da olmamasına rağmen zina eden evli kadın ve erkeğin recm edileceği, Vehhabilerde, Şiilerde, Şafiilerde v.s. de kabul edilmekle, Kur’an’ın bu konudaki hükmünü rivayetlerle nesh yani iptal ederler. abdest alırken ayaklarını mesh yani silmeyip yıkayanlar, Namaz için rekat sayısı koyanlarda da durum aynı olduğu gibi. Örneğini vermiş olduğum ve Kur’an’a aykırı olan rivayetlerinde de durum yine aynı olduğu gibi, örneğini vermediğim ve Kur’an’a aykırı pek çok diğer rivayetlerinde de durum aynıdır. Kur’an’a aykırı bütün rivayetlerinde Kur’an ayetlerini iptal etme gayreti yürüttükleri gibi, dinlerini de bu bozuk ve Kur’an’a uymayan rivayetlere uydurmuşlardır. Bu ise Kur’an’da öğretilen İslam Dini açısından kabul edilebilir bir durum değildir.

Rivayetler Kur’an’a uygun olmalıdır diyenleri şiddetle reddederek “zındık” olmakla suçlarlar. Böylece onlara göre Kur’an’a uyanlar “zındık” uymayanlar ise “Mümin ve Müslümandırlar.” Bu değerlendirme gerçekten ilginç olduğu kadar ibret verici bir durum teşkil etmektedir.

Yapmış oldukları iddiaları şudur:

“Sünnetin teşride müstakil olamayacağını söyleyenlerin rivayet ettiği hadise gelince, o da şudur: “Benden size bir hadis ulaşınca onu Allah’ın kitabına arz ediniz. Ona uygun olanı alınız, aykırı olanı da terkediniz” Hadis eleştiricileri ve alimleri, bu hadisin mevzu (uydurma) ve Nebiye (s.a.v.) iftira olduğunu zındıkların amaç ve arzuları gereğince şeriatı saptırmaktan ibaret olan kötü niyetlerine varmak için uydurduklarını açığa çıkarmışlardır.” (Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, Yazan, Muhammed Tahir Hekim, sayfa 23 Pınar Yayınları, Mayıs 1985. )

Görüldüğü gibi, rivayetler ehline göre, Kur’an İslam dininin rehber ve ölçüsüdür diyenler zındık, Kur’an’a uymak ve O’nu ölçü kabul etmek olmaz, rivayetler Kur’an ayetlerini iptal ederler, Kur’an ayetleri rivayetleri iptal edemezler ve rivayetlere ölçü olamazlar diyenler, iddialarına göre Mümin olmuş olmaktadır. Kur’an’a karşı bu ve bu gibi iddialarda bulunanlar, Mümin kimseler değildirler ve Kur’an’ın apaçık düşmanıdırlar.

Salât konusuna dönecek olursam. Bir iddiaları da, Kur’an’da Namaz vakitlerinin verilmemiş olduğu iddiasıdır. Bu iddiaları ise batıl bir iddiadır, zira Kur’an’da Namaz Vakitleri mevcuttur. bu konuda Kur’an’dan mealen:
 
- Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde salâta (namaza) kıyam kıl; çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu ibret alanlara bir öğüttür. 11/114

Mealini yazmış olduğum 11 Hûd Sûresi 114 te, dört namaz vaktinin zamanı belirtilmiştir. Bu vakitlerin ikisi gündüzün iki tarafında ve ikisi de gecenin gündüze yakın saatlerindedir. Gündüze ait olan vakitler için taraf kelimesi kelimesi kullanılmıştır. Taraf ise herhangi bir şeyin ortası dışında ki yanlarıdır. Bura da ki çok önemli olan husus gün ortasının bu iki namazı ayıran bir sınır olmasıdır. Böylece gündüzün her iki tarafında namaz kılınması farz olmuş olur. Bu iki namaz geniş bir vakitte kılınmakla beraber, gün ortasının bir bir tarafında ne kadar çok namaz kılınmış olursa olsun, ortanın diğer tarafında kılınması gereken namazın yerine geçmez. Örneğin, bugün için mevsime göre saat dörtte ikindi namazı kılınmakta, bu vakitte ikindi namazı için ezan okunmasına birkaç dakika kala kişi öğle namazını kılabilmekte ve birkaç dakika sonra ikindi için ezan okunduğunda da ikindi namazını kılabilmektedir, böylece iki namaz kısa bir arayla gün ortasının bir tarafında birleşe bilmektedir, böyle değil de araya saatler girse dahi iki namaz günün bir tarafında kılındığında, iki ayrı namaz değil tek namazdırlar, bu duruma göre kaç kere ve kaç rekat kılınmış olursa olsun kılınan yalnız ikindi namazı olmuş olur. Ve böylece gün ortasının diğer tarafındaki namaz kılınmamış olur. Gün ortası iki namazı bir birinden ayırmada kesin sınırdır, bu sınır ince bir hat olarak değil de biraz mesafeli düşünülmelidir, zira 17 İsrâ 78 de İkindi namazı için güneşin batıya yönelmesi gerektiği bildirilmiştir. Böylece günün iki tarafındaki bu iki namaz için belirgin bir zaman mesafesi olmuş olur. İkindi namazı gündüzün bir tarafında, gündüzün diğer tarafında farz olan namaz Kuşluk namazıdır. Buna göre, bugün gün ortasında kılmış oldukları ve Öğle namazı olarak isimlendirilen namaz, kılma zamanı olarak Kur’an’a uymamaktadır. Kısacası, farz olan Öğle namazı değil, “Duha-Kuşluk namazıdır.

Diğer iki namaz ise, gecenin gündüze yakın vakitlerinde kılınmaları emredilmiştir. Gecenin gündüze biri “Akşam” diğeri de “Fecir” (tan vakti) zamanı olmak üzere iki yakın vakti vardır. Böylece bu iki Namazın vakti bugün kılınan Akşam ve Sabah vakti namazlarının kılınma zamanına denk düşmektedir. Böylece 11 Hûd 114 te dört farz namaz vaktinin zamanı kesin olarak belirtilmiştir. Yatsı namazının vakti ile ilgili olarak Kur’an’dan mealen:

- Güneşin batıya yönelmesinden, gecenin kararmasına (yatsı vaktine) kadar salâta (namaza) kıyam et, ve fecrin (sabah namazı) Kur’an’ını da(kıl). Çünkü fecrin Kur’an’ı (namazı) şahidlidir. 17/78

Mealini yazmış olduğum, 17 İsrâ 78 ayetinde de dört namazın vakti verilmiştir. Bunlar Güneşin batıya kaymasından gecenin kararmasına kadar olan İkindi, Akşam ve Yatsı namazı ile Fecir (sabah) namazlarıdır.

Ayette Yatsı namazının vakti olarak gecenin ilk karanlığının çökmesi verilmiştir. Kılınma zamanının devam süresi Fecir namazına kadar olmayıp, yatma vaktine kadardır, normalde en geç, nafile olarak kılınan teheccüd namazı vakti girmeden önceki vakittir. Teheccüd namazı yatıp uyuduktan sonra kalkıp kılınan bir namaz olduğundan, hem kendisiyle Yatsı namazı arasında bu uyku ile bir zaman mesafesi var olduğu gibi, teheccüd namazı vakti teheccüd namazına aittir. Yatsı namazıyla teheccüd namazı vakti birleşmez. Her namazın vakti kendisine aittir.

Yatsı namazı vaktinin yatma saatine kadar olduğuyla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- Ey müminler, ellerinizin altında bulunan (köleler, cariye)ler, ve sizden henüz erginliğe ermemiş (çocuk)lar. Üç vakitte (odalarınıza girebilmek için) izin istesinler: Sabah namazından önce, öğleden sonra elbiselerinizi çıkar(ıp yat)acağınız vakit ve yatsı namazından sonra. Bunlar sizin üstünüzü açabileceğiniz üç vakittir. Bunların dışında (köle, cariye ve çocukların, izin almadan içeri girmelerinden dolayı) ne size, ne de onlara bir günah yoktur. (Onlar sizin) yanınızda dolaşırlar, birbirinizin yanına girip çıkarsınız. Allah ayetlerini size böyle açıklar, Allah bilendir, hikmet sahibidir. 24/58

Görüldüğü gibi, yatsı namazından sonra ki vakit, üstün açılabileceği yatma vaktidir. Bu da makul vakit olmalıdır. Örneğin: Sabah namazına kalkıp, gün ortasında yatılan kısa uyku hariç, ondan sonra gündüz uyumayan şahısların, genelde gece uyku basma vakti olarak kolayca anlaşılır. Böylece, Kur’an’a göre farz namazlar beş vakit olup, kılınma zamanları kesin olarak bellidir.

Her namazın vakti yalnız kendisine aittir. Namazlarda söz ile niyet etme diye bir şey yoktur ve tüm kılınan namazlar iftitah tekbiri ile başladığından hangi namazın kılındığını belirleyen ölçü o namazın kılınma vaktinin kapsadığı zaman dilimidir. Yani bir kimse çıkıp ta ikindi namazının kapsadığı vakitte başka bir namazı kılmaya niyet edemez. Zira o vakit içinde kılınacak tüm namazlar, o namaza ait vaktin varlığından dolayı yalnız o vaktin namazına aittir. Kur’an’da, namaz için sözlü olarak niyet emredilmediği gibi, kalben niyet ise sadece bir yönelişten ibarettir ve insanın namaz kıldığında ister istemez içinden geçen bir düşünce olayıdır. Ehli sünnetinde hiçbir hadis rivayetinde de namaza kalkıldığında sözlü niyet edilecek diye bir rivayet mevcut değildir. Bu konuda ehli sünnet ileri gelenlerinden örnek verecek olursam:

İbn Kayyim El-Cevziyye şöyle demektedir: “(Peygamber) Namaza kalkıldığında “Allah’u ekber” derdi. Bundan önce hiçbir şey söylemez, niyeti asla diliyle telaffuz etmezdi. “Allah rızası için falan vaktin dört rekât farzını kıbleye yönelik olarak bana uyan cemaate kıldırmaya yahut uydum hazır olan imama” demediği gibi” “edâ olarak, “kaza olarak” ve “vaktin farzını kılıyorum” sözlerini de söylemezdi. Bu on bid’atın hiçbir kelimesini, ister sahih, ister zayıf, ister müsned, ister mürsel bir senedle olsun Peygamberden (s.a.) hiç kimse nakletmemiştir. Hatta O’nun ashabından herhangi birinin bunlardan birini söylediği bile nakledilmemiştir. (Zâdu’l-Meâd Cilt 1 Sayfa 187 İklim Yayınları 1988, Yazan: İbn Kayyim El-Cevziyye. )

İmam Rabbani niyet hakkında şöyle demektedir: “Rasûlullah’tan sahih, zayıf, müsned veya mürsel olarak kesinlikle bir kelime bile rivayet edilmeyen bidat tır.” (İmam Rabbani C.1 186. Mektup, Alıntı, Abdullah Yıldız “Namaz Bir Tevhid Eylemi” sayfa 72 Pınar Yayınları 1991. )

Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür, fakat konu ehli sünnet tarafından kabul edildiğinden bu kadarla yetiniyorum. O zaman da, Namazla ilgili olarak yapılan rekat sayısı iddialarının uydurma olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. İftitah tekbirinden önce niyet etmek yok ise, kişi o zaman falanca namazı kaç rekat kılacağını ne zaman söyleyecektir? Onun için ifade ettiğim gibi hangi vaktin içinde namaz kılınıyorsa, vakitten dolayı namaz o vaktin namazı olmuş olur. Örneğin: İkindi namazı kılındığında kişi isterse dört rekat farz ve dört rekat sünnet kılıyorum diyerek namaz kılmış olsun vakit ikindi namazı vakti olduğundan sünnet diye kıldığı namazda o vaktin farz namazından başka bir şey değildir. Zira nafile namazların da kendilerine ait vakitleri olup, bunlar farz namazlara ait vakitlerin dışındaki vakitlerdir. Akla şöyle bir düşünce de gelmezsin, nasılsa her vaktin rekat sayısı belli ve sınırlı olduğundan niyet ederken rekat sayısını söylemeye gerek olmamıştır. Bu düşünce şundan yanlıştır. Bir vakit rekat sayısıyla sınırlanırsa, vakit çıkmadan tekrar namaz kılındığında rekat sayısı artacağından ilk kılınan namaz niyetiyle tekrar kılınan namazın rekat sayısından dolayı çelişki meydana gelecektir. Anlaşılacağı üzere farz namazlarda olsun nafile namazlarda olsun rekat belirtip sınırlama yapma olayı yoktur. Orta bir zaman dilimi içinde farz namazların kılınması mecburiyeti vardır. Aksi takdirde, Kur’an’nın İslam dini öğretisiyle bağdaşmayan şöyle bir durum meydana gelir. Rekat sayısı iddiasına göre, ikindi namazı farzını dört rekat kılanlar sevap kazanmış, fakat sekiz dokuz rekat kılanlar ise dört rekat sayısını ihlal ettiklerinden günaha girmiş olmaktadırlar. Böylece diğerlerine göre çok namaz kılanlar cehennemlik olmuş olur, zira fazla namaz kıldığından dolayı hiçbir namazı kabul olmuş olmamaktadır. Fakat dört rekat olayına uyup ondan daha az namaz kılanlar cennetlik olmuş olurlar. Bu ise çarpık ve boş bir iddiadır. Allah, iki, üç, dart diye bir rekat sınırı koymamıştır, bundan dolayı dörtten fazla namaz kılmak Allah’ın emrini ihlal değildir, bu sınırı koyan rivayetçilerdir, uygulanmadığında onların dini ihlal olmuş olur. Netice itibariyle, dini kim koyuyorsa ki, Allah’tır, bu konudaki değerlendirmeyi de O’ yapacak tır. Allah’tan başka hiç kimsenin din koyma yetkisi yoktur. Orta bir zaman süresi içerisinde namaz kılınması farz olan süredir, yoksa ne kadar çok namaz kılınıp secde edilirse bu Allah’a yaklaşmak için çok iyi olan bir şeydir. Rivayet tabileri rekat sayısına sınırlama getirmekle, secde sayısını da sınırlamış olmaktadırlar. Bu husus üstü kapalı olarak namaza ve dolayısıyla Allah’a secde etmeye mani olmaktan başka bir şey değildir. Bunun ise günahı çok büyüktür.

Kur’an’dan mealen:

- Gördün mü şu men edeni: 96/9

- Namaz kılarken bir kulu (namazdan)? 96/10

- Gördün mü, ya o(kul) doğru yolda olur, 96/11
 
- Yâhut kötülüklerden sakınmayı emrederse? 96/12

- Gördün mü, ya bu(adam, hakkı) yalanlar, yüz çevirirse? (O zaman bu yaptığı kendisi için iyi mi olur?) 96/13

- Allah’ın, (dâima kendisini) gördüğünü bilmiyor mu (o)? 96/14

- Hayır, (olmaz böyle şey), eğer bundan vazgeçmezse (onu) perçem(in)den yakalar(ateşe sürükler)iz, 96/15

- O yalancı, günahkâr perçem(den)! 96/16

- O zaman (o gitsin) de meclisini (adamlarını) çağırsın.
96/17

- Biz de zebânileri çağırırız. 96/18

- Hayır, ona boyun eğme; (Allah’a) secde et ve yakınlaş! 96/19


Nafile namaz vakitleriyle ilgili olarak Kur’an’dan mealen:

- Gecenin bir kısmında, sana mahsus bir nâfile namaz kılmak üzere uyan; belki böylece Rabb’in seni, övülmüş bir makama ulaştırır. 17/79

- Onlar ki, gecelerini Rab’lerine secde ederek (O’nun huzûrunda) ayakta geçirirler. 25/64

- Bizim ayetlerimize o kimseler inanırlar ki onlar, kendilerine hatırlatıldığı zaman derhal secdeye kapanırlar; Rab’lerini överek tesbih ederler, büyüklük taslamazlar. 32/15

- Yanları yataklarından uzaklaşır, (Namaza kalkarlar), korkarak ve umarak Rab’lerine duâ ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (hayır için) harcarlar. 32/16

Günün her saatinde, kendilerine ait zaman dilimi içerisinde istendiği kadar namaz kılınabilir. Bir kimse yatsı namazını orta bir zaman süresi içerisinde kıla bileceği gibi, çok daha uzun bir sürede yüz rekatta kılabilir. Zira ortalama bir vakit süresi içinde Yatsı namazı veya başka bir farz namazı kılmak, kılınan farzın edası için yeterlidir. İbadetlerde yeterli süreden bahsedilebilir fakat şahsın daha fazla ibadet etmesi yasaklanamaz. Farz vakitleri içerisinde Orta süreyi aşıp, vakit çıkmadıkça istendiği kadar farz namaz, diğer vakitlerde de vakit çıkmadıkça istendiği kadar nafile namaz kılmak mümkündür. Zira insanın Allah’a yaptığı secde, onu Allah’a yaklaştıran bir olaydır, kişi gerçekten Müslüman bir kimse ise, Allah’a yaptığı secde onu Allah’a yaklaştırır; yani derecesini yükseltir. Tekrar hatırlatmak için, Kur’an’dan mealen:

- Hayır, ona (namaza mani olana) boyun eğme; (Allah’a) secde et ve yaklaş. 96/19

 Cuma namazı vakti ile ilgili olarak Kur’an’dan mealen:

- Ey iman edenler! Cuma günü salât (namaz) için çağrıldığı(nız) zaman, Allah’ı anmağa koşun, alış verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. 62/9

- Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lutrundan (nasibinizi) arayın. Allah’ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz. 62/10

Cuma namazı, Müminlerin cemaat yani topluluk teşkil ederek kıldıkları bir namazdır. 62 Cuma 10 da Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lutrundan nasibinizi arayın dendiğine göre kılınma vakti gündüz olup, kılındıktan sonra çalışmaya vakit kalacak şekilde bir vakitte kılınması gerekir. Gündüzün iki tarafında kılınabileceği gibi, gün batıya meyletmeden yani ikindi namazı vakti girmeden de gün ortasında kılınabilir. Bu durumda vakti günün iki tarafındaki namazlardan ayrılmış olur. Günün iki tarafından birinde kılındığında onunla birlikte o vaktin namazı da eda edilmiş olur. Gün ortasında kılınması halinde, günün iki tarafında ki namazların da ayrıca kendi vakitlerinde kılınması gerekir. Kılınma süresi de ortalama bir zaman suresi içinde olmalıdır, bu namazın kılınmasıyla ilgili şart olan zaman süresidir, daha fazla sevap kazanmak için daha uzun bir sürede kılmak isteyenler cemaat olarak kılabilir.

Müminlerden müteşekkil bir cemaat bulunması ve uygun şartların olması halinde Cuma namazı kılmak Müminler üzerine farzdır. Eğer serbestçe ezan okuna biliyorsa ve Müminler serbestçe Cuma cemaati  teşkil edebiliyorlarsa, imam serbestçe namazı kıldırabiliyorsa Cuma namazının kılınması için şartlar müsait olmuş olur. Mevki olarak ta, Şehirde, köyde veya arazide olma arasında fark yoktur. Cemaat en az iki bireyden müteşekkil bir topluluktur. Fakat bunun manası her iki bireyin bir cemaat teşkil ederek kendi başlarına namaz kılmaları demek değildir. Zira, Cuma namazı ilân edilerek kılınan bir namazdır, bundan dolayı normal insan sesiyle ezan okunduğunda ezanı duyan müminlerin bir tek cemaat teşkil etmeleri zorunludur. Yerleşim bakımından büyük şehirlerde her ezan sesi mesafesinde bir Cuma cemaati teşkil edilebilir. Her teşkil edilen Cuma cemaatinde dini mevki olarak en ileri gelen imamlık yapar.

Cuma namazının ilk şartı cemaat halinde müminlerin Allah’ı zikretmeleri olayıdır. Peygamberin bu olay da kıyamından bahsedilmiş olması ve kılma olarak belirtilmesi namaz olayı olduğunu belirtir. Hutbe okumak Cuma namazının şartlarından olmamakla beraber, müminler bir topluluk teşkil etmişken, imamın hutbe okuması ve müminlerin dini konularda kendi aralarında görüşmeleri, dini açıdan faydalıdır.

Bu konularda Kur’an’dan mealen:

- Ey iman edenler! Cuma günü salât (namaz) için çağrıldığı(nız) zaman, Allah’ı anmağa koşun, alış verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. 62/9

Görüldüğü gibi çağırma şekli ezan iledir, zira çağırmayı belirtmek için “nida” kelimesi kullanılmış olup, bunun manası serbest seslenişle ilânen ve uzak mesafeden çağırma demektir.

- Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lutfundan (nasibinizi) arayın. Allah’ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz. 62/10

Cuma namazının kılınmasından sonra, gündüz içerisinde çalışma için bir zaman payı kalmalıdır, zira İslam’da esas itibariyle gece dinlenme ve gündüz çalışmak içindir.

Ayrıca, ezan ve namaz serbest ve hür olarak eda edilebiliyorsa, belde de gayri müslimlerin bulunması Cuma namazının kılınmasına mani değildir. Fakat ortam savaş ortamı ise ve Müslümanların Cemaat halinde toplanmaları açık hedef teşkil ediyorsa, Cuma için cemaat teşkil edilemez, bilindiği gibi tehlike durumunda Cuma namazı haricinde ki namazların kısaltılması olayı vardır. Durum bu şekilde değil de güvenlik tam ise ve durum savaş ortamı dışında ise gayri müslimlerin varlığı Cuma namazına mani değildir.

Kur’an’dan mealen:

- Ey iman edenler, sizden önce Kitâb verilmiş olanlardan ve kafirlerden dininizi eğlence ve oyun yerine koyanları dost tutmayın; inanıyorsanız Allah’tan korkun. 5/57

- Namaza (nida ile) çağrıldığınız zaman onu eğlence ve oyun yerine koydular. Düşünmez bir topluluk oldukları için böyle yaptılar. 5/58

Görüldüğü gibi, İslam dışı kimselerin varlığına rağmen, ezan okunup, namaz için cemaat davet edilmektedir. Sonuç olarak, Cuma namazı için gereken şey namaz için tam olarak hür ortamdır. Diyelim ki, Almanya da çalışan Müslüman işçiler vardır ve namazlarını serbestçe ilan edip kılabiliyorlar bu durumda Almanya’da Cuma namazı kılabilirler.

Cemaatin en az iki kişiyle olabileceği konusunda ise, Kur’an’dan mealen:

- Güneş ve ay bir araya toplandığı zaman (cem edildiği) zaman. 75/9

Burada, Güneş ve Ay’ın bir araya gelmesi (kıyamet olayıyla ilgili olarak) Cem edildikleri kelimesiyle anlatılmıştır, bu da Cemiyet kelimesiyle aynı türden olduğundan iki kişinin bir araya gelmesiyle bir Cemiyet oluştuğu anlaşılır. Ayrıca 4 Nisa 23 te, nikahla ilgili olarak iki kız kardeşin bir araya getirilmek suretiyle, Cem edilip nikahlanmaması emredilmiştir. Bu kelimeden de iki kız kardeşin bir araya getirilmesi bir cemiyet olarak anlaşılır. Zira Cemiyet teşkil etme bir toplanma işidir, fakat daha öncede belirttiğim gibi, bunun manası her isteyen iki kişinin bir kenara çekilip Cuma namazı kılabileceği manasında değildir. Ezan mesafesinde olanların bir araya toplanması gereklidir.

Görüldüğü gibi, namaz kılınması için gereken bütün hususlar Kur’an’da mevcut olup, rivayetçilerin rivayetler olmasaydı nasıl namaz kılınacağı bilinemezdi yolunda yapmış oldukları tüm iddialar yersiz ve boş iddialar olduğu gibi, tahdis etmiş oldukları rivayetler çelişkilerle dolu olup namazı izah etmekten uzaktır.
 

ORUÇ KONUSUNDA UYDURMUŞ OLDUKLARI RİVAYET ÖRNEKLERİ

 824- Ebu Sa’id (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Üç şey vardır orucu bozmaz: Hacamat olmak (kan aldırmak), kusmak, ihtilam olmak.” (K.S. 3133 C.9 S.448 Akçağ, alıntısı: Tirmizi, Savm 24,(719). )

825- Râfi’ İbnu Hadic (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular: “Hacamat ettiren de, hacamat eden de orucunu açmıştır.” (K.S. 3138 C.9 S.451 Akçağ, alıntıları: Tirmizi, Savm 60,(774); Ebû Dâvud, Savm 28,(2367); İbnu Mâce, Savm 18, (1679,1680,1681). )

Bu rivayette diğer rivayetin aksine, değil hacamat ettiren, hacamat edenin dahi orucunun bozulacağını tahdis etmeleri bir çelişkidir.

826- Hz Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) oruçlu olduğu halde hanımlarından birini öperdi.” (Hz. Aişe bunu söyleyip sonra güldü.) (K.S.3141 C.9 S.451 Akçağ, alıntıları bir sonraki rivayetle birlikte. )

827- Bir başka rivayette şöyle der: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) oruçlu iken mübaşerette bulunurdu, O, nefsine hepinizden çok hakim idi.” (K.S. 3142 S.453 Akçağ, alıntıları: Buhari, Savm 24,23; Müslim, Sıyâm 62-65,(1106); Muvatta, Sıyâm 14,(1,292); Ebû Dâvud, Savm 33,(2382-2386); Tirmizi, Savm 31,(727-729). )

Bu iki rivayette eşlerle öpüşme ve öpüşmenin ötesinde de sevişmenin orucu bozmadığını iddia ettiler.

828- “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın azadlılarınadan Meymune radıyallahu anhâ anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a oruçlu iken, oruçlu hanımını öpen adam hakkında sorulmuştu: “İki sininin orucu da bozulur!” buyurdular.” (K.S. 6522 C.17 S.165 Akçağ, alıntısı: İbn-i Mace 1686. )

Bu rivayette orucun öpmeyle bozulacağını iddia etmeleri açık bir çelişkidir.
 
829- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir seferdeydi. Etrafına insanların toplandığı bir adam gördü, ona gölge yapıyorlardı.
“Nesi var?” diye sordu.
“Oruçlu biri!” dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
“Seferde oruç birr (Allah’ı memnun edecek dindarlık) değildir!” buyurdular.”
Bir rivayette: “Seferde oruç birr’den değildir” demiştir.” (K.S. 3206 C.9 S.511 Akçağ, alıntıları: Buhari, Savm 36, Müslim, Sıyam 92,(1115); Ebu Dâvud, Savm 43,(2407); Nesâi, Savm 48,(4,176). )

830- Ebu’d-Derdâ (radıyallahu anh) anlatıyor: “Biz çok şiddetli sıcak bir mevsimde, Ramazan ayında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte sefere çıktık. Hararetin şiddetinden herkes elini başına koyuyordu. Aramızda oruçlu olarak sadece Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile İbnu Ravâha vardı. (K.S. 3209 C.9 S.513 Akçağ, alıntıları: Buhari, Savm 35; Müslim, Savm 108,(1122); Ebu Dâvud, Savm 44,(2409.)

Bu iki rivayetin ilkinde, seferde oruç tutmak Allah’ı memnun edecek dindarlık değildir derlerken, ikincisinde, Resûlullah’ın şiddetli sıcağa rağmen seferde oruç tuttuğunu rivayet etmeleri bir çelişkidir.

831- Amr İbnu Ümeyye ed-Damri (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir sefer dönüşü Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a uğradım. Bana: “Ey Ebu Ümeyye, sabah yemeğini bekle (beraber yiyelim)” buyurdular. Ben:”Oruçluyum” dedim.
“Öyleyse gel yaklaş, sana yolcudan haber vereyim (de dinle!” dedi ve devamla:) “Allah Teâla Hazretleri yolcudan orucu ve namazın yarısını kaldırdı” buyurdu.” (K.S. 3210 C.9 S.513 Akçağ, alıntısı: Nesâi, Savm 50,(4,178). )

Bu rivayette yolcunun Oruçtan muaf olduğunu tahdis etmeleri ile Namazın yarısının yolcu için kaldırıldığını iddia etmeleri, Kur’an’a uygun değildir. Namazın kısaltıla bilmesi için tehlikenin var olması şarttır. Ayrıca Oruç için muafiyet değil, Allah tarafından kolaylık olmak üzere ruhsat verilmiştir. Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı; ta ki korunasınız. 2/183
 

- Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). İçinizden kim hasta, yahut seyahatte olursa, (tutamadığı günleri) başka günlerde tutsun. Gücü yetmeyenlere de, bir yoksulu doyuracak fidye gerekir. Fakat kim gönül rızasıyla hayır işlerse, bu kendisi için daha iyidir. Ve oruç tutmanız, eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır. 2/184

Görüldüğü gibi muafiyet değil, ruhsat tanınmış olup, seferde veya hastalık durumunda gücü yetenin oruç tutması tutmamasından kendisi için daha hayırlıdır. Uçakta seyahat edende yolcudur, hafifçe bir tarafı ağrıyanda hastadır. Sağlığın bozulması tehlikesi yoksa, oruç tutmak, tutmamaktan daha hayırlıdır.

832- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Kim üzerinde oruç borcu olduğu halde ölürse, velisi ona bedel tutar.” (K.S. 3220 C.9 S.521 Akçağ, alıntıları: Buhari, Savm 42; Müslim, Sıyâm 153,(1174); Ebu Dâvud, Savm 41,(2400). )

Bu rivayette, bir kimsenin veli sıfatıyla başka bir kimse yerine oruç tutabileceğini tahdis ettiler.

833- İmam Mâlik’e ulaştığına göre İbnu Ömer (radıyallahu anh), bir kimsenin diğer bir kimse yerine oruç tutmasını veya bir kimsenin başka bir kimse yerine namaz kılmasını münker addederdi.” (K.S. 3222 C.9 S.523 Akçağ, alıntısı: Muvatta, Sıyâm 43,(1,303). )

Bu rivayette, bir kimsenin başkası yerine oruç tutamayacağını rivayet etmekle evvelki rivayetle çelişkiye düşmüşlerdir. Ayrıca evvelki rivayet Kur’an’la da çelişmektedir. Zira İslam Dininde âmeller şahsi olup; kimse kimsenin yerine oruç tutamaz, namaz kılamaz, hacca gidemez. Eğer bir kimse, başka bir kimse yerine âmel işleyebilseydi, yani işlediği bu âmel o kimse için geçerli olmuş olsaydı, insanın hayattayken yerine getirmesi gereken en öncelikli farz iman etmesidir. O zaman, Müminler, kafir olarak ölen akrabaları yerine iman eder ve onların Mümin olmalarını sağlıya bilirlerdi, Hal bu ki böyle bir olay İslam Dininde mümkün değildir. Zira insana çalıştığından başka bir şey yoktur. Bu konuda Kur’an’dan mealen:
 
- Yoksa kendisine haber mi verilmedi: Mûsâ’nın sahibelerinde (yazılı) olan, 53/36

- Ve çok vefâlı İbrahim’in (sahibelerinde yazılı olan şu gerçekler): 53/37

- Ki hiçbir yük sahibi, (âmel yönünden) başkasının yükünü yüklenemez. 53/38

- İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur. 53/39

- De ki: “Allah her şeyin Rabb’i iken ben O’ndan başka Rab mi arayayım? Herkesin kazandığı yalnız kendisine âittir. Kendi yükünü taşıyan hiç kimse, bir başkasının yükünü taşımaz. Sonra dönüşünüz Rabb’inizedir; (O) ayrılığa düştüğünüz gerçeği size haber verecektir.” 6/164

- Ve öyle bir günden korkun ki, o gün hiç kimseden şefâat (aracılık, iltimas) da kabûl edilmez, kimseden fidye de alınmaz ve onlara hiçbir yardım yapılmaz. 2/48

834- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ramazan ayında, hasta veya ruhsat sahibi olmaksızın kim bir günlük orucunu yerse, bütün zaman boyu oruç tutsa bu orucu kaza edemez.” (K.S. 3226 C.9 S.526 Akçağ, alıntıları: Buhari, Savm 29; Tirmizi, Savm 27,(723); Ebû Dâvud, Savm 38,(2396). )

835- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a bir adam geldi ve: “Ey Allah’ı Resûlü, helak oldum” dedi. Aleyhissalâtu vesselâm:
“Seni helak eden şey nedir? diye sorunca:
“Oruçlu iken hanımıma temas ettim” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah’la aralarında şu konuşma geçti:
“Azad edecek bir köle bulabilir misin?”
“Hayır!”
“Üst üste iki ay oruç tutabilir misin?”
“Altmış fakiri doyurabilir misin?”
“Hayır!”
“Öyleyse otur!” Biz bu minval üzere beklerken, Aleyhissalâtu vesselâm’a içerisinde hurma bulunan bir büyük sepet getirildi.
“Soru sahibi nerede?” diyerek adamı aradı. Adam:
“Benim! Buradayım! deyince, Aleyhissalâtu vesselâm:
 “Şu sepeti al, tasadduk et!” dedi. Adam:
“Benden fakirine mi? Allah’a yemin ediyorum, Medine’nin şu iki kayalığı arasında benden fakiri yok! Cevabını verdi. Bunun üzerine Resûlullah güldüler ve:
“Öyleyse bunu ehline yedir!” buyurdular.” (K.S. 3227 C.9 S.527-528 Akçağ, alıntıları: Buhari, Savm 29,31, Hibe 20, Nafakât 13, Edeb 68,95, Kefaretu’l-Eymân 3,4 Hudud 26; Müslim, Sıyâm 28,(1,296,297); Ebu Dâvud, Savm 37,(2390,2391,2392,2393); Tirmizi, Savm 28,(724). )

Bu rivayette, evvelki rivayetin aksine, mazeretsiz yenilen orucun iki ay üst üste oruç tutmakla kaza edilebileceğini rivayet etmeleri bir çelişkidir. Evvelki rivayette bütün zaman boyunca Oruç tutsa kaza edemez demişlerdi.

836-. ... Peygamber (s.a)’in ashâbından birisi, “Rasûlullah şöyle buyurdu’ demiştir:
“(Kasıtlı olmadan) kusanın, ihtilâm olanın ve kan aldıranın orucu bozulmaz.” (Ebû Dâvud, K.es-Sıyâm (14), Bâb 30,31, C.9 S.232 H.2376 Şamil, ayrıca: Tirmizi, savm 24. )

837-. ... Ma’dân b. Talha’dan rivâyet edildiğine göre, Ebû-d-Derdâ ona Resûlullah (s.a.)’ın (kendi isteği olmadan) istifrâ edip, orucunu açtığını haber vermiştir.
Ma’dan şöyle der:
Dimeşk mescidinde Peygamber (s.a.’ın âzatlısı Savbân (r.a)’la karşılaşıp kendisine;
Ebû-d-Derdâ bana, Resûlullah (s.a.)’ın, istifra edip, orucunu açtığını haber verdi dedim.
- Doğru söylemiş, ona ab dest suyunu da ben döktüm, dedi. (Ebû Dâvûd, K.es-Sıyâm (14), Bâb 33 C.9 S.240 H.2381 Şamil, )

Bu rivayette kasıtlı olmadan kusanın orucu bozulur demelerine rağmen, evvelki rivayette bozulmaz demeleri bir çelişkidir.

838-. ... Rasûlullah (s.a.)’ın hanımlarından birisinin şöyle dediği rivâyet edilmiştir:
“Peygamber (s.a.) Zilhiccenin dokuz günü, aşure günü ve her ay ayın ilk Pazartesi ve Perşembe günleri (olmak üzere) üç gün oruç tutardı. (Ebû Dâvûd, K.es-Sıyâm (14), Bâb 61 C.9 S.355 H.2437 Şamil, ayrıca: Nesâi, sıyâm 83. )
 
839-. ... İbni Abbas (r.a.)’dan, demiştir ki:Rasûlullah (s.a.);
“Kendisinde amel-i sâlih işlenen günlerin Allah katında en sevimlisi şu günlerdir-yani zilhiccenin (ilk) on günü-”
- Ya Rasûlullah! Allah yolunda cihad da mı (O günler kadar sevimli değildir.)?! dediler.
Efendimiz (s.a.);
“-Allah yolunda cihad da! Ancak canı ve malı ile cihada gidip de bunlardan bir şey döndürmeyen müstesna” diye cevap verdi. (Ebû Dâvûd, K.es-Sıyâm (14), Bâb 61 C.9 S.357 H.2438 Şamil, ayrıca: Buhari, İydeyn 11; Tirmizi, savm 51; İbn Mâce, sıyam 39. )

Tahdis etmiş oldukları rivayette, Zilhiccenin ilk on gününde oruç tutmanın, bir kimsenin şehit olup, ayrıca şehitlikle birlikte tüm malının gitmesi hariç, tüm iyi âmellerden (tüm sevap işleme hususlarından) daha üstün olduğunu rivayet ettiler.

840-. ... Aişe (r.anha)’dan; demiştir ki:
“Rasûlullah (s.a.)’ı Zilhiccenin on gününde oruç tutarken hiç görmedim.” (Ebû Dâvûd, K.es-Sıyâm (14), Bâb 62 C.9 S.359 H.2439 Şamil, ayrıca: Müslim, itikaf 9; Tirmizi, savm 50. )

Evvelki rivayetlerde, Peygamberin zilhiccenin ilk dokuz gününde oruç tutuğunu ve zilhiccenin ilk on günü orucunu, Şehitlik ve tüm malın birlikte gitmesi istisnası dışında tüm iyi amellerden, örneğin, Kadir gecesinde yapılan amellerden üstün tutup, buna rağmen bütün bu iddialarını görmezlikten gelerek, bu rivayette ise Peygamber hiçbir zaman böyle bir oruç tutmamıştır demeleri bir çelişkidir.

841- Hz. Ebû Hüreyre radıyallahu anh demiştir ki: “Hayır Kâbe’nin Rabbine yemin olsun! “Cünüp olarak sabahlayan kimse orucunu bozsun!” sözünü ben söylemedim. Bunu söyleyen, Muhammed aleyhissalâtu vesselâm’dır.” K.S.6527 C.17 S.167 Akçağ, alıntısı: İbni Mace 1702. )

842-...... Bize Ebû’l-Yemân tahdis edip şöyle dedi: Bize Şuayb ibnu Ebi Hamza, ez-Zuhri’den haber verdi. O şöyle demiştir: Bana Ebû Bekr ibnu Abdirrahmân ibn Hâris haber verdi ki, babası Abdurrahmân, Mervân ibnu’l-Hakem’e şunu haber vermiştir; Âişe ve Ümmü Seleme bu Abdurrahmân’a Resûlullah (S) ehliyle cinsi münâsebetten dolayı cünüp olduğu hâlde fecr ona erişirdi.Fecrden sonra Rasûlullah yıkanır ve orucunu tutardı, diye haber verdiler. ....... (Buhari, Kitâbu’s-Savm C.4 S.1792 H.34 Ötüken. )

Bu iki rivayet çelişkili olduğu gibi, son rivayet, Peygamberin ailesine saygısızlık içermektedir. Daha önce de örneklerini yazdığım gibi, evlilikteki cinsel hayatla ilgili konuları, Peygamberin eşleri ağzından hep erkeklerin duyup tahdis ettiklerini rivayet etmişlerdir. Peygambere bu gibi konuları, herhangi bir aileyi söz konusu etmeden soracak erkek sahabe veya Peygamberin eşlerinden soracak bayan sahabe yok muydu? Kasıtlı yazdıkları fazla izaha ihtiyaç göstermeyecek kadar açıktır. Ayrıca bu rivayetlerinde, Peygamberin fecir namazını kılmadığını da iddia etmişlerdir. Fecirden sonra yıkandığını söylemekle bunu iddia etmişlerdir, zira cenabetli olarak namaz kılınmaz, fecirden sonra da, fecir namazının vakti çıkmış demektir.

843- İbnu Abbâs radıyallahu anhüma anlatıyor:”Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Recep ayı orucunu yasaklamıştır.” (K.S. 6536 C.17 S.171 Akçağ, alıntısı: İbni Mace 1743. )

844- Abdullah İbnu Büsr es-Sülemi, kız kardeşi es-Sammâ (radıyallahu anhâ)’dan naklediyor: ”Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Cumartesi günü oruç tutmayın, ancak Allah’ın size farz ettiği şeyde o gün oruç tutarsınız. Biriniz yiyecek nev’inden bir şey bulamaz da sadece üzüm (asması) kabuğu veya bir ağaç çöpü bulacak olsa onu ağzında çiğnesin (ve yinede Cumartesi günü oruçlu olmasın).” (K.S. 3179 S.489, alıntıları:Ebu Dâvud, Savm 51,(2421); Tirmizi, Savm 43,(744); İbnu Mâce, Sıyâm 38,(1726). )

845- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Şaban ayı yarılandı mı artık oruç tutmayın.” (K.S. 3174 C.9 S.486 Akçağ, alıntıları: Ebu Dâvud, Savm 12,(2337); Tirmizi, Savm 38,(738). )

846- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Sizden hiç kimse, cuma günü oruç tutmasın. Ancak bir gün önceden veya sonradan oruç tutuyorsa bu takdirde cuma günü de oruç tutabilir.” (K.S. 3177 C.9 S.488 Akçağ, alıntıları: Buhari, Savm 63; Müslim, Sıyâm 147,148; Ebu Dâvud, Savm 50,(2420); Tirmizi, Savm 42,(743). )

Orucun tutulamayacağı günler adı altında bir takım rivayetler uydurdular. Buna rağmen şu rivayetleri çelişkili olarak rivayet ettiler.
 
847-. ... Resûlullah (s.a.)’ın hanımlarından birisinin şöyle dediği rivâyet edilmiştir:
“Peygamber (s.a.) Zilhiccenin dokuz günü, aşure günü ve her ay ayın ilk Pazartesi ve Perşembe günleri (olmak üzere) üç gün oruç tutardı. (Ebû Dâvûd, K.es-Sıyâm (14), Bâb 61 C.9 S.355 H.2437 Şamil, ayrıca: Nesâi, sıyâm 83. )

848- Abdullah İbnu Amr radıyallahu anhüma anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın: “Nuh aleyhisselâm Ramazan ve Kurban bayramları hariç, yıl orucu tutmuştur” dediğini işittim.” K.S.6528 C.17 S.167 Akçağ, alıntısı: İbni Mace 1714. )

Bu rivayetlerle, evvelki rivayetlerin çelişkili oldukları açıktır. Zira her bir tam yıl içinde Recep ayı ve Cumartesi günleri mevcut olup, Nuh peygamberin bu günlerde oruç tuttuğunu tahdis ettiler. Peygamberin Zilhiccenin dokuz günü oruç tuttuğunu söylemekle farz olmamasına rağmen, cumartesi günü oruç tuttuğunu rivayet etmeleri diğer bir çelişkidir.

849- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur.” (K.S. 3113 C.9 S.426 Akçağ, alıntıları: Buhari, Savm 5, Bed’ü-Halk 11, Müslim, Sıyâm 2,(1079); Nesâi, Sıyâm 5,(4,129). )

İddia ettiklerine göre Ramazan ayı girdiği zaman Cennetin kapıları açılıp, cehennemin kapıları kapanıp şeytanlarda zincire vuruluyormuş. Yalan rivayet uydurdukları, Ramazan ayında günah ve azgınlık içinde hayat sürdüren bir çok kimsenin varlığından da bellidir. Zira şeytanlar yalnız cinlerden değildir, insanlardan da şeytanlar vardır. Eğer Ramazanda şeytanlar zincirli iseler, Ramazana rağmen bir birlerini saptırmakla meşgul çok sayıda insanın varlığını neyle izah ediyorlar?

İnsanlardan da şeytanların olduğuyla ilgili olarak, Kur’an’dan mealen:

- Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabb’in dileseydi onu yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle baş başa bırak. 6/112
 

Ayrıca, Oruç tutmak yalnız yemek yememek su içmemek olayı da değildir. Oruçluyken kadınlara cinsel yaklaşımla dokunmakta yasaktır.

Bu konuda Kur’an’dan mealen:

- Oruç gecesi, kadınlarınıza yaklaşmak, size helâl kılındı. Onlar sizin elbiselerinizdir, siz de onların elbisesisiniz. Allah, sizin kendinize yazık etmekte olduğunuzu bildi de tövbenizi kabûl edip sizi affetti. Artık şimdi onlara yaklaşın ve Allah’ın sizin için yaz(ıp takdir etmiş ol)duğunu talep edin, şafağın beyaz ipliği siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, için; sonra tâ gece oluncaya dek orucu tamamlayın; mescitlerde ibâdete çekilmiş iken kadınlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın (yasak) sınırlarıdır, bunlara yaklaşmayın. Allah, insanlara ayetlerini böyle açıklar ki korunup sakınsınlar. 2/187

Demek ki, kadınları öpmek orucu bozar, ayet mealinde görüldüğü gibi, önceden ramazan ayında geceleyin dahi kadınlara yaklaşmak yasaktı. Allah rahmetiyle gece yasağını, mescitte ihtikafta olanlar haricindekiler için kaldırdı. Gündüz yasağını oruç müddetince geçerli kaldı. Bu itibarla bu hususlara uymayan bütün rivayetleri asılsızdır.
 

HACC KONUSUNDA UYDURMUŞ OLDUKLARI
RİVAYETLERDEN ÖRNEKLER

 850- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ muhrimin giyeceği şeylerden sorulmuştu şu cevabı verdi: “Muhrim ne kamis (gömlek). Ne sarık, ne bürnus, ne şalvar ne de vers veya zaferân bulaşmış bir giysi taşımaz. Ayağında da mest (ve benzeri ayakkabı) yoktur. Ancak nalın bulamazsa, mestlerin topuktan aşağı kısmını kesmelidir.”
Buhari’de şu ziyade var: “İhramlı kadın yüzünü örtmez, eldiven de giymez”. (K.S. 1199 C.5 S.321 Akçağ, alıntıları: Buhâri, Hacc 21, Cezâu’s-Sayd 13,15, İlm 53, Salât 9; Müslim, Hacc 1,(1177); Tirmizi, Hacc 18,(833); Ebû Dâvud, Menâsik 32,(1824,1825,1826); Nesâi, Hacc 28,(5,129). )

İhram kelime olarak yasaklamak manasına geldiği halde, ihramlının giydiği elbiseye de atfetmişlerdir. Hal bu ki konu elbiseyle ilgili olmayıp, hacıların daha önce yaptıkları bazı fiillerin, Hac esnasında kendilerine yasak olması hususudur. Bu hususta, Kur’an’dan örnek verecek olursam, mealen:

- Ey İnananlar, ihramda iken av öldürmeyin. Sizden kim kasden onu öldürürse, öldürdüğünün dengi olan bir hayvan cezası vardır ki(bu öldürülene denk olduğuna) içinizden iki âdil kişinin karar vereceği, Kabe’ye varacak bir kurban; yâhud yoksullara yedirme şeklinde kefaret; ya da buna denk oruçtur. Ta ki böylece (o insan), yaptığı işin vebâlini tadsın. Allah, geçmişi affetmiştir. Kim bu suçu tekrar ederse, Allah ondan intikam alacaktır. Şüphesiz Allah izzet, kudret ve intikam sahibidir. 5/95

- Hem kendinize, hem de yolculara bir geçimlik olmak üzere deniz avı ve onu yemek, size helâl kılındı. İhramda olduğunuz sürece size kara avı yasaklandı. Huzûruna toplanacağınız Allah’tan korkun! 5/96

- Hacc, bilinen aylardadır. Kim o aylarda (ihrama girerek) haccı (kendisine) farz ederse bilsin ki, Hacda kadına yaklaşmak, günâha sapmak, kavga etmek yoktur. Siz ne iyilik ederseniz Allah onu bilir. (Yol için) kendinize azık alın(da bir günaha düşmekten korunun), çünkü azığın en iyisi (Allah’ın azabından) korunmadır. Ey akıl sahipleri benden korkun!  2/197

Ayrıca uydurmuş oldukları rivayette “İhramlı kadın yüzünü örtmez, eldiven de giymez” demektedirler. Buna rağmen, Halife Osman’ın ihramlı iken yüzünü örttüğünü iddia ile, erkeklerin ihramlıyken yüzlerini örtmeleri gerektiğini dolaylı olarak tahdis etmişlerdir. Şöyle ki:

851- Kasım İbnu Muhammed anlatıyor: “Bana, el-Ferâfisa İbnu Umeyr el-Hanefi haber verdi ki, O, Hz. Osman (radıyallahu anh)’ı, ihramlı iken yüzünü örter görmüş”. (K.S. 1207 C.5 S.330 Akçağ, alıntısı: Muvatta, Hacc 13,(1,327). )

Bununla da yetinmeyerek, İhramlı kadınların yüzlerini ve ellerini örtmemeleri gerektiği yolundaki rivayetlerini yalanlayan şu rivayeti uydurdular.

 

 SONRAKİ 24.  BÖLÜM İÇİN ANA SAYFAYA GİT = >  ANA SAYFA